Category Archives: Egoizm

“Dünya Neden Bu Kadar Çok Kriz Ve Sorunla Karşı Karşıya?” (Quora)

Bizler, bir arınma sürecinden geçiyoruz. Sanki bir çamaşır makinesinin tamburunun içindeyiz ve birbirimize, hayata ve dünya görüşlerimize karşı tutumlarımız yuvarlanıyor ve dönüyor.

Bu gerçekten de zamanımızın bir işaretidir ve bu arınma sürecinin bir sonucu olarak, birbirimizle, dünyayla ve doğayla ilişki kurma biçimimizi gözden geçirmemiz – herkesi ve her şeyi gördüğümüz, açıkça tanımlanmış bir içsel referans çerçevesine ulaşmamız gerekiyor.

Kendi içimizde ne kadar belirsiz ve eksik olduğumuzu, her türlü nesnel gerçeklik görüşünden ne kadar uzakta olduğumuzu ve dünya görüşümüzdeki her şeyin bize empoze edildiğini ve hayatımız boyunca karşılaştığımız çeşitli etkilere göre değişebileceğini ortaya koyma sürecinden geçmeliyiz.

Dünya görüşlerimiz ve tutumlarımızdaki sürekli savrulmamızın üstesinden gelmek için hayatın nihai amacına odaklanmamız gerekir. Hayatımızın amacını zıpkınla avlar gibi yakaladığımızda, o bizi daha da yakına çekmeye başlayacak ve sürekli ona doğru ilerleyeceğiz.

Hayatımızın amacı, niteliklerimizi (egoist), doğanınkilerle (özgecil) eşitleyerek, doğa yasalarının, sevgi ve ihsan etme yasalarının net bir algısına ve duyusuna ulaşmaktır. O zaman sonsuz ve mükemmel bir varoluş halini yaşayacağız ve aynı şekilde şu anda yaşadığımız biriken krizlerden ve sorunlardan arınmış, uyum ve barış içinde var olacağız.

O zaman başka hiçbir şeyin gerçekten var olmadığını göreceğiz. Hâlihazırda kendimizi katlanarak artan bir krizler ve sorunlar koşulu içinde bulmamız, zaten böyle bir varoluş koşulunun başlangıcıdır.

Dahası, varoluşun son koşulunun ifşasına bilimsel olarak, deneyim yoluyla: bilim adamları gibi araştırma, inceleme ve sonuçları yeniden üretme yoluyla yaklaşıyoruz:. Bu süreci oldukça doğal bir şekilde, deneme yanılma yoluyla, çeşitli deneylerle, neyin işe yarayıp neyin yaramadığını görerek geçiyoruz.

Havacılıkta, uçağın uzaydaki yönünü koruyan jiroskop adı verilen bir mekanizma vardır. Bu, örneğin Kuzey Yıldızı’nda net bir hedefi olan bir motordur ve bu nedenle, herhangi bir yönden nasıl döndüğünden bağımsız olarak, motor, iç ekseni ile kesin olarak belirli bir koordinat setini hedefler.

Biriken bunalımların ve deneyimlediğimiz sorunların sonucu, nihai amacımız olan mutlak sevgi, ihsan etme ve bağ koşuluna ulaşmak zorunda olduğumuzu göz önünde bulundurularak, içimizde benzer bir içsel araç, herkes ve her şeyle ilgili bir içsel tutum geliştirmek içindir.

Böyle bir içsel aygıt geliştirdiğimizde, her şeyin nasıl sakinleşeceğini ve yeni keşfedilen bir denge, uyum, huzur, mutluluk, güvenlik ve güven duygusuna nasıl ulaşacağını göreceğiz.

Dünyanın Uyanışı Ne Zaman Gelecek?

Soru: Şimdi dünyadaki herkes, sizin birkaç yıl önce söylediğiniz şeyi söylüyor: “Birleşmemiz gerektiğini, bu dünyanın küresel olduğunu duyacaksınız.” Onların sözleriyle bir Kabalistin sözleri arasındaki fark nedir?

Cevap: Birincisi, gerçekten yakınlaşıyoruz ve zaman kısalıyor. Geçen yüzyılın yirmili yıllarında Baal HaSulam, tüm dünyanın birleşmesi gerektiğini söylediyse, insanlık bunun hakkında ancak bu yüzyılın yirmili yıllarında konuşmaya başladı. O zamandan beri yüz yıl geçti ve ona bu başlamak üzereymiş gibi geldi.

Ve bağ kurma ihtiyacı hakkındaki sözlerimiz ile dünyanın bu konudaki sözleri arasında birkaç yıl geçti. Bu da, dünyanın ciddi bir gelişim ivmesine girdiğini gösteriyor.

İkincisi, dünyanın ve benim aynı frekanslarda konuşabilmemizi bekliyorum, sadece aynı şey hakkında değil, aynı frekanslarda, sadece ana dalgalar değil, onların içindeki tüm özel harmonikler çakıştığında.

“Bağ” ile insanlar benim demek istediğim şeyi kastetmiyorlar, daha ziyade egoist bir bağı kastediyorlar. Bunun yardımcı olmayacağını düşünüyorum. En azından bir ara aşamaya ihtiyacımız var. Ama yine de dünyanın Kabala’nın neden bahsettiğini anlamaya daha da yaklaştığını göreceğimi umuyorum. Dünya, egoizmi birleşmek amacıyla kullanmaktan değil, egoizmin üstüne çıkmaktan bahsettiğimizi görecek.

Bağ için egoizmin kullanımı, Sovyetler Birliği’nde olan şeydi ve bunun nelere yol açtığını gördük. Egoizmi evrensel sosyal ilişkiler arasına yerleştiremezsiniz; onların üzerine çıkmalısın. Marx, sosyalizm ve komünizm hakkında yazdığında bunu kastetmişti.

Sosyalizm vermek için vermek demektir, komünizm vermek için almak demektir yani egoizmin üzerinde çıkmanın iki manevi derecesi. Vermek için vermek Bina’nın bir niteliğidir, manevi bir derecedir.

İnsanların, önümüzdeki yıllarda gerçekleşmesi gereken doğru bağı anlamaya yavaş yavaş yaklaşmaya başlaması gerekiyor. Sorun şu ki bunu iki yönden tersine çevirebilir miyiz: içsel yükselişimizle ve bunu kitlelere dışarıdan açıklayarak. Düşüncelerimizi ve güçlerimizi dünyaya yaymaktayız. Birçoğu bunu anlamaya, bir kişinin düşüncelerinin dünyayı etkilediği konusunda hemfikir olmaya başlıyor ve bizimki gibi güçlü bir ekip düşünürse, o zaman doğal olarak dünyanın içinden dünyaya etkisi çok büyüktür ve insanlar nereden geldiklerini bile bilmeden bu düşünceleri hissederler. Kitleler bizimle uyum içinde düşünmeye başlıyor.

Sanırım bu yavaş yavaş sıradan, uzak insanların genel farkındalığına geçmeye başlayacak. Bu tür bir farkındalığa, bir sonraki koşulun başlangıcına uyanmaya başlamalarını bekliyorum. Ve o zaman onlarla daha açık konuşabilirsiniz.

Esas olarak, materyal bunun için hazırlanmıştır. Bunu görecek kadar yaşar mıyım bilmiyorum. Sonuçta, doğa vergisi olan karşılıklı birleşme, karşılıklı yakınlaşma ve karşılıklı bağı hissetmeye başlaması gereken, devasa insanlık tabakasından bahsediyoruz. Ne kadar hızlı hissetmeye başlayacaklarını bilmiyorum. Ama yine de materyal hazırlandı ve insanlar gelecektir.

Sanırım benim asıl işim bitti. Tabii ki, bunu mümkün olduğunca uygulamaya başlamak istiyorum. İşe yarayıp yaramadığını görelim.

Bir Ağacın Meyvesi Neyi Simgeler?

Soru: Neden meyvesiz ağaçlar ve meyveli ağaçlar var? Meyve gerçekte neyi simgeliyor?

Cevap: Dünyada ne kadar ürettiğimize ve yaptıklarımızın ne kadar azının gerçekten iyi sonuçlar verdiğine bir bakın. Kural olarak, faaliyetlerimizin çoğu, iyi sonuçlar yani meyveler doğurmaz.

Tüm flora ve fauna aynı şekilde var olmaktadır. Birbirimize doğru davranıyor olsaydık, aynı ölçüde tüm bitkiler bize meyve verir, iyi de meyve verirlerdi. Onlar meyvelerini tam olarak bizim onları kullanabileceğimiz biçimde verirlerdi.

Hali hazırda, etkileşimlerimizde egoizme bağlı olduğumuz ve birbirimize ihsan etme niteliği içinde, doğru davranmak istemediğimizden, eylemlerimizin yalnızca küçük bir kısmının başkalarına karşı iyi bir tutum için bir performans katsayısına sahip olduğu ortaya çıkıyor. Sonuç olarak bunu bitkilerde de görüyoruz.

Başka bir deyişle, meyve, uğruna bazı eylemler yaptığımız hazzı, nihai sonucu sembolize eder. Bu nedenle dünyamızda insan haz almak için çok çaba harcar.

Eğer ihsan etmek için, Yaradan adına, doğru bir şekilde çalışsaydık, o zaman her eylem bizim haz alacağımız meyveleri verirdi. Ama bütün bunlar egoizme gittiği için, sadece küçük çeşitlerde haz alıyoruz.

Baal HaSulam bunun hakkında şöyle yazıyor: Ve şimdi, bir insanın yetmiş yıllık ömrü boyunca duyduğu tüm hazları toplayıp bir tarafa koyduğumuzu ve hissettiği tüm acı ve kederi diğer tarafa topladığımızı hayal edin, eğer sonucu görebilseydik, hiç doğmamış olmayı tercih ederdik.

“Sevgi” Kelimesi Tüm Dillerde Anlaşılabilir

Soru: Aramızda sevgiye gelmek için kendimi iptal etmem neden bu kadar önemli?

Cevap: Bence bunu dünyamızda, birbirimizle olan ilişkilerimizde hissettiklerimizden de anlayabiliriz. Kendimi seviyorsam bir başkasını nasıl sevebilirim? Bu imkânsızdır. Sevginin ifadesi, ancak ötekinin niteliğini, arzusunu, yaşamını kendinizden üstün tuttuğunuzda ve arzu ettiği her şeyi yapmak için var olduğunuzda olur.

Sevginin, başkalarının arzularıyla onları tatmin etmek için bütünleşmek dışında bir tanımı yoktur. Diğer her şey kesinlikle gerçekçi olmayan bir ifadedir: “Seni seviyorum.“ Hayır! Bana somut, maddesel bir tanım verin.

Dünyamız arzular üzerine inşa edilmiştir. Kendi arzumla ve diğerinin arzusuyla ne yapmalıyım? Aramızda “sevgi” olarak adlandırılacak hangi durumları yaratmalıyım? Sadece tüm niteliklerimi diğerini doldurmaya ve tatmin etmeye yönlendirmek için olduğunda buna “onu seviyorum” denir.

Bu açık bir tezahürdür, ona karşı tavrımın bir ifadesidir. Bu yüzden hepimiz alma arzusunda yaratıldık. Eğer başka bir kişinin alma arzusunu onu tatmin etmek için kendiminkinden üstün tutarsam, buna “Onu seviyorum” denir.

Başkası için kendimizi ne kadar feda ettiğimizi ölçecek, zamanla sabitlenebilecek başka bir maddi, açık, saf tanım yoktur. Bu fedakârlıkta öyle dereceler var ki, o zaman bir şeyi sadece başkası için yapmakla kalmayıp, kendime rağmen kendimi aşıp, kendim için yapacağım her şeyi onun için yaparım.

Karşınızdakini kendinizden üstün tuttuğunuzda, bu tutuma sevgi denir. Başka kelimeler de bulabilirsin; dâhil etme, birleşme, değişim ama bütün insanlar arasında ve bütün dillerde en basiti sevgidir.

İnsan Gibi Yaşamak İstiyorsak

Yaradan’a bağlanmak için, sahip olmadığımız güçlü bir arzuya ihtiyacımız var. Arzular, parçalanmış ruhların bütününden ortaya çıkar ve bu nedenle güçlü olamazlar çünkü her şey kırıktır. Bu nedenle, kişinin uyanması sayesinde ortak ruhtan bazı küçük parçacıklar orada burada uyanır.

Bu genel uyanış, ona gerçekten açığa çıkabileceği bir yer yaratmamızı bekleyen saran ışıktan kaynaklanır. Bu saran ışık nedeniyle, kendimizi birbirimize bağlı buluruz ve bir grup halinde toplanma ve Kabala çalışma fırsatı elde ederiz. Bütün bunlar arzularımızı arttırmak içindir.

Ne de olsa arzularımız çok küçüktür ve aynı zamanda doğru bir şekilde yönlendirilmezler. Nerede ve ne amaçla var olduğumuzu bilmiyoruz. Bu, nerede olduğunu bilmeyen ama ona ne olduğunu, ona ne yapılması gerektiğini ve sağlıklı büyümesi için ona nasıl bakacağını bilen ebeveynleri olan küçük bir çocuk gibidir.

Dolayısıyla manevi olarak büyümek istiyorsak, bir gruba getiriliriz ve her türlü koşullardan geçeriz. Grup içinde doğru ilişkiler kurarak kendimizi doğru yönde hedefler ve böylece ilerleriz.

Ayrıca, gelişimin o kadar ileri bir aşamasındayız ki, bu bireysel olmaya son vermektedir. Yani, tüm insanlığın uyanmak zorunda olduğu son nesil denilen döneme giriyoruz. Bugün, küçük bir grubun veya bireysel Kabalistlerin uyanışı, önceki nesillerde olduğu gibi artık yeterli değil.

Hepimizin Adam HaRişon’un aynı arzusuna ait olduğumuzu anlamalıyız ve ona daha da yaklaşmalı ve onun içine dahil olmalıyız. O zaman Yaradan’ın bize daha somut bir şekilde yardım ettiğini göreceğiz.

Bugün dünyada böylesine büyük bir nefretin açığa çıkması tesadüf değildir ve bu her geçen gün daha da alevleniyor. Görünüşe göre bu, tüm savaşları zaten durdurması ve daha yüce şeylerle ilgilenmesi gereken insanlığın yüksek gelişme düzeyiyle kesinlikle uyumlu değildir.

Ama tam tersi olacaktır. Uzay uçuşlarını ve önemli konuları unutacağız. Eğer, bağımız üzerinde çalışmaya başlamazsak, insanlığın her geçen gün nasıl daha da dibe battığını ve sefil işlere daldığını hissedeceğiz. Sonuçta yapmamız gereken asıl şey herkesi Adam HaRişon sistemine bağlamak. İnsanlık bu metodu öğrenirse ve neden yanıldığını ve sürekli zor durumlara düştüğünü anlarsa, bu şekilde ıslaha daha da yaklaşacaktır.

İnsanlığın mühendislikte, yüksek teknolojide, bilimde, kültürde ve eğitimde daha fazla ilerleme kaydettikçe, sanki yıldızlara ulaşabilecekmiş gibi ilerleme kaydetmesi ve aynı zamanda Dünya gezegenindeki yaşamımızın giderek daha sefil, ürkütücü ve kasvetli hale gelmesi şaşırtıcıdır. Gübre içinde sürünen böceklere benzeyeceğiz.

Sonuçta, bağa doğru ilerlemezsek, diğer tüm başarılarımız bize hasar verecek ve bizi yenecek. Doğru gelişmemize izin vermeyecekler ve hayatımız daha da kötüye gidecek.

Bununla birlikte, egoizmin ıslahı, basitçe üstesinden gelmek imkansızdır. Egoizmimizin üzerinde bağ kurmalıyız. Yani, bugün egomuza karşı savaşmak zaten işe yaramaz, tıpkı her insanın bireysel olarak geliştiği önceki nesillerde olduğu gibi.

Bizim çağımızda, egoizmi yenmenin tek bir yolu var: birlikte, toplu olarak. Aramızda kurduğumuz bu bağ, sevgi, karşılıklı ilgi ve garanti alanı bizi kurtarmalı ve yeni bir duruma getirmelidir. Aksi takdirde başarılı olamayız.

“Kabala Dünyaya Ne Sunar?” (Quora)

Kabala bilgeliği çok basit bir şekilde dünyanın insan doğası tarafından kontrol edildiğini söyler ki bu sadece kendi yararına bir alma arzusudur.  İnsan doğasını düzeltmezsek yani onu tersine çevirerek, başkalarına ve doğaya fayda sağlamayı amaç edinemezsek, o zaman dünya, bir dünya savaşıyla kendini bitirecek noktaya dek bozulacaktır.

Eğer kurtarılmak istiyorsak, o zaman insan doğasını düzeltmeliyiz. Bundan başka bir yol yok.  Bize kaçınılmaz olarak gelmiş olan ve bizi geliştiren negatif güce ek olarak, doğanın pozitif gücünü de çekerek insan doğasını düzeltebiliriz. Bu iki gücü birbirine zıt olarak dengeler ve aralarında barış içinde yaşarız.

Doğanın pozitif gücü sevgi, ihsan etme ve karşılıklı düşünmedir. Kötü eğilim yani insan egosu içimizde bulunur ama onunla başa çıkmaya çalışmamalıyız. Yalnızca ona karşıt iyi bir eğilim geliştirmemiz ve doğanın olumlu gücünü çekmeye odaklanmamız gerekiyor.

Doğanın pozitif gücü her yerde mevcuttur, oysa kötü eğilim kalbimizdedir, bu insanın doğasıdır.  Tüm dünyayı kendi yararına kullandığı ve hatta başkalarını incitmekten zevk aldığı için hayatımızdaki olumsuz ve yıkıcı her şeyin arkasında o vardır. Bununla birlikte, içimizde bir de olumlu bir güç vardır.  Bu ikisi arasındaki fark, kötü gücün istemsiz olarak ortaya çıkmasıdır, oysaki pozitif gücü kendi çabalarımızla üretmemiz gerekir.

Olumlu gücü hayatımıza çektiğimizde, iyi bir dünyada yaşadığımızı hissedeceğiz. Dünyanın iyiliği için hem olumlu hem de olumsuz güçleri nasıl kullanacağımızı bileceğiz. İşte o zaman herkes arasında olumlu bir bağa, her şeyin iyi ve hoş göründüğü bir karşılıklı yardımlaşma durumuna ulaşacağız. Hayatta hiç kimseden kötü bir şey gelmeyeceğini, herkesin birbirine dostça yaklaşacağını ve bizim de o samimi atmosfere dâhil olduğumuzu göreceğiz.

Bu küresel ölçekte ne anlama geliyor? Bu, şu anda insanlar ve ülkeler arasında tanık olduğumuz kötülük yerine, sadece pozitif gücü keşfedeceğimiz anlamına geliyor.

Bugün yüzleşmekte olduğumuz küresel risklerin diğer tarafında, pozitif gücü hayatımıza çekersek eğer dünyayı dolduracak nitelikler olan bağ, sevgi, sıcaklık ve karşılıklılık vardır. O zaman doğanın ve bizim yarattığımız her şeyin, bizlerin yararına hareket ettiği bir duruma ulaşacağız ve hiçbir yerde belirli bir bireyin bir başkasının pahasına kazanç elde ettiğini görmeyeceğiz.

“İklim Krizi – Çocuk Oyuncağı Değil” (Medium)

Gezegenin zamanı azalıyor – insanlık, dünyanın kaynaklarını doğal şekilde iyileştirebileceğinden daha hızlı kullanıyor. Bu, 5 Haziran’da kutlanan Dünya Çevre Günü vesilesiyle Birleşmiş Milletler ‘in iklim krizine ilişkin açık değerlendirmesidir.

Bu yılın teması “Sadece Tek Bir Dünya”. Ancak akılda kalıcı sloganların ötesinde, gerçek şu ki, yaşamak için gerçekten tek bir yerimiz olduğunun farkında değiliz: Dünya Gezegeni. Çevremize yönelik pervasız hareketlerimizle kendi ayağımıza ateş etmeye devam ediyoruz.

Kaç kişinin, bağırıp çağırmaya devam etmesine, çevre krizi hakkında durmadan konuşmasına, kaç toplantı yapılmasına ve kaç karar alınmasına rağmen, görünen o ki hiçbir şey yardımcı olmuyor. Ya gezegenin halini şimdi olduğu gibi bırakırız, tüm sorunları görmezden gelir ve bir sonraki felaketin olmasını bekleriz ya da şimdiye kadar yaptığımız her şeyin etkisiz ve sonuçsuz olduğunu kabul eder ve sonunda gerekli olan keskin dönüşü yaparız.

Eğitim ve Çevre Koruma Bakanlıkları geçtiğimiz günlerde, gezegenin tehlikeli durumu hakkında farkındalığı artırmak için İsrail okullarının iklim kriziyle ilgili dersleri, gelecek yıldan itibaren her yaştaki öğrenci için zorunlu hale getireceğini duyurdu. Anaokulundan liseye kadar, öğrenciler için haftada bir saate eşdeğer bir çevre programını müfredata entegre etmeye başlayacaklar.

Bu bir fark yaratacak mı yoksa çevre sorunlarını çözmek için önceki çabalar gibi başarısız mı olacak? Cevap, bu çalışmalara harcanan saatlere veya bunları kimin geliştireceğine bağlı değildir. Daha ziyade, neyin öğretildiğine ve öğrencilerin iklim krizinin nedenlerini ve nasıl çözüleceğini ne ölçüde anladıklarına bağlıdır.

Küresel çevre krizinin ciddiyetini, bunun gezegeni yok etmek için bize doğru gelen bir uzay gemisine benzetilebileceğini ve Dünya’da yaşayan bizlerin, bundan zarar görmemek için hazırlanmamız gerektiğini biliyoruz. Ve nasıl hazırlanıyoruz? İklim krizinin, bir insan krizinin sonucu olduğunu açıklamamız gerekiyor. Dolayısıyla, dünyayı dengeye getirecek nihai çözüm, kendimizi olumlu insan ilişkileri geliştirmek ve içsel olarak birbirimize daha yakın olmak için değiştirmemizdir. Yani kalp fiziksel olarak değil, duygusal olarak genişlemelidir. Tüm dünyayı her birimizin bir parçası olarak hissetmeye ve tüm dünyayı kendimize önem verdiğimiz gibi önemsemeye başlamak için.

Bu doğrudur, çünkü doğa bir hiyerarşi aracılığıyla işleyen bütünsel bir bağ sistemidir. Sistemdeki herhangi bir derecede ne olursa, diğer tüm dereceler bundan etkilenir. Sistem üzerindeki etkinin yoğunluğu, hiyerarşik sıralamada nerede durduğuna karşılık gelmektedir. İnsan ırkı, cansız, bitkisel ve hayvansal olanın üzerinde, doğadaki en yüksek seviyedir. Bu nedenle, sistemin ekolojik dengeyi en çok bozan kısmı, doğanın diğer kısımları da dahil olmak üzere, başkalarının çıkarlarını hiçe sayan insanların egoist eylemleridir.

İnsanlık, zararlı içgüdülerinin tüm kararlarına hükmettiğini ve doğadaki dengesizliğin birincil kaynağı olduğunu anlayana kadar, bu kendine odaklı eğilimi düzeltmek için hiçbir şey yapamaz. Karşılıklı anlayış, özen ve işbirliğine dayalı ilişkilerin nasıl kurulacağını öğrenerek, doğadaki tüm seviyelerde uyumu geri getirebilecek olumlu bir güç yaratılır. Bu, öğretilmesi gereken çok önemli bir gerçektir.

Tüm olumsuz egoist eğilimlerimizi nasıl aşacağımızı öğrendiğimizde ve hepimizin tek, bağlı ve tamamen birbirine bağımlı bir mekanizmanın bireysel parçaları olduğumuzu kabul ettiğimizde, başkalarına iyilik yapmanın bizim için de iyi olduğunu anlayacağız. Bugün nasıl tüm doğayı yok eden bizsek, bizim onu onaracak gücümüz de var. Gezegenin geri sayımı devam ediyor ama insan ilişkilerimizi geliştirmek için düşüncelerimizi, eylemlerimizi ve arzularımızı değiştirirsek onu kontrol etmek için hala bir fırsata sahibiz.

 

“Bizi İlgili Hale Ne Getirir? (Medium)

Geçtiğimiz birkaç ayın ve hatta son birkaç yılın olayları bize çok önemli bir ders veriyor: Hayatta kalmak istiyorsak, bunu nasıl yapacağımızı doğadan öğrenmeliyiz, çünkü kendi fikirlerimizi takip edersek, insan medeniyetini ve gezegenimizi yok edene kadar bu aptalca gidişata devam edeceğiz. Doğaya baktığımızda, tüm parçalarını mükemmel bir duvar halısı haline getiren bir yasa vardır: denge ve işbirliği. Bu yasa tamamen biz insanların kendi toplumumuzda uymadığı şeydir. Denge yerine, başkalarının pahasına öne çıkmak için çalışıyoruz ve işbirliğini sömürü ile değiştiriyoruz. Şayet böyle devam edersek, yok olma yolundayız.

Hemen bir kerede birbirimizi sevmemiz, hatta birbirimizi önemsememiz gerektiğini söylemiyorum. Ancak, doğanın yasalarını ve onları çiğnediğimizde ne olduğunu bilmeliyiz. Şu anda denge ve işbirliği yasasına aykırı davrandığımız için, bunu bozmanın sonuçlarını, cezasını da bilmeliyiz.

Cehaletimizin ve kibrimizin bazı sonuçlarını şimdiden hissediyoruz. Gıda kıtlığı dünya çapında kötüleşiyor ve yüzyıllardır bilinmeyen yerlerde açlık gerçek bir tehlike haline geldi. Petrol/doğalgaz sıkıntısı aynı zamanda batıda, önde gelen OECD ülkelerinde üretimi engellemekte ve enerji güvensizliğine neden olmaktadır ve genel atmosfer, zor günlerin yaklaştığı yönündedir.

Aslında, bu sadece başlangıç. Uzmanlara göre, yıllarca süren yoksunluk ve kıtlığa doğru bakıyoruz.

Ama bunun gerçek bir nedeni yok. Hiçbir doğal afet, insanlığın bol miktarda yiyecek veya bol miktarda gaz ve petrol üretme yeteneğini engellemedi. Bu eksiklikleri sadece birbirimizi ezmek amacıyla yapan biz insanlarız. Hareketlerimizi nefretten başka hiçbir şey yönlendirmez ve nefret, nihayetinde nefret edenler de dâhil olmak üzere her şeyi yok eder.

Yaptığımız her şey, başkalarını yenmek ve onlara boyun eğdirmek için olan bir motivasyondan kaynaklandığından, yaptığımız hiçbir şey başarılı olmaz. Bir çaba başarısız olduğunda, diğerine geçeriz ama o da aynı nedenle başarısız olmaya mahkûmdur: başkalarına karşı kötü niyetlerimiz.

O halde doğamızı nasıl değiştirebiliriz? Başkalarına önem vermemizi ne sağlayabilir? Bunu yapmak için önce kendi doğamız hakkındaki gerçeği kabul etmemiz gerekir ve sonra içimizde yeni bir tane beslemeye başlayabiliriz. Diğer tüm varlıkların içgüdüsel olarak yaptıklarını – denge ve işbirliği yasasını takip etmek – bizler ancak bilinçli olarak seçersek başarabiliriz. Bunu yapmanın yolu, doğuştan bu yasaya zıt olduğumuzu anlamak ve sonra hayatımızın her yönünü dikkatlice incelemek ve onu bu yasaya göre çalışacak şekilde ayarlamaktır.

Bu yasayı, yalnızca insanların zor yoldan öğrenmesi haksızlık gibi görünebilir, ancak sürecin sonunda büyük bir ödül vardır. Öğrenme sürecinden geçmesi gereken sadece insanlar olduğu için, ödülü alacak olan da sadece biziz.

İnsan doğasını ve gerçekliğin geri kalanının doğasını öğrendiğimizde, onları karşılaştırmaya başlarız. Sonuç olarak, yavaş yavaş denge ve işbirliği yasasına değer vermeyi öğreniriz. Bizler herhangi bir varlıktan çok daha derinden anlarız çünkü onu karşılaştıracak bir şeye sahibiz, yasanın olumsuz bir görüntüsü ve onun elle tutulur sonuçları. Denge ve işbirliği yasasına göre hareket etmeye başladığımızda, bunun nedeni, kendi doğamızı öğrendikten ve ondan kaçınmayı seçtikten ve yeni, daha kapsayıcı ve işbirlikçi bir doğayı benimsemeyi seçtikten sonra bilinçli bir seçim yapmamızdır.

O halde bizim için başkalarını önemsemeyi öğrenmek, içgüdüsel bir süreç değil engin bir bilinci derinleştirme ve yolun her adımında yabancılaşma ve sömürü yerine, ilgi ve bağı seçmenin derin bir sürecidir. İnsanın hayvan üzerindeki gerçek avantajı budur – bilincin armağanı. Ancak, bunu üstünlük yerine dengeyi ve sömürü yerine işbirliğini seçtikten sonra kazanırız.

İnsanlığın içinden geçmekte olduğu sancılı süreç, eninde sonunda bizi bu seçimi yapmaya yönlendirecektir. Ancak farkındalık, süreci kısaltabilir ve çok daha kolay ve hızlı hale getirebilir. Bütün dertlerimizin birbirimize olan kin ve zalimliğimizden kaynaklandığını ne kadar çabuk anlarsak, o kadar çabuk gözlerimizi açar ve başka bir seçeneğin olduğunu fark ederiz. Sonrasında denge ve işbirliği seçeneğini ne kadar erken seçersek, sıkıntılarımız o kadar çabuk biter ve barış başlar.

“Evrim Treninin Sonraki Durağı” (Medium)

Sadece birkaç dakikalığına özel bir trende, insan evrimi treninde olduğumuzu hayal edelim. Tren bir sonraki durağına yaklaşıyor ve peronda duruyor. Trenden indiğimizde “Bağ Kurmuş Dünyaya Hoş Geldiniz” yazan bir tabela görüyoruz.

İlk başta, hiçbir şey farklı görünmüyor; her şey bildiğimiz dünyaya benziyor. Ancak yeni dünyaya adım atarken, bazı şeylere çarpmaya başlıyoruz ve çarpışmalar giderek daha acı verici hale geliyor. Görünüşe göre, bağ kurmuş dünya bizimkine benziyor olabilir, ancak tamamen farklı yasalar tarafından yönetiliyor.

Dünya çok hızlı değişiyor. Üzerimizde işleyen güçler, bizi başka bir farkındalık düzeyine geçmeye zorluyor. Doğanın geçerli olan kanunlarını anlamaya başlamamızı, yaşadığımız dünyaya daha yüksek bir perspektiften, dar vizyonumuzdan daha geniş ve küresel olarak bakmamızı talep ediyor.

Binlerce yıldır medeniyet, bireyci bir zihniyetle gelişiyor. Her birimiz büyümeye devam eden benmerkezci dürtüler tarafından yönlendirildik. Ama şimdi bu dürtüler bizi durma noktasına getirdi.

Günümüz gençleri kendilerini kaybolmuş, yönünü şaşırmış, hayatlarında ne yapacakları ve hayattan ne istedikleri konusunda kararsız hissediyorlar. Onlar farklı olduklarından, kendi kurgumuza göre inşa ettiğimiz dünyada, kendilerini uyumsuz gibi hissetmekteler.

Binlerce yıl boyunca ego kraldı. Çalıştık, iş yaptık ve para kazandık. Şimdi birdenbire kontrol edemediğimiz ve anlayamadığımız sayısız unsurla küresel bir ağ içine kilitlendik.

Her an, birinin bir yerde yaptığı her hareket tüm insanlığı etkiliyor. Kelebek etkisi, bir teoriden günlük gerçekliğimize dönüştü. Her şeyin birbirine bağlı ve birbirine bağımlı olduğu böyle entegre bir dünyada, birbirimizin ihtiyaçlarını hesaba katmaktan başka seçeneğimiz yok. Yavaş yavaş, daha fazla engelle karşılaşarak, herkesi düşünmedikçe kimsenin başarılı olamayacağını anlıyoruz.

Sorun şu ki, bunu yapmak için tasarlanmadık. Anlayışlı bir şekilde düşünmüyoruz ve samimi bir ilginin dahi mümkün olduğunu hissetmiyoruz.

Bu, insanlığın bir sonraki büyük mücadelesi olacak: tüm insanlara karşı yeni bir davranış modeline geçiş. Bize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkalarına yapmamakla işe başlamamız gerekecek, bugün kulağa ne kadar fantastik gelse de, ta ki birbirimizi gerçekten sevdiğimiz bir duruma gelene kadar.

Bu evrimsel değişim, bizim irademiz ne olursa olsun gerçekleşecektir. Bu halen devam ediyor. Tek soru, hepimizin aynı gemide olduğumuzu acı bir şekilde fark etmemizi sağlayacak daha fazla darbe olmadan buna uyum sağlayıp sağlayamayacağımızdır.

Şimdi gözlerimizi açmanın ve bağlı olduğumuzu hissetmeyi öğrenme zamanı. Şimdi kendimize yeni bir düşünce paradigmasını öğretmenin zamanı – herkesin yararına olan benim yararıma da olduğu için, başkalarını da içeren bir paradigma.

“Dünyanın Bu Dengesiz Haline Bizi Ne Getirdi?” (Medium)

İnsanın haz alma arzusunun gelişimi, akrabalar arasındaki güç mücadelelerinden ülkeler ve bloklar arasındaki savaşlara kadar tüm nüanslarıyla bugün bize ifşa olmaktadır. Bu arzu, bu şekilde yaşamaya devam edemeyeceğimizi anlamamız ve hayatta kalmamızı sağlayacak değişiklikler yapmaktan başka çaremizin olmadığını anlamamız için, kötü insan doğamızı ifşa etmemize neden oluyor.

Örnek olarak, Amazon yağmur ormanlarının derinliklerine doğru yolculuk edelim. Kendilerinin ve sizin farklı ruhlar olduğunuzu hissetmeyen yerli insanlarla tanıştığınızı hayal edin. Onlarla yolları kesişen herhangi biri, onlara göre bir aile üyesi gibi gelir ve onlar başkalarına karşı kötü niyetli düşünceler beslemezler.

Buna karşılık, dünyanın metropollerinden birine uçun ve onların muhteşem kültürel anıtlarını gezin. Aniden arkanızda hızlı ayak sesleri duyarsanız, kalbiniz hızla çarpmaya başlar ve bir yabancı tarafından saldırıya uğramak üzere olup olmadığınızı kontrol etmek için arkanıza bakarsınız.

Bir kültür ne kadar gelişmişse, içinde o kadar fazla yabancılaşma, yalnızlık, tehlike ve korku hissedilir. Artık bir insanın güvenli sığınağı olması gereken evde bile, kardeşler (kim daha güçlü, kim daha başarılı, kontrol kimde) ve eşler arasında güç mücadeleleri ve şiddetli rekabet var.

Gelişmiş toplumlarda, doğal yakınlık duygusu kaybolur çünkü bu insanın doğasıdır. Dünyanın iç motoru haz alma arzusudur. Bu arzu içimizde gelişir ve bir yandan bizi ileri teknolojiler, karmaşık ve hassas yetenekler icat etmeye iterken, diğer yandan yavaş yavaş bizi birbirimizden ayırır. Bir zamanlar insan toplumu, yalnızca Amazon’daki kabileler arasındaki gibi kapalı ilişkiler içinde yaşıyordu. Bugün insanlar büyük ölçüde acımasız, rekabetçi ve militan bir küresel metropolde yaşıyor.

Anaokulunda bile bu arzunun nasıl işlediğini, ellerinde birkaç oyuncağı olan ve bazılarını başkalarına verebilecekken çocukların, onlara nasıl tutunup paylaşmadıklarını görebilirsiniz. Biz yetişkinler için haz arzusu, nezaket ve incelik katmanları içinde gizlenmiştir, ancak açıkça çoğalmış ve yoğunlaşmıştır. Bunlar, artan egoizmin, başkalarını dikkate almadan kendini tatmin etme yönünde artan doğal arzunun göstergeleridir.

Böyle devam etmenin imkânsız olduğunu ve kendimizi ve dünyayı bizimle birlikte yok ettiğimizi anlasak bile, içimizde büyüyen, başkaları pahasına kendi yararımıza almak için olan, bu doğal arzuyla nasıl başa çıkacağız? Değişme gücünü nereden bulacağız? Sadece kendimiz için haz alma arzusunu nasıl şekillendirebiliriz ki, en azından birbirimizi yememe noktasına kadar başkalarına yakın hissedelim?

Hayvanlar da haz alma arzusuna sahiptir ancak bu sınırlıdır. Bu arzu birbirlerini yok etmelerine izin vermez. Tüm hayvan ve bitki yaşam formları arasında bir denge vardır, birbirlerini destekler ve yardım ederler. Ama insanların içindeki ego, dünyada sadece bir kişiye yer olduğunu düşünmek için büyür- o da benim!

Evrimleşmiş bir insanda denge artık içgüdüsel olarak çalışmıyor, ancak onu harekete geçirmeyi öğrenmeliyiz. İnsanlığı, hiçbir egoist baskının egemen olmadığı, başkalarını sömürmediği ve yenmediği, aksine, başkalarına fayda sağlama arzusunu harekete geçirdiği bir duruma getirme metodunu öğrenmeliyiz; gerçek bir biz duygusu geliştireceğiz.

Bağa doğru küçük adımlar atmaya başladığımızda, insanın iradesinde yeni bir tutum kendini gösterir, doğanın evrensel gücünden, bizi yaratan güçten gelen bir verme niteliği. Bu, bizim bencil tutumlarımızı değiştirmemizi ve kendimiz de dahil olmak üzere herkesin yararı için davranışlarımızı değiştirmemizi bekler.