Category Archives: Egoizm

Grubu Övmek

Yaradan özel bir durum yaratmıştır: yardımıyla O’na gelebileceğimiz bir grup. Aksi takdirde gelemezdik ve egoist bir varoluşta kendi seviyemizde kalırdık.

Grup, bizi önemsemek için yaratılmış harika, özel bir niteliktir. Bu, Adem’in parçalanmış ruhudur ve onun bir parçası her birimizin içindedir. Bir grupta toplandığımızda, onları bir araya getirmeliyiz ve o zaman Yaradan’a gelebiliriz.

Aslında, dünyasal seviyemizde bir araya gelmek, bu toplantımızı en azından bir şekilde yavaş yavaş manevi bir seviyeye getirmek için muazzam, şaşırtıcı, eşsiz bir fırsata sahibiz. Çabalarımızın benzerliğiyle, yine de bencilce olsak da, üst ışığın, Yaradan’ın etkisini uyandırırız ve böylece kendimizi O’na doğru çekmeye başlarız.

Bu, O’nun gibi olmanın, kendimizin üzerine çıkmanın ve Yaradan’a yaklaşmanın yoludur. Bütün bunlar gruptur! Bu yolculuğu ancak onun sayesinde başarabileceğiz. Aksi takdirde, doğduğumuz en alt (hayvansal) seviyede kalırız.

Grup özel bir araçtır ve bir hayvan seviyesinden Yaradan’ın seviyesine yükselmenin tek yoludur.

“Karşılıklı Sorumluluk – Toplumun Temeli” (Linkedin)

Günümüz toplumu egoya tapıyor. “Birisi” olan herkes kendini en benmerkezci şekilde gösteriyor. Bu, spor yıldızları, pop yıldızları, politikacılar ve hatta para patronları için geçerli olduğu gibi sosyal medya simgeleri için de geçerli. Ancak bencilliğe tapan bir toplum, “toplum” teriminin anlamını zedeler. Bir toplumun var olması için bireyden çok topluma odaklanması gerekir. Eğer ikincisine odaklanırsa, bugün dünyada gördüğümüz gibi toplum parçalanacaktır.

Sosyal ilişkiler, ancak tüm taraflar birbirlerinden tek başlarına elde edemeyecekleri karşılıklı bir faydaya sahip olduklarını kabul ettiklerinde var olabilir. Fayda, daha fazla hayatta kalma şansı, daha iyi çocuk yetiştirme veya sağlamlaştırılmış ekonomik refah gibi daha büyük ödüller karşılığında bağımsızlıklarının bir kısmından vazgeçmelerine yetecek kadar büyük olmalıdır.

Bu nedenle, idollerinin toplumun kaynaşmasına katkıda bulunduğu bir toplum, kendisini ve üyelerinin refahını güçlendirir. Tersine, kendilerine odaklanan ve genellikle toplumun çıkarlarına aykırı hareket eden insanları idolleştiren bir toplum, kendi bindiği dalı keser. Böyle bir toplum er ya da geç çökecektir, çünkü bir toplumun en temel gereksinimini karşılamakta başarısız olur: karşılıklı sorumluluk.

Bir grup insan, temel düzeyde bir karşılıklı sorumluluk oluşturduğunda, kabileler, şehirler ve milletler gibi daha karmaşık yapılar inşa etmeye başlayabilir. Toplumdaki karşılıklı sorumluluk düzeyi ne kadar yüksek olursa, o kadar büyüyebilir ve genişleyebilir.

Bununla birlikte, insan egoizmi durağan olmayıp sürekli evrimleştiği için karşılıklı sorumluluğu sürdürmek bir zorluktur. Bu nedenle, karşılıklı sorumluluk geliştirmek toplum için istikrarlı bir görev olmalıdır. Aksi takdirde çökecektir. Bunu onlarca yıldır ihmal ettiğimiz için, toplumda giderek artan bir çözülme ve dağılma derecesine tanık oluyoruz.

İnsanlık bir yol ayrımına geldi: Büyüyen egonun üzerine çıkmak için karşılıklı sorumluluk geliştirmekten kaçınmaya devam edebilir veya mevcut egoizm seviyesinden daha güçlü hale gelene kadar onu geliştirmeye geri dönebilir. Eğer ikincisini seçerse, öyle bir uyum düzeyine ulaşacak ki, insanlar birbirlerinden ayrı düşmekten vazgeçecektir. Sanki kalplerinde, ruhlarında ayrılamazlarmış gibi, yeni bir yakınlık düzeyine ulaşacaklardır.

Bu seviyeye bir kere ulaştıklarında, bugün gördüğümüz insanlar arasındaki mücadeleler, insanların kendilerini toplumdan ayıran kendi egoizmleriyle boğuştuğu içsel mücadeleler haline gelecektir. İnsanlar tamamen farklı bir algı düzeyine ulaşacaklar; onlar asla var olduğunu düşünmedikleri seviyelerde birliği deneyimleyeceklerdir.

Egoizm ve karşılıklı sorumluluk arasındaki mevcut mücadelenin gittiği yer burasıdır ve iki yoldan biriyle sona erecektir: birlik ya da savaş.

2022’de Dünya Nasıl Olacak?

2022 tahmini, tamamen birbirimizle kuracağımız ilişki türüne bağlıdır. İnsan, realitenin tüm parçalarının merdiveninin en tepesindedir: cansız madde, bitkiler, hayvanlar ve insanlar. Bu nedenle, doğaya ve birbirimize karşı olan davranışlarımız, diğer tüm alt seviyeleri belirler.

Bize düşüncelerimizin, arzularımızın ve ilişkilerimizin altımızdaki: cansız, bitkisel ve hayvansal doğa seviyelerini etkilemiyor gibi görünse de, gerçek şu ki, doğanın geri kalanına karşı tutumumuzu da doğayla olan bencil ilişkilerimiz aracılığıyla belirliyoruz ve birbirimize karşı oluşan sonuçları doğanın kendisinde ve ona nasıl zarar verdiğimizde görüyoruz.

Dünyada tüm doğaya zarar veren insandan daha zararlı bir unsur yoktur. Bu nedenle çevreye, doğal kaynakların kullanımına ve iklim değişikliğine karşı tutumumuzu değiştirmenin yollarını düşünmemiz gerekiyor. Bütün bunlar insanlar arasındaki ilişkileri ayarlayarak dengelenebilir.

Bizler bunu yapabiliriz; her şey bizim elimizde. Bu çok esnek bir yol çünkü tarımı ve fabrikaları durdurmamız gerekmiyor. Sadece birbirimizle daha nazik ilişki kuralım ve herkesi buna mecbur bırakalım, çünkü herkes dünyamızın acil değişime ve iyileşmeye ihtiyacı olduğunu anlıyor.

Şayet biz bunu yapmazsak, dünya her geçen yıl ölüyor olacak. Dünyanın doğal kaynaklarını tüketiyor, son petrol, gaz ve kömürü alıyor, okyanusları ve tatlı su kaynaklarını kirletiyor ve havayı zehirliyoruz. Bu şekilde devam edemeyiz. Çevrenin korunması için herhangi bir topluluğa ait değilim. Sadece ekolojinin ve dünyadaki diğer tüm sorunların insanlar arasındaki ilişkilere bağlı olduğunu söylüyorum. Hadi bu ilişkiyi değiştirelim ve buradan sonra her şey değişecek.

Halihazırda bir ekonomik krizin içindeyiz ve buna ek olarak başka krizlerimiz de olabilir: finansal, endüstriyel, aile, uluslararası diplomatik kriz. Dünyada, bir dünya savaşını tetikleyebilecek birçok çatışma noktası var. Ancak, insanlar arasındaki ilişki, diğer her şeye karşı bir tutumu içerir. İnsanı ıslah etmemiz gerek! Umarım 2022’de bunu anlamaya başlayacağız.

İnsanlık aynada kendisine bakıp içsel ilişkilerini görebilseydi, sadece korkudan titrerdik. Herkes kötü bir kurt ya da timsah gibi görünürdü, tıpkı korku filmlerindeki gibi.

İnsanlar, ilişkilerimizin geliştirilebileceğine inanmıyorlar; insanı ıslah etmenin mümkün olduğuna hiç inanmıyorlar. Ancak burada Kabala metodu var. Birbirimize ne kadar bağımlı olduğumuzu, bizi her zaman kendi aleyhimize kontrol eden egoizmimizin nasıl kölesi olduğumuzu gerçekten hissedersek ve bu kölelikten kurtulmanın yolunu düşünmeye başlarsak, bir nebze de olsa kendimizin üzerine yükselebileceğiz. O zaman hayatımız tamamen değişecek.

Sorun şu ki doğadan gelmediği için insanlar bu ıslahın mümkün olduğunu düşünmezler. İnsan egoizminin üzerine çıkmanın mümkün olduğu, sadece sınırlı sayıda insana ifşa edilmektedir.

Ayrıca bu metot, tek bir kişi tarafından uygulanamayacağı ve çevresindeki birçok kişinin desteğini gerektirmesi nedeniyle özeldir.

Doğup büyüdükleri egoizmden, ancak birbirlerine karşılıklı destek ve yardım vererek yükselebilirler. Bu şekilde egoizmlerinin üzerine çıkabilirler ve dünyaya alma niteliği yerine ihsan etme niteliğinden baktıklarında dünyanın nasıl değiştiğini görebilirler.

 

Sinsi İnsan Doğası

Soru: Bir insan tam olarak neyi kötü olarak kabul etmelidir?

Cevap: Egoizmimizi, birbirimize karşı tavrımızı.

Gelişimin tüm aşamalarında alma arzumuzu kullandık çünkü bu bizim doğamız. Ancak şimdi bu kendini egoistik, özellikle diğer insanlar karşısında kötü olarak ortaya koyuyor.

Dünyadaki her şey haz almak için inşa edilmiştir. Sadece ortaklar olarak başkasının pahasına birlikte kazandığımızda veya eş olarak birbirimize haz verdiğimiz zaman değil.

Kişi kesinlikle diğerinin üzerine yükseldiğinde, diğerini küçük düşürdüğünde haz alır.  Son egoist formun kendini gösterdiği yer burasıdır ve onu kötü olarak tanımlamak için, bir sonraki formun ona zıt olması gerekir – iyilik, sevgi, egoizm ve nefret yerine bağ–  ki bu çok zor bir geçiştir.

Kabala bilgeliği bunu anlamamıza ve bundan hızlı ve acısız bir şekilde geçmemize yardımcı olmalıdır.

Yorum: Sanırım birçok insan, başkalarını kullandığımız ve onları aşağıladığımız konusunda sizinle aynı fikirde olmayacak.

Cevabım: Bunu otomatik olarak yapıyoruz. Buna uyum sağlamışız ve neyin içinde olduğumuzun bile farkında değiliz.

Keyifli bir sohbette bile, her birimiz diğerinin üzerinde olmaya, kendini daha iyi görünecek şekilde konumlandırmaya, başkalarının dikkatini biraz da olsa çekmek için kendini daha tercih edilebilir biçimde sunmaya çalışır. Tüm doğamız bu tür örtülü formlardan oluşur.

“2021’in Sıkıntılarının Arkasındaki Ortak Suçlu” (Linkedin)

Yangınlar, seller, salgın hastalıklar, depremler, tayfunlar, kasırgalar, kuraklık, enflasyon, savaş, istismar ve sömürü, hepsini bu yıl yaşadık ve ortak bir suçlu onların arkasında duruyor: insan. İnsan değişirse, dünya değişir. Görev kolay olmayabilir, ancak nedenini ve ne yapmamız gerektiğini bilmek, iyileşmeyi sağlamak adına uzun bir yol kat etmemizi sağlayacaktır.

Bu yıl olan tüm kötü şeyleri düşündüğünüzde, “Neyse kurtulduk!” demek neredeyse içgüdüseldir. Ama bundan daha akıllı olmalıyız. Açılış paragrafında bahsi geçen felaketler, krizlerin dibine inmeye ve kesin olarak çözmeye kararlı olmadıkça, gelecek yıl ve sonraki yıllarda olacaklara kıyasla hafif bir esinti gibi görünecekler.

İnsanlar geçen yılı düşündüklerinde, sadece olan şeyleri düşünürler. Bence bundan daha derine inmeliyiz; bunları neyin tetiklediğine ve diğer olumsuz gelişmelere bakmalıyız.

Dünya’nın ekosisteminde her elementin benzersiz ve yeri doldurulamaz olduğunu zaten biliyoruz. Tek bir öğeyi bile tükettiğinizde, sistemi dengeden çıkarırsınız. Yerel bir ekosistemin dengesini bozduğunuzda, tüm gezegen bozuluncaya kadar komşu sistemlerini etkiler. Tıpkı Kovid-19’un bize herhangi bir suşun hemen dünyaya yayıldığını öğrettiği gibi, yaptığımız, söylediğimiz, hatta düşündüğümüz her şeyde de durum böyledir. Hepimiz aynı sistemin parçalarıyız.

Birbirimize bağımlı olduğumuzu ve tüketici olarak davranış biçimlerimiz, yediklerimiz, seyahat alışkanlıklarımız ve hayatımızın diğer yönleriyle birbirimizi etkilediğimizi zaten kabul ediyoruz. Sorumsuz ve düşüncesiz davranışların ortak kaynakları tükettiğini ve bunun sonucunda herkesin acı çektiğini görüyoruz. BM ve diğer kuruluşlar, gece gündüz bu konuyu tartışan uluslararası paneller ve konferanslar düzenlemektedir.

Yine de değişen pek bir şey yok.  Aslında işler daha da kötüye gidiyor. Şimdiye kadar umursamaz davranışlarımızı gerçekten kontrol altına almayı başaran tek şey Koronavirüs. Bizi karantinaya girmeye zorladığında, hava temizlendi, su temizlendi, hayvanlar daha önce gezemedikleri yerleri gezdi ve insanlar ailelerini yeniden keşfettiler.

Ancak karantina bir yaşam biçimi değildir; acil bir önlemdir. Bu gezegende, tek evimizde, onu yok etmeden ve misilleme olarak o da bizi yok etmeden yaşamaya devam etmemizi sağlayacak sürdürülebilir bir çözüme ihtiyacımız var.

Bunu yapmak için, umursamaz davranışlarımıza neden olan temel unsuru değiştirmeliyiz: bencil insan doğamızı. Gezegenimizi rahatsız eden tüm konulara baktığınızda – doğal afetlerden insan kaynaklı krizlere kadar – hepsinin ortak bir suçlusu var: insan egoizmi. Bu nedenle, insan değişirse, dünya değişir.

En büyük sorunumuz burada yatıyor. Davranışlarımızı değiştirmemiz gerektiği konusunda hemfikiriz. Davranışlarımızın sorunlara neden olduğu da açıktır. Ancak düşüncesiz davranışlarımızın nedenini değiştirmenin çok daha az savunucusu var, çünkü hiç kimse dünyanın sorunları için suçluluk duymayı isteyerek kabul etmiyor. Yine de hepimiz sorumluyuz.

2022’ye girerken insanlığın karşılaştığı en büyük zorluk, gaz emisyonlarını engellemek, plastik kullanımını kısıtlamak veya fosil yakıt kullanımını azaltmak değildir. En büyük zorluğumuz, gezegeni temizleme çabalarımızdaki en inatçı aksaklık, kendi doğamızdır.

Kendi doğamızın en büyük sorunumuz olduğunu kendimize söyleyemiyoruz. Bununla birlikte, herkesin insanlık için yeni bir doğa inşa etmeye katıldığı, dayanışma ve nezaketin beğeni kazandığı, kibir ve narsisizmin uyarıya sebep olduğu bir atmosfer yaratabiliriz.

Eğer birlikte bunu yaparsak, kendimizi hiçbir şeyi inkar ediyormuşuz gibi hissetmeyeceğiz ya da içimizden bir şeyi söküyormuşuz gibi. Bunun yerine, hayatlarımıza iyi bir takviye eklediğimizi, yaşamlarımızı zenginleştiren, onlara yön ve anlam veren bir şey eklediğimizi hissedeceğiz. Yavaş yavaş, narsisizmden daha cömertçe ödüllendirdiği için sosyal zihniyet giderek daha baskın hale gelecektir. Birlikte yaparsak, kolay ve yumuşak bir geçiş olur.

Bu nedenle, nerede olduğumuzu, dünyamızın neden böyle olduğunu ve yollarımızı değiştirmediğimiz sürece karşılaşacağımız kesin olan sıkıntılardan nasıl kurtulacağımızı anlamak hayatta kalmamız için çok önemlidir. Bonus olarak, dayanışma zihniyetini benimseyip sıkıntılarımızın ortak suçlusu olan kendi egoizmimizin üzerine çıkabildiğimizde, olduğuna inanmadığımız harika bir hayat da kazanacağız.

2022 İçin Bir Öngörü

2021 yılı sona eriyor. 2022’nin eşiğindeyiz ve herkes Yeni Yıl’ın ne getireceğini bilmek istiyor. Son zamanlarda başımıza gelen sorunlardan nefes almak için bir aramız olacak mı?

2021 yılı birçok insanın hayatında büyük bir uçurum yarattı, doğada, ekonomide, sağlıkta ve hayatın her alanında korkular, belirsizlikler, felaket değişimler getirdi. Tüm bu değişiklikleri, yeni bir hayat getirecek noktaya nasıl çevirebilirsiniz?

Gelişimin gidişatını değiştirmek ve yeni bir rotaya yönlendirmek istiyorsak, olup biten her şeyi birbirimizle bağ kurma özlemi olarak algılamamız gerektiğini anlamalıyız. Hayatımıza yük olan tüm sorunların ve tüm sıkıntıların üstesinden gelmek, ancak daha fazla birlik olursak mümkündür. Ve sonrasında bunun olası tüm sorunlara evrensel bir çözüm olduğunu göreceğiz.

Kendimizi daha yakın hissedip birbirimize yardım edersek, nefreti ve savaşları durdurursak, tek kalp tek adam olmak için her şeyi yaparsak, o zaman tüm sıkıntılardan ve sorunlardan büyük bir zaferle çıkarız.

Sadece gitmeli ve yapmalısınız. Antik çağlardan günümüze başka bir şey gerektiren tek bir teknik, din ya da inanç bilmiyorum. İnsanlık tarihi boyunca pek çok insanın, peygamberlerin, büyük şahsiyetlerin ve manevi liderlerin neler konuştuğunu anlamamız gerekiyor. Şayet bunu yaparsak, kesinlikle iyi bir hayatımız olacak.

Dünyamızda bolluk var; hiçbir şeyin eksikliği yo, ama topraktan doğal kaynakları, suyu, havayı alıp zehire çeviriyoruz çünkü her şeyi sadece birilerinin çıkarı, silahı ve düşmanlığı için kullanıyoruz. Doğaya, topluma karşı tutumumuzu değiştirmeliyiz. Eğer bunu her birimiz istersek, dünya liderlerini buna mecbur bırakacağız – hatta buna karşı olanları bile.

Bugünün gerçekliği son derece karmaşık görünüyor. 2022’den ne bekleyebilirsiniz? Şayet biz bu durumu değiştirmezsek daha da kötü olacak. Ne yazık ki, henüz başka herhangi bir umut görmüyorum. İnsanoğlu, mühendislik, teknoloji ve modern tıpta her geçen yıl daha akıllı hale gelmesine rağmen, tüm bunları sıradan bir insanın yaşamı için doğru şekilde nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Sorun bu.

Ve tüm bunlar, insanlar arasındaki ilişkileri düzeltmememizden kaynaklanıyor. Herkesin kendini bireysel olarak hissettiği, diğerlerinden ayrılmış ve onlara borçlu olmadığı görünüyor. Ve dünya nüfusu birkaç milyar kişiye ulaşmış olsa da, herkes sadece bundan dolayı acı çekiyor.

İlaç şirketi Pfizer, 2024’e kadar Koronavirüs salgınıyla mücadele etmek zorunda kalacağımızı öngörüyor. İklim değişikliği, ekonominin ve dünyadaki yaşamın tüm alanlarının çöküşünden kaynaklanan ek sorunları da hesaba katarsak, 2022’de ne beklenebilir? Tüm bu sorunlar devam edecek: doğal afetler, volkanik patlamalar, depremler ve neden olduğumuz aşırı küresel ısınma.

Bu küresel ısınma, eğer yapabilirsek birçoğuyla savaşmamızın çok zor olacağı her türlü zararlı virüsü yeryüzünden serbest bırakıyor. Bütün bunlar ufukta, ancak tüm bunları geri alabilir ve bu sorunları önleyebiliriz. Ancak çözüm teknoloji, tıp veya ilaç alanında değil, sadece insan ilişkileri alanında yatıyor.

Genel halk ve ülkeler arasındaki ilişkileri düzelterek, hem bilinen hem de henüz bilinmeyen tüm zararlı virüsleri durdurma ve onları şimdi oldukları yerde bırakma, ortaya çıkmalarına, gelişmelerine, çoğalmalarına ve bize nüfuz etmelerine izin vermeme fırsatına sahibiz. Her şey sadece insanlar arasındaki ilişkilere bağlı.

Kişi şu soruyu sorabilir: “Ekonomi, iklim ve insan ilişkileri arasındaki bağ nedir?” Gerçek şu ki, insan doğada var olan her şeyin, tüm seviyelerin en üst seviyesindedir: cansız, bitkisel, hayvan ve insan. Ve insanlık 20. ve 21. yüzyılın sonunda olduğu gibi yüksek bir gelişim düzeyine ulaştığında, daha da yukarı seviyede olacak.

Her şeyi yapabiliriz! Yüksek teknolojilerimiz, güçlü silahlarımız ve modern tıbbımız var. Ama insanlar arası ilişkilerde binlerce yıl önce yaşamış en ilkel insanlardan çok daha kötü durumdayız. Ve bu alanı iyileştirmemiz gerekiyor.

Bireysellik Noktası

Soru: Bir parfüm şirketi “Individuality” adlı bir seri piyasaya sürdü. İkna edici reklam sözlerinden biri şuydu: “Benzersizliğinizi ve bireyselliğinizi hissediyorsanız, diğerlerinden farklı olduğunuzdan kesinlikle eminseniz, bu parfümler tam size göre.”

Bu bireysellik duygusu ve buna yönelik arzu bir insanda nereden geliyor?

Cevap: Fransızların parfümleriyle ilgili ve hepsinin, bireycilerin, onları satın almak için nasıl koşturdukları hakkında tartışmayacağım. Elbette, saçma görünüyor. Eğer bir bireyciysem, reklamların bana söylediklerini dinleyecek miyim? Bu nasıl olabilir? Aksine, sürünün içindeyim ve onun bir parçasıyım. Çağrıldığım yere koşuyorum.

Gerçek bireycilik doğası gereği bize özgüdür. Dahası, bu bir insanın en üst niteliğidir çünkü her birimizin Yaratan’da kendi noktası, bu dünyaya indiğimiz kendi kökü vardır.

Hepimiz O’nun içinde varız ve her birimiz O’nun kendi ipliğinden dünyamıza indik. Bu iplik beni Yaradan’da olan köküme bağlar ve O’nun içindeki bu nokta benzersizdir.

Bu benim kişisel, bireysel niteliğim, kimseyle ya da başka bir şeyle ilgisi yoktur. Gerçekten sadece benimdir. Beden ölebilir ve doğabilir çünkü bu sadece benim kişisel bakış açımdaki bir giysidir. Bu noktayı kendi içimde geliştirmem gerekir.

Bu nedenle Kabala, kişiye mutlak bir birey olma fırsatı verir. Ne de olsa en önemli şey bu noktayı tanımlamak ve onunla bağlı olmaktır çünkü bunlar benim orijinal niteliklerimdir; bu benim.

Kendimi başkalarına göre tasvir etmiyorum, ama kendime, Yaradan’da olan kendi noktamdan ve onunla tamamen bağlı olduğumdan nasıl emin olabileceğime bakıyorum. Sonra onun aracılığıyla Yaradan’ı hissetmeye başlarım, O’na nasıl eşit, benzer olabileceğimi hissederim, ama bireysel bir şekilde, özellikle de kendim olarak.

Bir insanın ölümden sonra yaşamı için hesap verdiğinde, kendisine tek bir şey sorulduğu söylenir: “Bireyselliğinin farkındalığını edinebildin mi?” Sadece bu soru. Azizler gibi, ermişler gibi, yüksek sosyetedekiler gibi, herhangi biri ya da herhangi bir şey gibi olmak zorunda değilsiniz. Çıplakmış gibi duruyorsunuz, artık bu dünya olmadan ve kendi farkındalığını edinip edinmediğin soruluyor.

Soru: İnsana, dünyaya bedeninin prizmasından, beş duyusundan bakıyormuş gibi gelir. Sonunda dünyaya ruhuyla baktığı ortaya çıkıyor. Bu yüzden mi her birimizin bireysel algısı var?

Cevap: Dünyamızın algısı ve üst dünya algısı bireyseldir çünkü her birimizin kendi manevi kökü, kendi kaynağı, doğduğumuz kendi noktası vardır. Her ne kadar aynı dünyada var olsak ve görünüşte aynı şekilde algılasak da, yine de herkes her şeyi kendince algılar.

 

“Egoizm Demokrasiyi Yıkacak” (Linkedin)

Son yıllarda belki de en çok göze çarpan olgulardan biri, halkın yetkililere olan güveninin sarsılmasıdır. İster Covid kısıtlamalarına karşı gösteriler, ister ekonomik reformlara karşı protestolar, isterse eğitimden göçe ve savunmaya kadar herhangi bir konuda politikalara karşı isyanlar olsun, halk demokratik ülkelerde seçilmiş yetkililere olan güvenini kaybediyor. Sorun şu ki, en bencil ve sömürücü olanlar en üst konumlara ulaşıyor ve insanlar buna kör değil. Biz ilişkilerimizin istismarcı doğasını ıslah edinceye kadar, tamamen dağılıncaya ve savaş ve şiddet yerini devralıncaya kadar, rejimler giderek daha fazla yozlaşacaktır.

Çağdaş demokrasi, 17. yüzyıldan itibaren parlamentoların oluşmaya başlaması ve krallar ile din adamlarının iktidarı seçilmiş organlara devretmeye başlamasıyla şekillenmeye başladı. Demokrasi, demokratik ülkelerin dünyayı Almanya, İtalya ve Japonya’daki despotlardan kurtardığı iki dünya savaşından sonra en yüksek konumuna ulaştı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ilk hükümetler arası örgüt, asıl görevi dünya barışını korumak olan ve adını daha sonra Birleşmiş Milletler olarak değiştiren Milletler Cemiyeti ortaya çıktı.

Ancak ne demokrasi ne de Birleşmiş Milletler verdikleri sözleri tutmadı. Demokrasi, bir süreliğine bize sanki öyleymiş gibi hissettirmesine rağmen gerçek bir ifade özgürlüğü sağlamadı ve dünya barışını koruma, hatta ilerletme konusuna gelince BM tamamen başarısız oldu.

Daha da kötüsü, son yıllarda hızlanan ve hala da devam eden bir eğilim olarak, insanlık giderek daha bencil hale geldi. Günümüz insanı o kadar bencildir ki, onları sadece birkaç on yıl önce kullanılan standartlarla test ederseniz, narsistler olarak “nitelendirilecekler”.

Biz narsist olduğumuz için, narsistleri alıp ülkelerimizin başına koyuyoruz. İhtiyaçlarımızı karşılayacak insanları seçmek yerine, en “açık” toplumlarımızı yönetmesi için en egoist insanları seçiyoruz. Son zamanlarda, liderlerin bencilliği onları o kadar yozlaştırdı ki, insanlar artık bunu görmezden gelemezler. Sonunda insanlar uyanıyor ve kızgınlar.

Bir yandan, vatandaşların hükümetlere karşı artan kızgınlığı, insanların liderlerimizin bizi iyi bir yere götürmediğinin farkına vardığını gösteren iyi bir işarettir. Öte yandan, toplumsal gerilimlerin değişkenliği, doğası ve sonucu herkesin tahmin edebileceği yoğun şiddet patlamalarına yol açabileceğinden, bu tehlikeli bir durumdur.

Artan narsisizmden kaynaklanan bir diğer tehlike de, hükümet bize tam olarak istediğimizi vermedikçe, onun meşruiyetini kabul edemeyiz. Demokrasi, azınlıkların ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, çoğunluğun yönetimi üzerine kuruludur. Kendi yönetimi altında, azınlıkların sürekli olarak altüst ettiği bir durumu ihtiva etmek için kurulmamıştır. Artan istikrarsızlık iki sonuçtan birine yol açabilir: anarşi veya savaş. İkisi de hoş karşılanmaz.

Kaçınılmaz bir kıyamet senaryosu gibi görünen şeyi önlemek için, özgür toplumların çözülmesinin temel nedenini ele almamız gerekiyor: insan egoizmi. Bunu ancak işbirliği yapmanın ve birbirimize karşı düşünceli olmanın kendi yararımıza olduğunu göstererek, egoizmimize hitap edersek yapabiliriz.

Mevcut gerçeklik, diğer birçok insanı etkilemeden hareket edemeyeceğimizi çok iyi gösteriyor. Hemen hemen her ürünün üretiminde veya tedarik zincirinde herhangi bir gecikme, anında dünya çapında ekonomileri engelleyen ve dünya çapında milyarlarca insanın hayatını bozan gecikmelere neden oluyor.

Bunu idrak etseydik ve bu idrake göre hareket etseydik, bambaşka bir dünya yaratırdık. Totaliter rejimler hakkında endişelenmemize gerek yok, çünkü başkalarının özgürlüğünü inkar etmek, kendi özgürlüğümüzü inkar etmekle aynı anlama gelir.

Karşılıklı bağımlılık yakınlık yaratır. İnsanlar birbirlerine sempati duyduklarında, sadece duygusal düzeyde değil, aynı zamanda fiziksel ve maddi düzeyde de birbirleriyle ilgilenmeye başlarlar.

İnsanlık her şeyin bolluğunu üretir. Şayet birbirimizi önemseseydik ve bunun böyle olmasını isteseydik, dünyadaki her bir insan tatmin olabilirdi.

Bu nedenle, başkalarının egolarını boğmaya çalışmak veya (daha kötüsü) sahte gülümsemeler perdesi altında kötülüğümüzü arkamızda bıçaklarla saklamaya çalışmak yerine, bencil eğilimlerimizi ortak faydamız için kullanmalıyız. Her birimizin, hepimize bağımlı olduğunu fark edersek, her birimizin tatminkar ve mutlu olmasını sağlamak için egolarımız bize ne yapmamız gerektiğini söyleyecektir.

“Daha Mutlu Olmak İçin Hayat Algımızı Nasıl Değiştiririz?” (Quora)

İlk önce hayatı nasıl algıladığımızı anlamamız gerekiyor ki bu bir bencillik merceğinden geçer. Hayatı olduğu gibi algılamıyoruz, ancak beş duyumuz, görme, koklama, dokunma, işitme ve tat alma aracılığıyla, sürekli bilgi aldığımız beş fırsata sahibiz. Beş duyumuzu aşarsak, o zaman yeni ve farklı bir gerçeklik hissiyatına geliriz.

Algıladığımız her şey egomuzdadır yani sadece kendi çıkarımız için haz alma niyetiyle haz alma arzumuzdadır. Bu ego, hayatımızın her anından haz almaya, elimizden geldiğince çok kazanmaya ve mümkün olduğunca az kaybetmemize eşlik eder ve bizi yönlendirir. Doğa bizi her an arzulamamız, düşünmemiz ve kendimizle ilgilenmemiz için programladı ve bedenlerimiz bunu çok sofistike ve zekice yapıyor. Yaşam algımız bu nedenle ne istediğimiz, ne anladığımız ve hissettiğimiz, ne aldığımız ve neye sahip olduğumuz açısından çok sınırlıdır.

Kabala bilgeliğine göre sonsuz, bol ve mükemmel bir realitede varız ve algımız bu realiteyi çok küçük bir noktaya kadar daraltır. Evrende var olan seçeneklerin ve fırsatların genişliği hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bedenlerimizin, bizi dışarıdaki bol hazdan kopuk, onların içlerinde yaşamaya zorladıkları için, dostlarımız değil düşmanlarımızdır.

Bu nedenle, yaşam algımızı değiştirmenin ve daha mutlu olmanın anahtarı, beş duyumuz aracılığıyla aldığımız yaşam algısından çıkıp yeni bir yaşam algısına girmektir: bedenlerimizin üstünde, ebedi ve mükemmel gerçekliği algılayabilen yeni bir duyu açtığımız yer. Kabala bilgeliği bu yeni duyuya “perde” (İbranice’de “Masah”) adını verir ve Kabala’nın tüm metodu, bu perdeyi, yaşam algımızda mümkün olan her şeyi keşfedeceğimiz bir noktaya kadar geliştirmeyi amaçlar. Bunu yaparak mutluluğun kaynağına ulaşırız yani mutluluğu sonsuz, mükemmel ve gerçek biçiminde elde ederiz ve böylece kelimenin tam anlamıyla mutlu oluruz.

Bir Sunak İnşa Etmek

Soru: Bir sunak inşa etmek ne anlama gelir?

Cevap: Bir sunak inşa etmek, en düşük arzunuz olan Malhut’u yani taşları (“Havana” kelimesinden “taş”) kullanarak, bir arzuyu yalnızca Bina niteliğine, cennetin niteliğine, Yaradan’ın niteliğine tabi kılmak demektir.  Ondan bir sunak inşa ederim.

Yani tüm egoist arzularımın ihsan etme niteliğine, Yaradan’a yükselmesi sürecine katılmasını isterim.