Category Archives: İntegral Eğitim

Genç Nüfusun İşsizliğini Zaptedebilmek?

CNBC Haberi’nden: Gençlik ve İşadamları Temsilcileri perşembe günü Davos’daki Dünya Ekonomik Forumu’nda gençlerin tecrübe kazanmaları için en fazla 2 yıl olmak üzere, ücretsiz çalışmaları konusundan bahsettiler.

Birleşmiş Milletler delegeleri ve delegelerinden Maurice Levy (Publicis Grubu’ndan sorumlu idari yönetici ve CNBC tarafından sunulan tartışma programında ‘’kayıp ve işsiz gençlik nasıl kurtarılır’’ tartışma katılımcısı) tarafından  gençlerin bir iki sene için gönüllü çalışmasının önemini vurgulayan yeni bir teklif sevk edildi.

‘’Uluslararası Çalışma Örgütü’nün bu hafta  eline ulaşan verilerine göre,  önümüzdeki on yıl içerisinde  yükselen  nüfus ve finansal krizin etkileri ile başedebilmek için dünyada 600 milyon yeni işe ihtiyaç duyulacaktır’’.

Yorum: Bu şekilde Kapitalistler işsizlik problemini toplumun omuzlarına bindiriyorlar. Bunun yanı sıra devlet işsizleri desteklemelidir. Fakat dünya yeni çalışanlara ihtiyaç duymayacak; aksine işsizlik artacaktır. İnsanlar işsizlik yardımlarından daha fazla gider oluşturan gereksiz işler ile uğraşmamalıdır. Topluma faydalı olarak, insanı birlik oluşturma amacı ile eğiten, karşılıklı paylaşıma yönelten konular ile ilgilenmelidir.

Posted on January 31st, 2012

Duygusal Seviyede İlişki Kur

Soru: Bütünsel eğitim kursundaki psikolojik bölümün amacı, insanlara birbirleriyle ilişki kurmayı, bir diğerini dinlemeyi ve kendi aralarında anlamlı ve derin bir ilişki geliştirmeyi öğretmektir. Bu nasıl yapılabilir?

Cevap: Kişilerarası ilişkilerin ne olduğunu anlamamız gerekir.

Derler ki, eğer ortada bir çocuk yoksa, o bir aile değildir. İnsanlar ne için yaşar? Farz edin ki bugün bir çift birbirinden fiziksel olarak hoşlanıyor, fizyolojik olarak birbirlerinden memnunlar, birlikte rahatlar. Şimdilik rahatlar… Çocuk bir şekilde ortak bir zemindir, onları birbirine bağlayan ortak bir şeydir.

Bir kişi, birisiyle ilişki kurmaya çalıştığı zaman, birbirlerinde ortak olarak neye sahip olduğunu, onları birbirine karşılıklı olarak neyin bağladığını açıkça görmelidir. Bu sadece bir bağlantı noktası değildir, ortak bir duygusal, fizyolojik, fiziksel, sosyal ve kültürel dünyadır, orada sadece birbirine dokunmazlar fakat sanki birbiri üzerine örtüşürler.

Her birey bir “daire”yi temsil eder ve diğer bir kişinin “daire”siyle kesişebildiği ölçü, onların derin ve çok boyutlu bir ilişki kurma becerilerini tanımlar.

İlk olarak ve her şeyden önce, günümüzde anlamalıyız ki, iki kişi arasındaki ilişki,  bireysel dairelerin birbirine dokunmadığı şekildedir çünkü onların egoizmi en son haline gelmiştir. Dairem her neyi kapsıyorsa, diğer hiçbir daireye uymaz. Kendimi o kadar özel – bir kişilik, bir egoist – hissederim ki, bir başkasını kendi ilgi alanları ve ihtiyaçları olan bir birey olarak algılayamam. Benim için, başka bir insan sadece bir tüketim nesnesidir. Eğer bu beni ilgilendirirse, onunla ilişkiye girerim, fakat ona bir insan gibi, kendi iç dünyası ve ilgi alanları olan bir birey gibi davranmam. Bir haz kaynağı olan bir tüketici olarak onunla etkileşim içinde olurum, daha başka bir şey değil.

Ve birbirimizle bu şekilde iletişim kurarız. Bu şekilde uygundur: herkesin cep telefonu, bilgisayarı ve e-mail adresi vardır. Onların arkasına saklanırız ve böylece birbirimizden mutlak ayrılığımızı saklarız.

Farklı toplulukların yavaş yavaş kaybolduklarını görüyoruz. Ekranlarımızın arkasına saklanıyoruz, görünürde sosyalleşiyoruz, bu arada kendimiz için davranış ve kurallara dair yeni standartlar icat ediyoruz. Fakat bunların hepsi sanal olarak oluyor, diğer hiçbir daireyle duygusal olarak yan yana olmadan oluyor. Yeni bir dil icat ediyoruz, başka biçimlerin, başka kabukların arkasına saklanıyoruz, kendimizi gerçekte olduğumuzdan tamamen farklı şekilde internet ortamında sunuyoruz, kendi yüzümüz yerine semboller veya farklı isimli işaretler kullanıyoruz. Diğer bir deyişle, insanlar hiçbir koşulda kendilerini açığa çıkarmadan oynuyorlar. Ve egoizm buna eşlik ediyor, kendini iyi ve rahat hissediyor.

Esas görevimiz, insanların ortak bir şeye sahip olup almadıklarını ortaya çıkarmaktır, sadece iki insanınkini değil, herkesinkini. Çünkü doğanın bizi ona doğru ittiği bir bütünsel toplumdan bahsediyoruz, ya acı çekme yoluyla ya da bizim gönüllü farkındalığımız yoluyla, insanlığın bu aydınlık haline doğru yol alır. Hepimizin neyi ortak olarak paylaştığını açığa çıkardığımız için, duygusal seviyede ilişki kurabilir olacağız. Kendimizi birbirimizden saklamayacağız, aksine kendimizi açmaya çalışacağız.

Herkes kendi içsel “ben”ini açığa çıkaracak ve onu dışsal olanın üzerine, bu imajın üzerine, ilk ve son isimlerin üzerine, mesleklerin ve her tür dışsal alışkanlıkların, geleneklerin, dilin ve her şeyin üzerine yerleştirecek. Kişinin duygusal dünyası, onlara doğa tarafından verilen her zamanki fiziksel koşulun üzerine yükselecek. Kişide geliştirmemiz gereken şey budur.

Bunun olması için, insanlara göstermemiz gerekir ki, kendi aramızda birlik olarak, kendi bireysel dairelerimizi üst üste koyarak, tek bir mekanizma olacak şekilde birbirimizle bağlanarak, robotlara dönmeyeceğiz ya da meşhur Rus deyişindeki gibi savunmasız kalmayacağız, “Ruhunu aç ki birisi ona tükürebilsin.”  Bunu,  bizim birleşik bütünsel hareketimiz içinde, birleşik analog bir mekanizma gibi olduğumuz zaman, özel bir amaca ulaşalım ve yeni bir şey doğuralım diye yapıyoruz, tıpkı bir çocuk yapmak için birleşen bir çift gibi.

Ancak burada hep birlikte doğum yapıyoruz, insanlık için tamamen yeni bir durum yaratıyoruz, orada saklanmamız, korkmamız ya da kendimizi yükseltmek için birbirimizden kapmak için çabalamamız gerekmeyecek. Aksine, yükselişimiz karşılıklı olacak, tam da bizim bu ortak “yavru” aracılığıyla olacak, ona bakacak, değer verecek, sürekli yükseltecek ve onu geliştireceğiz.

“Bütünsel Eğitim üzerine Konuşma”, Bölüm 6, 14.12 2011

Küresel Çevrede Eğitim

Dr. L. Kotlanikova’nın Görüşü: Modern Eğitim’in süreci yeni bir evrensel toplumun oluşumuyla müşterek olacak, adil ve insancıl bir toplumun. Bu yeni eğitimin amacı, eğitimi yenilemek, herkesin bir diğerini ve dünyayı anlamasını sağlamak, dünyanın kargaşa dolu durumundan birliğine doğru yönelmesi için.

Eğitim bu aralıksız süreci çevirmeli ve bu eğitim “Evrensel İnsanın” kendisini, çevresini ve bu çevre içindeki yaşamını anlamasına olanak tanımalıdır.

Buradaki asıl sorun eğitimin gelecek yakın zamanda şu sorunu çözümlemesi gerekecek. Sorun: “Nasıl beraber olabiliriz”i öğrenmek.

Dr. Laitman’ın: Dünyadaki birçok eğitimci modern bilgilerin ve eğitimin sorunlarını anlıyorlar.

Bizler bu kişilerle, kendi eğitim metodumuzu iyileştirirken yapmış olduğumuz tartışmalarda ilişki kurmak zorundayız.

03/02/2012

Çocukluk Dönemi Bittiğinde

Her geçen gün dünya bizlere daha sert şekilde, ciddi ve inatçı bir biçimde davranıyor. İnsanlar, isteyerek ya da istemeyerek, bir şeyler olmalı veya zaten oluyor diye hissediyorlar. Dindar olanlar bu durumu daha yüksek bir güce bağlıyorlar; laik olanlar ise suçu doğaya yüklüyorlar. Öyle ya da böyle, dikkatimizi odaklamamız ve harekete geçmemiz için bizi zorlayan güçlü bir baskı altındayız.

Kabala bize, gelişimimizi en iyi koşula getirmek ve hızlandırmak için bir yol olduğunu öğretir. Bunun için, ne olduğunu fark etmeliyiz ve süreci bir bütün olarak gözlemlemeliyiz. Gelişmeye nasıl devam edeceğimizi her an seçmeliyiz. Bu, doğru ya da yanlış olma meselesi değil, aksine gelişimimizin doğanın programına uygun olması meselesidir. Her şey, doğanın bizden talep ettiği algoritmayı anlamamıza, kavramamıza, edinmemize ve onaylamamıza bağlıdır.

Bunu nasıl biliyoruz? Bugün, kendi deneyimimiz sayesinde bu sonuca ulaşabiliriz.

Bilim adamları, psikologlar ve felsefeciler, kötü ve iyi olmak üzere iki güç tarafından geliştiğimizi bir ağızdan tekrarlıyorlar. İyi, bize iyilik getirir ve kötü, kötülük getirir. Buna dair hiçbir şüphemiz yok, çünkü her birimiz iyi ve kötüyü değerlendirebilir.

İyi gücün etkisi özellikle, büyürken sevildiğimiz ve korunduğumuz çocukluk döneminde hissedilir. Doğa (veya Yaratan), anne ve babalarda, yakın ailede ve hatta uzak çevrelerde bile çocuklara karşı iyi bir yaklaşım ve sevgi ortaya çıkarır. Çocukların yaramazlık yapması veya bir şeyler kırması önemli değildir. Çocuk, bir yetişkin yaptığında asla affedilmeyecek şeyleri yaptığı zaman affedilir. Herkes çocuğun bir dediğini iki etmez ve çocuk onların iyi yaklaşımını kullanır.

Çocuk büyür büyümez, bu sevecen ve hoşgörülü yaklaşım birdenbire durur. Bu andan itibaren kendisine ve başkalarına bakması gereken biri olur; başkalarına “borçlu” olmaya başlar ve hareketlerinden sorumlu tutulur. Kısacası, talepler sevginin yerine geçer.

Bu neden olur? Çocukluk dönemini sorgulamıyoruz, ama neden doğa yetişkinlik döneminden bu kadar talepkâr oluyor, neden daha önce olduğu gibi sevecen olmayı durduruyor?

Bu durumun olumsuzlukla hiçbir ilişkisi olmadığını, aksine bizi büyümeye teşvik etmek için olduğunu anlamak şarttır. Eğer doğru şekilde gelişirsek, o zaman kötü etkiler hissetmek yerine, iyilik hissederiz. Bu yüzden, fark etmeliyiz ki, tüm doğa, yaşam ve dünya bize, dünyaya olan uygunluğumuza göre davranıyor. Dünyaya uyumlandığımız zaman, daha önce iyi ve kötü diye düşündüğümüz güçleri yeniden değerlendirmeye başlarız.

Bu olumsuz gücün bizi kendimizi düzeltmeye doğru teşvik ettiğini hissetmiyor olmamızın nedeni nedir? Eğer bu güç ile yeniden bağ kurarsak, yaşam tekrar, tıpkı her günün yeni bir şeyler getirmeyi vaat ettiği çocukluk dönemi gibi görünmeye başlayacak.

Her şey bizim hazırlıklı olmamıza ve eğitimimize bağlıdır. Eğer erken yaşlarımızdan itibaren doğru şekilde yetiştirilseydik ve olumlu tepkiler sağlamak üzere çevreyle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımıza dair ve doğa, toplum, aile ve kendimizle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımıza dair bir anlayışla olgunlaşan yetişkinler olmamızı sağlayacak şekilde eğitilseydik, o zaman yaşamlarımız mükemmel şekilde, sorunsuzca devam ederdi.

Ancak çocukluk döneminde, yetişkinlik dönemine dair doğru direktifleri almıyoruz. Kabalistlerin sözlerini kullanarak bu meselelerden bahsetmek kolaydır, fakat eğer Kabala öğretisine aşina değilsek ne yapabiliriz? Doğanın ipuclarını dinleyerek belli yönler bulabilir miyiz? Bizi çevreleyen her şeye karşı doğru yaklaşımı oluşturabilir miyiz? İnsanlık, acı çekmekten kaçınmanın yolunu bulma sorunuyla yüz yüze ve en az miktarda üzüntü yaşamak üzere hayatla nasıl ilişki kuracağını keşfetmeye çalışıyor. Şu an bile acı çekmeye devam ediyoruz ve daha da fazla acı çekeceğiz çünkü henüz bu sorunun cevabını bulamadık.

Ne istediğimiz ile aslında realitede neye sahip olduğumuz arasındaki karşıtlık, yetişkinleri daha ilerisini araştırmaya iter. Sonuç olarak, tarih boyunca bu soruna çeşitli yaklaşımlar geliştirdik. Baal HaSulam, “Barış” makalesinde bunlardan bahseder; eğer biz, dürüst ve gerçekçi bir şekilde doğayı, insanlığı ve yaşamı incelersek, Kabala öğretisinin bizlere öğrettiği aynı sonuçlara ulaşacağımıza işaret eder.

Esas olan, egoizmimiz tarafından ayartılmamak, aksine onun üzerine, mevcut hislerimize, eğilimlerimize ve düşüncelerimize bağlı olmadığımız objektif bir seviyeye çıkmaktır. Eğer bağımsız araştırmacılar olarak kendimizin üzerine çıkabilirsek, Kabala’da bulunan bazı bilgileri fark ederiz.

Öğretinin yaptığı budur: Kişiyi, kendi ego prizması olmadan realiteye bakabildiği bir seviyeye çıkarır. Eğer egoizmin “lenslerini” kaldırabilirsek, kolaylıkla Kabala bilgeliğini ediniriz. Baal HaSulam’ın “Barış” makalesine göre, bu bir bilimsel araştırmadır; istisnasız herkes için geçerli olan deneysel, deneyimsel ve uygulamalı bir temeli vardır ve bu herkesin komşumuza ihsan etme ihtiyacını keşfetmesine imkân verir.

Günlük Kabala Dersi, 4. Bölüm, 11/11/2011, “Barış”

İyilik İle Kıyafetlendirilmiş Kötülük

Yayınlanma tarihi 30 Ocak 2012, saat 13:57

Soru: Entegral eğitim metoduna göre kişiye kötü örnekler gösterilmemelidir. Ancak bu, psikolojide biraz farklıdır. Psikolojide kişi, başından geçen talihsizliklerden bahseder ve nerede hata yaptığının değerlendirmesini yapmaya başlar. Genel olarak söylemek gerekirse, kişi önce kötü yanı ile yüzleşir ve ardından da onu düzeltmeye çalışır.

Cevap: Bizim yaklaşımımız tamamen farklı. Kötülük diye bir şey yoktur! Dünyanın hiçbir yerinde kötülük yoktur! Her ne kadar tabiatın tümü bize kötüymüş gibi görünse de, bu, yalnızca tabiata yaklaşımımız yanlış olduğu için bize öyle görünür. Eğer tabiata olan yaklaşımımız farklı olsaydı ve tabiatı farklı bir şekilde kullansaydık, o zaman tabiatın sadece iyilikten ibaret olduğunu görürdük. Ayrıca, egoizmi kötülük için kullanmak yerine, iyilik için de kullanabiliriz.

Eğer kendi egoizmime karşı oynarsam; yani, egoizmimi değerlendirmeye başlayıp, kendi egoizmimin üstüne yükselişimin bir aracı olarak onunla çalışmaya başlarsam, o zaman kendi egoizmim, benim başlangıç noktamı oluşturur; kendimi ölçtüğüm, ne kadar yükselip değiştiğimi gösteren kılavuz haline gelir.

Egoizmimi bana verilmiş olan ve tamamen zıt bir niyete kıyafetlendirmem gereken negatif bir nitelik olarak görürüm: Egoizmimin tümünü ihsan etmek, sevgi ve bağ kurmak için kullanma niyetiyle kıyafetlendiririm. Bundan sonra, egoizmim sürekli olarak bana yardım eder; beni sürekli olarak iter ve dürter, beni bir taraflara çeker ve ben de sürekli olarak onun üstüne yükselmenin yollarını bularak onu karşılar ve dengelerim. Bu şekilde, egoizmim “kendime karşı” yardım aracı haline gelir.

İlerlemekte veya gelişmekte olan sistemlerin tümünün iki zıt kuvvetten oluşması gerektiğini biliriz. Karşılıklı olan, birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini dengeleyen ortak paydalar oluşturan bu iki zıt kuvvet, mümkün olan en iyi sonuçları verir.

Bu sebepten dolayı egoizm, egoizmin üstüne yükselme arzusu ile dengelenmelidir ve egoizmin üstüne yükselebilmek için çevreye, komşuların yardımına, tanıdıklara ve tüm topluma güven duyulabilmelidir. Bu iki sistem, yani bir tarafta toplum ve çevre, diğer tarafta da kendi egoizmim, bana yardım eden unsurlardır. Ben bu iki unsurun arasında dururum ve kendimi bu şekilde yükseltirim.

Nihayetinde, kendi egoizmimi incelerim ve egoizmimin üstüne yükselebilmeme yardımcı olabilecek olan niteliklerini bulurum. Bu nitelikleri ihsan etmek, ilerlemek, mutluluk ve diğerlerine yardım etmek için kullanırım ve o zaman egoizmim, çalışmakta olduğum kuvvet, kütle, çalışmak için elimde olan madde haline gelir. Egoizmimi hiçbir şekilde yok etmem! O, içimde gelişmeye devam eder; ben ise onun gelişiminin tüm ayrıntılarını neşe ile karşılarım.

Modern bir insan, egoizmini hüzün ve acı ile karşılar; “Yine ben! Suçum neydi?” diye yakınır. Fakat bunun benimle bir ilgisi yoktur. Tabiat, kendisini içimde bu şekilde gösterir. Muazzam boyutlardaki egoist bir tabiat, kendisini içimizde özellikle bu şekilde ifşa eder ki, biz de onun üstünde birlik kurmaya devam edelim.

Bu sebepten dolayı, egoizm, bizleri ilerleten bir makine gibidir. Onun her türüne, çeşit ve şekline, meydana getirdiği her şeye ihtiyacımız vardır, en feci olan yanlarına bile, ki bu şekilde onları güzel giysiler ile kıyafetlendirebilelim.

Bu dehşet içeride kalmaya devam eder ve bırakın orada kalsın. Eğer onun üstüne tamamen faklı, bambaşka olan bir kabuk yerleştirirsek, bir ihtilaf yaratırız, niteliklerimizin her biri çift kutuplu olur ve bu sayede egoizmimizin gücünü arttırabilir ve onu, başkaların iyiliği için kullanabiliriz. Bu şekilde, “İnsan” denilen ve tamamıyla farklı olan bir yapı oluşur.

Fiziksel (bedenin uğruna) olan varlığımızın bulunduğu seviyenin üstüne yükselip, tamamıyla faklı olan manevi bir yapıyı oluşturacağımız duruma tarihte ilk kez ulaşmaktayız; herkesin birbirine bağlı olduğu karşılıklı olarak birbirini tamamladığı, ortak ve sanal bir insanlık durumuna ulaşmaktayız. Dünyadaki kolektif insanın prototipini oluşturan ve Adam denilen bu bütüncül mekanizma, bizlere tabiatın tüm kuvvetlerini, ayrıntılarını ve derinliklerini edinme ve onları doğru biçimde kullanma fırsatını tanımaktadır

Yani, egoizmi hiçbir şekilde yok etmiyoruz veya etkisizleştirmiyoruz. Tam tersine, tüm negatif belirtileri ile memnuniyet duyuyoruz, tıpkı bir heykel yapmak için harikulade bir malzeme bulmuş olan bir heykeltıraş gibi. Elbette ki bu heykeltıraş, heykelini belli bir şekle sokabilmek için önünde bir ton iş olduğunun bilincindedir, ancak bu malzemenin eline düşmüş olmasından dolayı son derece memnundur.

Aynı şey, bizler için de geçerlidir. Egoizmin ifşası, çalışabileceğim yeni malzemenin ta kendisini oluşturur. Tek yapmamız gereken şey, bu malzemeyi kullanma şeklimizi değiştirmektir, malzemenin kendisini değiştirmek değil. Bu malzemeyi, bir şeyi başkalarının pahasına yapmak yerine, onların yararına yapmak için kullanmalıyız.

“Entegral Eğitim Üzerine Konuşma” #7’den alıntıdır, 14/12/11

Yeni Bir Meslek: İnsan

Doğaya, bizi tek bir bütün olmak üzere birbirine bağlanmaya zorlayan o tek kanuna olan yaklaşımımız, çevre içinde açığa çıkar. Bu yüzden, çevreye karşı olan yaklaşımımız, onu bu kanun üzerine yapılandırmak, Doğanın kendisine karşı olan yaklaşımdan daha önemlidir. Esas mesele kişinin çevresini inşa etmesidir.

Binlerce ve milyonlarca insanın işlerini bırakmaya mecbur edilmeleri ve işsiz olmaları boşuna değildir; öğretmenler, eğitmenler ve yöneticiler için kurslar açmamız gerekir. Aslında, bu çalışmada, her birimiz bir öğretmen, bir eğitmen ve diğerlerine ilişkin olarak bir yardımcıyız. Dolayısıyla, herkes bu öğrenme sürecinden geçecek ve yeni bir “meslek” edinecek, yani yeni bir toplumda bir “İnsan” olacak. Her birimiz, Doğada ne olduğunu, içimizde ne olduğunu ve birbirimizle ne tür ilişkiler inşa edebileceğimizi  anlayabilir olacağımız bir seviyeye yükselmeliyiz.

Araştırmaya göre, eğer kişi kendini karşılıklı etkinin olduğu bir çevrede bulursa, kaçamaz. Bu onu zorlar, onu sarar ve farkında olmadan ya da olarak kişi değişir. Çevrenin çocuklarımızı sadece örneklerle nasıl yetiştirdiğini görüyoruz. Çevre bizi eğitir ve yaşamlarımızda yeni davranış ve ilişki biçimleri, yeni değerler sistemi ediniriz.

Bu yüzden, arzularımızı hesaba katmıyoruz bile, ister yemek, seks, aile, para, güç, bilgi için olan arzular olsun, ister binlerce başka şey için. Bu arzuları nasıl kullanacağımıza değil, onların yönüne bakmalıyız (ve en önemli olan da budur!). Diğer bir deyişle, tüm arzularımda “ben”imi kullanmadaki niyetim, en önemli olan tek şeydir. Tüm becerilerimin kullanımını toplumun faydasına olacak şekilde dönüştürmeliyim ve o zaman “ben”, “biz”e dönüşecek. Ve bireylerin toplanması gibi olan “biz” kavramından, “Bir” kavramına ulaşacağız. Ve bu “Bir” zaten dengededir, bizi idare eden tek Kanunla birlik içindedir.

Sonra, kişi İnsan olur ve kendi doğasını ve genel Doğayı anlamaya başlar. Bu yolda, birçok içsel kanun, psikoloji ve evren kurallarını çalışır ve doğada var olan her şeyi içine alır, doğanın en üst seviyesine ulaşır, bizi etkileyen o tek gücün seviyesine ve bugün kriz olarak algıladığımız form içinde, O’na yaklaşmamız için bizi davet eder. Bu kurs, kişiye nasıl İnsan olunacağını, en iyi, en güvenli,  en rahat ve sağlıklı duruma nasıl ulaşılacağını öğretmek üzere tasarlandı. Dolayısıyla, bizi yeni bir döneme, iyilik dolu bir dünyaya doğru yönelten bu durum için şükran duymalıyız.

Ancak bugün, henüz bu sürece başlamadık ve henüz onun farkında değiliz; yaşamlarımız anlamsız görünüyor; çocuklarımızı ve torunlarımızı neyin beklediğinden korkuyoruz. Dolayısıyla insanlar çocuk doğurmak istemiyorlar ve hatta bu dünyadaki yerlerini anlamıyorlar. Fakat her şey tamamen bunun zıttıdır! “Kriz” kelimesi tam anlamıyla, yeni bir doğum demektir, yeni bir insanlığın eşiği. En büyük umutlarımız, onları gerçekleştirmemiz için önümüzde bekliyor.

Bu tek kanunu idrak etmeye başlamalıyız ve çok kısa bir süre içinde, birkaç hafta içinde, onun ne kadar çalıştığını, nasıl “alışkanlık ikinci doğa haline gelir” olduğunu, birbirimize karşı iyi bir tutum göstermeden nasıl yaşayamayacağımızı hissedeceğiz. Ve eğer şans eseri bunu unutursak, birlikteyken, bir olmuşken, herkes diğerlerini hissederken, birbirimize hatırlatmalıyız: Bu ne kadar da sıcak ve arzulanan bir durum ki oraya tekrar dönmek istiyoruz.

Ümit edelim ki bizim karşılıklı desteğimiz sayesinde, bize sevginin iyi doğasını edinmemiz için bir oyunun, bir alışkanlığın yardım ettiği bu duruma gelebilir olalım.

KabTV’de “Yeni Bir Hayat” , Bölüm 4, 1/1/12

Doğumun Sevindirici Sancıları

Birçok işsiz insanın olacağı bir döneme yaklaşıyoruz. Halen dünyada iki yüz milyon işsiz bulunmakta. Gelecek sene süresince, bu sayı daha da felaket boyutlara doğru artacak. Bu insanlar, hem kendileri için hem de bütün toplum ve hükümetler için büyük bir sorun  oluşturmaktalar. Zorluklar, depresyondan, olası kanlı devrimlere ve savaşlara kadar uzanıyor.

Bu yüzden organizasyonumuz, integral eğitim fırsatlarını araştırıyor ve işsiz olan insanları eğitmek üzere bir kurs hazırladı. Umuyoruz ki kursumuz onlara, değişen dünyaya kalplerini açmaları için yardımcı olacak. Onlara, arkadaşları ve aileleri içindeki, tüm insan toplumu içindeki, ülkeleri ve çağdaş dünya içindeki kişisel yerlerini daha iyi anlamaları ve hissetmeleri için imkân verecek.

Fazlasıyla inanıyoruz ki, bu tür konuşmalar gerekli ve onlar olmazsa dünya hızla bir felaketin içine girecek. Farz edelim ki ülkelerin hükümetlerini ve ihtiyacı olan tüm dünyayı, bu kursu zorunlu olarak öğretmeye başlamak üzere ikna ettik. Ülkenin birisi, bu projenin pratik faydalarına değer verdiği ve başka bir çıkış yolu görmediği için, bu projeyi onayladı diye düşünelim. Böylece, çalışmak için devlet bursu alan 30-40 kişilik bir işsizler grubu var, ilk grup. İlk toplantımızda onlara, etraflarında olan değişimleri tanımlamalarına yardımcı olmak için ne söyleyeceğim? Hayatlarını anlamalarını ve yeniden kurmalarını onlara nasıl öğreteceğim?

Öncelikle, diyeceğim ki, “Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Belki işsizlik durumunuzu kötü etkenlerin neden olduğu trajik bir olay olarak görüyorsunuz ve belki bu koşullar sizi zorlamasaydı, öğrenmek için gelmeyecektiniz. Fakat bu durumu, bir krizden ziyade, sevindirici bir durum olarak görmeliyiz.”

Hayal edelim ki buraya, deneyimlediğiniz zorluklar aracılığıyla değil, aksine, hepimiz mutlu ve sevindirici bir yeni dünyanın eşiğinde olduğumuz için getirildiniz. Bunun için, özel olarak her birimize ve genel olarak tüm dünyaya ne olduğunu anlamamız ve neden bunun olduğunu kavramamız gerekiyor.

İçinden geçtiğiniz bu durum, yaptığınız bazı talihsiz hataların sonucu mu? Belki de bu sizin önleyemeyeceğiniz normal bir süreç mi? Bazı kaçınılmaz doğa kanunları yüzünden mi bu zorluklardan geçmeniz gerekti? Zaman içinde bizleri büyük sonuçlara götürecek genel bir gelişim eğilimi yüzünden mi meydana geldi?

Durumumuza, “kriz” diyoruz, fakat aslında bu, genel, global, integral bir zorluğun parçasıdır ve ekonomide, eğitimde, kültürde, bilimde, finans sektöründe ve insan hayatının tüm maddesel katmanlarında yer almaktadır. Aslında, “kriz” kelimesinin negatif bir çağrışımı yoktur. Doğuma benzeyen yeni bir evreye işaret eder.

Yaşam tecrübemize dayanarak biliyoruz ki, bir evreden başka bir evreye geçmek zordur çünkü iş değiştirsek de veya yaşamın herhangi bir başka alanını değiştirsek de, konfor alanımızdan ayrılmamız gerekir. Alışkanlıklarımız bize ayak bağı olur. Düzgün bir şekilde çalışarak faaliyette bulunan bir sistemde kalmak, bizim çok fazla çaba göstermemizi gerektirmez; bu bizi mutlu eder çünkü doğal olarak değişime direnç gösteririz.

Egomuz bizi güvenilir ve dengeli bir düzen aramamız için iter. Yeni olan bir şeye geçiş yapmak her zaman sıkıcıdır. Pekala, bunun çok daha memnunluk verici bir gelecek vaat ettiğinden kesinlikle emin olduğumuz ve bu kolayca ulaşılabilir olduğu sürece değil. Fakat eğer zor ve tehlikeli bir geçiş ise ve gelecek belirsiz ve tahmin edilemez ise, o zaman bu trajik bir durumdur.

Dolayısıyla, durumumuzun gerçekten kötü ve trajik olup olmadığını ve büyük sorunların, şiddetli sellerin, depremlerin, tsunamilerin, volkanik patlamaların, ayaklanmaların, devrimci ihtilallerin ve sokaklarda kan dökülmesinin – tam bir kaos –  eşiğinde olup olmadığımızı görelim. Yoksa bu sadece yeni bir düzen mi ve şu an bize olan her şey, bizim henüz görmediğimiz bu düzenin doğumu gibi mi? Etrafımızdaki her şeye, insanlığı büyük çabalar sarf etmeye ve yeni bir formun doğumunda olduğu gibi terlemeye zorlayan şeyler olarak bakabilir miyiz? Doğum sürecindeki bir çocuk gibi, biz de zor bir koşuldan geçiyoruz.

Doğumdan önce, çocuk annesinin rahminde, güvenli ve korunaklı yerde, huzurla büyür. Sonra doğum, çok “sıkıcı” bir süreçle tetiklenir. Anne çok büyük bir gerginlik hisseder ve sancılar yaşar. Çocuk da aşırı bir baskı hisseder. Daha fazla birlikte olmaya tahammül edemeyeceklermiş gibi olunca, birbirlerini itmeye başlarlar.

Çocuk, annesinin rahminden çıkması gerektiğini hisseder. Eğer bu durumu duygularımıza aktarırsak, bu çocuğun daha fazla annesinin bedeninde kalmaya tahammülü yok deriz; ne de anne onu içinde tutabilir. Böylesi bir karşılıklı itmenin sonucu olarak, doğum süreci başlatılır ve çocuk, onu sevgiyle karşılayan, harika ve aydınlık bir dünyaya doğar. Böylece, yeni bir hayat edinir ve varoluşunun yeni bir evresine ulaşır.

Birkaç kilo gelen bir et parçası olmak yerine, başka birinin bedeni içinde yaşayan bir yaratık olmayı durdurur ve bir insana dönüşür!Henüz çok küçük olması ve ne olduğunu anlamaması önemli değildir; önemli olan onun yeni bir hayata doğmasıdır. Bu, şu anda bizlere olan duruma  çok benzer. Şimdiki durumumuz, yeni bir dünyanın doğum sancılarına benzemektedir.

KabTV’de “Yeni Bir Hayat”, Bölüm 1, 27/12/2011

Ahlak Üzerine Düşünceler

Soru: Yetişkin bir kişi, bir yetiştirme sistemine girdiği zaman, ilgilendiği ilk şey ahlaki sorulardır. Ne iyidir ve ne kötüdür? Aynı zamanda biliyoruz ki, ahlak, kişinin gelişimini engeller.

Cevap: Biz kesin olarak ahlaka karşıyız. Sorun şudur ki, ahlak, kişinin ezberlemesi ve içine alması gereken aşırı sayıda türlü koşul varsayar ve böylece kişinin içsel “Ben”ini yaratır. Bu ona tüm olası ahlaki kısıtlamalar aracılığıyla yüklenmiştir. “Dar görüşlü”, sabit fikirli ve “paketlenmiş” hale gelir ve etrafında olanlarla görünürde düzgün ve doğru şekilde ilişki kurar. Doğal olarak, bu süreçte kendi imajını inşa eder – siyah, paketlenmiş, demir bir “çanta”.

Biz buna kesinlikle karşıyız. Bu özgürlük değildir. Kişi, bu şekilde uzun süre yaşayamaz ve eğer yaşarsa, o zaman algılamaya, hissetmeye, iyilik yapmaya ve karşılıklı anlayışa dair tüm duyarlılığını kaybeder. Ahlaki olarak doğru bir kişi, birisinin öldürülmesi gerektiğine karar verebilir ve onu kolaylıkla öldürebilir çünkü bu, onun çevresinde kabul edilen normlara uygundur ve o, bu normların ustası olmuştur. Esas itibariyle bu faşizmdir, Nazizmdir, azami aşırıcılığın tüm olası formlarıdır. Bu formlar anarşinin karşıtıdırlar.

Burada biz orta çizgiyi, ikisi arasındaki orta durumu sunuyoruz. Yani, kişi, ahlaki duruşlarının her birinin gerekliliğini anlamalıdır: Bu duruş doğaya uygun mu, bugünün toplumunda ve etrafında olanlarla ilişkilerinde kabul edilebilir mi? Bunu öyle şekilde düzenlememiz gerekir ki, toplumun menfaati her zaman bireyinkinin üzerinde olur ve ek olarak, tüm toplum çok büyük bir birleşmeye doğru hareket eder çünkü doğanın talep ettiği şey budur.

Bu nedenle, şüphesiz ki, bir ahlaki çerçeve gereklidir, fakat bu, sürekli gelişen ve esnek olan bir çerçeve olmalı, kişisel kontrol ve toplum kontrolü altında var olmalı, sözde “kutsal inekler” olmaksızın. Dolayısıyla, bu “Prusya eğitimi” yanlıları tarafından sunulan bir ahlak, “İçinize ne işlediysek, hayat boyu sizinle kalacak,” değildir.

“İntegral Eğitim üzerine Konuşma”,  13/12/2011

Yetişkinleri Yeniden Eğitmek

Soru: İntegral eğitimin yapısı ne olmalıdır? Yetişkin bir kişinin eğitimine nasıl başlamalıyız?

Cevap: Tabii ki yetişkinlerin eğitimi ile ilgilenmeliyiz, fakat yine de maksimum ilgiyi çocukların eğitimine vermeliyiz çünkü yetişkinleri değiştirmek çok zordur. Bir yandan, içinde yaşadıkları toplumun tüm yozlaşmasını hissederler ve bunu değiştirmek isteyeceklerdir. Ancak, toplumu değiştirmek, kişiyi değiştirmek demektir. Bir kişiyi değiştirmek ise çok zordur. Çocuklarımıza dikkat ederek, özen göstererek (bizim için önemli bir şey), kendimizi de değiştiriyor olacağız.

Çoğumuz, birinin annesi ya da babasıyız.Çocuklarımız için tamamen farklı bir toplum kurmakla uğraştığımız zaman, söylendiği gibi, “Eğer bizim için değilse, o zaman çocuklarımız için.” Bir sonraki nesle dikkat ettiğimizde ve onu eğittiğimizde, biz de eş zamanlı olarak kendimizi yeniden eğitmeye başlayacağız.

Soru: Bu, yetişkinler için olan kurs, aynı zamanda çocuklar için eğitmen hazırlama kursunu da içermeli mi demek?

Cevap: Bu bir zorunluluk! Kurs, çocuk eğitiminin yanı sıra, eşler arasındaki etkileşim, kişinin toplumla, patronuyla, çalışanlarla ve çocuklarla olan etkileşimi gibi konuları da içermelidir. Kişi, herkesle integral şekilde ilişkide olmalıdır.

‘”İntegral Eğitim üzerine Konuşma”, # 5 , 13/12/2011

Ortak Bir His, Akıl ve Kalp

Soru: Diyelim ki, insanlar integral yetiştirme kurslarında belli bir süre teoriyi çalışarak ve öğrendikleri hakkında pratik egzersizlerde bulunarak grubun içinde “geliştiler”. Fakat ilerleyen dönemde doğal olarak, integral olmayı çalışılmak gerekirken, kişinin yine o kocaman dünyaya gitmesini gerektirecek vakit de gelip çatacak.

Cevap: Bunun için yavaş yavaş grupları birleştirmeye ve sağlamlaştırmaya başlıyoruz. Onları televizyonlara, sanal ağlardaki konuşmalara taşıyoruz. İntegral eğitim, integral bağın çalışılması, kişi, insan toplumunda ve doğada en üst seviyedeki uyuma erişene dek kişinin tüm yaşamı boyunca devam ediyor. Bu yüzden grupların yavaş yavaş güçlenmesi kişinin buna diğerleriyle eşit şekilde dahil olduğunu ve insanoğlunun tüm seviyeleriyle bağ kurduğunu ve tüm insanoğlunun kendi içinde olduğunu hissettiği bir koşulda olmasını gerektiriyor. Sanki her birimizin, hiçbirimizin duygusal seviyesine ve IQ düzeyine ya da diğer başka bir kritere göre sınıflandırılmadığı “yuvarlak” bir toplumda var olduğunu hissetmesi gibi. Diğer bir deyişle, irsi herhangi bir parametreden bağımsız bir toplumda yaşadığını hissediyor ki bu daha geçemediğimiz bir düzen.

İntegral bir toplumda birbirini karşılıklı bir biçimde dahil etme durumu, kişinin bir başkasının aklını ve hislerini kullanabildiği bir kişisel gelişim seviyesini varsayar. Kişi diğerlerine yaklaşımı aracılığıyla kendini diğerlerinin içine dahil eder ve bu “yabancı” kaynakları kendi kaynaklarıymış gibi kullanmaya başlar. Bu durumda kişisel “Ben” denilen şey algıda ortadan kaybolur ve ortak bir his, mantık ve kalp baş gösterir. Ve bu, kişinin “Adem” denilen, bütünüyle birlik içinde olan bu sanal görüntüye bağlanması gibidir. Sonra insanlar arasındaki tüm farklılıklar yavaş yavaş düzleşir.
Bunlar insanoğlunun tam anlamıyla sadece hayalini kurabileceği şartlar olacak: Herkes eşit olmalı, herkes aynı koşullarda, şartlarda yaşamalı vs. her birimiz yapabildiği ve arzulayabildiği kadarıyla tek bir akıl ve hissiyattan yararlanacak.

Aynı zamanda kimse bir eksiklik hissetmeyecek. Çünkü herkes için herşey sağlanacak – büyük akıl ve büyük kalp herkesle bağlantı kuracak.

– 13/12/11 tarihli “İntegral Eğitim Üzerine Konuşma” dersinden alıntıdır.