Category Archives: Dünya

Dünyayı Yeniden İnşa Etmeyi Değil, Onun Nasıl İnşa Edilmiş Olduğunu Anlamak Gerekir

Yaradan; dünyada meydana gelen tüm olaylar nedeniyle, hem bireysel hem de genel olarak yanlış bir şekilde geliştiğimiz konusunda;  darbeler vasıtasıyla bizleri yavaş yavaş bilinçlendirir. Sonunda bizlerin, içinde bulunduğumuz sistemin yasalarını anlamamız gerekir.

Bu sistemleri kendimizin yaptığını düşünmek saflık olur. Evrenimizin ve tüm gerçekliğin fizik, kimya, biyoloji ve astronominin ortaya koyduğu belirli yasalara göre var olduğunu görüyoruz. Her şey bu yasalara göre hareket eder ve biz insanlar da onlara mecburen uyarız. Neden birdenbire canımızın istediği gibi yeni yasalar icat edebileceğimizi düşünüyoruz ki?

Herkes dünyanın var oluşu için, kendi kanunlarını kendisine uygun bir şekilde oluşturmak isterse, bundan ancak insanlar arasındaki savaşlar ve çatışmalar çıkar. Dünyanın doğru yönetim sisteminin ne olduğunu kimse anlamıyor. Seçimler sırasında herkes birbirine dünyayı nasıl inşa edeceğini diğerlerinden daha iyi bildiğini haykırır. Ancak dünyanın inşa edilmesine gerek yoktur; sadece nasıl inşa edildiğini ve hâlihazırda var olan sisteme nasıl doğru bir şekilde entegre olunacağını anlamanız gerekir.

“Dünya her zamanki gibi işliyor” denilir ve onda hiçbir şeyi değiştirmeye gerek yoktur. Gerçekliğin içine gömülmüş sistemle kendinizi hizaya getirmek için, yalnızca kendinizi değiştirmeniz gerekir – yani görev bir insanı değiştirmektir, dünyayı değiştirmek değil.

Bunu anlayabilmemiz için bize Kabala bilimi verildi. Ve genel gerçekliğin yasalarıyla ne kadar çeliştiğimizi keşfetmeye başladığımızda ve bu karşıtlığın nedenini – yani egomuzu- kendimizde bulduğumuzda; yaratılışın sistemine entegre olarak ve Yaradan gibi tüm yaradılışın üzerine çıkarak onu düzeltebiliriz. Söylendiği gibi: “Ve sizler tanrılar gibi olacaksınız ve iyilik ve kötülük yasalarını bileceksiniz.”

O zaman tüm yaratılışta, sınırsız olanaklar elde ederiz. Ve sadece gerçekliğin bir yanından diğerine özgürce hareket edebildiğimiz beş fiziksel duyumuzla hissettiğimiz maddi dünyada değil, aynı zamanda manevi gerçeklikte de var oluruz.

Bütün bunlar başarılabilir ama bu tabii ki kendimizi ve çocuklarımızı eğitmemiz gereken uzun bir süreçtir.  Bu süreç tüm insan toplumu, doğa ile uyumlu hale gelene kadar, birkaç nesil boyunca sürebilir.

Cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler, doğal içgüdülerine göre hareket ettikleri için ıslaha ihtiyaç duymazlar. Sadece biz insanlar doğanın zıttıyız ve bu nedenle kendimize ve tüm doğaya zarar veriyoruz. Dolayısıyla doğa kanunlarını çalışmak ve ortaya çıkarabileceğimiz bu kanunlara göre kendimizi değiştirmek bizim görevimizdir.

Bu günlerde birçok insanın yanlış anlamaya ve acıya neden olan soruları var. Neden dünyada bu tür savaşlar ve acılar var?

Bizler şimdiye kadar doğanın kanunlarını çalışıyoruz ve sonra onları yavaş yavaş yerine getirmeye başlayacağız; yani tüm insanlar arasındaki bağa ve hatta sevgiye, birliğin en üst seviyesine gitgide yaklaşıyoruz.  Ve o zaman kendimizi nasıl değiştirebileceğimizi anlamaya başlayacağız. Ve bizim değişimlerimize göre doğa değişmeye başlayacak, bize yönelecek, nazik ve cana yakın olacaktır.

Kabala bilimi, doğanın gerçek yasalarını ifşa etmek için nasıl değişmemiz gerektiğini bize öğretir.

Kurtuluş, Aramızdaki Bağdadır

Çözümü bulana kadar dünya durmadan darbelere maruz kalacaktır. Ya integral bağ kurma metodunu şimdi dinlemeye başlayacağız ya da duyulması gerekeni anlayana kadar her türlü kişisel – umumi darbelere veya savaş benzeri durumlara maruz kalacağız. Duymamız gereken şey farklılıklarımıza rağmen yaşayabilmemizin tek yolunun bağ kurmak olduğudur.

İnsanlık için artık yapacak başka bir şey kalmamıştır: ya sürekli mücadele içinde birbirleriyle rekabet halinde ya da birbirleriyle bağ içinde yaşarlar. Afetler veya savaşlar sırasında insanın içgüdüsel olarak bunun için çabaladığını biliyoruz. Bu nedenle, her türlü sıkıntının yardımıyla bu bize öğretilecektir.

O zaman acıdan kaçmak için bağ kurmaya doğru ilerlememiz gerektiğini anlamaya başlayacağız. Ama bu tamamen egoist bir hareket olacak, başka bir şey değil. Bu, egoizmden gerçek bir çıkıştan çok uzaktır.

Biz, kişinin doğasını bilerek, ona gelişiminin aşamalarını yavaş yavaş ve tutarlı bir şekilde açıklıyoruz. Bunda herhangi bir aldatmaca yoktur. Sevgi ve nezaket vardır ve sevgiye dayalı olarak, kişiye her zaman içinden geçmesi gereken koşullara göre davranırız.

Egoistik Gelişimin Sonu

Dünyamız bugün egoistik gelişiminin sonuna geldi. Bizler artık tüm dünyanın kapalı bir sistem olduğunu ifşa ettik. Bir zamanlar, her şeyi yapabileceğimizi düşündük: üretmek, başarmak, genişletmek ve fethetmek. Aniden, evrende yalnız olduğumuz, kaçacak hiçbir yerimiz olmadığı ortaya çıktı.

Dünya kapalı, oldukça sınırlı bir sistemdir. İnsanlığın tüketimi sınırlıdır ve gelişebileceği başka bir yer de yoktur. Biriktirecek fazla bir şey yok çünkü zaten hiçbir yere gitmiyor ve her şey oldukça küçük ve kapalı.

Burada, artık bir sonla – şu anda içinde bulunduğumuz son egoist gelişimle karşı karşıyayız. Bir sonraki aşamaya; deneyimleyeceğimiz artan baskıdan ve egoist gelişimin sonunun krizinden sonraki aşamaya geçmeliyiz.

Bir sonraki aşama tamamen farklıdır – bize zıt olan doğanın seviyesidir, ihsan etme seviyesidir.

Tüm İnsanlık Benim İçimdedir

Her birimizin içinde, tüm gelişim seviyelerinden arzular bulunur: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan.

İnsan seviyesinde; kendi içimizde, dünyamızda gördüğümüz her türden insanın arzuları vardır.

Ama gerçekte, bu dünya değil, bu benim.  Bu nedenle, içimde hırsızlar, yalancılar, iyi insanlar, doğru insanlar, bilgeler ve aptallar var. Hepsi benim.

Bana öyle geliyor ki bu uçsuz bucaksız dünya var, ama gerçekte o benim içsel arzularımın ve niteliklerimin bir temsilidir. Onlar bana cansız, bitkisel, hayvansal ya da insan imgeleri şeklinde, dört arzu seviyemde tasvir ediliyor.

Benim dünyayı nasıl gördüğüme bağlı olarak; nasıl bozulduğumu veya ıslah edildiğimi, iyi veya kötü olduğumu anlayabilirim. Yani arzularımdan hangisini ıslah etmem gerektiğini fark edebilirim.

Dünyaya karşı tutumumu ıslah edersem, kendimi ıslah ederim.  Kendi dışımdaki dünyayı izleyerek, içimde neyin kötü ve egoist olduğunu ve benim dışımda görünene karşı iyiliğe ve ihsan etmeye nasıl ulaşabileceğimi çok daha iyi anlarım.

Diğer taraftan, kendimi ıslah ederek bütün dünyanın ıslah olduğunu görürüm.

Dünya yoktur; sadece sinema ekranındaki gibi, bana tüm bunlar varmış gibi gelmektedir.

Dünyanın Temel Sorunu Eğitimdir

İnsanlık, gelişme sürecinde çeşitli toplumsal oluşumlardan çoktan geçti; kapitalizm, sosyalizm vb. Daha gelişmiş bir toplum formuna ihtiyaç olduğunun herkes için net olduğu modern bir dünya seviyesine henüz gelinmedi, ancak daha ileri nereye ve nasıl gidileceği belirsiz.

Tüm teknolojik ilerlemelere rağmen daha iyi yaşayamayacağımız bir noktada durduk, çünkü egoist ilişkilerimiz bütün hayatımızı zehir edecek. Toplumda mevcut olan kişilerarası iletişim tarzının, yüksek teknoloji, kültür ve eğitim düzeyine pek de denk gelmediğinin açıkça ortaya çıktığı kırmızı çizgiye ulaştık.

Bu nedenle, toplumun kendi içindeki iç baskı büyüyor ve bu da değişim gerektiriyor. Dünyanın tüm ülkelerinde, farklı derecelerde, yaşam biçimimiz ve iletişimimiz, teknolojik gelişim seviyemiz ile çeliştiği için, insanlar arasındaki ilişkileri acilen değiştirmeye ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz.

Bir sonraki değişimin savaşlar pahasına olmayacağını anlamalısınız; savaşlar yardım etmeyecekler. Bunu zaten son savaş örneğinde gördük. Etraflarındaki bazı dış çerçeveleri değil, insanları değiştirmek gerekiyor. Kişinin kendisini değiştirmezsek, huzurlu ve mutlu bir yaşam için hiçbir umudumuz kalmaz.

Bir kişi egoist olarak kalırsa, yalnızca zorlama altında çalışabilecektir. Bu nedenle, tek çıkış yolu, her insana toplumun amacı ile olan bağına ve ait olduğuna dair bir duygu vermektir ve böylece kendisini, ülkesinin ve halkının ayrılmaz bir parçası gibi hissetmesini sağlamaktır.

Kişi, çalışmasından içsel, manevi bir doyum almalıdır, öyle ki herkesle olan bağından ve yukarıdan bir ödül aldığı gerçeğinden alınan bir tatmin, ama kendi egoizminde maddi bir ödül değil. Bunun kendisini Yaradan’a yaklaştırdığını ve ona manevi doyum verdiğini hissedecektir.

Bu da ancak doğru eğitimle mümkündür. Dünyanın temel sorunu budur. Herkes sıralarına oturup tekrar çalışmak zorunda kalacak, sadece öğretmeni dinlemekle kalmayacak, aynı zamanda bu bağ kurma bilimini kendi aralarında pratik olarak uygulayacaklardır.

“Teknolojik Gelişimin Sınırları” (Medium)

Mevcut gerçeklik ile yaşayabileceğimiz hayat arasındaki bariz zıtlık, giderek daha acı verici hale geliyor. Acı verici çünkü cennette yaşıyor olabilirdik. Bunun yerine, kendi yaptıklarımızla hayatımızı cehenneme çeviriyoruz.

Bir yandan insanlığın bir kısmı, Taş Devri’nden Tunç ve Demir Çağlarına, feodalizm ve köleliğe, sosyalizm ve kapitalizme, otokrasi ve demokrasiye kadar tüm gelişim aşamalarını yaşadı. Aynı zamanda, insanlığın diğer kısımları da bu ilk üç dönemde bir yerlerde sıkışıp kaldılar. Dünyanın farklı yerlerindeki gelişim evreleri arasındaki bu uçurum, insanların hayatlarının her alanında boşluklar yaratmakta ve insanlığın ilerlemesini engellemektedir.

Böyle bir durumda, teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun yardımcı olamaz. Sunulduğu yerde bile, insanlar onu insanlığı ulaşabileceği yüksekliklere çıkarmaktan çok, birbirlerine kötü davranmak için kullanıyorlar. Bu nedenle, insanlığın sorunlarının çözümü daha fazla teknolojide değil, insanlığı karşılıklı taciz ve yok etme barbarlığından yükseltecek uygun eğitimde yatmaktadır.

Şimdi değişmesi gereken şey, nasıl iletişim kurduğumuz değil, birbirimizle nasıl bağ kurduğumuzdur. Sürekli kavgacı tutumdan yaklaşırsak ve avlanma alanları için savaşan mağara adamı klanları gibi davranmayı bırakırsak, dönüştüğümüz küresel insan toplumu gibi davranmaya başlarsak, teknolojinin faydalarını tüm insanlığın iyiliği için en üst düzeye çıkarabileceğiz.

Bence bugün saldırganlığın işe yaramadığı zaten belli. Dünya artık zorbalara müsamaha göstermiyor.

Gelişimin tüm yapısının ve yönünün artan işbirliği ve birlikte çalışmaya doğru olduğunu görmeye başlamalıyız. Doğa, birbiriyle çelişen güçler yaratmış olsa da doğada savaşlar yoktur; tamamlayıcılık vardır. Doğadaki her element karşıtına bağımlıdır ve onun varlığını sürdürür. Bunu anlamış olsaydık, düşman olarak gördüklerimizi umutsuzca yok etmeye çalışmak yerine tamamlayıcılığın meyvelerini toplardık.

Kendi körlüğümüzün içinde, hayatta kalmamızın ve refahımızın o düşmanların hayatta kalmasına ve refahına bağlı olduğunu görmüyoruz. Bu basit gerçeği görebilseydik, savaşın aptallığını anlardık.

Yok etmek yerine işbirliği yapmaya başladığımızda, hangi güçleri serbest bırakacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok. Şu anda aleyhimize çalışan her şey lehimize işlemeye başlayacak çünkü biz de onun lehine çalışıyor olacağız.

Şu anda, her şeyin diğer her şeyi ve herkesi yok etmeye veya hükmetmeye çalıştığını hissediyoruz. Tamamlayıcılık, tam tersi anlamına gelir: Her şey, diğer her şeyi ve herkesi devamlı kılar ve destekler. Evren bu şekilde çalışmasaydı, bir saniye bile var olmazdı. Bunu anladığımızda ve buna göre hareket etmeye başladığımızda, hepsi bizim lehimize çalışan sınırsız güçlerin ve bolluğun yeni bir gerçekliğini keşfedeceğiz.

Bu keşifleri gerçekleştirmenin tek yolu, yukarıda belirtildiği gibi, tavrımızı çatışmadan işbirliğine değiştirmektir. Şu anda insanlıkta algıladığımız tüm ayrılıklar ve düşmanlıklar ortadan kalkacak ve insanlar, yaratılıştaki diğer tüm unsurlarla mükemmel bir uyum içinde kendi rollerini yerine getiren tek bir birim olarak çalışacaklar.

Tamamlayıcılık herkesin ihtiyacı olanı, ihtiyacı olduğu kadar ve tam ihtiyacı olduğu zamanda almasını sağlayacağı için, teknolojik gelişme bir sorun olmayacaktır. Sadece zihin yapımızı değiştirmek bizi bolluk çağına götürecektir.

“Mutsuzluk Çağı” (Linkedin)

Küresel analiz ve danışmanlık şirketi Gallup tarafından yakın zamanda yayınlanan bir makale, dünya genelinde mutsuzluğun arttığını ortaya çıkardı. Makaleye göre durum “endişe verici çünkü mutsuzluk şu anda rekor seviyede. … İnsanlar her zamankinden daha fazla öfke, üzüntü, acı, endişe ve stres hissediyor.” Mutsuzluğun artmasında pandeminin payı olduğu kabul edilirken, “Aslında mutsuzluk on yıldır istikrarlı bir şekilde tırmanıyordu.” deniyor. Araştırmalar, mutluluğun sosyal bağlara bağlı olduğunu gösteriyor. İstatistiksel olarak, daha güçlü ve daha fazla sayıda sosyal bağa sahip insanlar, kendilerini daha mutlu hissederken, içedönüklerin mutsuz hissettiklerini bildirme olasılığı daha yüksek.

Mutluluk ve sosyal bağlar arasındaki ilişki, tüm yaratılışta temel bir öğeye işaret eder. Realitenin her parçasında sağlamlık, canlılık ve gelişim, çevre ile olan bağlara bağlıdır. Realitede herhangi bir yerde meydana gelen her değişiklik, çevre ile bazı etkileşimler nedeniyle gerçekleşir. Yırtıcı hayvanlardan kaçmak gibi görünüşte olumsuz bağlar bile gelişimi hızlandırır.

Tüm doğa için geçerli olan, kendi vücudumuz için de geçerlidir. Vücudumuz ancak hücreler ve organlar arasındaki sayısız bağ sayesinde kendini idame ettirebilir, kendini besleyebilir, patojenlerden ve kirleticilerden koruyabilir, sağlıklı ve güçlü tutabilir. Bu bağların çeşitliliği ve karşılıklı destekleri vücuda güç, dayanıklılık ve canlılık verir.

Bu bağların koptuğu ve kusurlu olduğu tek yer, insan toplumudur. Diğer tüm topluluklar ve diğer tüm doğal sistemler uyumlu bir şekilde çalışır ve parçaları birbirini tamamlar ve destekler. Ancak bizim durumumuzda, karşılıklı destek ve tamamlayıcılık yoktur. Bağlarımız sömürücü ve taciz edicidir ve hedeflerimiz kendi yaşamlarımızı iyileştirmek değil, başkalarının yaşamlarını daha da kötü hale getirmektir.

Bu nedenle, Gallup anketinin bildirdiği tüm olumsuz unsurlar -öfke, üzüntü, acı, endişe ve stres- aramızdaki bozuk ve kopmuş bağlardan kaynaklanıyor. Başlamış olan mutsuzluk çağı, bizim kendi eserimizdir. Birbirimizle ilişki kurma biçimimizi değiştirirsek, ondan çıkıp, şu anda olumsuz olarak algıladığımız her şeyin olumlu karşıtına dönüşeceği bir çağ ile buluşacağız.

Şu anda toplumda hâkim olan olumsuz ilişkiler, umursamazlığın ve yabancılaşmanın bedelini bildiği için, yakınlık ve karşılıklı ilgide ısrar eden bir toplumun alt tabakası olacaktır. Mutsuzluk çağı, gerçek bir aydınlanmanın, doğa bilgisinin ve ondan insan doğasını nasıl düzelteceğini ve hayatı tüm insanlık için nasıl iyi hale getireceğini öğrenen bir çağın tetikleyicisi olabilir. Alternatif olarak, eylemsizliği seçersek, yaygın mutsuzluk tırmanmaya devam edebilir ve benzeri görülmemiş bir sefalet çağına dönüşebilir.

Tüm İnsanlıkla Tek Bir Gemide

Yorum: Mezhepler kendilerini şu iddiayla karakterize ediyor gibi görünüyor: “Bu grup seçilmiştir, insanlığın geri kalanı bu gruba ait olmadıkları ve kendilerini kurtarmasına izin vermedikleri için yok olacaklar.”

Cevabım: Hayır, bu yanlıştır! Kabalistik grup, Kabalistik bilgiyi tüm insanlığa yaymak için var olur çünkü hepimiz sadece bu bilgi ölçüsünde, iyi ve nazik yollarla ilerliyoruz; aksi halde herkes için kötü olur.

Sonuçta, acı, bizim aleyhimize işleyen ıslah edilmemiş niteliklerdir. Onları ıslah edersek, iyi, iyilikseverliğe dönüşürler. Bu durumda, insanlıkla aynı gemideyiz.

Kimseyi küçük görmeyiz: “Size her şeyi söyledik, gerisi size kalmış. Eğer ölürsen, biz ışığa doğru ilerlemeye devam edeceğiz!” Öyle bir şey yok, hepimiz aynı gemideyiz.

Üstelik, şimdi uygulanması gereken ıslah metodunu dünyaya yaymayı başaramazsak, suçlu dünya değil, biziz.

Dünyayı suçlamıyorum, her zaman haklı çıkarıyorum. İnsanın doğasını anlıyorum, ben onu değiştirmelerine yardım edene kadar kişi farklı davranamaz.

Egoizmin Büyümesinin Durması Bizi Neye Mecbur Eder?

Soru: Dünyadaki bütün devrimlerin, belli bir plan dâhilinde ilerlediğine inanılıyor. Terörist kisvesi altında özel servisler birilerine saldırıyor. Bu yöntemin bir sınırı var mı?

Cevap: Bunun bizim dünyamızda ne şekilde belirlendiği ne fark eder ki? Sorunlu bölgeler her yerde. O kadar çok silah birikti ki, ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bir insan evde her şeyi yapabilir.

Mesele, cinayet aletlerinde ya da mantıkta değil, yaratılış programını iyi veya kötü yönde daha fazla uygulamak için gerekli olduğu gerçeğindedir. Tam olarak hangi yol? Bu sadece bununla ilgili.

Dünya zaten birleşme yolunu izliyor. Ondan kaçamazsınız. Tek sorun buna ulaşmak ve buna katkıda bulunmak gerektiğini anlama ölçüsündedir, yol bu ölçüde daha iyi hale gelir. Dünya bunu anlamıyorsa, anlayana kadar bir çocuk gibi cezalandırılır.

Bizler hali hazırda bu fikri dünyaya anlatabilecek durumdayız ve açıklıyoruz. Bunu az çok başarılı bir şekilde ve iyi bir tempoda yaptığımızı düşünüyorum. En azından nasıl çalıştığını görüyoruz. Dünya, gidecek hiçbir yeri olmadığını anlamaya başlıyor; insanlarda yeni, tamamen olağandışı değişikliklerin meydana geldiğini ve egoizmlerinin büyümeyi durdurduğunu hissetmeye başlıyor.

Sadece insanlığın değil, küçük bir egoist çekirdekten güneş sisteminin gezegenlerine kadar gelişen (ve egomuzun gelişimi buna sürekli olarak eşlik ediyordu) evrenin varoluş tarihinde, ilk kez, egoizm kendi kendine büyümeyi aniden durdurdu.

Küresel olmaya ve bağ kurmaya ve her parçası birbiriyle uyumlu doğanın geri kalanıyla aynı olmalarını insanlardan talep etmeye başladı. Ve insan bu koşulda değildir, kendi arasında veya doğa ile birlikte değildir.

Bu nedenle, etrafımızı saran cansız, bitkisel ve hayvansal doğanın tümü, bizi şimdi bunu yapmaya itiyor. Evrende, tüm dünyada ilk defa, son zamanlarda sürekli katlanarak büyüyen egoizm, hafif eğimli bir çizgiye ulaşmış ve daire olmaya başlamıştır. Artık büyümüyor, ancak bizi karşılıklı garanti içinde bütünsel olarak birbirine bağlı olmaya mecbur ediyor.

2022 Kötüydü, 2023 Daha İyi Olmayacak

Önümüzdeki hafta 2023 yılı başlıyor. 2022’ye baktığımızda sevinecek çok az şey var. Her şeyden önce, Ukrayna’daki savaş dünyayı birçok düzeyde altüst etti. Bir ülkeyi harap etti, diğerini tüketti, dünya çapında enerji fiyatlarının fırlamasına neden oldu ve tüm gezegenin ekonomisini alt üst etti. Savaş olmasa bile ekonomi kötü durumdaydı ve endüstri Covid’in etkisinden kurtulamadı, ancak iki darbenin birleşimi hepimizi ağır bir şekilde etkiledi. Ek olarak, uçsuz bucaksız uluslararası ilişkiler, aşırı hava olayları, yayılan madde bağımlılığı ve sosyal yozlaşma, her şeyin küresel düzeyde hızla yokuş aşağı gittiğine dair sağlam temellere dayanan bir duyguya katkıda bulundu.

Bir insan hasta olduğunda, en önemli görev ve çoğu zaman en büyük zorluk, hızlı ve net bir tanıya ulaşmaktır. Genellikle sorunu teşhis ettiğinizde prognoz netleşir ve olası tedavi planlarını bir araya getirmek daha kolaydır. Ama nedense, toplum olarak, patojenin insanlığın tüm kesimleri arasında husumet olduğunu gösteren tüm belirtilere rağmen, bunu görmezden gelmeye devam ediyoruz. Sebebini aramak yerine, semptomları hafifletmeye çalışmakta ısrar ediyoruz. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, semptomlar kötüleşiyor ve düşmanlık hastalığı yayılıyor ve yoğunlaşıyor. İnsanların birbirlerinin varlığına tahammül edemeyecekleri seviyeye gelindiğinde 3. Dünya Savaşı çıkacaktır.

Düşündüğünüzde, şaka, bizimle ilgili olmasaydı komik olabilirdi. İnsanlığın kaderinden sorumlu eğitimli yetişkinler, kum havuzundaki anaokulu çocukları gibi çekişiyor. Öğretmenleri onları kibar ve düşünceli davranmaya, birbirlerine karşı daha nazik olmanın hepsinin yararına olacağını açıklamaya çalışıyor, ancak çocuklar kalın kafalı, inatçı ve çoğunlukla taş kalpliler.

Böyle bir durumda öğretmenin çocukları yani ulusları, bir sonraki derste, 2023 dersinde daha da sert cezalandırmaktan başka çaresi kalmayacak. Örneğin, Covid’in ortaya çıktığı Çin, acımasız “sıfır Covid” politikasını terk etmek zorunda kaldı ve oradan gelen raporlar, her gün on milyonlarca kişinin virüse yakalandığını ve hastanelerin çökmekte olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki birkaç ay içinde milyonlarca kişinin ölmesi bekleniyor.

Ukrayna’daki savaş yakında bitecek gibi görünmüyor, Ukrayna’nın enerji altyapısı neredeyse tamamen yıkılmışken, yıkıcı Rusya zaten yıpranmış olan rezervlerini zorunlu askere alma yoluyla tüketiyor. Sonuç olarak, yüzbinlerce Rus, Ukrayna’ya top yemi olarak gönderilmekten kurtulma çabasıyla ülkeden kaçtı.

Ekonomi de toparlanıyor gibi görünmüyor ve 2023’ün bu açıdan da zor bir yıl olmasını bekleyebiliriz.

Ve belki de bir başlangıç olarak, Kuzey Amerika, Noel’i donma sıcaklıkları, şiddetli rüzgarlar ve yoğun karla mücadele ederek milyonlarca kişinin tatili elektriksiz, ısınmadan veya kaçış yolu olmadan geçirmesine neden olarak geçirdi. Meteorologların tabiriyle bu “bomba kasırgasının” ölü sayısı henüz bilinmiyor ancak düzinelerce insanın mahsur kalan arabalarda donarak öldüğü, ulusal muhafızların birçok şehirde kapı kapı dolaşarak kendi evlerinde hipotermiden ölen yaralıları aradığı biliniyor.

Öğrenmediğimiz için, tıpkı öğretmenlerin kötü ve asi çocuklara yaptığı gibi, durumu düzeltmeye başlamak için yapmamız gereken ilk şeyin herkesi susturmak ve kavga etmeye devam etmesinler diye, herkesin elini bağlamak olduğunu düşünüyorum. Bunun kolay olduğunu söylemiyorum ve bunu kimin yapması gerektiğinden veya yapabileceğinden emin değilim, ancak eğer birbirimizle mantık yürütebilmek istiyorsak, o zaman kabadayı gibi davranan herhangi bir ülke, açık ve basit bir şekilde, uluslar ailesinden koparılmalıdır. Yalnızca korku, ülkeleri saldırganlığa başlamadan önce iki kez düşünmeye zorlayabilir.

Aynı zamanda, ancak birlikte çalışırsak durumumuzu iyileştirebileceğimiz mesajını yaymaya devam etmeliyiz. Saldırganlığın işe yaramadığını gösterebilsek de göstermeliyiz. Son olarak, işbirliğinin faydalarını elimizden geldiğince göstermeye çalışmalıyız. En azından, insanların akıllarında saldırganlığa bir alternatif olması gerekir. Belki de insanlar yeterince uzun süre acı çekerlerse, zihinleri kaba kuvvet dışında başka eylem biçimlerine ve “en güçlü olanın hayatta kalması” dışında başka paradigmalara açılacaktır.

Optimist değilim; İnsanlığın dinlemeye hazır olduğunu düşünmüyorum, ancak yapabildiğimiz sürece savaş ve nefret yerine, insanlığa ıstırap ve yıkım getirmek yerine herkesin yararına olan alternatifler olduğunda ısrar etmek bizim görevimiz.