Category Archives: Dünya

“Yarının Dünyasına Bir Yükseltici” (Medium)

Ne zaman dünya büyük bir kargaşa yaşasa, tüm insanlar arasında iyi bağlar kurma arzusu doğar. Bir ülke ne zaman bir iç krizden geçse, ulusun tüm kesimlerini birleştirme arzusu doğar. Yine de tüm bunlara rağmen hayat bizi hayal kırıklığından hayal kırıklığına sürüklemeye devam ediyor. Peki, huzura ve tatmine giden yolda eksik olduğumuz şey nedir?

Sorun şu ki, insan doğası gereği bencildir. Sadece kendimizi düşünür, kendi iyiliğimiz için düşünür ve başkalarını kendi zevkimiz için kullanırız. Bu nedenle, insanlar arasında karşılıklı bir bağ kurmak ve bu hedefi teşvik etmek için organizasyonlar ve süreçler oluşturmaya çalışmak gibi şeyler düşünsek bile, sonuçlarımız insan doğasının üstesinden gelme gücünden yoksundur yani kalbimizde, başkalarını sevmeyi kendimize olan sevginin önüne koyma gücünden yoksundur. Bu nedenle, bağ kurma çabalarımız asla uzun sürmez.

Başarmak için ihtiyacımız olan şey, özel bir güç, uhrevi bir şey, bizi bencil doğamızdan daha gelişmiş, yüce ve tamamen yeni bir şeye; ‘başkalarına sevgi’ doğasına yükseltebilecek bir tür mucize mekanizmasıdır.

Bizler, evrimsel bir sürecin ortasındayız. Son yıllarda dünya, tüm detaylarının birbirine bağlı, birbirine bağımlı ve birbiriyle ilişkili olduğu bütünsel bir sistem haline geldi. Ama biz insanlar, kendi içimize odaklanmış durumdayız ve henüz gelişmekte olan dünyaya entegre değiliz. Dünya giderek birbirine bağlı hale geldikçe, herkesin egosu aynı anda büyüyor ve bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Böylece, insanlık ve doğa sistemi arasındaki uyumsuzluk da büyüyor. İnsan doğası değişmezse, yıkıcı bir patlamaya gelmemiz an meselesidir.

Bizi bu korkunç kaderden kurtarabilecek ve bizi daha güvenli ve daha keyifli yeni bir etkileşim düzeyine yükseltebilecek benzersiz bir mekanizma var. Bu hayat kurtarıcı mekanizması Kabala ilminde anlatılmıştır ve bu, insan doğasını düzeltmek için bir metottur. Genel anlamda, metod, küçük gruplar halinde bağ kurma ve iletişim tekniklerini öğrenmeye ve uygulamaya dayanır. Kişi ayrıca doğanın bütünleyici sistemi ve gerçekliğin tüm parçalarını bütünleyici, mükemmel biçimli bir mekanizmaya bağlayan güç hakkında derinlemesine öğrenir.

Tüm doğanın temelinde, her şeyin bağlantı, mükemmellik ve uyum içinde ilerlediği kapsamlı bir sistem vardır. Sevgiyi talep eden bu yüce doğa yasası kesinlikle çiğnenemez. Egoist doğamızı başkalarını sevmeye doğru aştığımız ölçüde, kendimizle başkaları arasındaki mesafe, herkesi kendi içimizde hissedebilecek duruma gelene kadar kısalır. Zihinsel ve duygusal hesaplamalarımız uyumlu bir şekilde birbirine bağlanır; zihin ve kalp, her şeyin tam ve bağlantılı hale geldiği merkezlenmiş bir çizgide birleşir.

Böyle bir gelişme süreci, her birimizin başkalarına karşı gerçek sevgiyi edinmemize yol açabilir ve o zaman çevremizi de bu hedefi desteklemek için şekillendirmeye yardımcı olmaya başlayabiliriz. Bağımsızlıktan karşılıklı bağımlılığa bu dönüştürücü geçiş, ıstıraplar dünyamızı yarının dünyasına, tüm insanlığın refah bir geleceğe yükseldiği daha yakın ve daha işbirlikçi bir dünyaya yükseltecektir.

“20. Yüzyılın Bazı Özellikleri Nelerdir?” (Quora)

20. yüzyılın ortalarında insanlık anlamsız bir varoluş dönemine girdiğini hissetmeye başladı. Sosyal bilimciler ve siyaset bilimciler, insanlığın bir zamanlar sahip olduğu daha mutlu, daha iyi ve daha kolay bir gelecek için umudunu kaybettiğini anlamaya başladılar.

O zamandan önce, insanlar bir tür ruhsal doyum için hiçbir özleme sahip değillerse, o zaman maddi doyum için özlem duyuyorlardı. İnsanlar sanata ve kültüre daha fazla ilgi duydular ve sonraki yıllarını korumak için toplumsal düzende bir değişiklik olmasını umdular. Başka bir deyişle, insanların hayattan ve dünyadan birkaç ihtiyacı vardı ve gelecekte tatmin ve mutluluk bulacaklarına güveniyorlardı.

20. yüzyılın ortalarına kadar insan egosu sürekli bir büyüme yaşıyordu ve bu, insanları düzenli olarak yeni ve farklı tatmin türleri aramaya motive etti. İnsanlık böylece kuyruğunu kovalayan bir köpek gibi koşturdu. Ancak, 20. yüzyılın ortalarından itibaren umutlar söndü. Köpek artık kovaladığı kuyruğu görmüyordu. Artık nereye koşacağını bilmiyordu. Kafası karıştı. Bu dönem, 20. yüzyılın ortalarından itibaren öne çıkmaya başladı ve insanlığın mevcut durumunun belirleyici bir özelliği haline geldi.

“Kendi Doğamıza Kör Müyüz?” (Medium)

Arada bir, insanların bir ideoloji veya din adına, liderleri körü körüne takip etme ve bunun dünyanın tüm sorunlarını çözeceğine inanma istekliliğine hayret ediyorum. İnsanların fanatik olabildikleri için değil, bir şekilde hala şunu anlamadıkları için şaşırıyorum “insanın kalbinin eğiliminin gençliğinden beri kötüdür” (Yaratılış. 8:21). Her nasılsa, yalnızca kötü doğamızdan kaynaklanan, çağlar boyu süren kötü deneyimlere rağmen, bizde iyi hiçbir şeyin olmadığını göremiyoruz ki “Yeryüzünde, insanın kötülüğü büyüktür ve kalbinin düşüncelerinin tüm eğilimleri gün boyunca sadece kötüdür” (Yaratılış 6:5).

Verdiğimiz zaman bile, bunu gizli bir kendine hizmet etme güdüsü nedeniyle yaparız. Geçen yüzyılın en büyük Kabalisti ve düşünürü ve tüm zamanların en büyüklerinden biri olan Baal HaSulam, 1930’ların başlarında “Dünyada Barış” adlı makalesinde, doğamızın kötülüğünü dile getirmiştir: “Basit bir deyişle,” diye başlar “her insanın doğasının dünyadaki diğer tüm insanların hayatlarını kendi çıkarları için sömürmek olduğunu ve bir başkasına verdiği her şeyin sadece ihtiyaçtan olduğunu söyleyeceğiz.” diye yazar.  “O zaman bile,” diye vurgular, “bunun içinde başkalarının sömürüsü vardır ama bu, kurnazca yapılır, bu yüzden komşusu bunu fark etmeyecek ve isteyerek kabul edecektir.”

Liderlerin, bizi olduğumuz gibi kabul etmelerini beklemiyorum. Liderler güç ve kontrol elde etmeye kararlıdır, bu nedenle popülerliklerini artıran her türlü gündemi desteklerler. Peki ya biz, onları takip eden insanlar? Her ideolojinin ve her dinin, en iyi niyetle başlasa bile, kendi kendine hizmet ettiğini, patronluk tasladığını ve dolayısıyla yanlış olduğunu hala öğrenmedik mi?

İnsan doğası hakkındaki gerçeğin farkına varmamız hayati önem taşır çünkü ancak bunu kabul edersek, onu gerçekten değiştirmeye çalışırız. O zamana kadar yanlış fikirlere ve dogmalara sarılmaya, cehaletimiz ile birbirimizi himaye etmeye, nasihat etmeye, eziyet etmeye devam edeceğiz. Belki de bu yüzden Rudyard Kipling şöyle yazmıştır: “Cehalet kadar büyük bir günah yoktur. Bunu hatırlayın.” Doğrusu, bunu görmezden geliyoruz.

Doğamızı değiştirmeye karar verirsek, gerçekten bir alternatif olduğunu keşfedeceğiz. Dünyamızdaki her varlığı bencil ve başkalarına karşı umursamaz olarak algılamamızın nedeni, kendimizin de böyle olmamızdır. Ancak, bu hiç de gerçek değildir. Öyle olsaydı, bu dünya devam etmezdi; herhangi bir karmaşık varlık ortaya çıkmadan önce parçalanırdı.

Gerçek şu ki, dünyamızı yöneten yasa “kazanan her şeyi alır” değil, homeostazın “denge yasası”dır. Her bilim adamı ve doktor, homeostaz veya dinamik denge olmasaydı hiçbir şeyin gelişmeyeceğini bilir. Ancak mevcut algımızın kusurlu olduğunu fark etmedikçe, gözlerimizi açıp gerçeği göremeyiz.

Gezegendeki tek bencil varlıklar olduğumuzu anladığımızda, değişmeye başlayacağız. Yavaş yavaş, karşılıklı bağımlılığımızın farkına varacağız ve buna göre hareket etmeyi öğreneceğiz. Hayvanlara doğal olarak gelenleri, çabalarımızla kazanacağız. Yine de ödülümüz, herhangi bir varlığın sahip olabileceğinden daha derin bir dünya anlayışı ve algısı olacaktır.

Sadece bu yeni algıyı elde ettiğimizde, tam da dünyanın gerçekte nasıl işlediğini algılamak için bencil yaratıldığımızı anlayacağız. Baştan böyle yaratılmış olsaydık, içgüdülerimizi takip ederdik ve birden fazla varoluş seçeneği olduğunu bilemezdik. Egomuz düşmanımızdır, ama aynı zamanda olumlu dönüşüm için itici gücümüzdür. Onu bu amaç için ne kadar çabuk kullanırsak, o yeni algıyı o kadar çabuk kazanırız ve dünyamız hakkındaki gerçeği, her şeyin dengeli, uyumlu ve sevgiyle dolu olduğunu keşfederiz.

Dünya Neyi Anlamaya Gelmelidir?

Soru: Bu günlerde her şey kolaylıkla altın rengine boyanabiliyor. Ucuz görünmesine rağmen insanlar hala altından yapılmış gibi görünen parlak şeylere arzu duyuyorlar. Neden bu tutku ortadan kaybolmuyor?

Cevap: Biz altın rengine karşı ilgisiz kalamayız çünkü binlerce yıldır en değerli renk olmuştur. Eğer bir çocuğa oynaması için farklı renkler verirsek, çocuk sıcak renge doğru uzanacaktır. Gümüş için değil ama altın rengi için uzanacaktır çünkü o sıcak bir ışıktır, sıcak bir renktir.

Kişisel olarak, ben bu şekilde görmüyorum. Uzun zamandır onda bir değer hissetmiyorum.

Yorum: Bütün dünya sürekli olarak parlak ve değersiz süs eşyaları etrafında dönüp duruyor.

Benim yanıtım: Bütün dünya; egoizmin kötülüğünün, onun için bedavaya çalıştığımızın, bu egoizmin herkesin içinde kanserli bir tümör gibi bizi yiyip bitirdiğinin farkına varmalıdır.

Kişi bunu anlamalıdır ve içindeki bu egoizme karşı savaşmaya başlamalı, egoizmi en kötü, en kurnaz, en sinsi düşman olarak kendi içinde hissetmelidir ve ayrıca anlamalıdır ki dışarıda hiçbir şey yoktur ve her şey sadece kişinin içindedir.

“Dünya Sağlık Günü Değerlendirmesi: Gezegen Hasta” (Medium)

Birleşmiş Milletler tarafından 7 Nisan olarak belirlenen Dünya Sağlık Günü’nde kutlanacak pek bir şey yok. Bir zamanlar çocuk felci gibi ortadan kaldırıldığı düşünülen eski hastalıklar farklı kıtalarda geri dönüyor ve Covid-19 salgınının üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hala pandeminin sancılarını yaşıyoruz.

BM’nin bu yılki teması “Bizim Gezegenimiz, Bizim Sağlığımız”. Doğanın tüm seviyeleri ile sağlığımız arasındaki karşılıklı bağımlılığa odaklanıyor. Dünya Sağlık Örgütü, her yıl dünya çapında 13 milyondan fazla ölümün çevre sorunlarından kaynaklandığını öngörüyor. Aslında, iklim değişikliği kanser, astım, kalp sorunları, salgınlar ve diğerleri gibi hastalıklarla bağlantılıdır.

Ölümleri saymaya ve dünyanın durumundan şikayet etmeye devam edebiliriz, ancak küresel olarak sağlık sistemlerinin başarısız olduğunu kabul edene kadar hiçbir şey değişmeyecek. Temel kaygımız, herkese iyi bir yaşamı garanti etmesi gereken tüm bilimsel gelişmelere rağmen insanlığın nasıl bu kadar düşük bir noktaya geldiğini sorgulamak olmalıdır.

İnsanlık, kendi egoist ve kötü niyetli özelliklerine göre sağlık sistemlerini doğurmuştur. Dolayısıyla kötüden iyinin çıkmasını bekleyemeyiz. Burada sözü edilen kötülük, insanoğluna kök salmış bencil, egoist niteliklerdir. Sağlık sistemleri, toplumun tüm sistemleri gibi, paranın nasıl kullanıldığına ve insanların onların düzgün bir şekilde işlemesine istekli olmalarına bağlıdır.

Çevrenin ve küresel sağlığın daha iyi durumda olmasını garanti etmesi gereken birçok uluslararası kuruluş, bu hedefleri desteklemek yerine, yalnızca finansal destek toplamak ve durumu iyileştirmek için gerçek sonuçlar ve eylemler olmaksızın konferanstan konferansa jet düzenleme yapmakla ilgilenmektedir.

Bu nedenle, yalnızca pandemilerle etkili bir şekilde mücadele edemememize şaşmamalı, üstelik neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığı düşünülen eski hastalıklar bile yeniden ortaya çıkıyor. Bir hastalığın geri döndüğü yüzlerce yıllık bir kuluçka dönemi olabilir ve biz bu sürecin pek farkında değiliz, ancak çoğalmaları için koşulları yaratmaya devam edersek onları asla kökten yok edemeyiz.

Özellikle son birkaç on yılda keşfedilen tüm hastalıklar, insan ile çevre ve insanlar arasındaki zihinsel, fizyolojik ve biyolojik dengesizliğin sonucudur. Bunu düzeltene kadar hastalıkların nedenini ortadan kaldıramayız.

İnsanlar olarak, doğanın durumunun aramızdaki ilişkilere bağlı olduğunu anlamamız gerekiyor. Doğa üzerindeki olumsuz etkimizin görünür kanıtlarını görüyoruz, ancak aradaki bağ daha da derine uzanıyor. Bununla yüzleşmeli, tutumlarımızı değiştirmeli ve doğanın bütünlüğüne uyum sağlamaya istekli olmalıyız. Bu, bencil hesapları düşünmek ve sonuçlarına hiç aldırmadan elimizden gelen tüm açgözlülüğü yapmak yerine, yalnızca hayatta kalmak için gerekli olanı almamız ve tüm sistemin iyi işleyişine özen göstermemiz gerektiği anlamına gelir.

Kişi, insan ilişkilerinin ve doğada olup bitenlerin nasıl ilişkili olduğu sorulabilir. Doğada dört seviye vardır: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. İnsan dışında her şey doğanın karşılıklılık ve denge yasalarına göre var olur. Diğer seviyelerin hiçbir şeyde özgür seçimi yoktur; sadece hayatta kalmak için gerekli olanı alarak, içgüdüsel olarak hareket ederler. Tersine, insan seviyesi, kasıtlı olarak, bilinçli olarak, zarar vermek uğruna Dünya’da ve başkalarına karşı vahşet işleyen tek seviyedir. Doğadan aldığımız tüm olumsuz tepkiler, yalnızca bizim eylemlerimizin bir sonucudur. Basitçe söylemek gerekirse, bu darbeleri kendimize biz getiriyoruz.

Uyumlu bir insan ilişkileri sistemi kurmaya çalışırsak, insanlık dahil tüm doğa dengeli olacaktır. Herkese ne kadar bağımlı olduğumuzu hissettiğimizde, ortak akıl ve tek vücut şeklinde bireysel ve toplu olarak diğerlerini önemseyerek hareket ettiğimizde, eski bir atasözü olan “Sağlam kafa sağlam bedende bulunur” gerçek olacaktır.

“Teknolojik İşsizlik İçin Bazı Çözümler Nelerdir?” (Quora)

Kitlesel işsizliğin çözümü, insanların bağlarını zenginleştiren eğitimle meşgul olurken, temel ihtiyaçlarının karşılandığı bir sistem kurmaktır.

Doğamızın ne olduğunu, genel olarak doğanın ne olduğunu, doğanın nasıl çalıştığını, böyle bir doğada nasıl evrimleştiğimizi ve olumlu bir şekilde bağ kurmak için neler yapabileceğimizi öğrenmeye, dinlemeye ve kitlesel ölçekte tartışmaya başladığımızda, bunu yaparak doğa ile dengeye ulaşırız, o zaman hayatımızın her alanında muazzam bir gelişme göreceğiz. Kitlesel işsizlik, bize böyle bir eğitim biçimini kitlesel ölçekte uygulama fırsatı sunuyor.

Sekiz milyar insanın günde 8-12 saat çalışmasına ihtiyacımız yok. Yarım milyar insan temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya yeterli.

Makul bir geçinme düzeyine ulaşmak için, sorumlulukları eşit olarak dağıtırsak, o zaman herkesin en uygun yaşam koşullarını ve yaşamın temellerini almasını sağlarız. Hayatın gereklilikleriyle günde yaklaşık beş ya da altı saat uğraşmanın dışında, ideal şekilde medya kanallarımızı dolduracak olan bağları zenginleştirici eğitim ve faaliyetler yoluyla içsel gelişimimizle meşgul olmak için özgür olacağız.

Pozitif bir şekilde bağ kurduğumuz ve bağımızın içinde yaşayan doğanın pozitif gücünü keşfettiğimiz yeni bir varoluş derecesine öyle ya da böyle yükselmemiz gerekecek. Olumlu yollarla yani bağları zenginleştiren eğitim yoluyla böyle bir yükselmede başarısız olursak, özgür seçimimizi kullanmayı kabul edene ve kendi isteğimizle yeni bir varoluş düzeyindeki hayata yükselene kadar, her alanda -kişisel, sosyal ve ekolojik ölçeklerde- ıstırap çekeceğiz. Başka bir deyişle, yeni bir varoluş düzeyine yükselmek bizim en gerçek işimizdir ve bugün bu kadar çok insanın uğraştığı iş büyük ölçüde gereksizdir. Yeni bir varoluş düzeyine yükselmek için, kendimizi olumlu bir şekilde bağ kurmaya adarsak, o zaman doğayla denge içinde yepyeni, uyumlu, huzurlu, sonsuz ve mükemmel bir yaşam elde eder ve bunu yaparak hayatlarımızın nihai amacımızı gerçekleştiririz.

Üstelik bu tür çalışma herkes içindir. Kitlesel işsizlik, toplu ölçekte bize boş zaman vermek amacıyla gelen ve bu boş zamanı bilincimizde ve birbirimizle olan bağlarımızda bir yükseltme yapmak için kullanacağımız bir olgudur. Bunu yapmak, genellikle düşündüğümüz şekliyle, kitlesel ölçekte bir eğitim sistemi kurmayı gerektirir, örneğin okullar ve üniversiteler gibi sadece eğitim değil, fakat toplumdan aldığımız tüm etkiler açısından eğitim: okuldan düzenli olarak karşılaştığımız kitle ve sosyal medyaya kadar.

Doğa Nasıl Dengeye Geri Dönmeye Çalışır?

Ne kadar gelişirsek, doğanın bizimle küresel bir bağ kurduğu ve esasında bizi başka bir varoluş düzeyine yükselmeye davet ettiği ana, o kadar yaklaşırız. Küresel bir sistemde birbirimizi önemsemek dışında var olamayız.

Ama neden sürekli tsunamiler, depremler, savaşlar, salgınlar gibi büyük darbeler alıyoruz? Çünkü doğa kendini tekrar dengeye getirmeye çalışıyor.

Gerçek şu ki, bir şekilde insanlığın bir tür ahlaki, ruhsal ıslahını üretmek gerekiyorsa, o zaman doğanın en basit ve en doğrudan eylemi, acı çekmenin etkisidir.

Acı ile bir insanı etkilediğiniz anda, ihtiyaçları hemen azalır. Acı çekmemek için daha azıyla yetinmeye hazırdır. Bu nedenle, bir savaş sırasında neler olduğuna bakın. İnsanlar azla yetinip daha fazlasını istemezler, birleşmeye ve birbirlerine yardım etmeye hazırlardır.

Acı çekmek insanı hemen saflaştırır, bencilliğini düşürür, daha azıyla yetinir ve güven ve bir tür destek kazanmak için başkalarıyla bağ kurar.

“Savaşın Açlık Oyunları” (Medium)

Ukrayna’da bir aylık savaşın ardından, benzeri görülmemiş bir dünya gıda krizi bekleniyor. Rusya ve Ukrayna’nın toplam buğday ihracatı, küresel üretimin yaklaşık yüzde 30’unu oluştururken, Rusya dünyanın ana gübre ihracatçısı. Bu nedenle, çatışma, küresel tarımda gıda mevcudiyetini ve fiyatlarını etkileyen “kusursuz bir fırtınayı” hızla serbest bırakmakla tehdit ediyor. Bunun kökünde, yaklaşmakta olan açlığın yiyecek eksikliğinin değil, aşırı insan egoizminin bir sonucu olduğunu anlamamız gerekir.

Dünyada yaklaşık 45 milyon insanın zaten kıtlığın eşiğinde olduğunu ve 81 ülkede yaklaşık 283 milyon insanın gıda yetersizliği açısından yüksek risk altında olduğunu düşünürsek (Dünya Gıda Programı tahminlerine göre), gelecek için tahminler umut verici değil. Enerji krizi ve doğal gaz fiyatlarındaki hızla yükselen artışlar, gıda üretimi ve nakliye maliyetlerine ciddi darbe vurdu.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, COVID-19 pandemisi nedeniyle yaşanan aksaklıklar ve maliyet artışlarına ek olarak, önümüzdeki aylarda gıda fiyatlarında en az yüzde 20’lik bir artış öngörüyor. Durumun küresel gıda güvenliğini keskin bir şekilde kötüleştirmesi ve toplumsal huzursuzluk ve istikrarsızlık yaratması bekleniyor.

Dünya gıda güvenliği sorununa doğru yaklaşmış olsaydı, erzakları tehlikeye atarak milyonlarca insanı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilecek bir krize girilmezdi. Duruma sağlıklı bir şekilde yaklaşabilir ve neye sahip olduğumuzu, ne kadar ihtiyaç duyulduğunu, kimlerin eksik olduğunu ve bir ailede olduğu gibi kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl dağıtabileceğimizi değerlendirebilirdik.

Sorun şu ki, dünya giderek birbirine bağımlı hale gelirken, aynı zamanda giderek daha da kopuk hale geldi. Kimse gerçekten başkalarının iyiliğini düşünmüyor. Bazı yerlerde, fiyatları yüksek tutmak için tüketim için temel tahıllar bile yakılmış olacak ve diğer yerlerde insanların kelimenin tam anlamıyla açlıktan ölmesine neden olacak. Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz gıda krizi, sınırlı erzak meselesi değil, aramızdaki karşılıklı endişe ve sorumluluk eksikliğidir.

Bu, dünyanın karşılaştığı ilk gıda krizi değil ve sonuncusu da olmayacak. Uluslararası kuruluşların açlıkla mücadele için aldığı milyarlarca dolar, tüm dünyayı birkaç kez besleyebilirdi, ancak sorun çözülmüyor çünkü çözüm bulma konusunda gerçek bir ilgi yok. Açlık kârlı bir iştir ve bir egemenlik biçimidir. Bundan nakit para kazananlar, açlığı sürdürmekten mutlu olacaklardır. Diğerleri, soğukkanlı bir analizle, 8 milyarlık küresel nüfusa bakıyor ve bu sayının yarısıyla başa çıkmanın genel olarak daha kolay ve daha avantajlı olacağını bile düşünüyorlar, yüz yıl önce daha az doğal kaynak olduğunda olduğu gibi.

Bana göre, sorunun özünü yani insan doğasındaki egoizm ve kişisel çıkar ile ortak çıkar arasındaki savaş sorununu çözmedikçe, dertlerimize çare bulamayacağız. Seçeneklerimiz tükendi. Sadece ortak çıkar için bencil çıkarların üzerine çıkmak, insanlığı daha uzun yıllar gereksiz bir işkenceden kurtarabilir.

Karşılaştığımız gıda krizi, bizi küresel sorunlarla nasıl başa çıkacağımız konusundaki önceliklerimizi yeniden değerlendirmeye zorlamalı. Ancak toplumdaki herkesin birbirine bağımlı olduğunu ve dünyanın, herhangi bir organındaki ağır bir hastalığın tüm sistemi çökme noktasına gelene kadar etkilediği tek bir beden gibi olduğunu kavradığımızda, değişmeye başlayacağız. O zaman, toplum ve yetkililer tarafından kurulan, karşılıklı önem ve destek sistemlerini ve herkesin karşılıklı sorumluluk sahibi olduğu yeni bir toplumun ortaya çıktığını görmeye başlayacağız. İnsanlığın basitçe başka seçeneği yok, hayatta kalmanın başka yolu yok.

“Savaş Doğal Mıdır?” (Quora)

Doğa kanunlarıyla denge ve uyum yaşayacağımız bir durum olan, dünyanın tam ıslahına ulaşana kadar, savaş durumların en doğalıdır.

Doğa; veren ve alan, artı ve eksi, gündüz ve gece, ışık ve karanlık vb. iki zıt kuvvetten oluşur ve bu kuvvetler belirli bir dengede bulunur. Bununla birlikte, böyle bir denge, sürekli bozulmalar ve kısmi yenilemeler sürecinden geçer. Buna “hayat” denir.

Milyonlarca yıl boyunca, olumlu ve olumsuz güçler belirli bir dengeye ulaşana kadar dönüşümlü olarak birbirlerine egemen oldular ve bildiğimiz şekliyle Dünya gezegenini oluşturdular. Kabalist Yehuda Aşlag (Baal HaSulam) bu süreci “Çözüm” makalesinde şöyle anlatır:

Birincisi, [Dünya] sis benzeri bir gaz topundan başka bir şey değildi. İçindeki yerçekimi gücü sayesinde, içerisindeki atomları belirli bir süre boyunca daha yakın bir daireye yoğunlaştırdı. Sonuç olarak, gaz topu sıvı bir ateş topuna dönüştü.

Yeryüzündeki iki güç arasında, pozitif ve negatif, çağlar boyu süren korkunç savaşlar sonucunda, içindeki dondurucu güç sıvı ateşin gücüne karşı galip geldi ve Dünya’nın etrafındaki ince bir kabuğu soğutup orada sertleştirdi.

Bununla birlikte gezegen, kuvvetler arasındaki bu savaştan henüz büyümemişti ve bir süre sonra sıvı ateş gücü bastırdı ve soğuk sert kabuğu parçalara ayırarak ve yükselerek, gezegeni bir kez daha sıvı bir ateş topuna dönüştürerek, Dünya’nın içinden büyük bir gürültüyle patladı. Ardından, soğuk güç, ateşin gücünü bir kez daha yenene kadar yeni bir savaş dönemi başladı ve topun etrafında, topun ortasından çıkan sıvılara karşı daha sert, daha kalın ve daha dayanıklı ikinci bir kabuk soğutuldu.

Bu sefer daha uzun sürdü ama sonunda sıvı güçler bir kez daha üstün geldi ve Dünya’nın içinden fırlayarak kabuğu parçalara ayırdı. Bir kez daha her şey mahvoldu ve sıvı bir top haline geldi.

Böylece çağlar değişti ve soğutma kuvveti her galip geldiğinde, yaptığı kabuk daha kalınlaştı. Sonunda pozitif güçler negatif güçleri yendi ve tam bir uyum sağladılar: Sıvılar Yerküre’nin karnındaki yerini aldı ve etraflarındaki soğuk kabuk, bugünkü organik yaşamın oluşmasına olanak verecek kadar kalınlaştı.

Tüm organik cisimler aynı sırayla gelişir. Ekildikleri andan olgunlaşmanın sonuna kadar, Dünya ile ilgili tarif edildiği gibi, pozitif ve negatif iki kuvvet ve birbirlerine karşı olan bu savaşları nedeniyle, birkaç yüz defa bu durumlara maruz kalırlar.

Dolayısıyla savaş gerçekten de kesinlikle doğaldır ve barış aslında doğal değildir. Biz sürekli olarak karşıt güçlerin itip-çekmesiyle gelişirken barış yoktur. Barışı ancak iki karşıt güç arasında dengeye, karşılıklı bağa ve tamamlayıcılığa ulaşarak elde edebiliriz.

“İnsanlar Podcast’lerde Ne Arıyor?” (Medium)

İnsanların diğer insanların konuşmalarını dinlemek için giderek daha az sabrının olacağını düşünürdünüz, ancak bunun tam tersi doğrudur. Aslında, dinleyiciler ne kadar gençse, müzik yerine çevrimiçi Podcast dinleme tercihleri o kadar yüksektir. Müzik sektörü blogu Hypebot’a göre, NPR ve Edison Araştırma’sının 2021 Spoken Word Dinleme Raporu’na göre “Spoken Word’ün sesli dinleme payı son yedi yılda %40, bu yıl %8” arttı” ve müzik dinleme aynı zaman diliminde %10 düşerken, “konuşma dinlemesinin büyümesi, genç ve çok kültürlü izleyicilerdeki büyük artışlardan kaynaklanıyor,”

Günümüz gençlerinin bazılarının dediği gibi, yüzeysel veya kayıtsız olmadıklarını sık sık söylemişimdir. Aksine, çok algısal, doğrudan ve tam olarak neye ihtiyaçları olduğunu biliyorlar. Onlara ihtiyaçları olan şeyi vermediğimizde bize sırtlarını dönüyorlar ve biz bunu kayıtsızlık olarak yorumluyoruz. Öyle değil; onlar susuzluklarını gidermeyen kelimelerle uğraşamıyorlar.

Cevaplara ihtiyaçları var; yaşadıkları dünya hakkında kesin bilgi istiyorlar ve biz bunu sağlamıyoruz. İnsanlara, özellikle Y kuşağına ve hatta daha genç olanlara, küreselleşmiş, birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bir dünyada nasıl düşüneceklerini ve hareket edeceklerini anlamalarını sağlamalıyız.

Bunu doğal olarak yaşıyorlar; dünyanın her yerinden hiç tanışmadıkları, sadece internet üzerinden sohbet ettikleri arkadaşları var. Aynı zamanda yaşadıkları ülkeler birbirlerine düşman, hatta savaş halinde.

Onlar sınırların olmadığı sanal bulutta yaşarken ve orada çok rahat hissederken, biz, eski nesil, hala ayrılık ve sınırların modası geçmiş görüşlerine sahibiz. Artık bilgiye ihtiyaçları var; böyle bir yaşamda nasıl davranacaklarını bilmeleri gerekiyor çünkü günümüz eğitim sistemlerinin hiçbiri onlara bu konuda bilgi vermiyor.

Dünya hızla değişiyor ve ara da daha hızlı büyüyor. Eğer yumuşak bir geçiş istiyorsak buna hazırlanmalıyız. Her varlığın en temel ihtiyaçlarını karşılamak için diğer tüm varlıklara bağlı olduğu bir dünyada, egemenlik üzerinden birbirleriyle mücadele eden farklı varlıklar paradigmasının modası geçmiştir.

Hızlı bir şekilde daha işbirlikçi bir düşünme ve işleyiş biçimine geçmedikçe, gerçeklik bizi bunu zor yoldan yapmaya zorlayacak – savaşlar, hastalıklar, doğal afetler ve Doğa Ana’nın asi çocuklarını disipline etmek için kollarını sıvadığı gibi sayısız diğer “darbeler” yoluyla.

Cevaplara sadece genç neslin değil; hepimizin ihtiyacı var. Dünyanın değiştiğini ne kadar erken anlarsak, dünyamızı bu yeni, birbirine bağımlı bakış açısıyla o kadar erken incelemeye başlarız ve kendimiz ve çocuklarımız için ihtiyaç duyduğumuz cevapları bulabiliriz.