Category Archives: Eğitim

Kapitalizm Kontrol Dışı

Görüş: (Steen Jakobsen, Saxo Bank Baş Ekonomist): “Geçen sene boyunca 16 farklı ülkeye seyahat ettim. Hepsi birbirinden çok farklı, farklı başlangıç noktalarla, sistemlerle ve kültürlerle ancak hepsi eşitsizliğin aynı nakaratını paylaşıyorlar. 2008’deki finansal krizin başlamasından itibaren gerçek kaybedenlerin orta sınıf olduğunun farkına vardım.

“Uzmanlar kapitalizme şahit olduğumuzu ve serbest pazarın kontrolden çıktığını bilmenizi sağlayacaklar. Nerede? Kapitalistik kurallara göre işleyen sadece tek bir pazar yoktur.

“Bu kriz zamanında ana politika yanıtı olarak satın alma zamanı geride kalır. Ancak bu çözüm sürmeyecektir, sosyal eşitsizliği daha keskin hale getirecektir. Gelir kaynağı ve zenginlik eşitliği, sermaye ve çalışmak için eşit bir haktır. Şu anda sermayeye serbest erişimi olan kuruluşlar sadece üstüne aşırı yüklenilmiş bankalar ve hükümetlerdir.

“Ne tuhaftır ki, uzmanlar mevcut krizi, kapitalizmin kontrolden çıkması olarak seslendirmektedirler. Bizlerin şu anda hükümetlerin ve politikacıların kontrolden çıktıklarına şahit olduğumuza dair bu konuda tartışabilirim.

“Eğitime, güvenli serbest pazarlara yatırım yapmalıyız, rekabet ve uzun dönemli eğitim maaş ve çalışma saatleri üzerine üç taraflı anlaşmalar. Daha fazla eşitlik için yol budur.”

Benim Yorumum: Çözüm hatalıdır – artık daha fazla iş görmeyen egoistik kapitalizm modeli üzerine kurulu bir çözüm bu. Bizim şunlara yatırım yapmamız gereklidir.

  1. Tüm insanlar için uygun, tek seviye refaha ulaşmak,
  2. Zorunlu, bütünsel eğitim ve yetiştirmeyi tanıtmak.

Bu iki önlem de krizi eleyecektir çünkü bunlar, doğayı ve etrafındaki dünyayı yok eden insanlar arasındaki uyuşmazlıkları ortadan kaldıracaklardır; bizleri değiştirecekler ve bizler de yeni bir refah ve denge ekonomisini nasıl yaratacağımızı anlayacağız.

29 Mart 2012’de yayımlandı.

Geçiş Döneminde Yaşanan Zorluklar

Yeni gelişim düzeylerine geçişi hep küçük krizler teşvik etmiştir: Eğitim, sosyal, finansal ve diğer sistemler gittikçe bozulmaya başladı. Evlilikler ayrılıkla sonuçlanmaya, yavaşça fakat düzenli bir şekilde yayılan yasa dışı uyuşturucu madde kullanımı ise alkolizme baskın çıktı. Bir anda terörizm belirgin bir hale geldi.

İnsanlığın tedirginliği açığa çıkıyor. Bu, yaşamın tüm safhalarındaki acizlik ve aksaklıklar sonucu oluşan, bencil kurallara göre inşa edilmiş ve herkesin sadece kendisi ile meşgul olduğu durum yani : ”Bu senin, bu benim ve sakın bu sınırı geçme” anlamına gelir. Herkes kendi özgürlüğünü ve kişisel özel alanını savunur. Şimdi ise, doğa aramızdaki sınırları yok eder, duvarları yıkar ve bizi, bizim uzak kalmak istediğimiz, hazır olmadığımız toplu ve ortak yaşam biçimine doğru sürükler.

Egolarımızın derecesi çok küçük iken bizler herşeye açık idik. O zamanlar tek bir aile şeklinde bir köyde yaşayıp yaşamadığımız bizim için pek farketmezdi. İnsanlar kapılarını kilitlemek zorunda değillerdi ve birbirlerine karşı daha candan, daha naziktiler. Kocaman bir aile (ebeveynler, çocuklar ve torunlar) bir odayı paylaşabiliyorlardı ve birbirlerinden çekinmiyorlardı.

Şimdilerde ise bunlar farklı. Büyük bir bencillik ile bizler birbirimizden ayrıyız. Herkes kendine ait ayrı bir oda istiyor, ya bilgisayarın arkasına saklanmayı ya da telefonla meşgul olmaya gayret ederek diğerleri ile olan bağlantılarını mümkün olduğu kadar aza indirgiyor. İnsanlar artık aile olup birleşmiyorlar fakat daha çok cinsellik için beraber olup birbirlerinden uzaklaşıyorlar.

Fakat bir anda doğa bu ayrılıkları ortadan kaldırmaya başlıyor ve böyle yaparak bizim birbirimizden kopmamızı önlüyor. Şu anki yaşadığımız kriz, bugüne kadar yaşamış olduğumuz krizlerin en büyüğüdür. Bunu geciktirmek için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz, gerçeğe aykırı beyan veriyoruz. Fakat bu durum daha alçak seviyelerdeki, birbiri ile hala bağ içinde olan toplumda kendini gösteriyor.

Şu sıralarda aile krizi diye birşey pek yok çünkü ailelerin zaten birbiri ile bağları kopmuş. Ailelerin yarısından fazlası kendiliğinden aile sayılmaz ve hiçbir şekilde kendilerini yeniden düzenlemek ve canlandırmak arzusunda değillerdir. Evlenmek istemeyen kimselerin sayısı %70’e kadar ulaştı. Bugün üyelerinin birbirlerine karşı iyi, sevgi ve saygı ile davrandığı aile neredeyse bir eski zaman modeli durumuna düşmüştür.

Diğer ikinci bir temel sorun ise uyuşturucu sorunudur. Bizler bu çirkin hadiseye itaat ediyoruz; bununla savaşımız yumuşak ve ılımlıca. Fark ettiğimiz bunun mani olamadığımız korkunç birşey olduğu çünkü içinde yaşadığımız toplum ve bu yaşam bizi kaçış yapmaya doğru farklı yollar aramaya itiyor.

Bir sonraki problem ise gençliği nasıl yetiştireceğimiz. Şu sıralarda nüfus zayıf, insan sayısında artış pek yok ve insanlar çocuklarını nasıl yetiştireceklerini, nasıl bakacaklarını bilemiyorlar. Ebeveynler çocuklarını hem geceleri hem de gündüzleri hem de gün içerisinde bırakıp ilgilenmiyorlar. Çocuklar artık aileleri ile birlikte büyümüyorlar ve bağ olmadan, nesiller arası mesafenin arttığı bir dönemde yaşıyorlar. Gelecek nesli kaybetmek üzereyiz fakat kimse onlar hakkında pek endişe duymuyor. Bizler ortaya ”Çocuklarımızın yetiştirilme tarzının iyi veya kötü olmasının farkı ne olacak; değişen ne olacak ?” diyerek konuşuyoruz. İşte bu bizim düşünce tarzımız ve problemin özünü bile uzaktan yakından kavrayamıyoruz.

Anlaşıldığı üzere önceki yaşanmış tüm krizler bizler için yeteri kadar felaket değildi ve aynı zamanda kendimizin tüm yaşam ayrıntılarımız ile iflas etmiş bir zihniyet içinde olduğumuzun farkındalığına da bizi ulaştırmadı. Gelişim süreci daima küçük ve zayıftan büyük olanlara doğru etkili olur. Bu çocuklarımızı cezalandırmamıza benzer, yani önce onları başta ikna etmeye çalışırız sonra büyük bir kargaşa ortaya çıktığında ise onları tehdit ederiz. Bu noktada, hepimiz gayet ciddi bir süreçten geçiyoruz; bu ölümle kalım kadar mühim olan bir durum.

Doğa ve bizler arasındaki iki mühim çelişki dönemleri içinden geçiyoruz. Bütünsellik, bizim doğaya ve onun tüm sistemlerine karşı olduğumuzu fark etmemizi sağlar. Demek istenilen; önceden bizlerin tamamiyle birbiri ile bağ içerisinde olması gerekiyor iken birlik içinde olmamak için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz.

Beraber bağ içinde olmamız gerektiğinin iyi olduğunu anlıyoruz fakat bu duruma nasıl erişebileceğimizi bilemiyoruz. Dünyadaki herkes, eğer insanların eğitim, teknik, pedagoji ve kültürel sebepler nedeniyle birleşmeleri gerçekleşirse tüm bu durumu daha da kolaylaştıracağını idrak ediyor. Fakat nasıl egolarımıza karşı zıt davranabiliriz? Bizler bunu yapma yeteneğine pek sahip değiliz!

Burada yatan problem şu: Eğer birleşmemiz mümkün olmazsa aç kalacağız. Çok basit! Yiyecek, güvenlik, konut, ısıtma, fiziksel sağlık gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumda olamayacağız. Hayatta kalabilmek için tatmin edilmesine ihtiyaç duyulan beş temel ihtiyaç vardır.

Bu zamanda doğa bizi o kadar sıkıştırıyor ki eğer doğanın koşullarını karşılayamazsak beş temel ihtiyacımızı tedarik etmemiz mümkün olamayacak. Çevrebilimi gibi bir kavram güvenlik koşulumuzun bir parçasıdır. Yiyecek temin etmek ve ekolojik bir çevreyi tutabilmek konusunda başarısızız; ikisi de birbirine bağımlıdır ve biri diğerini etkiler.

Endişe, korku ve kargaşa insanoğlunu muhtemelen şiddetli önlemler almaya zorlayacaktır. Eğer birşey yapmazsak, bizim doğaya karşı olan direnişimiz ve karşı koyuşumuz bizleri, ıstıraba, savaşlara, yıkıma ve silinmeye doğru götürecektir. Bir noktada bizler tekrar hayatta kalabilme şansımızı tekrar değerlendirip birleşmemiz gerektiği sonucuna varacağız ve gelişimin dördüncü seviyesine ulaşacağız : ”İnsan” seviyesine.

16.1.2012 tarihli ”Bütünsel Eğitim Konuşması”ndan

Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda Mart 2012’de saat 09:34’te yayınlanmıştır.

Internet Nesli: Gençler Sanal Hayatlarını Gerçek Dünyaya Tercih Ediyorlar

Daily Mail Haberlerinden: “Çocukların online hayatlarında gerçekte olandan genelde daha mutlu olduklarına dair bir araştırma yayımlandı.

“Kim olmak istiyorlarsa tamamen o olabileceklerini söylüyorlar ve herhangi bir şey artık eğlenceli olmadığında da çok basitçe iptal tuşuna basabiliyorlar.

“Çocukların yaklaşık yüzde 47’si online durumdayken, normal hayatlarında yaptıklarından daha farklı davrandıklarını söylediler ve birçoğunun iddiasına göre bu onların daha güçlü ve güvende hissetmelerini sağlıyor.”

“[Psikoterapist Peter Bradley:]  “Bu tespitler çocukların siber uzayı, gerçek dünyadan ayrılabilecekleri, muhtemelen gerçek hayatta göstermeyecekleri davranışlarını ve kişiliklerinin parçalarını keşfettikleri bir yer olarak gördüklerini akla getiriyor” dedi. Siber dünyalara gerçek topluluklardan daha mutlu yerler olmalarına izin veremeyiz, aksi takdirde genç insanlardan kurulu toplumumuzda yeterince işlemeyen bir nesil oluşturmuş olacağız.”

“Gençler tarafından online iken alınan risklerin sayısından alarma geçtik” şeklinde konuştu.  “Güvenli online davranış, okullarda öğretildi, fakat gençlerin bu riskleri kendilerine ilişkilendiremedikleri görünüyor.”

Yorumum: Gelişim durdurulamaz ve bu yüzden sadece, kişiyi düzelterek siber uzayı yararlı hale getirebiliriz. Herşey bütünsel yetişme içinde yatıyor.

Genel olarak, insanlık sanal aleme geçiş içerisinde. İnsanlık, fiziksel duyularımızın taşıyıcılarından, enerji ve bilgiden uzaklaşıyor ve güç ve niteliklerin uzayına giriyor.  Madde yavaş yavaş, hislerimizde bir illüzyon olarak ortadan kaybolana kadar sertliğini kaybedecek.

19 Mart 2012 20:19’da yayımlandı

Çekici Olmayan Fakat Sevimli Kişi

Soru: Kişi eksikliklerini telafi etmek eğilimindedir. Örnek olarak, her radyo sunucusunun bazı konuşma eksiklikleri vardır; sıradan görünüşlü kişiler TV’de bir kariyer elde eder ve bu şekilde devam eder. Bu aynı zamanda bütünsel eğitim sisteminde çalışan kişilere de geçerli midir? Onlar telafi etmeye çalışacaklar mı, ya da belki de bütünsellik herşeyi dengeye getirecek midir?

Yanıt: Hayır, herşeyden önce, anlıyoruz ki, görünüş hiçbir fark yaratmamaktadır. Eğitmenlerimiz arasında, çoğu zaman çekici olmayan kişiler görüyoruz, hoş olmayan ve güzel görünüşlü olmayan. Hatta diyebilirim ki, görgü kuralları çok çok basittir.

Ancak, kişi içsel çalışma ile meşgul olduğunda, bu onu iğrendirmemektedir. Eğer onları sevmezse, o zaman en azından onları nazikçe sanki kendisine yakın bir kişi gibi kabul etmeye başlar. Hatta onun içinde bir çeşit sevimlilik görür. İşte bu ne olduğudur.

Aynı şey kadınlara da geçerlidir. Eğer samimiyet ortaya çıkarsa, bunun dışında herşey rafa kalkar.

18 Mart 2012  10:10’da yayımlandı.

Hayatımız Nedir? Bir Oyun!

Kabala bilgeliği kişiyi “hayvan” seviyesinden “insan” seviyesine (“Adam” veya “insan”, “Domeh” kelimesinden gelir ve tabiata, ihsan etme ve sevgi niteliğine benzeyen anlamına gelir) yükselttiğinden dolayı, kişi, “bilinmeye doğru ilerleme” sorunuyla yüz yüze kalır. Tekrar ve tekrar bilinmeyen bir seviyeye yükselmemize yardımcı olması için bize bir oyun, bir egzersiz sunulmuştur, ki bu sayede kendi içimizde, grupla beraber, bir sonraki ve daha özgecil koşulumuzu hazırlayabilelim. Hatta bu, başarısız olacak olursak bile, bizi doğru çözüme doğru götürür: Doğru çözüm, ihsan etme kuvveti için bir talep, egoizmimizin üstüne bir yükseliştir.

Günümüzde insanlığın tümü, yaptığı her şeyde, ilerleyişin bu metodunun ustası olmalıdır. Düşüşlere ve hataları hissetmeye de hazır olmalıyız ve onlardan yola çıkarak şunu anlamalıyız: Kendimizi, ailemizi, toplumu, eğitimi ve ekonomiyi doğru biçimde inceleyebilip edinebilmemiz için gerekli olan yeni nitelikleri, bize ancak tabiatın üst kuvvetinden verebilir.

Hata ve başarısızlıklar, insanlar tarafından bugüne dek onaylanmamıştır; bunları onaylayan yalnızca Kabalistler olmuştur, çünkü sadece onlar insanlığın genel tabiatı olan egoizmin üstüne yükselip tabiat veya sevgi denilen niteliği edinmişlerdir. Ancak günümüzde, bu yeni tutumu hem kendimize karşı, hem çevremizdekilere karşı, hem de dünyaya karşı edinmemiz ve çocuklarımızın, yaptıkları hatalardan öğrenerek gelişmelerini sağlamamız gerekmektedir.

Sadece hatalarımızdan öğrenmemiz yeterli değildir; ayrıca bu hataların kökenini de anlamamız gerekir: Yani, henüz adapte olmadığımız yeni seviyenin şeklini. Hata (düşüş) dediğimiz şey, yeni seviye ile irtibatımızın eksik oluşunun fark edilmesidir; yani, bu eksikliğin edinimidir ve bu edinim, bizleri yeni seviyeyi içsel olarak kendimize uyarlamamız için can atacak duruma getirmelidir. Bu, grup içinde edinilir ve edinmenin yolu, tabiatın genel kuvvetini edinmek ve ona benzer olmak için can atmaktan geçer.

Duygusal Seviyede İlişki Kur

Soru: Bütünsel eğitim kursundaki psikolojik bölümün amacı, insanlara birbirleriyle ilişki kurmayı, bir diğerini dinlemeyi ve kendi aralarında anlamlı ve derin bir ilişki geliştirmeyi öğretmektir. Bu nasıl yapılabilir?

Cevap: Kişilerarası ilişkilerin ne olduğunu anlamamız gerekir.

Derler ki, eğer ortada bir çocuk yoksa, o bir aile değildir. İnsanlar ne için yaşar? Farz edin ki bugün bir çift birbirinden fiziksel olarak hoşlanıyor, fizyolojik olarak birbirlerinden memnunlar, birlikte rahatlar. Şimdilik rahatlar… Çocuk bir şekilde ortak bir zemindir, onları birbirine bağlayan ortak bir şeydir.

Bir kişi, birisiyle ilişki kurmaya çalıştığı zaman, birbirlerinde ortak olarak neye sahip olduğunu, onları birbirine karşılıklı olarak neyin bağladığını açıkça görmelidir. Bu sadece bir bağlantı noktası değildir, ortak bir duygusal, fizyolojik, fiziksel, sosyal ve kültürel dünyadır, orada sadece birbirine dokunmazlar fakat sanki birbiri üzerine örtüşürler.

Her birey bir “daire”yi temsil eder ve diğer bir kişinin “daire”siyle kesişebildiği ölçü, onların derin ve çok boyutlu bir ilişki kurma becerilerini tanımlar.

İlk olarak ve her şeyden önce, günümüzde anlamalıyız ki, iki kişi arasındaki ilişki,  bireysel dairelerin birbirine dokunmadığı şekildedir çünkü onların egoizmi en son haline gelmiştir. Dairem her neyi kapsıyorsa, diğer hiçbir daireye uymaz. Kendimi o kadar özel – bir kişilik, bir egoist – hissederim ki, bir başkasını kendi ilgi alanları ve ihtiyaçları olan bir birey olarak algılayamam. Benim için, başka bir insan sadece bir tüketim nesnesidir. Eğer bu beni ilgilendirirse, onunla ilişkiye girerim, fakat ona bir insan gibi, kendi iç dünyası ve ilgi alanları olan bir birey gibi davranmam. Bir haz kaynağı olan bir tüketici olarak onunla etkileşim içinde olurum, daha başka bir şey değil.

Ve birbirimizle bu şekilde iletişim kurarız. Bu şekilde uygundur: herkesin cep telefonu, bilgisayarı ve e-mail adresi vardır. Onların arkasına saklanırız ve böylece birbirimizden mutlak ayrılığımızı saklarız.

Farklı toplulukların yavaş yavaş kaybolduklarını görüyoruz. Ekranlarımızın arkasına saklanıyoruz, görünürde sosyalleşiyoruz, bu arada kendimiz için davranış ve kurallara dair yeni standartlar icat ediyoruz. Fakat bunların hepsi sanal olarak oluyor, diğer hiçbir daireyle duygusal olarak yan yana olmadan oluyor. Yeni bir dil icat ediyoruz, başka biçimlerin, başka kabukların arkasına saklanıyoruz, kendimizi gerçekte olduğumuzdan tamamen farklı şekilde internet ortamında sunuyoruz, kendi yüzümüz yerine semboller veya farklı isimli işaretler kullanıyoruz. Diğer bir deyişle, insanlar hiçbir koşulda kendilerini açığa çıkarmadan oynuyorlar. Ve egoizm buna eşlik ediyor, kendini iyi ve rahat hissediyor.

Esas görevimiz, insanların ortak bir şeye sahip olup almadıklarını ortaya çıkarmaktır, sadece iki insanınkini değil, herkesinkini. Çünkü doğanın bizi ona doğru ittiği bir bütünsel toplumdan bahsediyoruz, ya acı çekme yoluyla ya da bizim gönüllü farkındalığımız yoluyla, insanlığın bu aydınlık haline doğru yol alır. Hepimizin neyi ortak olarak paylaştığını açığa çıkardığımız için, duygusal seviyede ilişki kurabilir olacağız. Kendimizi birbirimizden saklamayacağız, aksine kendimizi açmaya çalışacağız.

Herkes kendi içsel “ben”ini açığa çıkaracak ve onu dışsal olanın üzerine, bu imajın üzerine, ilk ve son isimlerin üzerine, mesleklerin ve her tür dışsal alışkanlıkların, geleneklerin, dilin ve her şeyin üzerine yerleştirecek. Kişinin duygusal dünyası, onlara doğa tarafından verilen her zamanki fiziksel koşulun üzerine yükselecek. Kişide geliştirmemiz gereken şey budur.

Bunun olması için, insanlara göstermemiz gerekir ki, kendi aramızda birlik olarak, kendi bireysel dairelerimizi üst üste koyarak, tek bir mekanizma olacak şekilde birbirimizle bağlanarak, robotlara dönmeyeceğiz ya da meşhur Rus deyişindeki gibi savunmasız kalmayacağız, “Ruhunu aç ki birisi ona tükürebilsin.”  Bunu,  bizim birleşik bütünsel hareketimiz içinde, birleşik analog bir mekanizma gibi olduğumuz zaman, özel bir amaca ulaşalım ve yeni bir şey doğuralım diye yapıyoruz, tıpkı bir çocuk yapmak için birleşen bir çift gibi.

Ancak burada hep birlikte doğum yapıyoruz, insanlık için tamamen yeni bir durum yaratıyoruz, orada saklanmamız, korkmamız ya da kendimizi yükseltmek için birbirimizden kapmak için çabalamamız gerekmeyecek. Aksine, yükselişimiz karşılıklı olacak, tam da bizim bu ortak “yavru” aracılığıyla olacak, ona bakacak, değer verecek, sürekli yükseltecek ve onu geliştireceğiz.

“Bütünsel Eğitim üzerine Konuşma”, Bölüm 6, 14.12 2011

Geçiş Süreci Ve Moda

Soru: İnsanlar, gereğinden fazla üretimden isteyerek feragat edecekler diyorsunuz fakat bu konuda şüphelerim var.

Cevap: Feragat etmeyecekler. Çevrenin kişiyi, kişinin basit bir şekilde bunu takip etmeyi bırakması şeklinde etkilemesi gerek. Tıpkı, bizim artık çocuk oyunlarıyla ilgilenmeyi bırakmış olmamız gibi. Çünkü şimdi yetişkin insanlarız ve başka ilgi alanlarına sahibiz. İşte aynısı bu konuda da böyle olacak. Farkında bile olmadan bizim için çok daha önemli, bizi çok daha fazla tatmin eden bir şeyi takip etmeye başlayacağız.

Değiştiğim kadarıyla, gitgide daha rafine tatminlerin talebinde bulunacağım ve işte bu yüzden artık son model bir araba ya da meşhur bir modacıdan son moda giysiler edinmekle ilgilenmeyeceğim. Birden tüm bunları unutuyor olduğumun farkına varacağım, tıpkı tüm dikkatini işine, tutkusuna vermiş ve formüllerle ya da farelerle meşgul olmaktan tatmin olduğunu hisseden bir bilim adamı gibi! Onun için, ne yiyeceğinin ya da ne giyeceğinin çok bir önemi yok – kişinin, bir şeyin içine derinlemesine daldığında hissettiği şey budur.

Bizim zamanımızda, sanatla ilgilenen ya da diğer çevrelerden bazı insanlar, bizim dünyamızın bir nebze olsun üstünde olduklarını göstermek istediklerinde, modaya karşı bilinçli bir şekilde önemsemez bir tavır takınmak modadır (“ne yiyeceğim ya da nasıl giyineceğim benim için fark etmez”)
Bunun içinde belli bir hareket yatmakta, kişinin ilgi duyduğu başka şeyler olduğunu, başka endişeleri olduğunu ve papyonlu bir smokini umursamadığını gösterme arzusu. Tüm bu moda: yırtık pırtık kot pantolonlar vs. bir şeye doğru açıkça duyulan içsel özlemlerin ve dışsallığın hor görülmesinin belirtileridir. Dövmeler, yüzükler ve piercingler, bunlar kişinin üzerindeki süsler değildir, kişinin, bu dışsal imajlar vasıtasıyla içsel koşulunu ifade etme girişimleridir.

Bu girişimlerin tüm anlamsızlığını kabul etmek gerçekten önemli olduğunda, bu bir geçiş sürecidir.
Yine de bu, çevrenin kişi üzerindeki etkisinin iyi bir örneğidir. Yapacak bir şey yok. Ya krizin bir sonucu olarak ya da bir yükselişin sonucu olarak tüm bunlar geçene kadar hiçbir şey değişmeyecek.
– 14.12.11 tarihli “İntegral Eğitim Üzerine Konuşmalar #6” programından.

Küresel Çevrede Eğitim

Dr. L. Kotlanikova’nın Görüşü: Modern Eğitim’in süreci yeni bir evrensel toplumun oluşumuyla müşterek olacak, adil ve insancıl bir toplumun. Bu yeni eğitimin amacı, eğitimi yenilemek, herkesin bir diğerini ve dünyayı anlamasını sağlamak, dünyanın kargaşa dolu durumundan birliğine doğru yönelmesi için.

Eğitim bu aralıksız süreci çevirmeli ve bu eğitim “Evrensel İnsanın” kendisini, çevresini ve bu çevre içindeki yaşamını anlamasına olanak tanımalıdır.

Buradaki asıl sorun eğitimin gelecek yakın zamanda şu sorunu çözümlemesi gerekecek. Sorun: “Nasıl beraber olabiliriz”i öğrenmek.

Dr. Laitman’ın: Dünyadaki birçok eğitimci modern bilgilerin ve eğitimin sorunlarını anlıyorlar.

Bizler bu kişilerle, kendi eğitim metodumuzu iyileştirirken yapmış olduğumuz tartışmalarda ilişki kurmak zorundayız.

03/02/2012

Çocukluk Dönemi Bittiğinde

Her geçen gün dünya bizlere daha sert şekilde, ciddi ve inatçı bir biçimde davranıyor. İnsanlar, isteyerek ya da istemeyerek, bir şeyler olmalı veya zaten oluyor diye hissediyorlar. Dindar olanlar bu durumu daha yüksek bir güce bağlıyorlar; laik olanlar ise suçu doğaya yüklüyorlar. Öyle ya da böyle, dikkatimizi odaklamamız ve harekete geçmemiz için bizi zorlayan güçlü bir baskı altındayız.

Kabala bize, gelişimimizi en iyi koşula getirmek ve hızlandırmak için bir yol olduğunu öğretir. Bunun için, ne olduğunu fark etmeliyiz ve süreci bir bütün olarak gözlemlemeliyiz. Gelişmeye nasıl devam edeceğimizi her an seçmeliyiz. Bu, doğru ya da yanlış olma meselesi değil, aksine gelişimimizin doğanın programına uygun olması meselesidir. Her şey, doğanın bizden talep ettiği algoritmayı anlamamıza, kavramamıza, edinmemize ve onaylamamıza bağlıdır.

Bunu nasıl biliyoruz? Bugün, kendi deneyimimiz sayesinde bu sonuca ulaşabiliriz.

Bilim adamları, psikologlar ve felsefeciler, kötü ve iyi olmak üzere iki güç tarafından geliştiğimizi bir ağızdan tekrarlıyorlar. İyi, bize iyilik getirir ve kötü, kötülük getirir. Buna dair hiçbir şüphemiz yok, çünkü her birimiz iyi ve kötüyü değerlendirebilir.

İyi gücün etkisi özellikle, büyürken sevildiğimiz ve korunduğumuz çocukluk döneminde hissedilir. Doğa (veya Yaratan), anne ve babalarda, yakın ailede ve hatta uzak çevrelerde bile çocuklara karşı iyi bir yaklaşım ve sevgi ortaya çıkarır. Çocukların yaramazlık yapması veya bir şeyler kırması önemli değildir. Çocuk, bir yetişkin yaptığında asla affedilmeyecek şeyleri yaptığı zaman affedilir. Herkes çocuğun bir dediğini iki etmez ve çocuk onların iyi yaklaşımını kullanır.

Çocuk büyür büyümez, bu sevecen ve hoşgörülü yaklaşım birdenbire durur. Bu andan itibaren kendisine ve başkalarına bakması gereken biri olur; başkalarına “borçlu” olmaya başlar ve hareketlerinden sorumlu tutulur. Kısacası, talepler sevginin yerine geçer.

Bu neden olur? Çocukluk dönemini sorgulamıyoruz, ama neden doğa yetişkinlik döneminden bu kadar talepkâr oluyor, neden daha önce olduğu gibi sevecen olmayı durduruyor?

Bu durumun olumsuzlukla hiçbir ilişkisi olmadığını, aksine bizi büyümeye teşvik etmek için olduğunu anlamak şarttır. Eğer doğru şekilde gelişirsek, o zaman kötü etkiler hissetmek yerine, iyilik hissederiz. Bu yüzden, fark etmeliyiz ki, tüm doğa, yaşam ve dünya bize, dünyaya olan uygunluğumuza göre davranıyor. Dünyaya uyumlandığımız zaman, daha önce iyi ve kötü diye düşündüğümüz güçleri yeniden değerlendirmeye başlarız.

Bu olumsuz gücün bizi kendimizi düzeltmeye doğru teşvik ettiğini hissetmiyor olmamızın nedeni nedir? Eğer bu güç ile yeniden bağ kurarsak, yaşam tekrar, tıpkı her günün yeni bir şeyler getirmeyi vaat ettiği çocukluk dönemi gibi görünmeye başlayacak.

Her şey bizim hazırlıklı olmamıza ve eğitimimize bağlıdır. Eğer erken yaşlarımızdan itibaren doğru şekilde yetiştirilseydik ve olumlu tepkiler sağlamak üzere çevreyle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımıza dair ve doğa, toplum, aile ve kendimizle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımıza dair bir anlayışla olgunlaşan yetişkinler olmamızı sağlayacak şekilde eğitilseydik, o zaman yaşamlarımız mükemmel şekilde, sorunsuzca devam ederdi.

Ancak çocukluk döneminde, yetişkinlik dönemine dair doğru direktifleri almıyoruz. Kabalistlerin sözlerini kullanarak bu meselelerden bahsetmek kolaydır, fakat eğer Kabala öğretisine aşina değilsek ne yapabiliriz? Doğanın ipuclarını dinleyerek belli yönler bulabilir miyiz? Bizi çevreleyen her şeye karşı doğru yaklaşımı oluşturabilir miyiz? İnsanlık, acı çekmekten kaçınmanın yolunu bulma sorunuyla yüz yüze ve en az miktarda üzüntü yaşamak üzere hayatla nasıl ilişki kuracağını keşfetmeye çalışıyor. Şu an bile acı çekmeye devam ediyoruz ve daha da fazla acı çekeceğiz çünkü henüz bu sorunun cevabını bulamadık.

Ne istediğimiz ile aslında realitede neye sahip olduğumuz arasındaki karşıtlık, yetişkinleri daha ilerisini araştırmaya iter. Sonuç olarak, tarih boyunca bu soruna çeşitli yaklaşımlar geliştirdik. Baal HaSulam, “Barış” makalesinde bunlardan bahseder; eğer biz, dürüst ve gerçekçi bir şekilde doğayı, insanlığı ve yaşamı incelersek, Kabala öğretisinin bizlere öğrettiği aynı sonuçlara ulaşacağımıza işaret eder.

Esas olan, egoizmimiz tarafından ayartılmamak, aksine onun üzerine, mevcut hislerimize, eğilimlerimize ve düşüncelerimize bağlı olmadığımız objektif bir seviyeye çıkmaktır. Eğer bağımsız araştırmacılar olarak kendimizin üzerine çıkabilirsek, Kabala’da bulunan bazı bilgileri fark ederiz.

Öğretinin yaptığı budur: Kişiyi, kendi ego prizması olmadan realiteye bakabildiği bir seviyeye çıkarır. Eğer egoizmin “lenslerini” kaldırabilirsek, kolaylıkla Kabala bilgeliğini ediniriz. Baal HaSulam’ın “Barış” makalesine göre, bu bir bilimsel araştırmadır; istisnasız herkes için geçerli olan deneysel, deneyimsel ve uygulamalı bir temeli vardır ve bu herkesin komşumuza ihsan etme ihtiyacını keşfetmesine imkân verir.

Günlük Kabala Dersi, 4. Bölüm, 11/11/2011, “Barış”

İyilik İle Kıyafetlendirilmiş Kötülük

Yayınlanma tarihi 30 Ocak 2012, saat 13:57

Soru: Entegral eğitim metoduna göre kişiye kötü örnekler gösterilmemelidir. Ancak bu, psikolojide biraz farklıdır. Psikolojide kişi, başından geçen talihsizliklerden bahseder ve nerede hata yaptığının değerlendirmesini yapmaya başlar. Genel olarak söylemek gerekirse, kişi önce kötü yanı ile yüzleşir ve ardından da onu düzeltmeye çalışır.

Cevap: Bizim yaklaşımımız tamamen farklı. Kötülük diye bir şey yoktur! Dünyanın hiçbir yerinde kötülük yoktur! Her ne kadar tabiatın tümü bize kötüymüş gibi görünse de, bu, yalnızca tabiata yaklaşımımız yanlış olduğu için bize öyle görünür. Eğer tabiata olan yaklaşımımız farklı olsaydı ve tabiatı farklı bir şekilde kullansaydık, o zaman tabiatın sadece iyilikten ibaret olduğunu görürdük. Ayrıca, egoizmi kötülük için kullanmak yerine, iyilik için de kullanabiliriz.

Eğer kendi egoizmime karşı oynarsam; yani, egoizmimi değerlendirmeye başlayıp, kendi egoizmimin üstüne yükselişimin bir aracı olarak onunla çalışmaya başlarsam, o zaman kendi egoizmim, benim başlangıç noktamı oluşturur; kendimi ölçtüğüm, ne kadar yükselip değiştiğimi gösteren kılavuz haline gelir.

Egoizmimi bana verilmiş olan ve tamamen zıt bir niyete kıyafetlendirmem gereken negatif bir nitelik olarak görürüm: Egoizmimin tümünü ihsan etmek, sevgi ve bağ kurmak için kullanma niyetiyle kıyafetlendiririm. Bundan sonra, egoizmim sürekli olarak bana yardım eder; beni sürekli olarak iter ve dürter, beni bir taraflara çeker ve ben de sürekli olarak onun üstüne yükselmenin yollarını bularak onu karşılar ve dengelerim. Bu şekilde, egoizmim “kendime karşı” yardım aracı haline gelir.

İlerlemekte veya gelişmekte olan sistemlerin tümünün iki zıt kuvvetten oluşması gerektiğini biliriz. Karşılıklı olan, birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini dengeleyen ortak paydalar oluşturan bu iki zıt kuvvet, mümkün olan en iyi sonuçları verir.

Bu sebepten dolayı egoizm, egoizmin üstüne yükselme arzusu ile dengelenmelidir ve egoizmin üstüne yükselebilmek için çevreye, komşuların yardımına, tanıdıklara ve tüm topluma güven duyulabilmelidir. Bu iki sistem, yani bir tarafta toplum ve çevre, diğer tarafta da kendi egoizmim, bana yardım eden unsurlardır. Ben bu iki unsurun arasında dururum ve kendimi bu şekilde yükseltirim.

Nihayetinde, kendi egoizmimi incelerim ve egoizmimin üstüne yükselebilmeme yardımcı olabilecek olan niteliklerini bulurum. Bu nitelikleri ihsan etmek, ilerlemek, mutluluk ve diğerlerine yardım etmek için kullanırım ve o zaman egoizmim, çalışmakta olduğum kuvvet, kütle, çalışmak için elimde olan madde haline gelir. Egoizmimi hiçbir şekilde yok etmem! O, içimde gelişmeye devam eder; ben ise onun gelişiminin tüm ayrıntılarını neşe ile karşılarım.

Modern bir insan, egoizmini hüzün ve acı ile karşılar; “Yine ben! Suçum neydi?” diye yakınır. Fakat bunun benimle bir ilgisi yoktur. Tabiat, kendisini içimde bu şekilde gösterir. Muazzam boyutlardaki egoist bir tabiat, kendisini içimizde özellikle bu şekilde ifşa eder ki, biz de onun üstünde birlik kurmaya devam edelim.

Bu sebepten dolayı, egoizm, bizleri ilerleten bir makine gibidir. Onun her türüne, çeşit ve şekline, meydana getirdiği her şeye ihtiyacımız vardır, en feci olan yanlarına bile, ki bu şekilde onları güzel giysiler ile kıyafetlendirebilelim.

Bu dehşet içeride kalmaya devam eder ve bırakın orada kalsın. Eğer onun üstüne tamamen faklı, bambaşka olan bir kabuk yerleştirirsek, bir ihtilaf yaratırız, niteliklerimizin her biri çift kutuplu olur ve bu sayede egoizmimizin gücünü arttırabilir ve onu, başkaların iyiliği için kullanabiliriz. Bu şekilde, “İnsan” denilen ve tamamıyla farklı olan bir yapı oluşur.

Fiziksel (bedenin uğruna) olan varlığımızın bulunduğu seviyenin üstüne yükselip, tamamıyla faklı olan manevi bir yapıyı oluşturacağımız duruma tarihte ilk kez ulaşmaktayız; herkesin birbirine bağlı olduğu karşılıklı olarak birbirini tamamladığı, ortak ve sanal bir insanlık durumuna ulaşmaktayız. Dünyadaki kolektif insanın prototipini oluşturan ve Adam denilen bu bütüncül mekanizma, bizlere tabiatın tüm kuvvetlerini, ayrıntılarını ve derinliklerini edinme ve onları doğru biçimde kullanma fırsatını tanımaktadır

Yani, egoizmi hiçbir şekilde yok etmiyoruz veya etkisizleştirmiyoruz. Tam tersine, tüm negatif belirtileri ile memnuniyet duyuyoruz, tıpkı bir heykel yapmak için harikulade bir malzeme bulmuş olan bir heykeltıraş gibi. Elbette ki bu heykeltıraş, heykelini belli bir şekle sokabilmek için önünde bir ton iş olduğunun bilincindedir, ancak bu malzemenin eline düşmüş olmasından dolayı son derece memnundur.

Aynı şey, bizler için de geçerlidir. Egoizmin ifşası, çalışabileceğim yeni malzemenin ta kendisini oluşturur. Tek yapmamız gereken şey, bu malzemeyi kullanma şeklimizi değiştirmektir, malzemenin kendisini değiştirmek değil. Bu malzemeyi, bir şeyi başkalarının pahasına yapmak yerine, onların yararına yapmak için kullanmalıyız.

“Entegral Eğitim Üzerine Konuşma” #7’den alıntıdır, 14/12/11