Category Archives: Dünya

Kurtuluşun Metodolojisi

Soru: Geçmişte, Kabalistler küçük bir grupta çok güçlü bağlar kurdular ve bu tüm dünya için verimli oldu. Bu metodolojiyi kitlelere aktarmak, neden şimdi bu kadar önemli?

Cevap: Dünyada bizden önce, modern küresel Babil’de olan her şey, çalışanların, teori, metodoloji ve insanların evrensel bütünsel bağının hazırlanması şeklinde oldu.

Şimdi bunu uygulama zamanı geldi. Bu nedenle, geçmiş yüzyıllarda Kabalistlerin çalışmaları ile bugün olanlar karşılaştırıldığında büyük bir fark vardır. Şimdi Kabalistler kitlelere çıkmalı ve insanlığa dünyayı kurtaracak olan bağ metodunun ne olduğunu açıklamalıdır.

Aslında bu metodoloji, dünyayı kurtarmak için değil, insanlığı bir üst seviyeye çıkarmak için tasarlanmıştır, ancak insanlar bunu bilmiyor, bilmek istemiyor ve bunu anlamıyorlar. Doğa, Yaradan bize bir sonraki seviyeye yükselmek, birlik olmak, O’na benzer olma görevini vermiştir ama bunu bir insana açıklayamazsınız.

Bir insan için, bir sopa onu arkadan takip ettiğinde kaçması gerektiği nettir. Biz de ona, o sopa yerine önünde bir havuç göstermek istiyoruz: “Seni güzel, iyi bir hayat bekliyor, haydi onun için uğraşalım!” Nihayetinde, 360 derece içinde herhangi bir yöne kaçabilirsiniz ve onların hepsi kötü olacaktır. Bunun yerine, kişiye tam olarak bağa ulaşmanın, kaçmanın değil çaba göstermenin gerekli olduğunu gösteriyorsunuz! Bu tamamen farklı bir sistem, tamamen farklı bir metodoloji, dünyaya ve hayata karşı tamamen farklı bir tutumdur.

Öncelikle bu size umut verir, geleceğin durumunu, ona nasıl ve hangi güçlerle vb. ile ulaşacağınızı gösterir. Hükümette oturan tüm liderler bundan kaçar, nerede ve nasıl olduğunu bilmezler. “Bunu kıralım, şunu itelim, bunu yapmayalım!”, bu da anlamadan hareket ettikleri anlamına gelir.

Dünyanın gelecekteki durumunu anlasalardı, kendi aralarında yeniden meydan okuma oynamaya başlayarak kendileri ve ülkeleri için harakiri yaptıklarını görürlerdi. Ama hiçbiri duymuyor. Bakın insanlara ne yapıyorlar, komşu kardeş milletlerde nasıl bir nefrete sebep oluyorlar!

Bu nedenle, önlerinde bir havuç, tatlı ve hoş bir şey göstermek, insanları bomba sığınağına itmek gibi değil, tam tersine, birlikte bir çayıra itmek gibidir! Sorunun hala bizde olduğuna inanıyorum, asla dünyanın kendisini suçlamıyorum. Daha fazla çaba gösterseydik, halen internette duyulabilirdik.

Birleşmiş iyi bir ekip oluşturmamız ve internet üzerinden bilinçli olarak ciddi reklamlar yapmamız ve bağ kurma metodolojisini, gerekliliğini, ihtiyacın aciliyetini dünyanın her tarafında, her yerde, kölelikten kapitalist ve en modern olanlarına kadar herhangi bir oluşum altında açıklamamız gerekiyor. Yapmamız gereken bu.

“İklim Krizi – Çocuk Oyuncağı Değil” (Medium)

Gezegenin zamanı azalıyor – insanlık, dünyanın kaynaklarını doğal şekilde iyileştirebileceğinden daha hızlı kullanıyor. Bu, 5 Haziran’da kutlanan Dünya Çevre Günü vesilesiyle Birleşmiş Milletler ‘in iklim krizine ilişkin açık değerlendirmesidir.

Bu yılın teması “Sadece Tek Bir Dünya”. Ancak akılda kalıcı sloganların ötesinde, gerçek şu ki, yaşamak için gerçekten tek bir yerimiz olduğunun farkında değiliz: Dünya Gezegeni. Çevremize yönelik pervasız hareketlerimizle kendi ayağımıza ateş etmeye devam ediyoruz.

Kaç kişinin, bağırıp çağırmaya devam etmesine, çevre krizi hakkında durmadan konuşmasına, kaç toplantı yapılmasına ve kaç karar alınmasına rağmen, görünen o ki hiçbir şey yardımcı olmuyor. Ya gezegenin halini şimdi olduğu gibi bırakırız, tüm sorunları görmezden gelir ve bir sonraki felaketin olmasını bekleriz ya da şimdiye kadar yaptığımız her şeyin etkisiz ve sonuçsuz olduğunu kabul eder ve sonunda gerekli olan keskin dönüşü yaparız.

Eğitim ve Çevre Koruma Bakanlıkları geçtiğimiz günlerde, gezegenin tehlikeli durumu hakkında farkındalığı artırmak için İsrail okullarının iklim kriziyle ilgili dersleri, gelecek yıldan itibaren her yaştaki öğrenci için zorunlu hale getireceğini duyurdu. Anaokulundan liseye kadar, öğrenciler için haftada bir saate eşdeğer bir çevre programını müfredata entegre etmeye başlayacaklar.

Bu bir fark yaratacak mı yoksa çevre sorunlarını çözmek için önceki çabalar gibi başarısız mı olacak? Cevap, bu çalışmalara harcanan saatlere veya bunları kimin geliştireceğine bağlı değildir. Daha ziyade, neyin öğretildiğine ve öğrencilerin iklim krizinin nedenlerini ve nasıl çözüleceğini ne ölçüde anladıklarına bağlıdır.

Küresel çevre krizinin ciddiyetini, bunun gezegeni yok etmek için bize doğru gelen bir uzay gemisine benzetilebileceğini ve Dünya’da yaşayan bizlerin, bundan zarar görmemek için hazırlanmamız gerektiğini biliyoruz. Ve nasıl hazırlanıyoruz? İklim krizinin, bir insan krizinin sonucu olduğunu açıklamamız gerekiyor. Dolayısıyla, dünyayı dengeye getirecek nihai çözüm, kendimizi olumlu insan ilişkileri geliştirmek ve içsel olarak birbirimize daha yakın olmak için değiştirmemizdir. Yani kalp fiziksel olarak değil, duygusal olarak genişlemelidir. Tüm dünyayı her birimizin bir parçası olarak hissetmeye ve tüm dünyayı kendimize önem verdiğimiz gibi önemsemeye başlamak için.

Bu doğrudur, çünkü doğa bir hiyerarşi aracılığıyla işleyen bütünsel bir bağ sistemidir. Sistemdeki herhangi bir derecede ne olursa, diğer tüm dereceler bundan etkilenir. Sistem üzerindeki etkinin yoğunluğu, hiyerarşik sıralamada nerede durduğuna karşılık gelmektedir. İnsan ırkı, cansız, bitkisel ve hayvansal olanın üzerinde, doğadaki en yüksek seviyedir. Bu nedenle, sistemin ekolojik dengeyi en çok bozan kısmı, doğanın diğer kısımları da dahil olmak üzere, başkalarının çıkarlarını hiçe sayan insanların egoist eylemleridir.

İnsanlık, zararlı içgüdülerinin tüm kararlarına hükmettiğini ve doğadaki dengesizliğin birincil kaynağı olduğunu anlayana kadar, bu kendine odaklı eğilimi düzeltmek için hiçbir şey yapamaz. Karşılıklı anlayış, özen ve işbirliğine dayalı ilişkilerin nasıl kurulacağını öğrenerek, doğadaki tüm seviyelerde uyumu geri getirebilecek olumlu bir güç yaratılır. Bu, öğretilmesi gereken çok önemli bir gerçektir.

Tüm olumsuz egoist eğilimlerimizi nasıl aşacağımızı öğrendiğimizde ve hepimizin tek, bağlı ve tamamen birbirine bağımlı bir mekanizmanın bireysel parçaları olduğumuzu kabul ettiğimizde, başkalarına iyilik yapmanın bizim için de iyi olduğunu anlayacağız. Bugün nasıl tüm doğayı yok eden bizsek, bizim onu onaracak gücümüz de var. Gezegenin geri sayımı devam ediyor ama insan ilişkilerimizi geliştirmek için düşüncelerimizi, eylemlerimizi ve arzularımızı değiştirirsek onu kontrol etmek için hala bir fırsata sahibiz.

 

Birlik İhtiyacının Farkına Varın

Dünya tarihi, devletlerin tarihidir; Devletlerin tarihi, savaşların tarihidir. (Oswald Spengler)

Soru: Neden uluslar ve devletler aynı şey değildir?

Cevap: Devlet, halk değildir. Ve 14. Louis “Devlet benim” demesine rağmen, bu öyle değildir.

Halk, halktır, örneğin gökyüzünde birleşen ve tekrar ayrılarak uçan bir kuş bulutu gibi, dağılan ve yeniden oluşan bir ortak fikir tarafından birleştirilen bir kitledir.

Ayrıca, tam olarak ortak noktalarının ne olduğunu dikkate almak gerekir. Bazı yönlerden ulus olabilirler; bazı yönlerden kesinlikle değillerdir.

Soru: Kabala’ya göre dünyanın 70 halkı veya 70 manevi kökü vardır. Ama gerçekte, dünyada şu anda yaklaşık 200 bağımsız devlet olduğunu görüyoruz.

Barış, halklar arasında mı yoksa devletlerarasında mı sağlanır? Barışa doğru bir şekilde nasıl evrimleşebiliriz?

Cevap: Dünyada çok sayıda insan, ulus, grup ve milliyet var. Genel olarak tüm bunlar, içinde birleştirici hiçbir şeyi olmayan, kesinlikle bozuk bir kavramdır.

İnsanlar kendi durumlarını idrak etmeye başladıklarında ve onu mutlağa benzer bir şeye dönüştürmek istediklerinde, o zaman kendi doğalarını mutlak bağ ve mutlak sevginin niteliği ile karşılaştıracaklar. Mutlak olana ilişkin böyle bir anlayış, en yüksek yönetim biçimiyle özdeşleşecektir.

O zaman göreceli mutlak için bunun bir ihsan etme, sevgi ve bağ kurma özelliği olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Ulusların, grupların ve halkların düzeylerinden – her birinin diğerleriyle mutlak bağ kurma niteliğinden, her şeyden önce çelişkilerden, karşıtlıklardan ve uzlaşmaz özelliklerden ne kadar yakın veya uzak olduğu hakkında konuşmak mümkün olacaktır.

Şimdiye kadar, buna nasıl yaklaşacağımıza, bunu nasıl ölçeceğimize ve birliğin yokluğunu ve ona nasıl ulaşacağımızı hesaplamak için kullanılabilecek bir tür tablo sunabileceğimize dair herhangi bir aracımız henüz yok. İnsanlıkta, bu henüz tamamen patlak vermedi.

Soru: Halklar, devletler, ekonomi, siyaset, ilişkiler gibi tamamen farklı düzeylerde gerçekleşen bu ayrışma süreci devam ediyor mu?

Cevap: Evet, hiç bir şekilde kuralları olmayan bir kum havuzunda oynayan çocuklar gibi. Sadece iyi çalışmamız gerekiyor, uzaktan bile olsa, teorik olarak ne kadar çok birleşmemiz gerekiyor.

Soru: Ama biz henüz birleşmenin kendisine ne zihnen, ne de sezgilerimizle yaklaşmadık mı?

Cevap: Maalesef henüz buna yönelik bir ilerleme yok.

“Bizi İlgili Hale Ne Getirir? (Medium)

Geçtiğimiz birkaç ayın ve hatta son birkaç yılın olayları bize çok önemli bir ders veriyor: Hayatta kalmak istiyorsak, bunu nasıl yapacağımızı doğadan öğrenmeliyiz, çünkü kendi fikirlerimizi takip edersek, insan medeniyetini ve gezegenimizi yok edene kadar bu aptalca gidişata devam edeceğiz. Doğaya baktığımızda, tüm parçalarını mükemmel bir duvar halısı haline getiren bir yasa vardır: denge ve işbirliği. Bu yasa tamamen biz insanların kendi toplumumuzda uymadığı şeydir. Denge yerine, başkalarının pahasına öne çıkmak için çalışıyoruz ve işbirliğini sömürü ile değiştiriyoruz. Şayet böyle devam edersek, yok olma yolundayız.

Hemen bir kerede birbirimizi sevmemiz, hatta birbirimizi önemsememiz gerektiğini söylemiyorum. Ancak, doğanın yasalarını ve onları çiğnediğimizde ne olduğunu bilmeliyiz. Şu anda denge ve işbirliği yasasına aykırı davrandığımız için, bunu bozmanın sonuçlarını, cezasını da bilmeliyiz.

Cehaletimizin ve kibrimizin bazı sonuçlarını şimdiden hissediyoruz. Gıda kıtlığı dünya çapında kötüleşiyor ve yüzyıllardır bilinmeyen yerlerde açlık gerçek bir tehlike haline geldi. Petrol/doğalgaz sıkıntısı aynı zamanda batıda, önde gelen OECD ülkelerinde üretimi engellemekte ve enerji güvensizliğine neden olmaktadır ve genel atmosfer, zor günlerin yaklaştığı yönündedir.

Aslında, bu sadece başlangıç. Uzmanlara göre, yıllarca süren yoksunluk ve kıtlığa doğru bakıyoruz.

Ama bunun gerçek bir nedeni yok. Hiçbir doğal afet, insanlığın bol miktarda yiyecek veya bol miktarda gaz ve petrol üretme yeteneğini engellemedi. Bu eksiklikleri sadece birbirimizi ezmek amacıyla yapan biz insanlarız. Hareketlerimizi nefretten başka hiçbir şey yönlendirmez ve nefret, nihayetinde nefret edenler de dâhil olmak üzere her şeyi yok eder.

Yaptığımız her şey, başkalarını yenmek ve onlara boyun eğdirmek için olan bir motivasyondan kaynaklandığından, yaptığımız hiçbir şey başarılı olmaz. Bir çaba başarısız olduğunda, diğerine geçeriz ama o da aynı nedenle başarısız olmaya mahkûmdur: başkalarına karşı kötü niyetlerimiz.

O halde doğamızı nasıl değiştirebiliriz? Başkalarına önem vermemizi ne sağlayabilir? Bunu yapmak için önce kendi doğamız hakkındaki gerçeği kabul etmemiz gerekir ve sonra içimizde yeni bir tane beslemeye başlayabiliriz. Diğer tüm varlıkların içgüdüsel olarak yaptıklarını – denge ve işbirliği yasasını takip etmek – bizler ancak bilinçli olarak seçersek başarabiliriz. Bunu yapmanın yolu, doğuştan bu yasaya zıt olduğumuzu anlamak ve sonra hayatımızın her yönünü dikkatlice incelemek ve onu bu yasaya göre çalışacak şekilde ayarlamaktır.

Bu yasayı, yalnızca insanların zor yoldan öğrenmesi haksızlık gibi görünebilir, ancak sürecin sonunda büyük bir ödül vardır. Öğrenme sürecinden geçmesi gereken sadece insanlar olduğu için, ödülü alacak olan da sadece biziz.

İnsan doğasını ve gerçekliğin geri kalanının doğasını öğrendiğimizde, onları karşılaştırmaya başlarız. Sonuç olarak, yavaş yavaş denge ve işbirliği yasasına değer vermeyi öğreniriz. Bizler herhangi bir varlıktan çok daha derinden anlarız çünkü onu karşılaştıracak bir şeye sahibiz, yasanın olumsuz bir görüntüsü ve onun elle tutulur sonuçları. Denge ve işbirliği yasasına göre hareket etmeye başladığımızda, bunun nedeni, kendi doğamızı öğrendikten ve ondan kaçınmayı seçtikten ve yeni, daha kapsayıcı ve işbirlikçi bir doğayı benimsemeyi seçtikten sonra bilinçli bir seçim yapmamızdır.

O halde bizim için başkalarını önemsemeyi öğrenmek, içgüdüsel bir süreç değil engin bir bilinci derinleştirme ve yolun her adımında yabancılaşma ve sömürü yerine, ilgi ve bağı seçmenin derin bir sürecidir. İnsanın hayvan üzerindeki gerçek avantajı budur – bilincin armağanı. Ancak, bunu üstünlük yerine dengeyi ve sömürü yerine işbirliğini seçtikten sonra kazanırız.

İnsanlığın içinden geçmekte olduğu sancılı süreç, eninde sonunda bizi bu seçimi yapmaya yönlendirecektir. Ancak farkındalık, süreci kısaltabilir ve çok daha kolay ve hızlı hale getirebilir. Bütün dertlerimizin birbirimize olan kin ve zalimliğimizden kaynaklandığını ne kadar çabuk anlarsak, o kadar çabuk gözlerimizi açar ve başka bir seçeneğin olduğunu fark ederiz. Sonrasında denge ve işbirliği seçeneğini ne kadar erken seçersek, sıkıntılarımız o kadar çabuk biter ve barış başlar.

“Evrim Treninin Sonraki Durağı” (Medium)

Sadece birkaç dakikalığına özel bir trende, insan evrimi treninde olduğumuzu hayal edelim. Tren bir sonraki durağına yaklaşıyor ve peronda duruyor. Trenden indiğimizde “Bağ Kurmuş Dünyaya Hoş Geldiniz” yazan bir tabela görüyoruz.

İlk başta, hiçbir şey farklı görünmüyor; her şey bildiğimiz dünyaya benziyor. Ancak yeni dünyaya adım atarken, bazı şeylere çarpmaya başlıyoruz ve çarpışmalar giderek daha acı verici hale geliyor. Görünüşe göre, bağ kurmuş dünya bizimkine benziyor olabilir, ancak tamamen farklı yasalar tarafından yönetiliyor.

Dünya çok hızlı değişiyor. Üzerimizde işleyen güçler, bizi başka bir farkındalık düzeyine geçmeye zorluyor. Doğanın geçerli olan kanunlarını anlamaya başlamamızı, yaşadığımız dünyaya daha yüksek bir perspektiften, dar vizyonumuzdan daha geniş ve küresel olarak bakmamızı talep ediyor.

Binlerce yıldır medeniyet, bireyci bir zihniyetle gelişiyor. Her birimiz büyümeye devam eden benmerkezci dürtüler tarafından yönlendirildik. Ama şimdi bu dürtüler bizi durma noktasına getirdi.

Günümüz gençleri kendilerini kaybolmuş, yönünü şaşırmış, hayatlarında ne yapacakları ve hayattan ne istedikleri konusunda kararsız hissediyorlar. Onlar farklı olduklarından, kendi kurgumuza göre inşa ettiğimiz dünyada, kendilerini uyumsuz gibi hissetmekteler.

Binlerce yıl boyunca ego kraldı. Çalıştık, iş yaptık ve para kazandık. Şimdi birdenbire kontrol edemediğimiz ve anlayamadığımız sayısız unsurla küresel bir ağ içine kilitlendik.

Her an, birinin bir yerde yaptığı her hareket tüm insanlığı etkiliyor. Kelebek etkisi, bir teoriden günlük gerçekliğimize dönüştü. Her şeyin birbirine bağlı ve birbirine bağımlı olduğu böyle entegre bir dünyada, birbirimizin ihtiyaçlarını hesaba katmaktan başka seçeneğimiz yok. Yavaş yavaş, daha fazla engelle karşılaşarak, herkesi düşünmedikçe kimsenin başarılı olamayacağını anlıyoruz.

Sorun şu ki, bunu yapmak için tasarlanmadık. Anlayışlı bir şekilde düşünmüyoruz ve samimi bir ilginin dahi mümkün olduğunu hissetmiyoruz.

Bu, insanlığın bir sonraki büyük mücadelesi olacak: tüm insanlara karşı yeni bir davranış modeline geçiş. Bize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkalarına yapmamakla işe başlamamız gerekecek, bugün kulağa ne kadar fantastik gelse de, ta ki birbirimizi gerçekten sevdiğimiz bir duruma gelene kadar.

Bu evrimsel değişim, bizim irademiz ne olursa olsun gerçekleşecektir. Bu halen devam ediyor. Tek soru, hepimizin aynı gemide olduğumuzu acı bir şekilde fark etmemizi sağlayacak daha fazla darbe olmadan buna uyum sağlayıp sağlayamayacağımızdır.

Şimdi gözlerimizi açmanın ve bağlı olduğumuzu hissetmeyi öğrenme zamanı. Şimdi kendimize yeni bir düşünce paradigmasını öğretmenin zamanı – herkesin yararına olan benim yararıma da olduğu için, başkalarını da içeren bir paradigma.

Hayat Anlamlı Hale Geldiğinde

Yorum: Bir yandan, doğa bugün bize her şeyi vermiştir, rahatlık açısından, herhangi bir arzuyu tatmin edebilirsiniz. Öte yandan, bunun yanında, içsel bir boşluk hissi insanda büyüyor.

Cevabım: Bu çok iyidir çünkü gelişecek başka hiç bir yerimiz yoktur. Dünyayı dolaştık, bir daire, araba aldık, birkaç kez eş değiştirdik, doğum yaptık ve çocuklarımızı kaybettik. Zaten her şeyi yaptık. Sırada ne var?!

Bu dünya daha fazlasını vermez. Bize başka neler sunabilir ki? Bu yüzden, bazı sapkınlıklar ortaya çıkıyor. Tamam, onları biraz deneyelim. Hepsi bu. Sonrasında ne için yaşamalı?

Sonrasında boşluk ve hayal kırıklığı gelir ki bu sizin geldiğin koşuldur. Size öyle geliyor ki, ilkel olarak yaşamamıza rağmen güzeldi: aile, çayırlar, çocuklar. Bütün bunlar size çok pastoral, uyumlu bir şekilde çekilir. Ama günümüzde, bu ne dehşet! Kişi zorlanır. O hiçbir yere kaçamaz ve en önemlisi de kendisinden kaçamaz. Bunu, “nasıl yaşıyorsam öyle yaşıyorum” diyerek yapmaya çalışıyor. Ama bu işe yaramaz çünkü doğanın yasası ondan kurtulamayacağımız şekildedir. Yine de hayatın anlamı sorusuna bir yanıt bulmak zorunda kalacağız. Dahası, bunu felsefi olarak başarmak ve bir şekilde kendinizi sakinleştirmek için değil, onu bulmak, görmek, anlamak için. Bir insan ne için yaşar? Bu sadece salt teorik bir soru, araştırma ve dikenlerden yıldızlara eziyet vb. değildir. Hayır, biz onu görmek istiyoruz!

Aslında bu soru ölüme dayanıyor. Kişi yaşamaya devam ettiğini bilmeli, ancak bir tür inançla değil — dinin kendisine vaat ettiği şeyle değil. Kişi önünde net, güzel ve parlak bir devamlılık görmelidir. O zaman bu onlarca yıllık yaşam bir anlam ifade eder.

“İnsanlık Yeniden Yapılandırıldı” (Medium)

Avrupa’da herkesin beklediğinden daha uzun süren ve sonu hiçbir yerde belli olmayan bir savaş, mutasyona uğrayan ve bilim adamlarını kolayca alt eden bir virüs, durdurulamaz görünen enflasyon, onarılamaz şekilde kırılan tedarik zincirleri ve diğer dünya çapındaki krizler insanlığı vuruyor. Ama darbeler bize acı vermekten fazlasını yapıyor; dünyayı yeniden yapılandırıyorlar. Tüm gezegeni (mineralleri, bitkileri, hayvanları ve insanları), insanlığın bundan umutsuzca kaçınmaya çalışmasına rağmen gerçekleşen bir uyum ve denge durumuna doğru yönlendiriyorlar. İçinden geçtiğimiz çok özel bir süreç. Yeni, barışçıl ve uyumlu bir durum doğuyor ve bu yalnızca biz ona direndiğimiz için acı vericidir çünkü kararlarımız aleyhimize bile olsa son kararı biz istiyoruz.

Bugün dünyada olup biten her şey açık ve basit bir gerçeğe işaret ediyor: Neler olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Olayların neden olduğu, bizim yararımıza nasıl işleyeceği ve kendi geleceğimizi ve gezegenimizin geleceğini nasıl güvence altına alacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok.

İklim krizi, ekonomik gerileme ve bitmeyen uluslararası şiddet, bozuk bir sistemin belirtileridir. Ve sistem bozulmuştur çünkü basit bir gerçeği fark etmeyi ve ona göre hareket etmeyi reddediyoruz: İyi ya da kötü, birbirimize bağlıyız ve birbirimize bağımlıyız. Bu nedenle, birbirimize karşı değil, birbirimiz için çalışmalıyız.

Küresel krizler bize tek başımıza hiçbir sorunu çözemeyeceğimizi gösteriyor. Yavaş yavaş, acı yoluyla bize birlikte çalışmayı öğrenmemiz gerektiğini öğretecekler. Bu, dünyanın yeniden yapılanmasının başlangıcı olacaktır.

Doğa bize sadece iki seçenek bırakacak: kendimize işbirliği yapmayı öğretmek ya da doğanın bize şimdi yaptığı gibi onun öğretmesine izin vermek. İlki acısız ve hızlıdır; ikincisi mevcut yoldur – kargaşa ve eziyetle dolu.

Örneğin virüsü ele alalım. Şayet dünyanın her yerinde birlikte çalışsaydık, bu virüsten uzun süre önce kurtulurduk. Biz bunu reddettiğimiz için, yayılmaya ve çabalarımızı boşa çıkarmaya devam ediyor. Ya da yiyecek kıtlığını ele alın. Bu yanlış; yiyecek sıkıntısı yok. İnsanlık, tükettiğinden çok daha fazlasını üretiyor. Bunu eşit olmayan bir şekilde dağıttığımız için, dünyanın bazı kısımlarında arz fazlası var, diğerleri açlıktan ölüyor ve fazla yiyecekler atılıyor ve gezegeni kirletiyor. Bu kesinlikle olmaması gereken insan yapımı bir krizdir.

Gıda ve sağlık hizmetlerinde olduğu gibi eğitime, barınmaya, ekonomik kalkınmaya ve insan etkileşiminin diğer tüm alanlarına erişimde de durum böyle. Buna sonsuz silahlanma yarışını ekleyin ve elinizde bitmeyen yoksulluk, sefalet, hayal kırıklığı ve nihayetinde şiddet için bir reçeteniz var.

Artık işler çok ileri gittiği için, kriz herkese ulaşıyor. Bu, doğanın, birlikte çalışmazsak kimsenin başarılı olamayacağını söyleme şeklidir. Hiçbir ülke, diğer ülkelerden bağımsız olarak gelişemez. Her ülke, küresel pazarlara – diğer ülkelerden gelen hammaddelere, yurtdışında üretilen ürünlere ve kendi üretemeyeceği gıdalara bağımlıdır.

Diğer ülkeleri geçme mücadelesi, belirli bir eşiğe ulaştığında, başkalarına verdiğimiz zarar bize geri dönmeye başlar. Bu noktada, küresel bir bozulma meydana gelir. Bugün olan da budur.

Birbirimizle savaşmaya devam edebilir ve hayatımızı giderek daha fazla ve sonunda dayanılmaz bir şekilde zorlaştırabiliriz ya da birbirimizle savaşmayı bırakıp herkesin hayatını kolay ve güvenli hale getirebiliriz. Sonunda, ikincisini seçeceğiz çünkü kimse acı çekmek istemiyor. Tek soru, bunun ne kadar zaman alacağı ve bize neye mal olacağıdır. İnsanlığı yeniden yapılandırmak bir seçenek değildir ama hızlı ve kolay yol ile uzun ve acı verici yol arasında seçim yapabiliriz. Şu anda, açıkça ikincisindeyiz.

Umutların Olmadığı Bir Dünya

Yorum: Kabala, arzunun yapısının tüm kısımlarını açıklar ve siz onun nasıl çalıştığını görürsünüz.

İnsanlar neden birçok şeyi yeniden gözden geçirmeleri ve hayatlarını yeniden inşa etmeleri gerektiğini anlayamıyor ve kabul edemiyor?  Bir tür soyut yığınların olduğu büyük bir dünyada yaşamak, ufkun ötesinde umutların olması onlar için daha hoş. Bu bir yetişkin olabilir, hatta hayatını yaşamış ama yine de çocuk gibi düşünen yaşlı bir insan da olabilir.

Cevabım: Bugün umutlar yok, hala umutlarla yaşayan insanlar görmüyorum çünkü dünya onları tüm umutlardan mahrum bırakıyor. Her şey o kadar beklenmedik bir hızla değişiyor ki, her şey kapanıp açılıyor, böylece kişi hiçbir şey planlayamıyor ve bu nedenle tabiri caizse duruma göre yaşıyor. Ayrıca yeni nesil çok özel, dünyaya yönelik tamamen farklı bakış ve yaklaşımlara sahipler.

Soru: Bu ani kavrayış, yeni bir anlayışa geçiş neye bağlıdır?

Cevap: Bu, değişime duyulan ihtiyacın farkındalığına, kötülüğün farkındalığına bağlıdır, mevcut koşul içinde artık daha fazla böyle yaşamayacağım zamandır.

Nihayetinde insan bizim topluluğumuza gelir, çünkü dünyanın amacına ulaşmadan onun içinde olmanın bir gerekçesi olmadığına, var olmanın da bir anlamı olmadığına inanır: “Anlamalıyım, fark etmeliyim, neden yaşadığımı, her şeyin neden var olduğunu; her bir eylemimin ve her günümün ne anlama geldiğini anlamalıyım. Öylece yaşayamam, anlama, amaca, tatmine ihtiyacım var, yoksa hareket için enerjim yok.”

“Bireysel ve Takım Hedeflerine Ulaşmak” (Medium)

Hayat, hedefler ve bunlara ulaşmaya uyumlu seçimlerle ilgilidir. Başarının temel unsurları, bir hedef belirlemeden önce elimizdeki koşulları ve ekip çalışması yeteneklerimizi doğru bir şekilde değerlendirmektir.

Kendime bir hedef belirlediğimde, onun ulaşabileceğim bir yerde olup olmadığını görmeliyim. Bunu başarmak için gerekli eğilim ve becerilere sahip miyim? Örneğin, analitik bir zihnim yoksa yazılım mühendisliğinde kariyer hedefi koymak zaman kaybıdır. Gerçek şu ki, yüksek teknoloji endüstrisindeki bu kadar çok çalışma ortamın olması da bana başarıya giden yolu garanti etmez.

Kişisel olarak bana hitap eden bir yöne karar verdiğimde, o alanda çalışan insanların bulunduğu bir çevreye yaklaşmalı ve günlerinin nasıl geçtiğini, hayatlarını, ailelerini, boş zamanlarını incelemeliyim. Bu işleri gerçekten yürüten insanlarla ilgili keşfettiğim örnekler, beni belirli gelişim yönlerini önceden elemeye yönlendirebilir. Bu beni zaman, kaynak ve yanlış umuttan koruyacaktır.

Ortak bir amacı paylaşan gruplar veya çalışma ekipleri de kendi alanlarında başarılı örnekler bulmalı ve mümkün olduğunca onları takip etmelidir. Genel olarak, ekip başarısı için en önemli değişken, o grup içinde var olan karşılıklı bağlılık düzeyidir.

Doğal olarak, gruptaki veya ekipteki her birey kendi performansını, çıkarlarını ve gelecekteki terfisini düşünür. Bu durumda, kişi katkıda bulunsa ve işbirliği yapsa dahi, grup birlikteliğinin derecesi düşüktür. Doğru bir ekibin nasıl kurulacağını öğrenmeye değer: ortak çıkarı dikkate alarak. Böyle bir takımda başarının sınırsız olduğunu göreceğiz.

En önde gelen tanımıyla grup, hepimizin bir arada olduğu, kendimizi bağlı hissettiğimiz ve bir vücuttaki farklı organlar gibi çalıştığımız anlamına gelir. Uyum yaratma ve sonuçlara ulaşma arzusu nedeniyle, tamamen farklı bir düzeyde her biri diğerine yardım eder ve diğerini kelimeler olmadan dahi anlar. Bu yeni dereceye, nihai hedefe tek başına ulaşılamayacağına dair mutlak bir inançla ulaşılır.

Grup gücü, bir görevin üstesinden gelmeden önce, birbirimizle bağ kurmanın kapsayıcı hedefini belirlediğimizde ortaya çıkar. Böylece aramızda ortak bir akıl, ortak bir duygu ortaya çıkar ve bundan, önümüzdeki zorluğa doğru bir şekilde yaklaşırız. Bağ olmadan ileriye doğru bir adım atmak imkânsızdır.

Grup, bir bireyler topluluğu, bireyler olarak tüm yeteneklerimizin toplamı değil, ortak çabalarımızın ve ortak özlemlerimizin birleştiği yeni bir varoluştur. Kimin ne kadar zeki ve yetenekli olduğuna bakılmaksızın, grubun zihni ve duyguları, bireylerin tek başlarına sahip olduğundan daha yüksek bir seviyede olacaktır.

Evrim, başlangıcından beri bu şekildedir. Doğanın, yaşamın gelişimini teşvik etme formülü, farklı unsurlar arasında her zaman daha gelişmiş bağlar yaratmaktır.

Akıllı varlıklar olarak bizler, şayet bu eğilimi benimser ve insanlar arasında doğru bağ kurma metodunu öğrenirsek, bunun bizi bir insan türü olarak evrimin bir sonraki aşamasına yükselteceğini göreceğiz. Bu sayede doğanın genel gücünün hareketine uyum sağlayacak ve hayatımızın her alanında mümkün olan maksimum sonuçlara ulaşacağız.

“Gökyüzündeki Nehirler Dünyayı Sular Altında Mı Bırakıyor?” (Medium)

CNN, “Antarktika’daki sıcaklıklar Mart ayında normalin 38 santigrat derece üzerine – 70 Fahrenhayt civarında – yükseldiğinde, Los Angeles büyüklüğünde sallanan bir buz sahanlığı çöktü” diye yazdı. Makale, “Isı, atmosferik nehir olarak bilinen bir nehirden içeri akın etti,” diye devam etti, “sıcak havayı ve su buharını tropik bölgelerden dünyanın diğer bölgelerine taşıyan uzun bir nem bulutu… Karaya indiklerinde yağmur ve kar döken bu “gökyüzündeki nehirler” aynı zamanda Antarktika Yarımadası’ndaki buz raflarını istikrarsızlaştıran aşırı sıcaklıklara, yüzey erimesine, deniz buzunun parçalanmasına ve büyük okyanus kabarmasına neden oluyor. Her felaket geldiğinde, onun acil nedenini ararız. Sıkıntılarımızın gerçek nedenini – insan doğasını –  kabul etmekten bu şekilde kaçınıyoruz.

Yaşanması zor hale gelen sadece iklim değil. Aynı zamanda kaybolan ormanlar ve şiddetli salgınlar bize şunu söylüyor: “Tehdit sizsiniz! Bela sizsiniz! Fazla kalıp tadını kaçırdınız!” Bilim adamları, küresel ısınmayı durdurmazsak kıyı şehirlerimizi kaybedeceğimiz konusunda uyarıyorlar. Bence durum bundan çok daha kötü: Kendi yapımımızla tüm gezegenimiz insanlar için yaşanmaz hale gelecek. Dünya bizden iğrenmiş gibi görünüyor.

Bunun, havayı, suyu ve toprağı kirlettiğimiz, ormanları yok ettiğimiz, diğer türleri yok etmek için avladığımız ve tüm ekosistemi çökertmeden dünyadan verebileceğinden çok daha fazlasını çıkardığımız için olduğu söylendi. Bunlar kesinlikle davranışlarımızdaki kusurlardır, ancak bu şekilde davranmamızın bir nedeni var. Birincil suçumuz, birbirimize karşı tutumumuzdur.

Dünyaya ne zarar verirsek verelim, birbirimize on kat daha kötüsünü yaparız. Dünya’ya verdiğimiz zarar, diğer insanlara ve milletlere zarar verme çabalarımızın bir parçasıdır; bu birbirimize karşı savaşımızın başka bir yüzüdür. Birbirimizle savaşmayı bırakırsak, ortak evimizi de yok etmeyi bırakacağız ve doğa kendini toparlayıp bize karşı bir kez daha dostça davranacaktır.

Kuşkusuz, güvensizlik ve düşmanlık hüküm sürdüğünde birbirimizle savaşmaktan vazgeçmek kolay değildir. Uluslardan bireylere kadar, saldırganlık ve tehdit baskındır ve gerçekten de ilişkilerimizi tanımlar. Yine de, Dünya, bizi çoktan kovduğu için, hayatta kalmak istiyorsak değişmekten başka seçeneğimiz yok.

Bu bir öğrenme sürecidir ancak bu, sorunumuzun çok fazla fosil yakıt yakmamız, çok fazla et yememiz veya toprağı ve suyu plastikle kirletmemiz olmadığını kabul etmekle başlamalıdır. Bizim sorunumuz, tüm bu zararları başkalarını incitmek ve yok etmek, onları alt etmek ve boyun eğdirmek, gurur duymak ve egolarımızın ihtiyacını karşılamak için yapıyor olmamızdır.

Başkalarına karşı egoist tutumumuzun temel sorunumuz olduğunu kabul ettiğimizde, onunla başa çıkabileceğiz. Kendimize egolarımızın üzerine çıkmayı ve birlikte çalışmayı öğreteceğiz. Ancak, öncelikle gökyüzündeki nehirlerin bizi boğduğu konusunda kendimizi kandırmaktan vazgeçmeliyiz. Egoizm içinde boğuluyoruz ve bu bizim gerçek sorunumuz.