Category Archives: Global Kriz

Twitter’da Düşüncelerim / 11 Eylül 2021

Tüm dünyada, koronavirüs hükümetleri ve toplumları istikrarsızlaştırıyor. Ama her şey tersine: İnsanları ve toplumları daha manevi hale getirmek için değiştirmek gerekiyor ve bunlar değişmediği için korona virüsü ortaya çıkıyor. İyi yolu, nasıl kötü bir yola çevirdiğimiz açık.

Yalnızca iklim değişikliğini durdurma girişimlerinden hayal kırıklığına uğradıktan sonra, sadece aramızdaki iyi bir bağ ile iklim değişikliğini durdurabileceğimizi ve doğanın dengesini yeniden kurabileceğimizi, kurtuluşumuzun ancak orada yattığını anlayacağız.

Ancak bu arada doğa tüm kaynaklarıyla başımıza bela olacak.

Kalbimizde Küresel Isınmaya İhtiyacımız Var

Hükümetlerarası İklim Değişikliği paneli (IPCC), yaygın, hızlı ve yoğunlaşan küresel ısınma hakkında bir rapor yayınladı. Raporda, önümüzdeki yıllarda iklim değişikliğinin tüm bölgelerde artacağı belirtiliyor: aşırı sıcak dalgaları, seller ve kuraklıklar, deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle kıyı kentlerinin su basması vb.

Araştırmacılar iklim değişikliğinin, insan faaliyetinin bir sonucu olduğunu iddia ediyor ve sera gazı emisyonlarını ve hava kirliliğini azaltmak için acil önlemler çağrısında bulunuyor. Bununla birlikte, ben, ortamdaki tüm olumsuz değişikliklerin ana faktörünün, insanın cansız, bitkisel ve hayvansal doğaya ve insanlara karşı egoist tutumu olduğunu düşünüyorum.

Başka bir nedeni yok. Şunları kontrol edebiliriz: yaktığımız yakıt miktarını sınırlayın ve bunun hiçbir şeyi değiştirmediğini göreceksiniz. O zaman başka sebepler aramaya başlayacağız, hepsini tek tek gözden geçireceğiz. Ancak sebebin bu olmadığını anlamak için tüm bu gözden geçirmeler için vaktimiz yok. Bize bağlı olan tek değişikliği yapmamız gerekiyor.

İnsanlar arasındaki ilişkiden daha dinamik bir faktör yoktur. Aramızdaki ilişkiyi düzeltelim ve bunun iklimi nasıl etkileyeceğini ve her şeyi dengeleyeceğini görelim. İkisi arasında doğrudan bir bağlantı olmamasına rağmen, ilişkimizi düzeltirsek, anında olumlu bir etki hissedeceğiz. Kabala bilgeliğinin anlattığı şey budur ve buna inanmamak için hiçbir nedenim yok.

Sera gazı emisyonlarının sınırlandırılması ya da benzeri önlemler yardımcı olmayacaktır. Bu küresel ısınmayı hiçbir şekilde etkilemeyecektir. Çocukça oyunlarıyla doğayı etkileyebileceğini sanan küçük çocuklar gibiyiz. Oysa yapabileceğimiz hiç bir şey yok. Bir yanardağdan atmosfere bir gaz salınımı, yakıtın yanmasını sınırlamaya yönelik tüm çabalarımızı iptal edecektir. Bunlar ciddi önlemler değiller, sadece mümkün olan her şeyi yaptığımızı söylemek içindir.

Aslında, iklimin dengesini etkilemek ve Dünya’yı dengeye getirmek ancak insan derecesinden mümkündür. Cansız, bitkisel ve hayvan derecelerdeki değişiklikler bu konuda yardımcı olamaz. Aramızdaki ilişkileri, insanlar arasındaki iyi ve kötüyü dengelemeli ve herkes arasında iyi bir duruma ulaşmalıyız, yazıldığı gibi “Her biri dostuna yardım etti”, hepimizin sorumlu olduğu küçük bir gezegende yaşayan “hepimiz yoldaş ve kardeşiz.”

Sadece bu şekilde düşünmeye başlamamız gerekiyor ve bu doğanın tüm güçlerini sakinleştirecektir. Başka hiçbir önlem yardımcı olmaz. Başkalarına duyduğu nefretten dolayı insan hariç tüm doğa dengededir. Kişisel olarak kendimize başkalarından maksimum fayda sağlamak için, onları hiç düşünmeden, her birimiz cansız doğaya, bitkilere, hayvanlara ve diğer tüm insanlara egoistçe ve nefretle davranıyoruz.

Başkalarına kendimize gösterdiğimiz gibi özen gösterme konusunda daha dengeli bir hale gelmeliyiz. Ne de olsa, Dünya’da kapalı bir ekolojik sistemdeyiz ve eğer herkesi düşünmeye başlarsak, doğanın tüm güçlerini dengeleyeceğiz.

Hayvanların birbirini yiyip bitirdiğini görüyoruz. Ancak, onlar özgür irade olmadan doğal içgüdülerine göre hareket ederler ve bu nedenle onlardan başka bir şey beklenmez. Birbirlerini yiyerek doğadaki dengeyi bozmazlar. Etrafındaki her şeyi bir hevesle yok eden insanın aksine, hiçbir yırtıcı aç değilse gereksiz yere öldürmez. Elbette, insan cansız doğaya, bitkilere ve hayvanlara dengeli bir şekilde davranmalı yani onları yalnızca yaşam için gerekli olduğu ölçüde kullanmalıdır.

Ancak, asıl önemli olan insanlar arasındaki ilişkidir çünkü bu en yüksek derecedir. Bugün doğal kaynakları gereksiz yere harcıyoruz. Doğayı, her birinin yalnızca doğadan hayati olanı aldığı cansız, bitkisel ve hayvansal derecelerde olduğu gibi kullanmalıyız.

O zaman doğaya zarar verdiğimiz düşünülmeyecek. Yaşam için gerekli olan ölçüde, yiyeceğimizi karşılamada cansız doğayı, bitkileri ve hayvanları kullanmamıza izin verilir. Tıpkı onların da birbirlerini kullandıkları gibi. Bu, doğada herhangi bir felakete yol açmaz çünkü doğayı dengeden çıkarmayız.

İklim değişikliğini araştıran komisyonlar bu süreci sürdürmekle ilgilendikleri için objektif olamazlar. Doğada ne kadar çok felaket olursa, bu uzmanlar o kadar gerekli olacak ve daha fazla fon alacaklardır.

Doktorlar daha fazla hastaya sahip olmakla ilgileniyor, anti-Semitizme karşı komiteler daha fazla anti-Semitizme sahip olmakla ilgileniyor vb. Ne de olsa, her şey başkalarının gözünde önemini arttırmanın yollarını arayan insanın egoizmine dayanıyor.

Bu nedenle, antisemitistler ve Siyonistler faaliyetlerinde birbirlerine yardım ederler ve tüm insanlık her konuda bu şekilde davranır. Bir araba tamircisi işleten komşum daha fazla yağmur için dua eder çünkü yağmurda daha fazla kaza oluyor. Eğer hastalar olmazsa doktorlar ne yapacaklar? Salgınları ve iş yükünün artmasını istemedikleri açıktır, ancak hastalıkları tamamen ortadan kaldırmak da onların çıkarına değildir. Her şeyde bu böyledir.

Ülkeler arasında sürtüşme olmazsa hükümet komiteleri ne yapar? Her şey kötü bir egoistçe eğilime dayanıyor ve onu nasıl düzelteceğimizi ve dengeleyeceğimizi anlamamız lazım.

Aşırı değişikliklerle mücadele eden her komite bu değişikliklerin devam ettiğinden emin olmak istiyor. Çevre komitelerinin öneminin son on yılda nasıl arttığını görebiliriz. Artık azalmaya başlayacak çünkü onların önerdikleri,  yakılan yakıt miktarını azaltarak vb. önlemlerle, doğa güçlerini kontrol edemeyeceğimizi keşfediyoruz.

Dünya, küresel bir sistemde var olduğunu fark etmeye başladı. Koronavirüs, bize küresel sorumluluk almamızı gerektiren, küresel bir dünyada yaşadığımızı gösterdi. Küresel darbeleri ve küresel karşılıklı bağımlılığı hissedeceğiz ve hep birlikte küresel sorumluluğa ihtiyacımız olduğunu anlayacağız. Dünya çok hassas, savunmasız ve kapalı bir sistemdir. Ve bizler onun dengesini bozuyoruz.

“Neden Bağımız Yangınları Durdurabilir?” (Linkedin)

Dünya yangınlar tarafından yanıp yok olurken, sel baskınlarına maruz kalırken ve küresel bir salgın tarafından sekteye uğramışken, bize sadece bir çare gerçekten yardımcı olabilir: birlik! Sadece bizim dayanışmamız, bizim karşılıklı sorumluluk duygumuz bizleri doğanın bize yüklediği bozuklukların üzerine çıkarabilir. Her krizi ayrı ayrı ele almamız gerektiğini düşünebiliriz ama yanılırız. Krizlerin hepsi kökünden birbirlerine bağlıdır, bu yüzden ortak kökü tedavi edersek krizleri çözeceğiz.

Doğanın bize fiziksel cezalandırmalarla vurması ve bizim onlara bağ kurma ve karşılıklı sorumluluk gibi duygusal çözümlerle karşılık vermemiz garip görünebilir. Mesela, sel ve sevgi arasındaki bağlantı nerede?

Doğadaki tüm sistemlerin birbirine bağlı olduğu bilimsel olarak zaten kanıtlanmıştır. Küresel ekosistemimizin yani Dünya gezegenimizin ve hatta güneş sistemimizin, uzayda yer aldığımız Samanyolu Galaksisi’nin ve nihayetinde tüm evrenin parçaları arasındaki bağları ve karşılıklı bağımlılıkları araştıran sayısız bilimsel disiplin ve disiplinlerarası çalışma var. Her şey birbirine bağlıdır ve her şey diğer her şeyi etkiler.

İklimin açıkça ters gittiği bu yılın yazında olduğu gibi, bir işlev bozukluğu ortaya çıktığında, yalnızca olağanüstü olayın meydana geldiği bölgesel bir hava durumunu değil, bununla ilgili her şeyi incelememiz gerekir. Sonuçda, şiddetli dolu fırtınaları gibi yerel olayların bile dünyada olup biten her şeyle bağlantılı olduğunu görüyoruz.

Sorunların nedenini bulmak için sistemdeki hangi öğenin veya öğelerin işlevsiz olduğunu bulmalıyız. Bunları bulup düzeltirsek tüm sistem yeniden dengesini bulur ve afetlerin oluşmasına neden olan kelebek etkisi olmaz.

Doğanın tümüne baktığımızda, eylemleri diğer her şeyle giderek uyumsuz hale gelen böyle tek bir unsur var: insan ya da daha belirgin olarak- insan davranışı.

Özellikle son yıllarda, egolarımızın çılgına dönmesine ve ne isterlerse talep etmelerine izin verdik. Kaygısız, dikkatsiz ve çoğunlukla düşüncesiz davranışları kutsallaştırdık ve sorumluluk düşüncesini kararlılıkla reddettik. Sonuç olarak, özgür olmak yerine gezegenimizi yok eden, milyonlarca insanı öldüren ve tüm türleri yok eden egolarımızın kölesi olduk. İronik bir şekilde, özgürlük adına, sayılamayacak kadar çok başkalarının özgürlüğünü reddettik ve bunu yaparken biz de özgür olmadık; egomuzun hizmetkarı olduk ve dünyamızı mahvettik.

Şimdi mahvolmuş dünyamız artık bizi daha fazla destekleyemeyeceği için parçalanıyor, çöküyor. Oturduğumuz dalı kesen bizler, artık onunla birlikte düşmek üzereyiz. Kendimizi yok olmaktan kurtarmanın tek bir yolu var: aşırı egoizmimizi dizginlemek. Birbirimize karşı düşünceli ve karşılıklı sorumluluk sahibi olursak, doğayı inkar ettiğimiz dengeyi yeniden kurarız ve doğanın yeniden kurulan dengesi fırtınaları dindirecektir. Biz doğayı bir kenara ittik; fırtınaları üzerimize saldık ve dengeyi yeniden kurabilir ve dünyayı sakinleştirebiliriz. Bunun için sadece kendimizi düşünmeyi bırakıp herkesi dikkate almaya başlamaya ihtiyacımız var.

“Sorumluluk Sahibi Yetişkinler Olma Zamanı” (Medium)

Bununla yüzleşelim, biz egoistiz. Birbirimizden hoşlanmıyoruz ve daha da kötüsü, bunda yanlış bir şey olmadığını düşünüyoruz. Başkalarına karşı tutumumuzu sıfır noktasından ölçmeye başlıyoruz. Yani, başkalarına karşı kayıtsızlık hissetmek bizim başlangıç noktamız, sıfırımızdır ve oradan yargılamaya başlarız: eğer başka birisine karşı biraz sevgim varsa, bu iyi olarak kabul edilir. Eğer birisinden hoşlanmıyorsam, bu kötü olarak kabul edilir.

Bu tutum bizi şu an bulunduğumuz yere getirdi ve bununla devam ettiğimiz sürece düşüşümüzü daha da hızlandırıyoruz. Bu, sadece insan ilişkilerinin net bir şekilde ana faktör olduğu toplumsal düzey için geçerli değil, her alan için de geçerlidir. Birbirimize karşı olumsuz tutumumuz, savaşlardan yoksulluğa iklim değişikliğine kadar olan felaketlerimizin nedenidir. Başkalarına karşı egoist, narsist tavrımızla dünyayı aşağı doğru bir sarmalda yönlendirdiğimizi anlamanın zamanı geldi. Şimdi sorumluluk sahibi yetişkinler haline gelmeli ve kendimizi bu şekilde yönlendirmeliyiz.

Gelişimimizde yeni bir aşamaya girdik. Hepimizin oluşturduğu tekil sistem o kadar iç içe geçmiş ki artık tarafsız kalamayız. Yaptığımız her şey tüm insanlara ve her şeye fayda sağlamıyor, onlara ve dolayısıyla bize zarar veriyor.

Ek olarak, hatalarımız ve sonuçları arasındaki süre giderek kısalıyor. Hep birbirimize bağımlı olduk; olumlu ya da olumsuz düşünce ve eylemlerimizle her zaman birbirimizi etkiledik. Bu günlerde, bu karşılıklı bağımlılık belirgin hale geliyor. Bu kesin ve kaçacak hiçbir yer yok. Bu yüzden, her birimiz yaptığımız her şeyde hepimizi etkilediğinden, birbirimize karşı düşünceli, nazik ve şefkatli olmamız gerekli. Hoş olmayan bir haber olabilir, ancak gerçeği kabul etmeyi reddetmemizin sonuçları kadar tatsız değildir. Britanya Kolumbiyası’ndaki 121°F ve Batı Avrupa’daki seller sadece birer başlangıç. Biz harekete geçmezsek, gelecek çok daha kötü olacak.

Bunu insanları korkutmak için söylemiyorum. Bunu herkesin dikkatine sunmak için söylüyorum, çünkü felaketi önlemek için hala zamanımız var. Bunun hakkında ne kadar çok konuşur ve düşünürsek, gidişatı tersine çevirmemiz o kadar kolay olacaktır.

İklime ve dünya çapında meydana gelen doğal ve insan yapımı felaketlere baktığımızda, bunlar gerçekten de tedavi edilemez gibi görünebilirler. Ama unutmamalıyız ki, bizim dışımızda doğadaki her şey diğer her şeyle mükemmel bir uyum içindedir. Uyumun olduğu yerde denge vardır ve bu yaz gördüğümüz gibi felaketler olmaz. Uyumun ve dengenin olmadığı tek yer bizlerin arası, insan toplumudur. Başka bir deyişle, gördüğümüz altüst oluşlar, yalnızca aramızda gelişen ayaklanmayı yansıtıyor. Aramızdaki uyumu yeniden sağlarsak, dengede olmayan unsur dengeyi yeniden kazanacak ve fırtına dinecektir.

Bu nedenle, nezaketi beslemek ve birbirimize karşı şefkat göstermek için çok çalışmalıyız. Hepimiz egoist olduğumuz için, tarafsız bir duruşa sahip olmak, sonrasında varoluşun tüm seviyelerine yansıyan olumsuz güçlere üstünlük sağlar. Doğal olan olumsuz davranışlarımızı dengelemek için eşit derecede güçlü olumlu davranışlar yaratmalıyız. Bu ancak hepimiz bir araya gelip, şu anda nefretin, egoizmin ve hoşlanmamanın olduğu yere sevgiyi, nezaketi ve önemsemeyi yerleştirmeye karar verirsek yapabileceğimiz bir şeydir.

“Covid İle Başa Çıkmanın İki Yolu” (Linkedin)

İsrail Devleti ve Koronavirüs şu ana kadar çalkantılı bir ilişkiye sahipti (dünyanın geri kalanında da çok sakin değildi). İlk kapanmada beklentilerin ötesindeki başarımız ile dünyada zirvede geliyorduk. Birkaç hafta sonra, virüsü yendiğimizi sanarak kutlamalar için kendimizi dışarıya attık fakat virüs hararetli bir şekilde geri döndü. Haftalar içinde küçük ülkemizde milyonlarca insanın, Amerika Birleşik Devletleri’nin en kötü anlarından bile fazla virüsü kapmasıyla zirveden en alt noktaya düştük.

Aşağılanmış ve isteksiz bir şekilde, başka bir kapanmaya girdik ve bulaşma dalgası azalmaya başladı. Dışarı çıkmamızla virüs tekrar vurdu. Neyse ki, bu sefer aşılar çıktı ve İsrail milyonlarca aşı alma telaşına düştü. Bir süre işe yaradılar ve yeni vaka sayısı neredeyse sıfıra indi.

Sonra Delta varyantı çıktı ve başardığımızı düşündüğümüz her şey çöktü. Şimdi, yayılmayı bir kez daha engellemeyi umarak takviye edici (üçüncü) aşı uygulanmasının ortasındayız, ama artık virüsten gerçekten kurtulacağımızdan emin değiliz ve artık umutlu değiliz. Her şeyden çok, Covid bizim meydan okumamızı yenmiş görünüyor.  Birçoğumuz artık Covid öncesi günlere geri döneceğimize inanmıyor ve haklılar.

Doğa sakinleşmeyecek. Başarılı ilk kapanma günlerinde, en başından beri, bunun herhangi bir virüs olmadığını, doğa ile olan ilişkimizde yeni bir aşama olduğunu söyledim. Doğadan aldığımız krediyi çoktan tükettiğimizi ve şimdi aldığımızı geri ödememizi istediğini söyleyebiliriz. Ödemek istemiyorsak tamam, ama doğa artık vermeyecek.

Doğayla başa çıkmayı öğrenebileceğimiz iki yol var: biri uzun ve acı dolu bir yol, diğeri ise kısa ve keyifli. Şu anda, uzun ve acı verici olanı izliyoruz. Bu rotada, nerede olduğumuzu, bizi çevreleyen insanları ve bizi ayakta tutan tüm gezegeni dikkate almıyoruz. Hepsini kendi yolumuzda kullanıyor ve suistimal ediyoruz ve sadece kendimize odaklanıyoruz.

Narsist olan, bu yol yalnızca kendi ihtiyaçlarını görür. Bu nedenle eylemlerimizin sonuçlarını göremiyoruz, böyle olunca felaketler gerçekleştiğinde bizi şaşırtıyorlar. Gözümüz kapalı olarak işlek bir caddeye adım atarsak, diğer insanlarla çarpacağımızdan, yolumuzdaki engellere takılacağımızdan ve hatta göremediğimiz trafik tarafından çarpılacağımızdan eminiz.

Egoizmimiz nedeniyle sadece kendi ihtiyaçlarımızı düşünürken, kendi gözlerimizi bağlıyoruz, varoluştaki diğer tüm şeylerin farkındalığını inkar ediyoruz. Bir şeylere çarptığımıza şaşırmamalıyız.

Kişisel, toplumsal, ulusal ya da küresel olarak başımıza kötü şeyler geldiğinde, bunun nedeni talihsizlik olmaları ya da kötü insanların bunları bize yapmaları değildir. Onlar başından beri oradaydılar ve bizler onları görebilir, daha düşünceli olabilir ve herhangi bir sürtüşme veya rahatsızlıktan kaçınabilirdik. Yine de onları görmezden gelip dümdüz yürümeye devam ettik. Şu anda hissettiğimiz acı bize çarptıkları için değil, biz onlara çarptığımız içindir. “Özür dilerim” demesi ve nereye gittiğimize dikkat etmesi gereken biziz, onlar değil.

Bu bizi kısa yola getiriyor. Etrafımıza bakmak için gözlerimizi açarsak, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve diğer her şeyle senkronize hareket ettiğini görürüz. Doğada karşılıklı düşünce/saygı mevcuttur. Bizim içimizde bu yoktur. Ama ona gözlerimizi açarsak, onun üzerinde çalışmaya, onu aramızda inşa etmeye başlayabiliriz.

Doğayla uyum içinde, karşılıklı düşünceyi inşa ederek, kendimizi onunla senkronize edeceğiz. O zaman ne yapacağımızı, ne zaman yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bileceğiz böylece hayatlarımız yolunda sorunsuz ilerleyecek.

Kendimizi doğa ile senkronize edemediğimiz sürece aşılar ve kapanmalar gereklidir. Doğa kadar düşünceli ve uyumlu hale gelebilirsek, tıpkı doğanın hiçbir zaman kapanmaya gitmediği ve gelişmeyi asla durdurmadığı gibi, bizim de herhangi bir kapanmaya ihtiyacımız olmayacak.

Doğanın bize bastırdığı frenler, doğanın bizi durmaya ve sadece kendimizi değil başkalarını da gördüğümüz daha düşünceli bir yola yeniden yönlendirmeye zorlama yoludur. Düşünce yapımızı yabancılaşma ve kendine hak görmeden ziyade karşılıklı düşünmeye doğru değiştirmeye başlarsak, güvenli, sağlıklı ve mutlu bir şekilde gezegeni dolaşmakta özgür olacağız.

“Bu Berbat Yaz, Hayatımızın Geri Kalanının En İyi Yazı Mı?” (Linkedin)

Pandemiden korkmuyorum; korkarım ki doğa, bizim onunla ilişki kurduğumuz şekilde bizimle ilişki kurmaya başladı. Sanki kaos dünyayı ele geçirmiş gibi görünüyor. Eşi benzeri görülmemiş büyüklükte doğal afetler aynı anda birden fazla yerde meydana geliyor: bazı yerlerde duyulmamış seller, başka yerlerde, bazen birkaç yüz mil arayla eşi benzeri olmayan yangınlar ve yine başka yerlerde kavurucu sıcaklar. Aynı zamanda, koronavirüs Delta varyantı ile bir kez daha yayılıyor ve insanlığın salgın hastalıktan kurtulma çabalarını engellemekle tehdit ederken, uluslararası ilişkiler giderek gergin ve değişken bir hal alıyor. Ama hepsinden kötüsü eğilim: olumsuz. İşler sadece kötü değil, aynı zamanda hızla kötüleşiyor. Bu eğilim devam ederse, bu berbat yaz, hayatımızın geri kalanının en güzel yazı olacak.

Bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerekiyor. Dünyanın her yerinde aynı anda bu kadar çok krizin yaşanması, bir virüsün dünyaya yayılması ve insanlıktaki her insanın hayatını alt üst etmesi kulağa mantıksız geliyor ve bunların hepsi birbiriyle alakasız olaylardır.

Belki doğal afetler için iklim değişikliğini suçlayabilirsiniz, ancak birbirini yok etmekle tehdit eden ülkeler için onu suçlayamazsınız. Sıkıntılarımızın daha derin bir nedeni var ve onu sadece kendi içimizde bulabiliriz. Tüm krizleri incelediğimizde hepsinde ortak olan tek unsurun insan olduğunu görüyoruz. Ortak unsur bizsek, o zaman krizlerin sebebi bizim içimizdedir.

Daha doğrusu, krizlerin nedeni, doğayla ve birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzdur. Doğa mükemmel bir sistemdir. Homeostaz dediğimiz dinamik bir dengeyi korur. Doğanın dengesinin aksine, bizler sadece almak ve ele geçirmek istiyoruz.

“Kazanan hepsini alır” tutumumuzla herkesin geçimini ve esenliğini garanti edecek şekilde işleyen bir sistemi zorladık. Daha önce hiçbirini içermeyen bir sisteme kin, şiddet ve hasislik enjekte ettik. Şimdi öyle görünüyor ki sistem bize kendi değerimizle geri ödüyor: nefret değeriyle.

Akıl almaz felaketlerden kaçınmak istiyorsak, şimdiye kadar kullandığımız değerleri terk etmeli ve doğanın karşılıklı sorumluluk ve düşünce değerini kabul etmeliyiz. Birbirimize boyun eğdirmeye çalışmadan, sağlıklı ve güvenli yaşam sürme hakkına saygı duymaya başlamalıyız, ancak bunun için hepimizin tek bir küresel sistemin parçası olduğumuzu hissetmemiz gerekir.

Bilgelerimiz tüm bunları binlerce yıl önce biliyorlardı ve bunu dinlemek isteyen herkesle konuştular. Örneğin, Kudüs Talmud’u, bağlılığımız hakkında güzel bir alegori sunar: “Eğer yazı, âdet olan kötü muameleye karşı uyarıda bulunuyorsa, ulusunuzdan olmayanlara karşı da intikam almak ve kin beslemek yasaklanmalıdır. Ayrıca, bir kişinin bir aşağılamayı affetmesi nasıl mümkün olabilir? [Diyelim ki] kişi et kesiyor ve bıçak eline düşüyor; ilkini kestiği için elinin intikamını almayı ve diğer elini kesmeyi düşünür müydü? Bu konu da öyle… kural şudur ki kişi komşusundan intikam almaz çünkü bu kendi bedeninden intikam alıyor gibidir.(Nedarim 9:4).

Gerçekten kaybedecek zamanımız yok. Doğa açıkça sabrını kaybettiğinin sinyallerini veriyor. Tüm gazabıyla patlarsa, Covid endişelerimizin en küçüğü olacak. Bu nedenle, kendimizi kurtarmak için birbirimize ve tüm doğaya, başkalarının bize davranmasını istediğimiz gibi davranmaya başlamalıyız.

“Dünyanın Sonu (Bildiğimiz Gibi)” (Linkedin)

Parmağınızı dünya haritasının herhangi bir yerine koyarsanız, eşi benzeri görülmemiş doğal afetlerin yaşandığını göreceksiniz. Doğa gezegende hasara yol açıyor ve insanlar “Dünyanın sonu mu?” diye sormaya başlıyorlar. Memnuniyetle, evet öyle. Bu, bildiğimiz dünyanın sonu ve yeni ve çok daha iyi bir dünyanın başlangıcıdır. Yaşadığımız karışıklıklar doğum sancılarıdır ve yaratılışın zirvesi olan bizler, doğumu hızlandırabilir ve kolaylaştırabilir veya zor ve acı verici hale getirebiliriz.

Ortaya çıkan dünya dengeli, sakin ve içindeki tüm yaratılanlar birbirini destekliyor. “En güçlünün hayatta kalması”nın slogan olduğu ve zayıfların acımasızca sömürüldüğü şu anda yaşadığımız dünyanın tam tersi.  Mevcut dünya öyle değil çünkü doğası gereği kayıtsız. Doğa ise doğası gereği dengelidir. Öte yandan, bizler doğamız gereği ve son derece benciliz ve piramidin tepesinde olduğumuz için her şeyin nasıl çalıştığını biz belirleriz. Özüne kadar bencil olduğumuz için dünyanın geri kalanının da aynı şekilde işlemesine neden oluyoruz ve bunun sonuçları açıkça korkunç oluyor.

İçimizdeki olumsuz taraf ezici bir şekilde baskın olduğu için hiçbir şeyi, hatta kendi çocuklarımızın geleceğini bile düşünmeden hareket ediyoruz. Biz doyumsuzuz ve hiçbir mantıklı açıklama bizi elimizden gelen her şeyi yemeyi bırakmaya ikna edemez ve bu süreçte başkalarını ne kadar aşağılarsak kendimiz hakkında o kadar iyi hissederiz. Bu tıpkı Tora’da yazdığı gibidir (Yaratılış 6:5), “İnsanın kötülüğü büyüktür… ve gün boyu kalbinin düşüncelerinin tüm yarattıkları, yalnızca kötüdür.”

Daha da kötüsü, Tora’nın 17. yüzyıldaki kapsamlı bir yorumu olan Kli Yakar, bu ayet hakkında şöyle yazar: “’Yüreğinin düşüncelerinin tüm yarattıkları, gün boyu yalnızca kötüdür’ bu, gün boyunca [insanın] arzusunun doyumsuz olduğu anlamına gelir. Gün içinde memnun olduğu gün bir saat yoktur. Aksine, her saat arzusuna daha çok şey katar.” Artık kim olduğumuzu gördüğümüze göre, etrafımızdaki dünyanın altüst olmamasını bekleyebilir miyiz?

Yüzyılı aşkın bir süredir kaynakların, hayvanların ve insanların çılgınca sömürülmesinden sonra, bildiğimiz dünyanın sonuna geldik.

Bundan sonra, antropolog Brian Hare ve araştırma bilimcisi Vanessa Woods’un en son kitaplarına verdikleri başlık gibi, sloganı “en uygun olanın hayatta kalması” değil, “en dostça olanın hayatta kalması” olan bir toplum, dengeli ve tüm sakinlerini önemseyen yeni bir dünya inşa etmeye mecbur kalacağız.

Sonunda doğanın geri kalanı gibi, dengeli ve şefkatli olmamız gerektiğinin farkına vardığımızda, işlerin başından beri böyle olduğunu anlayacağız. Örneğin Hare ve Woods, kitaplarında Darwin’in en uygun olanın hayatta kalmasına açıkça vurgu yapmasının, bulgularının yanlış yorumlanması olduğunu belirtmişlerdir. Darwin’in İnsanın Türeyişi’nden bir alıntıda, Darwin’in yazısına yeni bir bakış açısı getiriyorlar: “En cana yakın/duygudaş üyelerin en fazla olduğu topluluklar, en iyi şekilde gelişecek ve en fazla sayıda çocuğu yetiştirecektir.”

İşlerin gerçekten nasıl yürüdüğünü görme konusundaki isteksizliğimizi, tek yönetici olmaya çalışan egomuza atfedebiliriz, ama bugün, bu özlem almaya gücümüzün yetmediği bir ayrıcalıktır. Kötü niyetli davranışlarımızı daha fazla uzatırsak, doğa kırılacak ve bedelini hepimiz ödeyeceğiz. Sadece doğal afetler bize zarar vermekle kalmayacak, aynı zamanda kendimizi ülkelerin nükleer silahları birbirlerine karşı kullandığı bir üçüncü dünya savaşının içinde bulana kadar hayatımızın her alanında saldırganlık ve düşmanlık artacaktır.

Tabii ki, bu olursa, birbirimize karşı davranışlarımızı değiştirmekten başka seçeneğimiz olmadığını öğrenmemiz gerekecek. Ama bunu gerçekten yanmadan önce öğrenemez miyiz?

Egoizm Salgını ile Çoğalan Viral Bir Pandemi

Yukarıdan bize yalnızca iyi güçler gelir, ancak onları almaya hazır değilsek, onları darbeler olarak hissederiz. Koronavirüste durum böyledir. Sonunda bir pandemi şeklinde bize gelen bu gücü kabul etmeye hazır olsaydık, tehlike karşısında içsel olarak birbirimize daha da yakınlaşmak için birleşseydik, bu kendini göstermezdi.

Hayvanların ortak bir felakete karşı nasıl birleştiğine bakın. Bir selden veya orman yangınından kaçarak birlikte koştuklarında artık birbirlerine saldırmazlar. Hayatlarını kurtarmaları gerektiğini hissederler ve yırtıcı içgüdüleri, kendini koruma içgüdüsü tarafından bastırılır.

Bizler de şimdi aynı durumdayız. Doğadan veya üst güç olan Yaradan’dan aldığımız darbeler, bizi onlardan nasıl kurtulacağımız konusunda doğru sonuçlara götürmeye itmelidir.

Hayvanların nasıl davrandığını, tehlikeden kaçarken birbirlerine saldırmadıklarını görmemiz gerekiyor. Avcının içgüdüsü kaybolur ve sadece yaşam mücadelesi içgüdüsü kalır. Hayvansal seviyeden örnek alsaydık, pandemiyi yenmiş ve bu durumdan doğru ve başarılı bir şekilde çıkmış olurduk.

Ama sorun şu ki hayvan seviyesinde değiliz. Biz şımarık hayvanlarız çünkü her şeyi zehirleyen insan egoizmine sahibiz.

Dolayısıyla pandemiden kaçmak için bağ, birlik, yakınlık yönünde bile düşünemiyoruz. Küresel bir salgın bağlamında bile, hükümetler ve bireyler kar elde etmeye ve birbirlerinden kazanç sağlamaya çalışıyorlar çünkü bunun kendilerine zenginlik ve başarı getireceğine inanıyorlar.

Böylelikle onlar sorunu iki kat daha kötü hale getirirler, sorunları iki katına çıkarırlar. Başkalarıyla birlikte olmak ve böylece Gevura’nın gücünü yumuşatmak yerine, kötülüğün gücünü çoğaltırlar. Bu nedenle, acı çekerek öğrenmek zorunda kalacağız.

Salgın insanları hasta etmek veya öldürmek için değil, birbirimize nasıl davranacağımızı öğretmek için geldi. Ama şimdilik, öğrenmediğimizi görüyoruz, tam tersi yöne yani acı çekme yoluna gidiyoruz. Her ülke, diğer ülkeler ve milletler pahasına başarılı olabileceğini ve kazanabileceğini düşünüyor. Ve bu da hatadır.

Ancak yavaş yavaş, bu darbeler altında, hayvan seviyesinde olduğu gibi basit bir şekilde hayatta kalmaya düşeceğiz ve o zaman ortak bir felaketten birlikte kaçarken, birbirimize yardım etmenin ve başkalarına zarar vermemenin değerli olduğunu görmeye başlayacağız.

“İnsanlığın Bir Sonraki Gelişim Seviyesi” (Linkedin)

Güçlü bir hızlandırılmış insani gelişim patlaması, belirli bir süre boyunca tüm dünyada titreşir. Böyle bir darbe, Orta Çağ’da meydana geldi ve Sanayi Devrimi döneminde, bilim ve teknolojide, kültür ve eğitimde, toplumda ve felsefede tüm alanlarda atılımlara yol açtı. Manevi gelişimde olağandışı sıçramalar da aynı şekilde meydana gelir.

Hızlandırılmış gelişim, toplumun ve tüm yaratılışın altında yatan bir gücün sonucudur: arzunun gücü. İnsan arzusu sürekli genişler ve bunun bir sonucu olarak, yoğunlaşan özlemimizi yerine getirmenin yeni yolları için sonsuz bir arayış vardır. Arzunun gücü, bireylerde ve genel olarak toplumda ben-merkezcilik biçiminde yani başkalarının iyiliği pahasına elde edilenler de dahil olmak üzere kendi zevkimiz için bencil, egoist bir niyetle hareket eder.

Ancak dünyadaki tüm gelişimler tek bir yöne işaret ediyor: insanlığı, hem insanlar arasında hem de doğanın tüm unsurları ile yüce güç arasında mükemmel bir karşılıklılığın manevi bağlantısına hazırlamak. Dolayısıyla görünüşte bencil insan sistemleri geliştirdiğimizde bile, istemeden gelecekteki güzel ve düzeltilmiş bağlar için altyapıyı hazırlarız.

Örnek olarak internetin gelişimini ele alalım. Sosyal medya, iyi bir bağ yaratmanın tam tersine insanlar arasında nefret söyleminin sık sık açık bir şekilde sergilendiği bir yuva haline geldi. Oysa mevcut düzen, sosyal medyanın uyumlu insan bağlarının olumlu mesajlarını taşıması için mükemmel bir hazırlık olarak hizmet edebilirdi.

Günümüzde dünyanın tüm sakinleri arasında daha fazla iletişime doğru itici güç iki can alıcı nokta aracılığıyla aşikârdır: Covid-19 ve göçmenlik. Covid salgını, dünyadaki açık ve ayrılmaz küresel bağlar aracılığıyla bizi birbirimize daha da yakınlaştırıyor. Hastalık tek bir yerde ortaya çıkıyor ve hemen her yere inanılmaz bir hızla yayılıyor.

Kitlesel göç, artık durdurulamayacak başka bir olgudur. Durum kontrolden çıktığı için başbakanlar dirense de, insanlık önceden belirlenmiş siyasi sınırların ötesine çoktan geçmiş durumda. Göçmenler, fırsatlarının daha müsamahakar ve hoşgörülü ortamlarda geliştirildiğini keşfettiler ve bu, kitlesel göç hareketlerini teşvik etti. Her ülkede farklı halklardan temsilciler görene kadar olay yoğunlaşacak, dünya çapındaki toplumlar, aynı zamanda giderek daha çeşitli ve karmaşık hale gelecektir.

Aslında, az önce anlattığımız gibi topluma insan müdahalelerinin, kafa kafaya çarpışma gibi bizi etkilediğini görüyoruz: ülkeler yok oluyor, kültürler çöküyor, şiddet artıyor. Böylece, kafa karıştırıcı soru ortaya çıkıyor: Zor ve karmaşık süreçler nasıl ideal bağlara yol açabilir?

Süreçlerin kendisi ne güzel ne de hoştur, ama onların güzelliği hakikate, gözlerin açılmasına, tam olarak neyin bozulduğunun ve düzeltilmesi gerektiğinin farkına varmalarına yol açmalarıdır. Bu, bir yandan karşılıklı bağımlılığımızın ortaya çıkması anlamına gelirken, diğer yandan bu karşılıklı bağımlılığın açığa çıkması ancak olumsuz olaylar aracılığıyla gerçekleştiği anlamına gelmektedir. Böylece, tek gerçek yavaş yavaş bizim için netleşecek: karşılıklı bağımlılığımız kaçınılmazdır ve aramızdaki olumsuz bağlar dünyadaki tüm sorunların tek kaynağıdır, düzeltmemiz gereken tek şey onlardır.

Ya sonrasında? İnsanlık, maddesel alanı aşıp, doğa düşüncesinin ve onun arkasındaki iyi ve yardımsever gücün ifşa olması aracılığıyla içsel bir birliğe geçene kadar, aramızdaki bağları güçlendirmek için tüm kaynaklarını kullanmak, arzunun gücünün tüm potansiyelini gerçekleştirmek zorunda kalacaktır.

“Covid ile Yaşamak” (Linkedin)

Bana göre uzmanların Covid-19’un hiçbir yere gitmediğini fark etmelerinin haberleri, iyi haber. En başından beri, Covid’i tedavi eden bir aşı veya ilaç olsa bile, virüsün mutasyona uğrayacağını veya başka bir böcek ortaya çıkıp çabalarımızı boşa çıkaracağını söyledim. Salgının başlangıcından bu yana muhtemelen yüzlerce kez söylediğim gibi, doğayı teknoloji ile alt etmeye çalışmak işe yaramayacak. Biz doğanın ürünleriyiz, bu yüzden üreticimizi alt etmeye çalışmak, en hafif tabirle akılsızlıktır.

Şahsen doğanın bizi bu şekilde yönlendirmesinden memnunum. İnsanların acı çekmesinden hiç mutlu değilim ama onlar doğadan dolayı değil, insanlık inatçı olduğundan ve doğanın gitmediği yere gitmekte ısrar ettiğinden dolayı acı çekiyorlar. Başınızı gerçeklik duvarına çarptığınızda, büyük bir baş ağrısı çekmeniz kaçınılmazdır. İnsanlık söz konusu olduğunda bu baş ağrısı, bizim inatçılığımız nedeniyle milyonlarcasının gereksiz ölümlerinde ve sayısız insanın uzun süren semptomlarında kendini gösterir.

Hoşunuza gitsin ya da gitmesin, Covid bize yavaşlamamızı söylüyor. İçinde bulunduğumuz teknolojik fare yarışı insanlığı neredeyse mahvetti ve sakinleşip onu kontrol altına almamız gerekiyor. İnsanların kavga etmeyi bırakması ve gerçekten önemli olan şey hakkında konuşmaya başlaması gerekiyor: ilişkilerimiz.

Fiziksel dünyada birbirimizle pozitif iletişim kuramadığımız için doğa bizi sanal olana kaydırdı. Bu dünyada olumlu iletişim kurmayı öğrenirsek, Covid’in etkilerinin azaldığını ve fiziksel olarak da birbirimizle iletişim kurmamıza izin verdiğini göreceğiz.

Doğa, gerçek bağışıklık sistemimizin bedenlerimizde değil kalplerimizde, birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzda ve birbirimiz hakkında nasıl hissettiğimizde olduğunu öğretmek için Covid’i kullanıyor. Hepimiz birbirimize bağlı olduğumuz için, bir kişinin kötü niyeti herkese sızar ve olumsuz duygularımız virüs gibi yayılır ve bizi hasta eder. Olumlu duygular da sızar ve yayılır, ancak bunlar insanlığın zavallı durumundan dolayı son derece azdır.

Aşılar pandemiyi uzak tutmaya yardımcı oluyor, ancak ilişkilerimizde gerekli değişiklikleri yapmaktan kaçındığımız sürece, yeni bir aşıdan daha temel bir değişikliğe ihtiyacımız olduğunu anlayana kadar, virüs çeşitli biçimlerde ve yoğunluklarda geri dönmeye devam edecek. Covid bir grip türü değil. Bunu ortadan kaldırmanın yolu fiziksel değil, duygusaldır. Ancak bunu anladığımızda, kötü ilişkilerimizi iyileştirdikten sonra kendimizi iyileştirebileceğiz. O zaman Covid ile yaşamaya devam etmek zorunda kalmayacağız.