Category Archives: Egoizm

Olumlu ve Olumsuz Kıskançlık

Yorum: Kıskançlığın, Kabala’da bizi ilerleten iyi bir nitelik olduğunu söylediniz.

Cevabım: Evet, eğer kıskançlık iyiyse bir grup oluşturur, kötüyse onu yok eder. Bu nasıl bir kıskançlık olduğuna bağlı. 

Başkalarının çalışma şeklini kıskanırsam, ben de onlar gibi çalışmak isterim, kendim de böyle ilerlemek isterim. Kıskançlığın zeki, gelişmiş insanlar yarattığı söylenir. Dünyayı bilgiyle zenginleştirir. Bu ancak en iyi, akıllı, yetenekli, başarılı insanlar gibi olmak istediğim zaman iyi bir kıskançlıktır. Bir çocuğun böyle bir hissi varsa, o zaman harika! Ya tersi olursa?

Olumsuz kıskançlık, küçük, dar kafalı bir bencillik niteliğidir.

Soru: Kişi için, birisini başkalarının gözünde küçültmek neden bu kadar kolay? 

Cevap: Çünkü bundan fayda elde eder, kendini yükseltmeye gerek duymaz. Eğer başka birisi aşağıda ise, bu demektir ki ona göre ben daha yüksekteyim ve benden üstün birine kıyasla kendimi yükseltmem çok zordur.

Yorum: Modern, devasa mega kentlerin kültürü öyledir ki, kural olarak başkalarını küçülterek kendilerini yükselten insan grupları vardır. Herkes onların ateşi altına düşmekten korkar.

Cevap: Elbette. Biz böyle yaşıyoruz.

Egoizmin Büyümesinin Durması Bizi Neye Mecbur Eder?

Soru: Dünyadaki bütün devrimlerin, belli bir plan dâhilinde ilerlediğine inanılıyor. Terörist kisvesi altında özel servisler birilerine saldırıyor. Bu yöntemin bir sınırı var mı?

Cevap: Bunun bizim dünyamızda ne şekilde belirlendiği ne fark eder ki? Sorunlu bölgeler her yerde. O kadar çok silah birikti ki, ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bir insan evde her şeyi yapabilir.

Mesele, cinayet aletlerinde ya da mantıkta değil, yaratılış programını iyi veya kötü yönde daha fazla uygulamak için gerekli olduğu gerçeğindedir. Tam olarak hangi yol? Bu sadece bununla ilgili.

Dünya zaten birleşme yolunu izliyor. Ondan kaçamazsınız. Tek sorun buna ulaşmak ve buna katkıda bulunmak gerektiğini anlama ölçüsündedir, yol bu ölçüde daha iyi hale gelir. Dünya bunu anlamıyorsa, anlayana kadar bir çocuk gibi cezalandırılır.

Bizler hali hazırda bu fikri dünyaya anlatabilecek durumdayız ve açıklıyoruz. Bunu az çok başarılı bir şekilde ve iyi bir tempoda yaptığımızı düşünüyorum. En azından nasıl çalıştığını görüyoruz. Dünya, gidecek hiçbir yeri olmadığını anlamaya başlıyor; insanlarda yeni, tamamen olağandışı değişikliklerin meydana geldiğini ve egoizmlerinin büyümeyi durdurduğunu hissetmeye başlıyor.

Sadece insanlığın değil, küçük bir egoist çekirdekten güneş sisteminin gezegenlerine kadar gelişen (ve egomuzun gelişimi buna sürekli olarak eşlik ediyordu) evrenin varoluş tarihinde, ilk kez, egoizm kendi kendine büyümeyi aniden durdurdu.

Küresel olmaya ve bağ kurmaya ve her parçası birbiriyle uyumlu doğanın geri kalanıyla aynı olmalarını insanlardan talep etmeye başladı. Ve insan bu koşulda değildir, kendi arasında veya doğa ile birlikte değildir.

Bu nedenle, etrafımızı saran cansız, bitkisel ve hayvansal doğanın tümü, bizi şimdi bunu yapmaya itiyor. Evrende, tüm dünyada ilk defa, son zamanlarda sürekli katlanarak büyüyen egoizm, hafif eğimli bir çizgiye ulaşmış ve daire olmaya başlamıştır. Artık büyümüyor, ancak bizi karşılıklı garanti içinde bütünsel olarak birbirine bağlı olmaya mecbur ediyor.

Kendinizi Klipot’tan Nasıl Koruyabilirsiniz?

Soru: Klipot, ıslahın sonuna kadar bizimle kalacak. Kendimizi onlardan nasıl koruyabiliriz?

Cevap: Sadece dostlara yakınlaşarak, kişi sadece dostlarına tutunup onlarla bir olmak istediğinde. Başka bir yol yok çünkü Klipa uzaklaşmak, uzağa itmek, kendi içine yoğunlaşmak için, kendini diğerlerinden soyutlamak arzusudur.

Grupta, dostları ayırmak için hareket eden ortak bir Klipa vardır; bu gururdur, kıskançlıktır, vs.dir.  Ve özellikle ihsan etme niteliğinin, üst gücün, Yaradan’ın büyüklüğüne karşı hareket eden Al Menat Lekabel‘in (Amalek) Klipa‘sı vardır. Kişiye der ki: “Senin çıkarın, senin kazancın daha önemli.”

Soru: Bu, manevi çalışmanın ve arınmaların tamamından geçmenin ve Klipot‘a düşmemenin imkansız olduğu anlamına mı geliyor?

Cevap: Doğal olarak düşmeli ve yükselmeliyiz, düşmeli ve yükselmeliyiz. Bu şekilde düşüşlerimizden Klipa‘nın küçük bir parçasını kendimizle birlikte yükselteceğiz, biraz bu kabuktan, biraz egoizmden, biraz kıskançlık, haset ve diğer her şeyden. Egoizmimizin bu parçalarını yükselterek onları ıslah edeceğiz.

Durmak Mı Yoksa Hareket Etmek Mi?

Hareket çokluğunun insana acı verdiği bilinir çünkü bu O’nun özünden dolaylı bir uzantıdır. Ancak maldan ve varlıktan mahrum kalmak da imkânsızdır, bunun için de köke zıttır, çünkü kök bollukla doludur. Bu nedenle, servet elde etmek için hareket etmenin azabını seçeriz.

Ancak, tüm malları ve servetleri yalnız kendileri için olduğundan ve “yüzü olan iki yüz ister” olduğundan “kişi, arzusunun yarısı elinde ölür.” Böylece her iki taraftan da acı çekerler: artan hareketin ızdırabından ve yarısından yoksun oldukları malların eksikliğinin üzüntüden dolayı acı çeker. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, “İç Gözlem,” Bölüm 4, Madde 21)

Egoizmimiz yani doğamız, öyle bir şekilde düzenlenmiştir ki ya tam bir dinlenme halinde olmak ya da eksiğimiz olan şeyle dolmak isteriz. Tüm hayatımız, arzuladığımız şeyle nasıl doldurulabileceğimizi aramakla geçer.

Burada her zaman iki seçeneğimiz vardır: ya hareketsiz kalmak ya da bizi tatmine götüren bir harekete girmek. Ve zaten hareket etmeye karar verdiyseniz, o zaman önünüzdeki hedefi net bir şekilde görmelisiniz.

Asıl Düşmanla Nasıl Başa Çıkılır?

Yorum: Psikologlar, saldırganlığın, kişinin kurtulamayacağı bir parçası olduğunu söylüyor.

Cevabım: Evet. Hiçbir yolu yok.

Yorum: Bunun kökenlerinin, insanların hayvansal geçmişinde olduğunu söylüyorlar.

Cevabım: Egoizmin içinde.

Soru: Psikologlar, saldırganlığın yaşayan varlıkların, hayvanların ve insanların hayatta kalma arzusundan kaynaklandığını söylüyorlar. Bunun anlamı, saldırganlığın açlık, korku veya savaş olduğu zamanlarda ortaya çıktığı mıdır?

Cevap: Genellikle hayatın her anında ortaya çıkar. Bu insanoğlunun temelidir. Hayatımın her anında bir şeylerin üstesinden gelmek zorundayım.

Soru: Saldırganlık, barışçıl amaçlara yöneltilebilir mi? Barışçıl olmayan amaçları herkes anlar. Peki ya barışçıl amaçlar?

Cevap: Barışçıl amaçlara doğru demek, kendime karşı demektir.

Soru: Yani saldırganlık mevcut durumda kendimden dışarıya doğru mu yönlendiriliyor? Bu vektörün kendime doğru dönmesi gerektiğini mi söylüyorsunuz?

Cevap: Yavaş yavaş, azar azar, bunu bir şekilde kendime doğru döndürmem gerekiyor.

Soru: Bu, saldırganlığın var olduğu ve böylece onu yavaşça kendime çevirebileceğim anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet.

Soru: İçimdeki saldırganlığı neye karşı yönlendiriyorum? Kendimde neye saldırmalıyım?

Cevap: Gerçek şu ki, başkalarına saldırmak istemem benim doğamda var.

Ama eğer bunu kendime karşı çevirmek istersem, o zaman bu kendimle gerçek bir kavgadır, içinde ihsan etme niteliğinin, başkalarıyla bağ kurma niteliğinin inşa edildiği bir savaştır.

Soru: Öyleyse bu, benim asıl “ben”ime saldırdığım anlamına mı geliyor? Bende kendini doğrulayan bana ait “ben” mi?

Cevap: Senin “ben”in, başkalarından nefret etme, başkalarına hükmetme arzusudur. Bunu zıt arzuya çevirirseniz, böyle bir nitelikte kalmanın imkânsız olduğunu fark ederseniz, bunun yerine ihsan etme ve sevgi niteliğini, manevi bir niteliği alırsınız.

Soru: Peki öyleyse, kendime karşı saldırganlık iyi midir? Kötü olandan – başkalarına karşı saldırganlıktan – kendime karşı saldırganlığa dönüşüyor ve bu iyi bir şeydir. Saldırganlık bu yüzden mi var?

Cevap: Evet. O zaman kendine gerçekten bir düşman gibi davranmaya başlarsın. Ve bu iyidir.

Yorum: İnsanlığın çok fazla çabalaması gerekiyor.

Cevabım: Bu zor olacak; başka seçeneği olmayacak. Öyle acılar yaşanacak ki insanlar bunu isteyecek.

Soru: İnsanlık için etrafta sadece düşmanlar var. Herkes etrafta sadece düşmanların olduğunu hissediyor. Ama siz düşmanların içinizde olduğunu söylüyorsunuz. Bu formül benim için net. Ama bu bir insanın zihnine ve kalbine girebilir mi?

Cevap: Eğer sen bunu anlıyorsan, başkaları da anlayacaktır.

“Eğer Doğru Soruyu Sorarsak, Cevap Bellidir” (Linkedin)

Nihayetinde, herkesin istediği şey, iyi bir hayata sahip olmaktır. İyi bir yaşam, herkes için aşağı yukarı aynı anlama gelir: yaşamak için iyi bir yer, sofrada yemek, sağlık, çocuklar için eğitim ve en önemlisi – parlak bir yarının kesinliği. Kendimize, böyle bir yaşam sürmekten bizi neyin alıkoyduğunu sorduğumuzda, çoğu insan için açıktır ki, yalnızca egomuzun tüm biçimleri (gurur, tiranlık, sömürü, zorbalık, zalimlik) iyi bir yaşam sürmemizi engeller. Ancak, egoyu nasıl yeneceğimizi sormak yerine, kendimizi diğer insanların egolarından nasıl koruyacağımızı, en iyi durumda ya da en kötüsünde, kendi egolarımızı diğer insanlara nasıl empoze edebileceğimizi soruyoruz.

Bu, bariz soruyu sormamamızın bir nedeni var: Mutluluğa giden yolumuzdaki tek engeli nasıl aşacağız? Bizi engelleyen şey yani ego, dikkatimizi dağıtır ve dikkatimizi başka şeyleri veya insanları sorun olarak görmeye yönlendirir. Ama bir an için duygularımızın üstüne çıkar ve mantıklı düşünürsek, eğer birbirimize yakın hissetseydik, düşman gibi değil de aile gibi hissetseydik, birbirimize karşı savaşmayacağımızı anlarız.

Egonun bize oynadığı oyunlar yeni değildir. Binlerce yıldır bizi birbirimize düşürüyor. Binlerce yıldır birbirimizi öldürüyor, sömürüyor, taciz ediyor ve komşumuzun acısına seviniyoruz. Bunu başka hiçbir varlık yapmaz, sadece insanlar çünkü “ego” denen içsel yılana sadece insanlar sahiptir.

Eski toplumlar bugün bizimki kadar zehirli değildi. Bazı durumlarda, gerçekten bir aile gibi yaşadılar. Ancak ego sabit kalmaz; yoluna çıkan her şeyi şiddetlendirir ve zehirler. İnsanlık her seçeneği denedi. Aşırı solu ve aşırı sağı, kapitalizmi ve sosyalizmi, anarşi ve katı düzeni, monarşiyi, demokrasiyi, teokrasiyi denedi, liste uzayıp gider. Hiçbiri işe yaramadı ve ego zihinlerimizi ve kalplerimizi yönettiği sürece, hiçbir şey işe yaramayacaktır.

İnsanlık bitmek bilmeyen bir savaşın içine gömülürken, yaklaşık 4000 yıl önce yaşamış bir adam doğru soruyu sordu: İnsanlık, kalbimizdeki egoyu nasıl yenebilir? Bulduğu cevap onu o kadar mutlu etti ki, insanlığa nasıl yardım edeceğini anladı ve gittiği her yere bunu yaymaya başladı. Bu adamın adı İbrahim’di ve tüm insanlığa verdiği mesaj, diğer insanların egolarını, hatta kendi egomuzu yenmeye çalışmak yerine, olumluya, egoist olmayan bağları beslemeye odaklanmamız gerektiğiydi.

Yeni fikri sayesinde “merhamet adamı” olarak tanınan İbrahim, haklı olduğunu anlayan taraftarlar toplamaya başladı. İbrahim, anavatanı Babil’deki egoist otoritelerin baskısıyla yola çıktı ve Kenan’a doğru yöneldi. Yol boyunca, fikrindeki güzelliği gören daha fazla taraftar topladı. Henüz bir ulus değildiler; onlar, öğretmenlerinin fikrine sempati duyan bir insan kalabalığıydı. Ancak İbrahim’in metodunu, yabancılaşma ve bencillik yerine, özen ve düşünceyi besleyerek kendi aralarında uygulamaya başladıklarında, daha önce görülmemiş bir birlik şekli oluşturmaya başladılar.

Bu insanlar, birliktelikleri sayesinde insanların daha önce bilmediği bir şeyi keşfettiler: Her şey birbirine bağlı. Ben-merkezci doğalarına, verme unsurunu ekledikleri için, gerçekte her şeyin sadece almakla kalmayıp, diğer her şeye verdiğini de hissedebiliyorlardı. Bu şekilde, dünyanın geri kalanı için bir model haline gelen, dengeli ve uyumlu bir toplum kurdular. Bu toplum “İsrail halkı” olarak tanındı.

Ancak dayanışmalarını koruyamadılar. Her insandaki ego büyüdükçe, onların da egoları büyümeye devam etti ve sonunda onlar da buna yenik düştüler. Bununla birlikte, İbrahim’in mirası onlarda kaldı ve aralarından çok azı bu öğretiyi kitaplarda ve öğretmenlerde canlı tuttu.

Bugün, dünya seçeneklerini tükettiği için bu bilgelik tüm dünyaya açılıyor. Egoyu yenmenin bir yolunu bulmaya yönelik bu boşuna çabalar, insanların zihinlerini egoyu bastırmaya değil, bağı güçlendirmeye çalışan bir bağ kurma bilgeliğine açtı. Öğretmenim RABAŞ ve babası Baal HaSulam böyle öğretmenlerdi ve onların öğretilerini her dilde ve her yerde erişilebilir kılmak için elimden geleni yapıyorum. Bugün, doğru soruyu sormaya hazırız: Egoyu nasıl yeneriz? Bugün, ego bizleri daha fazla sefaletten başka hiçbir yere götürmeyen, yanlış ideolojilere çekemeyecektir.

“Nihai Haz” (Medium)

Bilim adamları, diğer karıncalarla yaptığı bir faaliyet sırasında ısıya maruz kalan bir karıncanın, bunu hissetmiyormuş gibi davrandığını keşfetti. Sanki hiçbir şey hissetmiyormuş gibi diğer tüm karıncalarla devam eder, ancak tüm karıncalar yaptığında rotasını değiştirir. Aynı şey sığırcık gibi, birçok kuş sürüsü ve birçok balık sürüsü için de geçerlidir. Birbirlerini takip etmezler, sayısız çeşitten oluşan tek bir organizmaymış gibi hareket ederler. Bunu hormon salgılayarak mı yoksa başka bir şeyle mi yapıyorlar bilmiyorum ama sonuçta birbirleriyle tam bir uyum içinde oluyorlar.

İnsanlar bu şekilde hissedemezler. Toplumla bütünleşme yeteneğimiz tamamen reddedilir; her zaman bireyselliğimizi hissederiz. Ayrıca, bireyselliğimizi toplumdan üstün tutarız, bu yüzden sığırcıkların ve balık sürülerinin çalıştığı ortak akılla bağlantı kuramayız.

Kolektif aklı hissedemediğimiz için, kolektif realitenin anlaşılması ve algılanması reddedilir. Sanki burnumuzun ötesini göremediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Aynı zamanda, kesinlikle kolektif bir algı ile doğmadığımız için, onunla doğmaktan çok, onu geliştirerek sonsuz derecede daha fazlasını kazanacağız. Sadece kolektif aklı değil, aynı zamanda gelişiminin ardındaki düşünceyi, ona sahip olmakla olmamak arasındaki farkı ve başkalarının bu bilinci kazanmasına yardımcı olmanın yolunu da elde edeceğiz.

Böyle bir kolektif bilinç halinin var olduğunu gördüğümüzde, onu elde etmek isteriz. Bu, ona doğuştan gelen benmerkezciliğimizden daha fazla değer vermemiz için bizi motive eder. Motivasyonumuz arttıkça, o duruma ancak bencilliğimize karşı tercih yaparsak ulaşabileceğimizi anlarız.

Bir kez bu koşula geldiğimizde, tamamen hazzın yeni bir türünü, nihai hazzı keşfederiz. Bu tür bir hazda kendimizi değil, kolektif varlığımızı, birliğimizi hissetmeye çalışırız. Benliğin askıya alınması değil, gerçekte her varlıktan oluşan ve ona ait olan yeni bir benliğin eklenmesidir. Özgün benliğimiz var olmaya devam eder ve bir yenisi eklenir.

Bu kolektif bilinci bir kez edindiğimizde, sevginin gerçek anlamını ve neden herkesin ona özlem duyduğunu anlarız. Bu sevgide, ayrı benliklerimizi hissederiz ve aynı zamanda herkesin kendi benliklerinin üzerine çıkma ve başkalarıyla sevgide birleşme çabalarını hissederiz.

Aslında bu durumda, egonun amacı değişir ve yeni rolü, nefret ve ayrılık durumu ile sevgi ve bağ durumu arasında ayrım yapmaktır. Kişinin egosu ne kadar büyükse, sevginin sevinci de o kadar büyük olur çünkü daha büyük bir egonun üstesinden gelmek için, daha büyük bir sevgi gerekir.

Sürecin sonunda, kişi egonun mutlak bencilliğini hisseder ve aynı zamanda kolektif bilinçte var olan mutlak sevgiyi de hisseder. Balıkların ve kuşların içgüdüsel olarak hissettiklerini, ancak Yaratılışın her zerresi için sevgiyi geliştirdiğimizde hissedebiliriz. Bu nihai sevgi, beraberinde nihai hazzı getirir. Hepimizin hissetmeye özlem duyduğu nihai sevgi, kesinlikle sevilmek değil, başkaları için mutlak sevgi hissetmektir. Bunu deneyimlediğimizde, her şeyin mutlak sevgi olduğunu görürüz.

Bağ Kutlamasına Davet

Tüm insanlık tarihine bakarsanız, insanların her zaman insan toplumunda varlık koşullarını iyileştirmeye çalıştıkları açıktır; yani birlikte nasıl var olacaklarını arıyorlardı.

Kısa bir süre için savaşlar bitti ve barış sağlandı ama sonra yeniden başladı. Ve şimdiye kadar insanlık, milletler arasında iyi bir yaşama, barışa, uyuma ve yakınlaşmaya nasıl ulaşacağını anlamadı.

Karşılıklı iddialardan vazgeçip, karşılıklı anlayışa varırsak hayatın daha iyi olacağı herkes için açıktır. Ama egoizmimiz yüzünden bunu yapamıyoruz. Herkesin içinde, başkalarıyla olan bağına karşı çıkan, haz alma arzusuna sahip bir egoist vardır.

Ne de olsa bağ, benim bir başkasına yardım etme isteğimi ve onun bana yardım etme isteğini gerektirir; öyle ki, benim ne fayda elde edeceğimi ve onun ne alacağını hesaplamadan, sadece bunun herkes için iyi olduğundan emin olmak için tek bir kişi gibi oluruz.

Bu formül bizim için net değildir ve onu asgari düzeyde bile uygulayamıyoruz. Bu nedenle insanlık, herkesin birbirini destekleyeceği ve herkese – çocuklara, kadınlara, erkeklere – iyi ve güvenli bir yaşam sunacağı, evrensel bağ durumuna yaklaşmanın yollarını arıyor. Bu anlaşma ile dünya hepimize kaynaklarını sağlayabilecek; sadece herkese yetecek kadar doğru ve iyi niyetli bir şekilde dağıtmak gerekli olacaktır.

Bilinçaltında, insanlık bunun herkes için daha iyi olacağını anlar. Ama aynı zamanda, binlerce yıldır, giderek daha fazla koptuk ve tek bir kişi gibi, kardeşçe sevgi içinde yaşamanın bu doğal koşulunu nasıl yerine getireceğimizi hiç düşünmüyoruz.

Ancak binlerce yıldan fazla bir süredir insanlık, daha yakınlaşıp, birleşip ve birbirimize sahip çıkabilmiş olsaydık, hayatın ne kadar harika olacağı fikrine sahipti. Bu, bizleri ıstıraptan, güç ve kaynakların tükenmesinden ne kadar çok kurtarırdı. Tüm işler birlikte kolayca ve zevkle, güvenle ve neşeyle yapılabilirdi.

İnsanlık bunu uzun zamandır konuşuyor ve düşünüyor ve aslında eski çağlarda bir noktada, dünyanın farklı yerlerinde, komünler gibi birlikte hareket eden topluluklar vardı. Onlar, bu komünlerin her birinde egoizm patlayana ve tüm uyumu ve birliği yok edene kadar var oldular.

Bugün, tüm bu girişimlerin çoktan aşıldığı ve bir kenara atıldığı bir aşamadayız: aşırı sağ ve aşırı sol fikirler, radikalizm, kapitalizm, sosyalizm, anarşizm vb. gibi tüm bu oluşumlarda, herkesi az çok tatmin edecek şekilde tutabileceğimiz tek bir ilke yoktu.

İşte bu yüzden, yirminci yüzyılın sonundan itibaren Kabala ilmi, insanlığa ifşa olmaya başlandı ve özellikle günümüzde kararlı bir şekilde ifşa oluyor. Ondan önce Kabala, diğer tüm metotların aksine gizlendi ve dağıtılması yasaklandı. Kabalistler, onu dikkatlice gizlediler ve insanlığın, varoluşun ancak egoist arzusunun, doğasının üzerine çıkmasıyla mümkün olduğunu anlayacağı zamanı beklediler.

Bugün tüm metotları, tüm teknikleri denediğimizi, uygulamaya çalıştığımızı ve bunun imkânsız olduğuna inandığımızı söyleyebiliriz. Geriye sadece Kabala bilimini takip etmek kalıyor. Bizim tarafımızdan sadece küçük bir müdahale gerekiyor ama sonunda, tüm ıslahlar yukarıdan yani doğanın kendisinden ifşa olmalıdır.

İşte bu yüzden, bağımız aracılığıyla, binlerce yıldır bu dünyada insanlığa eşlik eden tüm hayallerin ve umutların en uygun, en iyi biçimde gerçekleştiği, uyanma hazzını elde etmeye çalışmak için burada toplandık. O zaman insanlık, sonunda doğru karara vardığımızı görecektir.

Üst güç, üst ışık, Yaradan üzerimizde parlar ve Yaratılışın doğasına göre O’na en yakın olan, ruhumuzun kökü “kalpteki nokta”da O’nun etkisini hissederiz.

Bu nedenle, Yaradan’a yaklaşmalı ve gelişim sürecine kendi tarafımızdan yardım etmeliyiz, böylece sadece üst gücün tarafından değil, yaratılışın tüm parçalarını bir araya getirmek ve birleştirmek isteyen, aynı zamanda yaratılışın kendisinin zamanımızda uyanan kısımları nedeniyle de gelir, bu yüzden “son nesil” olarak adlandırılır.

Bunlar, önceki nesillerde binlerce yıldır olduğu gibi, sadece seçilmiş bireyler değildir. Bugün hem erkek hem de kadın birçok insan uyandı. Tüm insanlığı, mevcut seviyesinden, şimdiye kadar acı ve sıkıntılar içinde var olduğu yerden, yüce güzel bir duruma, anlayış ve farkındalığa, mükemmel halin büyük bir ifşasına, Yaradan’ın doğasına erişmeye yükseltmek için, kendi içsel değişimleri üzerinde çalışmaya hazırlar.

İyilik yapan, herkesi seven O’ndan başka bir güç yoktur. Ve biz bu sevgiye yaklaşmalı ve ona dahil olmalıyız. Aramızda sevginin hüküm sürmesi için öğrenmemiz gereken şey budur ve o zaman Yaradan aramızda kendisini ifşa edecektir.

Umarım bu ifşaya yakınızdır. Her şey çabalarımıza bağlı. Aramızdaki tüm boşluğu doldurması için, aramızdaki sevgiyi ortaya çıkarmak gerekir. Ve o zaman Yaradan, O’nun ifşası için hazırladığımız bu sevgide tezahür edecektir. Devam edin ve iyi şanslar!

“İnsanlar, Hayvan Doğalarının Üstüne Nasıl Çıkabilir?” (Quora)

Hayvan doğasının üzerine yükselen insanlarda, üç temel adım vardır:

  1. “Komşunu kendin gibi sev” in ulaşmamız gereken kapsamlı bir doğa yasası olduğunu ve doğanın bizi öyle ya da böyle yani ya kendi bilinçli katılımımızla, o yasaya hazla ve sürekli artan farkındalık, algı ve hissiyat ile ilerlememizle ya da artan ıstırabın bizi bu yasayı kabul etmeye zorlayacağı bilinçli katılımımız olmadan ulaştıracağını kabul etmek.
  1. Doğamızın, doğa yasasına ne ölçüde zıt olduğunu incelemek zorundayız. Doğamız hakkında “insanın eğilimi gençliğinden beri kötüdür” diye yazılmıştır. Başka bir deyişle, en başından beri hayvani doğamız kendisinden başka kimseyi dikkate almaz ve böyle bir nitelik kötüdür. Özellikle kötüdür çünkü bizi başkalarına zarar vermekten haz almaya yönlendirir. Başkalarına zarar vermekten haz almak, insanlardaki hayvan doğasına özgü bir niteliktir ve bazı hayvanların yalnızca hayatta kalma zorunluluğundan dolayı, diğer hayvanlara zarar verdiği hayvansal doğa ile karıştırılmamalıdır. Bununla birlikte, hayatta kalmak için ihtiyaç duyulan yiyecek, cinsellik, aile ve barınma gereksinimlerimizin ötesinde, hayvan doğamız, başkalarının sahip olduklarına sahip olmayı (onlardan almak, satın almak ve hatta onlardan çalmak) kendimize başka bir fayda sağlamasa da onlara zarar vermekten haz aldığımız bir noktaya kadar istememizi sağlayarak, bizi daha da geliştirir. Başka bir deyişle, hayvani doğamız, başkalarının sahip olduğu hiçbir şeye ihtiyaç duymayacağımız bir noktaya kadar gelişir, ancak onları sahip olduklarından uzaklaştırmaktan haz alırız.
  2. Daha sonra, kötülüğün farkındalığının değişik formlarından geçeriz yani bu, hayvani doğamızdaki kötülüğün farklı büyüklüklerinin anlaşılması. Yani ikinci aşama, hayvansal doğamızın, doğaya karşıtlığının salt bilgisidir. Böyle bir niteliğin bilgisine sahip olabilir ama yine de kötü olmaktan haz alabiliriz. Kötülüğün farkındalığı, kötü hayvan doğamızın bize, içinde bulunduğu kişiye gerçekten zarar verdiğini anladığımız ve hissettiğimiz daha gelişmiş bir aşamadır ve böyle bir farkındalık kazandığımız ölçüde, bu hayvan doğasını düzeltiriz – sevgi, ihsan etme ve bağ kurmanın daha yüksek doğasına ulaşmak için o kötülüğün üzerine yükselme sürecini başlatırız. Buna doğamızın “ıslah” süreci denir ve bu ıslah sürecini doğa yasasının tam olarak edinilmesine kadar yani hayvansal doğamızın tamamen üzerine çıkıp insan olmaya – doğanın sevgi, ihsan etme ve bağ yasasına benzer bir niyeti olan bir varlık olmaya yönlendiren belirli bir metod vardır.

Şehina’yı Tozdan Kaldırmaya Hazır

Parçalanma gerçekten de ıslah için bir fırsattır. Ve bu nedenle, Kabalistler 2000 yıl önce Kudüs’teki Tapınağın yıkımını gördüklerinde, herkes ağladı ve en büyük bilge Rabbi Akiva güldü. Artık Tapınağı yani aramızda Yaradan’ın ifşası için bir yer inşa etmeye başlamak için bir fırsat olduğundan emindi.

Dış parçalanma bize içimizde bir parçalanma olduğunu gösterir. Dışsal kırılmamızın ne kadar şiddetli olduğunu ortaya koyarsak, o zaman içsel olarak nasıl parçalandığımızı anlar ve Kutsallığı tozdan kaldırma fırsatına sahip oluruz.

Bu, kendimizi içinde bulduğumuz durumdur; ne gücümüz, ne anlayışımız ne de Tapınak olarak adlandırılan yani Yaradan’ın ifşa edilebileceği yer olan, bağımızı kurmaya nasıl başlayacağımıza dair hiçbir ipucumuz olmadığını ifşa ederiz. Bu nedenle, eksiklerimizi fark ettiğimiz için de sevinebiliriz.

Son zamanlarda pek çoğu, bağa ulaşmak için hiçbir şansımız, gücümüz, hiçbir yolumuz olmadığından şikayet ediyor. Yaradan’ın ifşası için uygun yer olan Tapınağın niteliklerine ne kadar zıt olduğumuzu anlamamız iyi oldu. Sonuçta bizim görevimiz, Yaradan’ın ifşa olabileceği bir kap (Kli) inşa etmektir.

Bunun bizim gücümüzde ve yeteneklerimizde olmadığını anlamamız güzel çünkü biz bunun tam tersiyiz. O halde sadece talep edebilir, dua edebilir ve isteyebiliriz.

Egoizmimize karşı mümkün olduğu kadar birbirimize yaklaşmaya çalışmalı ve sonra Yaradan’a bu eylemi tamamlayamayacağımızı haykırmalıyız ve O, bunu bizim için tamamlamalı, bizi O’nun ifşa olabileceği tek bir manevi Kli’de birleştirmelidir. Söylendiği gibi, “Yaradan bu işi bizim için bitirecek.”

İlk görev, Yaradan’ın ifşa edileceği yer olan Kutsallığın ifşasıdır. Burası aramızdaki bağ üzerine kurulmuştur. Onludaki bizler, tek kalp tek adam olarak bağ kuramıyorsak, o zaman parçalanma durumundayız demektir. Ama biz zaten bu durumun farkındaysak ve içinde kalmayı kabul etmiyorsak ve ilişkimizin doğasını düzeltmek istiyorsak, o zaman Kutsallığı tozdan kaldırmaya hazırız.