Category Archives: Egoizm

“Nasıl Kendinizin En İyi Versiyonu Olursunuz?” (Quora)

Birbirimizi sevmemiz gerektiğini anladığımız zaman, kendimizin en iyi versiyonları olabiliriz.

Başkalarını sevme durumuna ulaştığımızda, enerjimizi bu sevgiye harcarız ve o zaman kendimiz için hiçbir şey istemez, yalnızca insanlara fayda sağlama, onları destekleme ve cesaretlendirme yeteneğini isteriz.

Bu yeteneğin farkına varmak; doğanın özgecil gücü sayesinde içimizdeki egoist gücün -insan doğası, başkaları pahasına haz alma arzumuz- üstesinden gelmek anlamına gelir. Böyle bir üstesinden gelme ile doğa ile dengeye geliriz.

Egoist güç içeride kalır. O eksi kutup gibi davranır ve sonra eksi ve artı (özgecil güç), ortak hedefimize; herkesin ve her şeyin tek bir bütün halinde birleştirilmesi amacına ulaşmamız için, en iyi şekilde işlev görür.

    

Gurur Duyacak Hiçbir Şeyimiz Yok

Yorum: Bir kahramanın sürekli çaba gösteren biri olduğunu ve her zaman kaybetmesine rağmen yine de bir kahraman olarak kaldığını söylüyorsunuz.

Cevap: O kaybetmiyor! Doğasına, ona bilerek dayatılmış ve ona değişim ve dönüşüm için verilmiş gibi davranıyor! Peki ya ona verilmiş olan doğasına karşı kendini zayıf hissediyorsa? Ve o kim ki! O böyle yaratıldı!

Kişi daha yüksek bir amaçla meşgulse, o zaman bir sonraki aşamadan itibaren gücü olur. Ve eğer bunu yapmazsa, o zavallı küçük gezegenimizi kirleten dünyamızın küçük bir hayvanı olarak kalır. O kadar. Bunun dışarıdan nasıl göründüğüne bir bakın.

Neyle gurur duymalıyız?! Bir insan neyle gurur duymalı?! 150 kilo kaldırabildiği gerçeğiyle mi?! Orantılı ölçülerde bir sivrisinek, bir insanın kaldırabileceğinden daha fazlasını kaldırabilir. Diyelim ki herkesten daha akıllısınız ama aklınızı ne için harcıyorsunuz?

Hayvanlar onu hayatta kalmak, var olmak ve yavrularını büyütmek için kullanırlar. Ve siz ise tam tersini yapıyorsunuz! Kendinizi, evladınızı, herkesi, her şeyi mahvediyorsunuz. Hayvanların hiçbiri yaşadıkları yere dışkılamazlar. Kendilerini yok etmezler. Ancak kişi kesinlikle doğal olmayan bir şekilde hareket eder. Kesinlikle gurur duyulacak hiçbir şeyimiz yok!

İnsanlar çok zeki ve yetenekli yaratıklar! Ve bunları oldukça zıt bir şekilde kullanıyorlar. Peki bu övgüyü hak ediyor mu?!

Egoizmin Sürekli Büyümesi

Yahudi halkının üç gelişim aşaması, sembolik olarak Atalar  -İbrahim, İshak ve Yakup- ya da sağ, orta ve sol çizgiler olarak adlandırılır. Babil’den ayrıldıktan bir süre sonra, bu toplumun ek bir gelişime ihtiyacı vardı, bu da ancak daha büyük egoizm ortaya çıktığında, ıslah edildiğinde ve daha da yükseldiğinde gerçekleşebilir.

Geçmişte İbrahim, sevgi ve ihsan etmenin mutlak niteliğine nasıl ulaşılabileceğini düşündü. Daha sonra bu sorunu ifşa etti ve çözümü buldu: grubunun, bu küçük ulusun üzerinde yükselmeye devam edeceği egoizmin sürekli olarak büyümesi gerekir.

Bu nedenle, gelişimin bir sonraki aşaması, bu grup içinde egoizmin artmasını ve üzerinde yükselmeleri gereken ikinci aşamasının (ilki Babil’de ifşa olmuştu) ifşasını gerektiriyordu.

Ancak bu o kadar basit değildir. İlk başta egoizm artar ve herkes bunu iyi karşılar, içine düşer ve onunla çalışmaya başlar. Yani her türlü bencil güdü insanlara egemen olur, onları etkiler ve boyun eğdirir. Mümkün olduğunca aynı metodolojiye, İbrahim’in ideolojisine, birleşmeye ve kendilerinden ziyade birbirlerini önemsemeye bağlı kalarak bunların üzerine çıkmaya çalışırlar.

Tora, bu mücadeleden, Mısır koşullarından geçen ulus hakkında, kendi aralarında ve birlikte egolarına karşı, Firavun’a karşı nasıl savaştıklarından, aralarında sürekli patlak veren yeni egoizm seviyesinden bahseder.

İbrahim’in grubu Mısır’da 210 yıl kaldı. Bu, zaman birimlerinin koşullu bir ölçümüdür, tıpkı Yaradan’ın dört harfli isminin temelindeki direkt ışığın dört safhası gibi yani her zaman birbiri ardına gelişen aşamaların dört bileşeninin olduğu bir formüldür.

Bu nedenle, içlerinde tezahür eden egoizm dört safhadan oluşuyordu ve Mısır sürgününün zamanına 400 yıl deniyordu. Aslında 210 yıl sürdü (geleneksel birimler) ve kalan sürgünler 190 yıla düştü.

Maneviyattan Üçüncü Sürgün

İsrail halkı, İkinci Tapınak seviyesinde kendileri üzerinde çalışırken, bu seviyede kalmak için mümkün olan her şeyi yapmaya çalıştı, ancak insanlık hala egoist olarak geliştiği için, tüm insanlığı içeren ego ıslah edilemediğinden egoizm büyüdü.

Bu nedenle, gelişen egoizm Yahudileri etkiledi ve birbirleriyle aynı iyiliksever etkileşim düzeyinde kalamadılar. Bu koşul, Romalılar ve Yunanlılarla yapılan savaşlarla temsil ediliyor ama aslında bunlar İsrail halkının kendi içsel savaşlarıydı.

Düşüş, egoist arzuların etkisi altında gerçekleşti: Yunanlılar (ideolojide) ve Romalılar (eylemde). Elbette bu Yunanlılar ve Romalılarla ilgili değil çünkü bu sadece İbrahim grubunun kendi içsel koşullarını işaret ediyor.

Sonunda İkinci Tapınak seviyesinden düştüler: “Kendiniz için nefret ettiğinizi başkasına yapmayın”, her türlü karşılıklı eylemden tamamen koptular ve sıradan insanlar gibi oldular. Bu, onların Mısırlılar veya Babilliler tarafından değil, genel olarak tüm manevi kategorilerden kopuk insanlık tarafından ele geçirildiği anlamına gelir.

Bu, bir sonraki, en zor aşamadır – maneviyattan üçüncü sürgün. Yahudiler yavaş yavaş buna girdiler ve önceki derecelerini kaybettiler. Bu uzun yıllar devam etti ve 16. yüzyılda Ari zamanında sona erdi.

“Toplum Olarak Neden Bu Kadar Yozlaştık?” (Quora)

Her eylemimizin ve düşüncemizin arkasında, başkaları ve doğa pahasına kendimiz için haz almak istememize neden olan egoist bir arzu vardır.

Üstelik bu egoist arzu sürekli olarak büyür.

Geçmişte birbirimizle dost olabiliyorduk, günümüzde ise birbirimize, bir şeyler kazanmak için karşımızdakini nasıl kullanabiliriz merceğinden bakıyoruz. Ve böyle bir tavır için suçlanacak da değiliz. Çünkü bunun nedeni egomuzun büyümesidir.

Bunun hakkında ne yapabiliriz? İçimizde sürekli büyüyen bir tür hayvan var ve bizden etrafımızdaki herkesi ve her şeyi kendi çıkarımız için olabildiğince sömürmemizi talep ediyor.

Aslında, her zaman böyle bir istekle hareket etmiştik, ancak bugünkü kadar büyük değildi, bu yüzden onu, bugün hissettiğimiz gibi giderek artan olumsuz şekillerde deneyimlemiyorduk.

İçimizdeki egoist arzunun büyümesinin nedeni, sadece hayat deneyimlerimiz ve toplumumuzun giderek daha fazla yozlaşması değildir. Doğamızın özünde gerçekten egoist olduğunun, başkalarını ve doğayı mümkün olduğunca kendi çıkarımız için kullanmayı gerçekten istediğimizin ve böyle bir dürtünün bizi bir sürü olumsuz sonuca götürdüğünün, toplum olarak farkına varmamız gerekiyor. O zaman, bu farkındalık, bizde kendimizde köklü bir değişiklik yapma arzusu geliştirmelidir: egoist doğamızı özgecil bir doğaya dönüştürmek için, onlardan kazanmak için başkalarını nasıl kullanacağımızı düşünmek yerine kendimizi başkalarına fayda sağlamak için nasıl kullanacağımızı düşüneceğiz. Eğer böyle bir geçiş yapmazsak, toplum eninde sonunda parçalanacaktır.

Yaradan’a Yaklaşmak Uğruna

Soru: Yaradan’a yaklaşmak uğruna egoizmimizi kurban ettiğimizi söylüyorsunuz. “Yaradan’a yaklaşmak uğruna” ifadesini nasıl anlayabiliriz?

Cevap: Yaradan mutlak iyi olduğundan ve yalnızca iyilik yaptığından ve insan mutlak kötü olduğundan, eğer kötülüğümüzü sınırlarsak, zaten bir şekilde Yaradan’a yaklaşıyoruz ve O’na benziyoruz. İşte bu kurbandır.

Yani egoizmimi, kötü huylarımı kurban ediyorum ve bu beni Yaradan’a yaklaştırıyor. Egoizmimi kısıtlayarak ve başkalarını kendi iyiliğim için kullanmayarak; O’na bu şekilde yaklaşıyorum.

Aynı Eylem, Farklı Niyetler

Soru: Sık sık egoizmimizi yok etmediğimizi çünkü onun bizim doğamız olduğunu, ama egoistik niyetini, egoistik kullanımını yok ettiğimizi söylüyorsunuz. Aradaki fark nedir?

Cevap: En önemli şey niyettir! Gerçek şu ki, bir insana kötü niyetle bıçak saplayıp onu öldürebilirsiniz ya da bir cerrahın genellikle bir hastayı iyileştirmek için yaptığı gibi, bıçağı iyi niyetle kullanabilirsiniz. Prensipte her iki eylem de aynıdır, ancak niyetler farklıdır.

Eylemlerin anlamını anlamayan bir kişi, bunların aynı şey olduğunu düşünecektir, ancak aslında her şey niyete bağlıdır. Bu nedenle, her bir kişinin niyetini anlamalı ve onu yalnızca niyetine göre yargılamalıyız.

Neden Nefret Olmadan Sevgi Olmaz?

Soru: Neden nefret olmadan sevgi olamaz?

Cevap: Sevgi neye dayanarak ortaya çıkar? Reddetme yoksa ne tür bir sevgi olabilir? Neyin üzerinde tezahür edecektir?

Hayata, kendimize ve başkalarına dair tüm niteliklerimiz, duygularımız ve hislerimiz bir şeyin üzerinde doğar. Bir şeyin üstünde! Egoizm bizim ana niteliğimiz olduğuna göre, sevgi onun üzerinde doğar.

Egoizm ana niteliktir ve sevgi de ana karşıt niteliktir.

Her Türlü Egoizmi Islah Edin

Soru: Üç tür egoizm vardır. Ailede, işte ve birbirimizi sürekli kaba bir şekilde kullandığımız hayatlarımızda ortaya çıkan olağan günlük egoizm vardır. Ve bir egoizm vardır ki, doğrudan doğruya onluda, birleşmek isteyen bir grup insanda ortaya çıkar ama birdenbire aralarında nefret belirir.

Egoizmin üçüncü seviyesi, kişinin Yaradan’a doğrudan ulaşması ve Yaradan’ın Kendisini kendi iyiliği için, kendi çıkarı için kullanmak istediği zamandır. Her üç seviyeyi de ıslah etmemiz gerekir mi?

Cevap: Evet, tüm bu seviyelerin ıslah edilmesi ve sadece başkalarının yararı ve iyiliği için olan şeyleri yapmamız gerekir. Kişi kendi üzerine çıkmalı ve yalnızca başkalarının iyiliği için hareket etmelidir.

Yorum: Ancak “başkalarının iyiliği için” ifadesi politikacılardan başlayarak herkes tarafından kullanılmaktadır.

Benim Yanıtım: Bu, sözlerin doğru, ancak niyetlerin ve eylemlerin yanlış olduğu anlamına gelir.

“Babil Kulesi Neyi Temsil Ediyor?” (Quora)

Babil Kulesi’nin inşası, insanlığın yaklaşık 4.000 yıl önce gerçekleşen, ilk egoistik gelişim seviyesini temsil etmektedir.

Babil Kulesi’nin hikayesi, artan egoizmlerine bağlı olarak, alegorik biçimde gökyüzüne ulaşan bir kule inşa etme arzularıyla tanımlanan, realiteyi yöneten özgecil güce, Yaradan’a ulaşmayı arzulayan insanları anlatır.

İnsanlık, artan egoizmini Yaradan’ı edinmeye yöneltmekte başarısız oldu, çünkü Yaradan’ı edinmek, egoizmin üzerine çıkmak ve realiteyi yöneten özgecil güçle temas geliştirmek anlamına gelir. Onların artan egoizmleri, birbirlerini ve olumlu bağlarını hissetmeyi bırakmalarına neden oldu. Bu da onların, gökyüzüne ulaşan bir kule inşa etmenin anlamı olan, Yaradan’ı kendi çıkarları için kullanmak istemelerine neden oldu. Daha sonra birbirlerini anlamayı bıraktılar ve doğaya zıtlıkları onları birbirlerinden ve Yaradan’dan uzaklaştırdı ve dağıldılar.

Başka bir deyişle, Babil Kulesi, bizi birbirimizden ve doğadan ayıran, egoizmin -yalnızca kendi çıkarımız için zevk alma arzusunun- arttığı bir süreci temsil eder. Babil Kulesi hikâyesi, artan egoizmimizin üzerinde birleşmek ve egoizmimizin bize getirdiği kopukluğu düzeltmek için çalışmak yerine, Yaradan’a egoizmlerinin üzerine çıkarak değil, tersine egoizmleri aracılığıyla ulaşabileceklerini zanneden insanları anlatır. Sonuç olarak, onlar egoizmlerinin büyüme atağından önce paylaştıkları olumlu bağın çöküşünü yaşadılar ve kendilerini tek bir ulusa ait hissetmek yerine,  birbirlerinden nefret ve ayrılık hissetmeye başladılar.

O zamandan bu yana, birbirimizden kopukluğumuzu, çeşitli bilimsel, kültürel ve teknolojik gelişmelerle telafi etmiş olabiliriz, ancak küresel olarak birbirimizle yüzeysel bağlar geliştirirken, sürekli büyüyen egoizmimiz nedeniyle içsel olarak birbirimizden kopukluğumuz artmaya devam ediyor. Bugün ayrıca, bilimsel, kültürel ve teknolojik yeniliklerin bolluğunun, arzularımıza gerçek ve kalıcı bir tatmin sağlamada başarısız olduğunu da görüyoruz, ki bu da çağımızın diğer çağlardan daha fazla depresyon, yalnızlık, endişe ve stres vakasına sahip olduğu gerçeğiyle örneklendirilebilir.

İçinde bulunduğumuz çağda, kendimizi yani egoist arzularımızı tatmin edemeyeceğimizin farkına varıyoruz. Herhangi bir doyum, yalnızca mevcut arzumuzu söndürmeye hizmet eder ve onun yerine yeni bir arzu belirir. Çağımızda, egoizmimizin çıkmaza girdiğine dair artan farkındalık, bize Babil Kulesi’nin yeni bir aşamasını gösteriyor: Kule bir zamanlar Yaratıcı tarafından yıkılmışken, bugün egoist arzularımızın bir zamanlar bizi götüreceğini düşündüğümüz ilerleme yerine bizi bir çıkmaz sokağa götürdüğünü gördükçe kendi yıkımımızın farkına varıyoruz. Başka bir deyişle, Babil döneminde yaşanana benzer bir kritik noktadayız, ancak şimdi durumumuzun farkındayız.

Kabala bilgeliğine göre, artan küresel teknolojik, ekonomik ve ticari bağlantımızın, artan içsel egoist büyümemiz ve birbirimize karşı tutumlarımızdaki kopuklukla birlikte buluşma noktası, insanlığın yeni bir birleşmiş medeniyete bağlanmasının başlangıcını işaret ediyor. Geçmiş deneyimlerimizden ve Babil Kulesi’nin hikâyesinden, büyüyen egoizmimizin emirlerini yerine getirirsek yıkıma sürükleneceğimizi öğrenebiliriz. Egoizmimizin büyümesini doğru bir şekilde gerçekleştirmek için, büyüyen egoizmimizin üzerinde tek bir insanlık olarak nasıl birleşeceğimizi öğrenmemiz gerekiyor, bu da bizi daha önce hiç görmediğimiz yeni, uyumlu ve barışçıl bir duruma götürecektir. Er ya da geç, akıl ve farkındalık kazanarak ikinci rotaya geçeceğimizi ve böylece kendimizi ve gelecek nesillerimizi birçok gereksiz acıdan kurtaracağımızı ümit ediyorum.