Category Archives: Kabala

Kabala’ya Direniş

Kabala’nın birçok muhalifleri vardır. Onlara böyle öğretildiği için “Kabala” kelimesine katlanamayan insanlar vardır. Kendilerine zarar verebileceğine ve bir şekilde önemlerini azaltabileceğine inandıkları için, onu çalışmaya istekli olmayan insanlar vardır. Yani düşünmeden, başka insanlara sorun çıkarmak için birçok neden vardır.

Yaradan hakkında tamamen yeni bir şekilde konuştuğunuzdaki sorunlardan bahsetmiyorum bile – bu hiçbir dinin bahsetmediği bir şey. Seni nasıl kabul etsinler?

Yorum: Prensipte ne yaptığınızı kendinize açıklayabilmeniz için, Kabala’ya karşı direnişin var olduğunu söylüyorsunuz.

Cevabım: Evet, Kabala çalışan bir kişi gerçekte ne yaptığını anlamaya başlayana kadar bu bir problemdir. Bu, onun içinde hemen oluşmaz.

Yavaş yavaş, neden, ne ve nasıl olduğunu anlamaya başlar. Bütün bunlar, hissetmediği ruhu incelediği için birikir. Kendisi de henüz hissetmediği, ancak yaklaşmaya çalıştığı, üst dünya denen bu ruhtaki duyumları inceler. Bu nedenle, nerede olduğuna dair henüz net bir anlayışa sahip değildir.

Rabaş: Manevi Devrim

Rabaş, Polonyalı Yahudilerin bir köşede, küçük bir toplulukta ayrı ayrı oturup çalışma zihniyetine sahip olmayan, inançsız, ruhen kesinlikle yabancı insanlara öğretmeyi kabul ederek bir devrim yaptı.

Aniden Tel Aviv’den tamamen inançsız olan kırk öğrenci size gelir ve siz onları kabul eder ve onlara kalbinizi verirsiniz. Bütün bunlar Bnei Brak’ta kapalı [Ortodoks] bir toplulukta olmaktaydı.

Anlaşılmaz bir şeydi: “Ne? Aşlag dindar olmayanlara ders vermeye mi başladı?! Ve onlar genç ve evli değiller mi?! Bu nasıl olabilir?!”

Kabala’nın, sadece kırk yaş üstü insanlar için olduğuna inanılıyordu. Ona yirmi beş yaşındakileri getirdim! Kabala’nın sadece Talmud’u zaten bilen dindarlar için olduğuna inanılıyordu. Bu kitapları hiç açmayan, tanımayan ve onları hor gören adamlar getirdim! Kipayı sadece cenazelerde veya bir şey olduğunda takarlardı.

Bu tür insanları, tüm adetlere rağmen Kabala çalışmasına kabul etti – kırk yaşın altında, evli değil, kendilerini Tora ile doldurmamış! Bu nasıl olabilir? Ama bunun için çabaladı. Farklı bir zaman gelmişti.

 

Kabala Dilinin Avantajı

Bu yorumda yapmakta zorlandığım şey, Tanrısal bilge Ari’nin bize verdiği talimata göre onların manevi saflıkları içinde, herhangi bir somut terimden yoksun olarak On Sefirot’u açıklamaktı. Böylece, her yeni başlayan, herhangi bir maddileştirme veya hatada başarısız olmadan bilgeliğe yaklaşabilir.

Bu on Sefirot’un anlaşılmasıyla, kişi bu bilgelikteki diğer konuları da incelemeye ve kavramayı bilecektir. (Baal HaSulam, “On Sefirot Çalışması,” Bölüm 1: Kısıtlama ve çizgi, İçsel Gözlem).

Baal HaSulam, Kabalistlerin manevi nesneleri maddeleştirmemek için, özellikle Sefirot‘un dilini aldıklarını söyler.

Kişi, Kabalistik metinleri çalışarak, dünyamızın tüm sözlerinin ardındaki manevi eylemleri ve manevi kavramları yavaş yavaş anlamaya başlayacaktır.

Baal HaSulam, tüm o hikâyelerle karıştırılmaması için, yeni başlayanların manevi dünyayı önceki nesillerde yazılan kitaplarda kullanılan dalların dilinde değil, Kabalistik dilde incelemelerini tavsiye eder.

Gerçek şu ki, üst dünyayı edinmiş ve Kabala’nın içsel anlamını az çok anlamış olan Kabalistler, bu dile sahip olmadıkları için hala hiçbir şeyi açıkça ifade edemezler.

Onun doğru kullanımını ortaya çıkaran Baal HaSulam’dı. Bu nedenle, ondan sonra, genel olarak zaten hata yapmayacağımızdan ve her şeyi doğru ifade edip anlayacağımızdan emin olabiliriz.

 

Her Şey Benzerlik Ölçüsüne Bağlıdır

Bu nedenle, O’nun ihsanında her zaman iki anlayışı ayırt etmeliyiz: Birincisi, hala kapsayıcı, basit bir ışık olduğu zaman, o üst bolluğun özünün alınmadan önceki formudur. İkincisi, bununla alıcının özelliklerine göre ayrı bir form elde ettiği için, bolluk alındıktan sonraki formudur. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Bölüm 1, İçsel Gözlem, Madde 2).

Benim niteliklerimin ve Yaradan’ın ihsanının niteliklerinin benzerliğine göre, sadece belirli bir etki hissederim. Yani bende kıyafetlenmeden önce ışık; “basit, formsuz, tek” olarak adlandırılır ve alıcının içinde kıyafetlendiğinde adeta benim niteliklerimi almış gibidir.

Soru: Eğer benim niteliklerim O’nun zıddıysa, kendimi Yaradan’a zıt mı hissederim?

Cevap: Burada, Yaradan’ın nitelikleri ile insanın niteliklerinin benzerliğine bağlı olarak çok sayıda olasılık vardır. Bu, bir insanın nasıl hissettiğidir. Nitelikleri Yaradan’ın niteliklerine ne kadar benzer olursa, O’nu o kadar doğru hissedecektir.

Soru: Bu Yaradan duygusu ne kadar nettir?

Cevap: Bu benzerlik ölçüsüne bağlıdır çünkü pratikte sadece Yaradan’ı hissederiz, O’ndan başkası yoktur.

Bu nedenle tüm arayışımız, O’nu tüm görünümleri ile ifşa etmektir. O zaman etraftaki her şeyin O’ndan, O’nun tek gücünden ve bütünlüğünden ibaret olduğunu göreceğiz.

Son Neslin Kabalistlerinin Misyonu

Yorum: Neler olduğuna bakarsanız, o zaman bu aşamada siz geçmişin Kabalistlerinden çok daha fazlasını yaptınız.

Cevabım: Bu aşamada çok şey yaptım ama düşük seviyede.

Geçmişin Kabalistleri, manevi dünyada büyük ıslahlar yaptılar ve onu dünyamızda tezahür etmesi için hazırladılar. Bununla birlikte, ben, aşağıdan yukarıya daha çok çalışma yapıyorum. Bu dünyayı, onun formu ve arzusu bakımından üst dünyayla temasa az çok hazır olacak şekilde hazırlıyorum.

Yani onların çalışması, manevi kaynağı yukarıdan aşağıya çekmek üzerine kuruluydu ve benim çalışmam bir grup insanı, onların kaynağına yükseltmek ve bu bağı yaratmak. Ben, aşağıdan yukarıya doğru çalışıyorum. Bu, benim misyonum.

Akıl, Arzu ve Niyet

Soru: Bizim dünyamızda doğan bir insan zaten bir niyete sahip midir? O sadece alma arzusuyla doğmaz mı?

Cevap: Evet ama bunlar küçük, mikro niyetlerdir.

Soru: Küçük bir çocuğun zevk alma arzusu olduğunu görüyoruz. Yine de kendi iyiliği için zevk aldığını bile söyleyemezsiniz. Ama büyüdüğünde öyle bir kurnazlık gösteriyor ki, bunu bilinçli olarak kendisi için yapıyor, bilinçli olarak başkalarını kullanıyor. Bizim bir arzumuz, aklımız veya başka bir işlevimiz var mı?

Cevap: Aklımız, arzumuz ve niyetimiz var. En önemli şey ise niyettir. Bu, kişinin eylemlerinde neye talip olduğunu belirler.

Akıl yardımıyla niyeti değiştirebiliriz. Arzunun kendisi tamamen mekaniktir. Ancak niyeti arzuların üzerine nasıl yükseltebileceğimizi ve arzunun doğasını -kendimiz veya başkaları için- nasıl değiştirebileceğimizi bilmek zaten bir insan yeteneğidir.

Akıl çok önemli bir fonksiyondur. Bizler onun sayesinde niyetimizi değiştirebiliriz.

Yaradan’ın Ve Yaratılanın Niteliklerinin Bağlantısı Neye Yöneliktir?

Soru: On Sefirot Çalışması’nda, Baal HaSulam, daralan boşluğun bir noktasında dört dünyanın oluştuğunu yazar. “Olam” (dünya), “Alama” (gizlenme) kelimesinden gelir. Dört gizlenme, dört filtre oluşturuldu. Bu filtrelere neden ihtiyaç duyuldu?

Cevap: Gerçek şu ki, kimse bir şeyi bilerek yaratmamıştır. Ancak Yaradan’ın doldurulacak yeri ile yaratılanın doldurulacak niteliği arasında bir karşıtlık olduğu için, birbirleriyle etkileşim halinde karşılıklı, birbirine bağlı dört aşamalı etki oluştururlar.

Bu nedenle, ışığın kendisinden, sıfır aşaması yani ışığın arzuda yayıldığı ilk aşama gelir. Arzu onu hissetmeye başlar ve kısıtlandığı ölçüde değişir. Ve bu esnada hala tüm ışığı kendi içine alır. Bu duruma sonsuzluk dünyası denir.

On Sefirot Çalışması’nda, ışığın yayılmasının dört aşaması hakkındaki bilgi Kabala bilminde temel olduğundan, bu çok ayrıntılı bir şekilde analiz edilir.

Başka bir deyişle, bunlar iki niteliği birleştirmek için seçeneklerdir: Yaradan’ın ve yaratılanın nitelikleri yani ihsan etme ve alma nitelikleri. Bu bağın kombinasyonları, daha sonra kendi içimizde keşfetmeye başladığımız ve onlara göre değiştirdiğimiz dört çeşit gizlenme sağlar.

Zohar Kitabı Maneviyatın Giriş Biletidir

Zohar Kitabı’nın özel olduğunu herkes bilir. O, insanı manevi dünyaya götürebilen tek kitaptır. Eşsiz amacı nedeniyle ünlenmiştir ve insanlık ona özel bir şekilde davranır.

İnsan bu dünyaya, hiçbir şey bilmeden doğar. Doğa, onun için dünyaya çok garip bir giriş hazırlamıştır, ona önceden hiçbir şey açıklanmaz ve ona babasından, annesinden veya önceki nesillerden duyumlar, hafıza veya zihin aktarılmaz.

İnsan bir et parçası olarak doğar ve bu dünyadan izlenimler almaya başlar: sıcak, soğuk, ışık, karanlık, sesler, gürültü ve sessizlik…

Yeni doğduğunda, insan hiçbir şey hissetmez. Yavaş yavaş seslere, ışığa, sonra annesinin tavrına, kendi üzerindeki bazı hareketlerine tepki vermeye başlar ve güler ya da ağlar. Dünyayı keşfetmeye başlar, etrafını saran şeyleri anlamaya çalışır ve bedeniyle tanışır. O bu şekilde büyür.

Bir hayvan yavrusunun doğumundan birkaç gün sonra her şeyi bilmesi ve bu dünyada kendi başına hayatta kalabilmesi, ancak bir insan yavrusunun yetişkinlerin ilgisi olmadan hiçbir şey yapamaması şaşırtıcıdır. Ayrıca eğer o, ormanda bırakılmış olsaydı çevresindeki hayvanlara benzemeye başlardı.

Bir çocuğun dünyamızdaki tüm gelişimi; aldığı izlenimler ve dünyada var olan ve yetişkinlerin ona gösterdiği ve açıkladığı örnek ve davranış kalıpları temelinde gerçekleşir.

Çocuklar için müzik, oyuncaklar, kum havuzlu ve kaydıraklı oyun alanları, çeşitli inşaat setleri ve oyunlar var. Bunların hepsi çocukların kırmayı, birleştirmeyi, sökmeyi, renkleri ve sesleri ayırt etmeyi öğrenmesi içindir. Bütün bunlar, onu dünyamızdaki hayata hazırlamak için, onun gelişimi için varlar.

Ebeveynler ve çevre, çocuğun kendi kuşağına ve içinde yaşadığı dünyaya yakışır bir şekilde büyümesi için her şeyi sağlamaya hazırdır. İçgüdüsel olarak, çocuğumuza içimizdeki her şeyi vermek isteyecek şekilde yaratıldık. Aksi takdirde çocuklar hayata hazır olamazdı.

Bu tür bir yetiştirme tarzı doğaldır, bizim doğamızdan gelir ve onu yok edemeyiz. Bir kişiyi doğrudan bir bilgisayara bağlayıp onu ansiklopedik bilgilerle doldurarak ona bilgi yükleyemeyiz.

Doğumdan hemen sonra onu eğitim ve bilgi ile doldurup onda duyular, tepkiler, hassasiyetler geliştiremeyiz; ancak yavaş yavaş, adım adım, izlenimler biriktirdiği ölçüde, kendisi bir birey formunu alır.

Bu süreç insanın hayatının ilk 20 yılını ve hatta daha fazlasını alır. Ve yetişkinler olarak biz de öğrenmeye ve gelişmeye devam ediyoruz ve reşit olduğumuzda daha önce bir şey bilmediğimiz için pişmanlık duyuyoruz.

Benzer bir gelişme süreci, üst dünyada doğuşumuz ve gelişimimiz de bizimle birlikte gerçekleşir. Tek fark, bu süreç esnasında maddi dünyada da var olmamızdır ve bu gerçekten kişiyi etkiler!

Ama aynı zamanda manevi bir baba ve anneye, manevi bir çevreye, oyuncaklara, eğitime, yetiştirilmeye ve açıklamaya da ihtiyacım var. Ve örnek alamazsam, manevi dünyaya hazır olamayacağım, o bana açılmayacak ve onu tanıyamayacağım.

Bir insan nasıl ki bilgisi olmadan bizim dünyamızda var olamazsa, ruhu da bilgi olmadan üst dünyada var olamaz. Dahası, üst dünyanın bilgisi, onun içindeki bir yaşam hissidir (Baal HaSulam, “Beden ve Ruh”).

Yeni doğmuş bir bebeğe, beşiğinde bırakıldığını ve varlığı için gerekli olandan başka hiçbir şey verilmediğini düşünün. O bir et parçası olarak gelişmeden kalırdı.

Yeni, çeşitli izlenimler almazsak gelişemeyeceğiz. Onları bir bebeğin anlamaması gibi biz de anlamayabiliriz ama her türlü dış etki ve izlenimle dolmaya başladıkça bu şekilde büyürüz.

Aynı şey maneviyat için de geçerlidir. Kendimizi manevi dünyadan gelen çeşitli dış etkilerle doldurmalıyız. Ama bu etkiler bizim maddi dünyamızda yoklar!

Zohar Kitabı’nın üzerimizde sahip olduğu tam da bu “dış” etkidir. İşte bu yüzden bu kitap özeldir. Bir insan bu kitabı okursa veya dinlerse, anlayışı ne olursa olsun, kitap onu bilinmeyen üst dünyanın çeşitli izlenimleriyle doldurur. Başka hiçbir kitabın insan üzerinde böyle bir etkisi yoktur.

Bizler, Zohar kitabını çalışırken, yavaş yavaş  ondan izlenimler alacağız, onları biriktireceğiz ve onlar bize nüfuz edecek ve ilerlememizi sağlayacaklar.

Elbette, kişinin, onun anlatımıyla bir miktar bağ kurmasını sağlamak için Zohar Kitabı’nı okumaya küçük açıklamalarla eşlik edeceğiz.

Ama aslında insan, ona hiçbir açıklama yapılmadan sadece anlama arzusuyla bile onu okuyabilir, tıpkı gözleri fal taşı gibi açılmış bir çocuğun, doğası bir dakika bile rahat kalmasına izin vermediği için, dünyaya ulaşmak ve her şeyi bilmek istemesi gibi.

Duyularımızı, kalbimizi ve zihnimizi bu kitaptaki her şeyi özümsemek için açarsak, dünyayı coşkulu gözlerle özümseyen bir bebek gibi, ilerleriz.

Ve kişinin parlak bir zihne sahip olması veya öğrenmesinin zor olması, tembel veya çevik, rasyonel veya duyarlı olması fark etmez, herkes kendisi için en uygun gelişimi alacaktır.

“Manevi Süreç Nedir?” (Quora)

Manevi gelişim süreci, başkaları ve doğa pahasına kendi çıkarımıza yönelik egoist arzularımızı dinlemeye karşı çıkmak ve yalnızca “Yaradan” veya “Doğa” olarak adlandırılan sevgi, ihsan etme ve bağın üst gücü ile bağlı olacak yeni bir kıvılcım geliştirmek anlamına gelir.

İçimizdeki bu manevi kıvılcımı yani manevi arzumuzu geliştirmeye yönelik çabalarımıza göre, kelimenin tam anlamıyla “insan” olarak anılacağız. “İnsan” kelimesi İbranice’de  (“Adam”), en yüce olan Yaradan’a (“Domeh le Elyon”) benzer olmak (“Domeh”) anlamına gelir.

Yaradan ihsan etme, verme gücüdür. Bizim yaratılmış olduğumuz alma arzularının tam tersidir. Yaradan, ihsan etmek için içimizde bulunan küçük bir kıvılcımda var olur. Yaradan’ı bulmak çok zordur. En büyük egoistler, Yaradan’ı daha küçük egoistlerden daha hızlı ve daha doğru bir şekilde bulabilirler. Daha küçük egoları olan, başkalarına yardım etme ve onlarla birlikte olma eğilimi olan insanlar, vermenin manevi niteliğini zaten belirli bir dereceye kadar deneyimliyormuş gibi hissederler ama tam olarak yaşayamazlar.

Manevi olarak gelişirken, içimizdeki manevi kıvılcımla -sevginin gücü, ihsan etme ve başkalarıyla olumlu bağ kurmanın gücü- giderek daha fazla özdeşleşmeyi arzularken, kendimizi sürekli olarak egoizmimize, gururumuza ve bencilliğimize düşerken bulduğumuz umutsuzluk koşullarından geçeriz. Bu tür koşullardan geçmek ve bunları en iyi şekilde kullanmak, etrafımızı oluşturan çevreye bağlıdır. Bireysel olarak, bu tür koşulları aşamayız.

Bize belirli bir his verilir ve çevremizde bu hisse zıttı olan, bir yandan diğer yana değişen ağırlıklara benzer bir şey varsa, o zaman bu şekilde karşı kuvveti kullanabiliriz.

Kendimizi, manevi gelişimimizde bizi destekleyen insanlarla çevrelersek, o zaman birbirimize yardım eder, tartışır ve birbirimizi anlarız. Bu sayede o anda düşüşte olan kişiye değil, diğer herkese odaklanıyor olabiliriz.

Manevi Edinimin Bir Sonucu

Soru:  Biz bir şeye odaklandığımızda, onun içine dalarız ve oradan çıkamayız. Siz; bizlerin yaptığı gibi koşulun içine batmadan, zaten her şeyin içinde olduğunuzu söylüyorsunuz.

Aynı anda her şeyin içinde olmayı ve aynı zamanda beyninizin tıkanmamasını nasıl başarıyorsunuz?

Cevap:  Bu sadece benim tüm hayatım. Herhangi bir programın kaydı sırasında bana soru sorulduğu anda, zaten bu konunun içindeyim. Bunu yapmak için hiçbir araştırma içine girmeme gerek kalmıyor.

Ben üniversitedeyken çok saygı duyduğumuz bir hocamız vardı. Derse gelir, gömlek cebinden küçük bir kâğıt çıkarır, plana göre ne söyleyeceğine bakar, yerine koyar ve 15-20 dakika konuşurdu. Bir konuyu bitirir, ardından bir sonraki konuyu bulmak için tekrar kâğıt parçasını çıkarır ve tekrar konuşmaya başlardı.

Yani bir yandan öğrenciler için çok önemli olan net bir planı vardı. Öte yandan, tüm materyali bildiğini ve sadece sunumun sırasını hatırlaması gerektiğini görürdük. Hepsi bu.

Bende aynıyım. Sadece öğrenciler, benim için yaptığından dolayı bir plan yapmak zorunda değilim. Derse geliyorum ve diyorlar ki: “Şu konuları çalışmak istiyoruz.” Ve onları inceliyoruz. Sonra sorular soruyorlar ve hangisinin olduğunun benim için hiç önemi yok. Bana içinde yaşadığım dünyayı soruyorlar. Onun hakkında konuşmakla ilgili ne gibi bir sorunum olabilir ki?

Soru: Demek ki olaylara net bir yaklaşımınız var, her şey yapılandırılmış, her şey net ve bir insanın yıllarca uğraşabileceği bazı işlerle kafanızı meşgul etmenize gerek kalmıyor.

Cevap: Buna “edinim” denir. Bazı gerçekleri bildiğinizde bu, maddi dünyamızın bilgisi değildir.  Manevi dünyada olduğu gibi, bizim dünyamızda, ekmek, su ve süt dâhil olmak üzere böylesine bir bağ kurduğumuz hiçbir şey yoktur.

Manevi dünyada, her şeyin özüne ulaşırsınız ve bu nedenle o sizindir. Size bir şey sorulduğu zaman; onun ne olduğunu, ortaya çıkışını, gelişimini, bugünkü haline gelişini ve daha da ileride son haline geleceği andan itibaren, onun ne olduğunu içselliğinizde bilirsiniz.

Herhangi bir nesne, güç, nitelik ve olay hakkındaki her şeyi bilirsiniz. Bu nedenle, herhangi bir sorun yoktur. Buna “manevi edinim” denir çünkü o, zamanın, mekânın ve hareketin üzerindedir. Sadece geneldir çünkü bütünseldir.