Category Archives: Kabala

125 Edinim Seviyesinde

Soru: Bir roman okuduğumuz zaman, onda anlatılanları farklı şekillerde hayal ederiz. Örneğin şöyle bir satırı alırsak: “Paris. Kadın verandada oturuyordu” dediğinde onu okuyan yüz kişi farklı bir Paris ve farklı bir karakter hayal eder.

Örneğin; On Sefirot’un Çalışılmasını okuyan Kabalistler, nasıl aynı materyali aynı şekilde algılıyorlar?

Cevap: Onlar materyali farklı derinliklerde algılarlar. Gerçek şu ki, aynı cümle 125 seviyelik edinimde algılanabiliyor ve bu nedenle ona farklı ama aynı üslupta, aynı yönde ve aynı anlayışta ulaşıyorlar. Bu durum, biraz da senin örnek verdiğin roman karakterini verandada otururken hayal etmemize benziyor.

Soru: Ama diyelim ki, mecazi anlamda, edinimin beşinci seviyesini ele alırsak, o zaman onun üzerinde olan herkes bu materyali tamamen aynı şekilde mi algılar?

Cevap: Evet. Bu bizim dünyamızda da böyle değil mi? Belli bir coğrafi yere gelirseniz orada diğerlerinin gördüğü şeyin aynısını görürsünüz. Sadece sizin duygularınız özneldir, sizinle kalırlar, ancak yine de oturup konuştuğunuzda bazı ortak şeylerden bahsedersiniz ve aynı zamanda her biri hala kendine ait bazı şeylerden bahseder.

“Yalanların Ve Dezenformasyonun Yayılmasını Nasıl Daha İyi Kontrol Edebileceğimizi Düşünüyorsunuz?” (Quora)

Tüm yalanların ve dezenformasyonun kaynağının, doğanın kendisinden kök aldığını yani beynimizin, kalbimizin ve ellerimizin üst gücün kontrolünde olduğunu; yalanların ve dezenformasyonun yayılmasının nedeninin, genellikle düşündüğümüz gibi belli kişi ve gruplardan kaynaklanmadığını anlayarak.

“Bizim dünyamız” denen bir sistemde yani tamamen hatalı bilgi koşulunda yaratıldık. Böyle bir sisteme sokulmamızın sebebi, eninde sonunda şu anda yaşadığımız gibi yaşamaktan yorulmak ve mümkün olan her şekilde bu sistemden çıkmaya çalışmaktır.

Bununla ilgili Kabalist Yehuda Aşlag’ın (Baal HaSulam) “Zohar Kitabına Giriş” adlı makalesinde, bizi bir turpun içindeki kurtçuğa benzettiği bir kıssa vardır:

Turpun içinde doğan bir kurtçuk […] orada yaşar ve Yaradan’ın dünyasının, içinde doğduğu turp kadar acı, karanlık ve küçük olduğunu düşünür. Ancak turpun kabuğunu kırıp dışarı çıktığında şaşkınlıkla şöyle der: “Tüm dünyayı içinde doğduğum turpun büyüklüğü kadar sanıyordum ve şimdi önümde kocaman, çok güzel ve harikulade bir dünya görüyorum!”

Soru şudur: İçinde bulunduğumuz bu acı, karanlık ve küçük dünyadan nasıl çıkabilir ve gerçek dünyayı görebiliriz?

Milyarlarca ruhtan olgunlaşan özel ruhlar vardır. Onlar, çağrıyı kurtçuk gibi algılayabilir ve turpun çıkışına doğru hareket edebilirler.  Üstelik bu küçük dünyamızdan çıkış sürecimiz de yukarıdan yönetilir, zira kurtçuk turptan çıkmak istemez, sadece sıcak ve rahat olduğu yerde kalmak ister. Daha sonra bu küçük ve karanlık dünyadan çıktığımızda, hayatımızda hiçbir şey yapmadığımızı görerek tamamen kontrol altında olduğumuzu anlıyoruz. Gelişimimiz boyunca yaptığımız her şey, bilimsel buluşlarımız, teknolojilerimiz, kültürlerimiz, savaşlarımız vb. etrafımızda belli bir çürüyen tabaka biriktirmemiz içindir.

İşte böyle bir noktada fark ediyoruz ki, sözde “turp”un içindeyken küçük zevkler peşinde koşuyor ve böyle bir doğa içinde yaşamaya ve gelişmeye devam etmek ve böylece etrafımızda çürüyen bir katman oluşturmak istediğimiz küçük egoist doğamızdan başka hiçbir şey tarafından yönlendirilmiyoruz.

Bu sistemin yaratılışının arkasındaki üst güç isterse;  o zaman bizi ondan yardım istemeye yönlendirerek içine doğduğumuz bu küçük karanlık dünyadan çıkmamız için yönlendirir. Ve eğer turpun içinden geçen bir grup “kurtçuk” gibi, grubumuzdan ortaya çıkan gerçek bir istek geliştirirsek, o zaman isteğimize bir yanıt alırız.

Dünyadaki tüm yalan ve dezenformasyonların yanı sıra, şu iki nedenden dolayı Yaradan’ın kendisi hakkında da birçok yalan ve dezenformasyon vardır:

1: Çünkü Yaradan her şeyi ve herkesi kontrol eder ve

2: Çünkü O’nun kim ya da ne olduğu ya da ne yaptığı hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.

Bu nedenle, görüldüğü üzere mide bulandırıcı bir şekilde ne istiyorsak onu yapıyoruz ve her zaman egoist doğamızın bize her durumda en haz verici olarak gösterdiği şeye doğru ilerliyoruz. Gerçeğin kendisi, etrafımızda biriken tükettiklerimiz ve salgıladıklarımız içindeki çürüme tabakasının içindedir. Bu çürüyen katman etrafımızda ne kadar çok toplanırsa, nispeten hızlı bir şekilde geçmemiz gereken durumları aşmamıza ve içinde yeni, taze ve bizim için tamamen beklenmedik bir şeyin olduğu durumu ayırt etmeye başlamamıza o kadar yardımcı olur. Böylece diğer tüm durumlardan seçim yapabilir ve bu şekilde yeni bir varoluş seviyesi oluşturabiliriz.

Geleceğimiz, küçük ve karanlık dünyamızdan çıktığımızda ortaya çıkacak olan gerçek dünyadadır ve bu çok daha geniş, parlak ve gerçek dünyaya girmek için küçük ve karanlık dünyamızdan çıkma arzusunu geliştirmemiz gerekir.

Birliğin Gücü ve Ayrılığın Güçsüzlüğü

Bizim tüm çalışmamız, ilk insan Adam HaRişon’un ruhu olarak adlandırılan manevi kabı ıslah etmekten ibarettir. Yaradan, bu ortak arzuyu yarattı ve sonrasında onu birçok parçaya ayırdı. Ve şimdi her birimizin içinde o ortak ruhun küçücük bir parçası var.

Bize insanoğlu yani “Adem oğulları” deniyor çünkü “Adam HaRişon” denen arzudan geliyoruz. Görevimiz, kopuk, uzak, ayrılmış arzularımızı çabalarımızla yeniden tek bir arzuda birleştirmektir.

Elbette burada çok çalışma yapmak gerekiyor çünkü tüm bu parçacıklar formlarındaki farklılıklardan dolayı birbirlerinden ayrılmış ve uzaklaşmışlardır. Ve tamamen farklı arzuları birbirine yapıştırmak nasıl mümkün olabilir ki? Her şeyin birbirine bağlı olduğu tek bir bütün elde edene kadar, bir arzuyu diğeriyle birleştirmenin hangi niteliklere göre mümkün olduğunu incelemekle işe başlıyoruz.

Ve bu ortak arzu ne kadar çok arzuyu içine çekerse, onu yaratan üst gücü de o kadar çok hisseder ve ifşa eder.

Bu nedenle, tüm eylemlerimiz bağ kurmaya yönelik olmalıdır. Bu, hayata, Yaradan’a, dostlara, kendine ve kişinin durumuna karşı tüm tavrını belirler. Eylemlerimin, düşüncelerimin ve arzularımın her biriyle, farklı arzuları daha fazla bir araya getirip birleştirmek ve onları karşılıklı ihsan etme için tek bir ortak arzuya dönüştürme amacıyla bağlantıyı ileriye doğru itmeye çabalıyorum.

Tüm özel arzular kırılmıştır ve bağ kurmak istemez. Yaradan bunu bize kırık bir arzu ile bütün bir arzu arasındaki farkı hissetme fırsatını vermek amacıyla yani bilerek yaptı. Biz bu sayede karanlıktan gelen ışığın avantajı olarak Yaradan’a ulaşmaya başlarız.

Yaradan ortak arzuyu milyarlarca birbirine zıt parçaya böldü ve sonra talebimiz üzerine onları bir araya getirip birbirimizi tamamlamamıza yardım eder. Tüm artıları ve eksileri bir araya getirdiğimizde, parçalanmış bir arzunun zayıflığına ve önemsizliğine kıyasla, birleşik bir arzunun ne kadar güçlü olduğunu hissederiz.

Bu potansiyel fark üzerinde (artı ile eksi arasında, bağ ile bölünme arasında), yaradılışın tüm gücünü ve derinliğini hissedeceğiz, Yaradan’ın niyetini ve çalışmasını edineceğiz ve benliğimize ulaşacağız.

“Bağ Kurma” Yasalarına Göre Var Olmayı Öğrenmek

İnsanlık, tarihinin öyle bir döneminde ki, gelişimimizin yanlış olduğunu daha da net bir şekilde ifşa ediyoruz. Ne de olsa bu gelişim, kötü egoist güçler tarafından dikte edildi ve bu nedenle sürekli olarak savaşlar, çatışmalar, sorunlar ve korkular ona eşlik etti. Artık iyiliğin gücüne katılmamız gerekiyor.

Böyle bir hayatın şu anki varlığımızdan ne kadar farklı olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bu, Kabala bilgeliğinin özüdür: Kabala; doğada var olan güçler koleksiyonundan, onları nasıl ortaya çıkarabileceğimizden, onları kendimize nasıl yaklaştırabileceğimizden, onlar aracılığıyla birbirimize nasıl yakınlaşabileceğimizden ve ortak ruh yani  “Adam HaRişon“ sisteminin parçalanmasından önceki sistemi nasıl tekrar birleştireceğimizden bahsediyor.

Bu sistemde herkes, sanki tek bir bedene, tek bir zihne aitmiş gibi, ortak arzu ve niyetle, tek bir bütün olarak birbirine bağlıdır ve birbirini anlar. Sağlıklı bir vücuttaki organlar da aynen böyledir, her organ diğer tüm organların yaşamını sürdürmek için kendisinin ne yapması gerektiğini bilir.

Bu nedenle Kabalistler, karşılıklı desteğin, “Adam” denilen bir sistemi yani Yaradan’a benzerliği (Domeh), ihsan etme gücünü ifşa etmemize nasıl yardımcı olduğunu yavaş yavaş hissedebilmemiz için, bir grup içinde çalışmamızı tavsiye ediyor. Bu şekilde sevgi ve birlik içinde, tek akıl ve tek duygu ile tek bir güç olarak gerçek bir birlik hissedeceğiz.

Bu amaçla, bağ kurma yasalarına göre nasıl var olacağımızı öğrenmeye ve gerçekliğin ikinci katına tırmanmaya çalıştığımız Kabalistik grupları organize ediyoruz.

İşte o zaman, evreni gerçek haliyle ifşa edeceğiz ve evrenin sandığımızdan çok daha geniş ve birbiriyle bağlantılı olduğunu öğreneceğiz. Doğanın güçlerini, onların bu dünyaya bir uçtan bir uca nasıl nüfuz ettiklerini görerek anlarız. Bu, O’nun katına yükselerek, Yaradan’ı, üst gücü edinmek demektir.

Ruh Bedenden Daha Güçlüdür

İnsanın zayıf bir bedene ve kuvvetiyle galip gelen güçlü bir ruha ihtiyacı vardır. Ve o zaman Yaradan onu sever (Herkes İçin Zohar, Cilt 3, Bölüm “VaYeshev”).

Alma arzusuna beden denir ve manevi güce ruh denir. Ruh bedenden ne kadar güçlüyse,  insanın doğru bir şekilde ilerlemesi için o kadar çok fırsat vardır.

Ruhu, bedenden nasıl daha güçlü hale getirebiliriz? Bağ kurmaya özlem duyduğumuzda, aramızdaki bağımız daha da güçlenir. Bu şekilde, Yaradan’ı, gerçek realiteyi, üst dünyaları ve manevi dereceleri hissetmeye başlayana kadar gittikçe daha da yükseliriz. Her şey birbirimizle olan bağımızın seviyesine bağlı.

Gittikçe güçlenen bağ yoluyla, ifşa derecelerini giderek daha büyük ve daha büyük hissetme seviyelerine yükseltiriz.

Sevgi Yoluyla Edinim

Sevgi konusu, en basit ve en anlaşılır gibi gelir. Ama aslında en zor olanıdır çünkü Yaradan’ı idrak etme, O’na yaklaşma ve dünyanın kökünü anlama meselesinin ana konusudur.

Manevi sevgi kavramını, nasıl kullanılacağını sezgisel olarak bildiğimiz bu dünyadaki tanıdık egoist sevgiyle karıştırıyoruz. Bu, doğduğu ilk günden itibaren sürekli ağlayan ve sevgi talep eden bir bebeğe benzer. İnsan ömrünün son gününe kadar böyle davranır.

Sevgiyi, onun gerçek, doğru haliyle ele almıyoruz. Sevginin basit ve aşikar bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bu, neden bu kadar az insanın manevi edinime ulaştığını yani ihsan etme niyetiyle özgecil sevgiye, evrensel sevgiye ve manevi sevgiye ulaştığımız, dost sevgisine ulaştığını açıklar.

Sorun şu ki, tüm yaşamımızın ve manevi gelişim yolunun bir başkası için sevgiyi bulmaya yönelik olduğunu anlamıyoruz. Bu büyük bir zorluk çünkü doğal olarak sevgiyi egoist bir biçimde anlıyoruz ve her şeyi kendimizi sevmek yoluyla algılıyoruz. Ama dünya sevgisinin veya Yaradan sevgisinin ne olduğunu bilmiyoruz ki bu, O’na yaklaşmanın ve O’nu hissetmeye başlamanın tek yolu.

Eğer bu egoist bir sevgi değil de dünya sevgisi ise, sevgiyi ne kadar ihmal ettiğini herkes kalbinde hissedebilir.

Kabala bilgeliği bize, Yaradan’a ve gerçeğe karşı farklı bir tutum öğretir. Ana amacın dünyaların nasıl aşağı doğru basamaklandığını ve Sefirot ile manevi Partzufim’in nasıl doğduğunu öğrenmek olduğunu ve manevi dünyanın tekniğini ne kadar iyi çalışırsak o kadar ilerleyeceğimizi düşünüyoruz. Ama bu tamamen yanlıştır.

Aslında her şey, bu dünyanın tüm sakinlerine – insanlara, hayvanlara, bitkilere, cansız doğaya, tepeden tırnağa tüm seviyelere- sevgiyle davranmak için, kalbimizde ötekine karşı sevgi duygusunu nasıl geliştirdiğimize bağlıdır. Sonuçta, bu sevgiyi, alma arzumuzun dört derecesinde de kendi içimizde doğru tutumu inşa ederek, kendimizi ıslah edebilmemiz için bu dünyayı yaratan ve onu bize veren Yaradan’a atfedebiliriz.

İlk olarak, tatmin alma arzumuzu kısıtlamalı ve onu evrensel sevgiye, dışımızda olan her şeye karşı sevgiye dönüştürmeliyiz. Bütün bunlar, Yaradan tarafından yaratıldı ve bu nedenle O’na yaklaşmak için O’nun tüm yarattıklarını sevmek zorundayım.

Tüm dünyaya karşı nefreti veya kayıtsızlığı, evrensel sevgi denen bir yakınlık ve sevgi duygusuna dönüştürmekten başka yapacak bir şeyimiz yok hayatımızda.

Ancak ötekine duyduğumuz bu evrensel sevgi ölçüsünde, Yaradan’ı sevmenin ve O’na yaklaşmanın ne demek olduğunu hissetmeye başlayacağız. Egoizmi sevgiye çevirerek, gerçek manevi realitenin tamamını ediniriz.

Bu nedenle sevgi konusu Yaradan ile buluşacağımız en önemli, merkezi ve derin konudur. Kendimizi, kendi-sevmeden kurtarmaya çalışalım ve dostlarımızı takdir edelim. Yakın ya da uzak olmaları, iyi ya da kötü olmaları fark etmez ama bizimle aynı yoldalar ve gerçek sevgiye ulaşmak için özel bir arzuları var.

Yaradan bize bu içsel, gizli özlemi verdi. Evrensel sevgiye ulaşana kadar, içimizde saklı olan sevgiyi ortaya çıkarmak için çalışmaya başlayalım; tüm yaradılışa ve onun içsel gücüne yani Yaradan’a yaklaşalım ve birleşelim.

Bu, tüm manevi çalışmanın asıl çizgisidir. Partzufim AB-SAG’ın isimlerini unutabilir ve üst dünyalara ne dendiğini bilmeyebilirsiniz ama bizler bunu, sevgi aracılığıyla hissedeceğiz; bu, sadece ezberlemek değil gerçek edinim olacaktır.

“Tanrı Gökleri Ve Yeri Neden Yarattı?” (Quora)

Varoluşta iki güç vardır: (1) Yaradan’ın ışığını alma ve mutlu olma arzusu olan yaratılan ve (2) memnuniyet, neşe, bütünlük ve haz ihsan etme arzusu olan ışığın kendisi, Yaradan.

Yaratılan, ancak ışığın niteliğine benzer olduğunda; yani ışığı Yaradan’a memnuniyet verme niyetiyle alma yeteneğini kazandığı zaman ışığı alabilir. Ancak yaratılan, ışığı kendine yönelik bir niyetle yani yalnızca kendisini memnun etmek için almaya niyet ederse, o zaman Yaradan’ın zıddı olur. Böyle bir durumda yaratılan, Yaradan’ın vermek istediği hazzı hissedemez ve bunun yerine ışığın siyah bir kopyası olan tam karanlığı hisseder. Böyle bir durum “bu dünya” veya “bizim dünyamız” olarak adlandırılır.

“Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı” cümlesi, Yaradan’ın ihsan etme ve alma niteliklerini yarattığını ima eder.  Neden? Bu niteliklerin bir kombinasyonunu edinmemiz ve bunlardan hangisini kullanacağımız konusunda özgür seçimimizi uygulama yeteneğine sahip olmamız için: sadece kendi için haz almayı amaçlayan bir alma niyetiyle alma arzu ya da Yaradan gibi ihsan etme niyetiyle alma arzusu. 

                                        

“Tanrı Fiziksel Mi, Metafiziksel Mi, Soyut Mu, Kavramsal Mı, Maddi Mi, Yoksa Manevi Mi?” (Quora)

Kabala bilgeliğinde, Tanrı’yı pratik bir şekilde, bizimle olan ilişkisinin ve buna nasıl ulaştığımızla ilgili olarak inceleriz: bizi yaratan, içimizdeki ve etrafımızdaki evreni yöneten ve destekleyen ve önceden belirlenmiş olan bir amaca doğru yönlendiren bir üst güç olarak.

Onlarla olan özel ilişkilerimiz nedeniyle, ebeveynlerimizi nasıl “anne ve baba” olarak adlandırdığımız gibi, üst güçle bağ kurduğumuz zaman, bu gücün bize yönelik sahip olduğu belirli bir ilişki türü ediniriz, ancak bu gücün sahip olabileceği diğer olası nitelikler veya ilişkiler hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz. Bu nedenle Kabala’da Tanrı’nın özü veya “benliği” ile ilgilenmediğimizi söyleriz çünkü bu koşulda bizim hiçbir edinimimiz yoktur.

Bu nedenle, kendimizin ve bizi çevreleyen gerçekliğin pratik ve deneysel bir araştırması olan Kabala metodunu kullanarak, Tanrı’yı, bizi yaratan ve sürdüren ve gelişmemize rehberlik eden bir üst güç olarak, açıkça algılayıp hissedene kadar, kendi üzerimizde çeşitli değişikliklere uğrarız: Yaradan ile dengeye – ya da  Kabalistik dilde Yaradan’la “bütünleşme”ye (İbranice “Dvekut”), geliriz. Biz “Yaradan” deriz çünkü İbranice’de “Yaradan” (“Boreh“) kelimesi “gel” (“Bo“) ve “gör” (“Reh“) olmak üzere iki kelimenin birleşimidir yani Yaradan hakkında sadece Kabala metodunu kullanarak kendimizde oluşan edinimler vasıtası ile konuşabiliriz. 

Bu nedenle, sadece bizim gerçeklik algımıza ve duyumumuza giren bir şeyi analiz edebileceğimiz, hissedebileceğimiz ve ölçebileceğimiz için; üst güç (Yaradan, Tanrı) yalnızca onu edinen kişi ile ilişkisinde karakterize edilebiliriz. Kabala dilinde böyle bir edinim, Kli‘nin (kap) kendisini dolduran ışığa (Yaradan’ın niteliği) tepkisi olarak ifade edilirken, içindeki ışık ve ışığın kendisi edinilemez.

Bu nedenle, benliğimizdeki belirli değişiklikler vasıtasıyla bu Kli’yi geliştirerek, ona olan tepkilerimizi ölçeriz ve onun niteliklerine göre değil, kendi tepkilerimize ve algılarımıza göre tanımlamalar verebiliriz. Kabala’yı en iyi tanımlayan kelimenin  “bilim” olmasının nedeni budur, zamana göre test edilmiş Kabala metodolojisini kendimize uygulayarak, geçmiş Kabalistlerin hakkında yazdığı, ölçebileceğimiz, tekrarlayabileceğimiz ve yeniden üretebileceğimiz sonuçlara ulaşırız. Bu bilimin bilgisi, yalnızca ampirik olarak doğrulanmış olanı içerir.

         

Karşılıklı Garanti: İnsanlığın Var Oluşunun Kanunu

Karşılıklı garanti, insanlığın tek bir ruh olarak varoluşunun küresel yasasıdır. İnsanlar arasında gerçekleştirilirse, o zaman altımızdaki tüm dereceler yani hayvansal, bitkisel ve cansız doğa, tek bir sisteme yeniden bağlanacaktır.

Eğer insanlık bugün insan derecesinde birleşmiş olsaydı, tüm doğanın tek bir sistemde toplandığı, hiçbir patlamanın olmadığı ve cansız, bitkisel ve hayvansal dünyada tam bir uyumun hüküm sürdüğü bu tür değişiklikleri tüm evrende görürdük.

Bilgelerin dediği gibi kurt kuzunun yanında huzur içinde yaşayacak ve tüm yaratılış uyum içinde var olacaktır. Bu şekilde tüm evreni ve tüm dünyayı tek bir bağa getireceğiz ve Yaradan, tüm yaradılışı dolduran ve kucaklayan tek bir güç olarak kendisini bu uyum içinde ifşa edecektir. Karşılıklı garantimiz ve bağımız sadece hayatımızı iyileştirmekle kalmayacak, aynı zamanda tüm yaratılışı düzeltecek ve onu tek bir mükemmel sistemde birleştirecektir.

Ve bunun olması kaçınılmazdır çünkü bu bilgi genler yaratılışta kayıtlıdır ve onu bu amaca götüren güçler onda hareket etmektedir. Katılımımızla bu hedefi daha da yakınlaştırabiliriz. Her şey bize bağlı!

İnançtan Hakikate

Dostumuzu, kendi egoizmimize göründüğü gibi değil, “mantık içi” denilen gerçek, somut bir şekilde neslin en büyüğü olarak görmek için özlem duymalıyız. Ne de olsa egoizm her zaman daha iyi ve daha rahat hissetmek ister ve bu nedenle içgüdüsel olarak etrafındaki herkesi, onların üzerinde olabilmek için küçümser. Ego için mühim olan hükmetmektir.

Bu nedenle, Yaradan’la bağa ulaşmanın bir yolu olarak, dostlarla bağ kurma fikrini kabul etmek ancak mantık ötesi inançla mümkündür çünkü bizler, birbirimizi kesinlikle gerçek formumuzla göremiyoruz. Ancak kişinin aynı hedefi amaçladığını ve hedefe ilerlemek için gerekli tüm koşulları kabul etmeye istekli olduğunu gördüğümüzde, yalnızca bu küçük dış kriter temelinde, Yaradan’la bağ kurmanın bir yolu olarak ona bir dost gibi davranmaya başlayabiliriz.

Bu tür dışsal işaretlere dayanarak, bu kişiye karşı tavrımız üzerinde çalışmaya karar veririz. Birlikte çalışmaya hazırsa, o zaman egomuzun genellikle yaptığı diğer tüm iddiaları iptal ederiz ve sadece mantık ötesi inançla değil, bağımızı somut bir şekilde ortaya çıkarmak için, bağ kurulacak kişiye yaklaşmaya başlarız.

Gerçek, duyusal bir bağa ulaştığımızda, içinde Yaradan’ın ifşa olduğu manevi bir kap inşa etmeye başlarız.

Dostumun, buna değmeyeceğini düşündüğüm zamanlarda bile, mantık ötesi bir bağ oluşabilir yani yine de onunla bağlantı kurarım. Bunu araç olarak kullanırım. Dostlarıma onları harika gördüğüm için değil mantık ötesinde onlara değer verdiğimde buna, hazırlık dönemi diyoruz. Duygularıma göre kendimi onlardan üstünmüş gibi hissederim ama kendi hislerimin üstüne çıkarım, kendi hislerime katılmam ve dostlarımı kendimden yüce olarak hayal ederim.

Mantık ötesi inançtan mantığa geçmek yani dostlarımı gerçekten takdir etmek için algımı düzeltmem gerekir. Bu düzeltme, karşıt görüşlere rağmen bağımız üzerinde çalışmaya başlamamızdır. Herkesin, başkalarına grubun büyüklüğü ve hedefi hakkında fikir verdiği bir toplum inşa ederiz.

Birlikte çalışarak, ıslah eden ışığı üzerimize çekeriz ve sonuç olarak, mantık ötesi inançtan mantığa geçeriz ve böylece daha da yükseliriz. Tabii ki, sonraki her adım daha zordur. İlk başta, dostlar bana o kadar da kötü görünmüyordu: bazı yönlerden kötü, bazı yönlerden iyi gibiydi. Mantığın üzerine çıkmak gerektiğinde, bunu kolayca yapabiliyor ve onlarla eşitleniyordum, onları yol arkadaşlarım, hatta neslin büyük insanları olarak kabul edebiliyordum. Amaçları ve kendileri benim için önemli görünüyordu.

Ama sonrasında kalbin ağırlaşması gelir ve dostlarda pek çok kusur bulurum. Onları yüce kabul edip arkalarındaki Yaradan’ı görmek ve dostlarımdan başka kimseyi fark etmemek ve dostlar benim her şeyim olacak şekilde kalbi ısıtmak, benim için gittikçe zorlaşır.

Yine de bu engellerin üstesinden gelene ve benim için ayrılan tamamlamayı yerine getirinceye dek, her seferinde bu daha da zorlaşır.  O zaman, mantığın ötesine geçmek için sarf edilen tüm çabalar mantığa çevrilir, içinde gerçek ihsan etme niteliğinin ilk ifşasının gerçekleştiği doğru kaba dönüşür, yani kişi Yaradan duygusuyla dolar.

Dolayısıyla mantık ötesi inanç ilkesi, birinden diğerine yükselirken her zaman dereceler arasında işler. Ancak kabımızı inşa ederken onu mümkün olduğunca mantığa aktarmaya çalışmalıyız.