Category Archives: Dünya

Son Islahtan Sonra Dünya Nasıl Olacak?

Her birey kendi yararı ile topluluğun yararının bir ve aynı olduğunu anlayacak ve bununla dünya tam ıslahına gelecektir (Baal HaSulam, “Barış”).

Birisine burada komünizm veya sosyalizmden bahsediyoruz gibi gelebilir ama aslında Kabala bilgeliği doğanın genel yasasını açıklar, buna göre tüm doğa herkesin herkese bağlı olduğu bütünsel bir biçimde birbirine bağlı ve bağlantılıdır.

Kabala bilgeliği, doğanın her bir unsuruna ve Yaradan olarak adlandırılan, onun genel gücüne fayda sağlamak için genel doğayı nasıl etkileyebileceğimizi açıklar.

Buna ister sosyalizm ister komünizm deyin, fark etmez, ancak bütünsel doğanın genel yasası başlangıçta tüm evrende işler. Hareket eden, her şeyi birbirine bağlayan ve tam bir birliğe götüren tek bir güç vardır. Doğanın tüm parçaları birbirine bağlıdır ve onları doğada başlangıçta yerleşik olan bu bütünsel bağımlılıktan çıkarmaya hakkımız yoktur.

Bu nedenle, bu yasayı çalışmalı ve bize daha uygun ve faydalı görünen herhangi bir değişiklik yapmadan, onu nasıl uygulayacağımızı bilmeliyiz. Görevimiz doğa kanunlarını çalışmak ve onlara uymaktır. Bu tavsiye bize Kabala bilgeliği tarafından verilmektedir ve bu tavsiyeye uyanlar kesinlikle başarılı olacaktır.

Son ıslahtan sonra, tüm insanlık öyle bir şekilde birleşecek ki herkes kendi kaderini anlayacak ve tüm gerçeklik bize başından sonuna açıkça ifşa edilecek yani Yaradan herkese ifşa olacaktır. Açık, şeffaf bir dünyada yaşayacağız ve karşılıklı işbirliği ve birlik içinde, sadece insanlarla değil, genel olarak tüm cansız doğa, bitkiler ve hayvanlarla kucaklaşarak nasıl doğru bir şekilde var olacağımızı bileceğiz.

Manevi Bir Bakış Açısından Dünya Coğrafyası

Soru: Tüm realitenin on Sefirot’a bölündüğü, bunların da yine on Sefirot’a bölündüğü ve bu şekilde devam ettiği bilinmektedir. Bu, dünyanın her yerinde Kudüs, Kinneret Gölü ve Celile’ye benzer bazı yerler olduğu anlamına mı gelir?

Cevap: Hayır. Kabalistler tüm dünyayı yalnızca İsrail topraklarına, ardından Ürdün, Lübnan, Suriye ve Babil olarak ayırırlar.

Bu topraklar özel bir manevi etki altındadırlar ve bahsettiğim gibi aşağıya doğru inerler: İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye ve Babil yani bugünkü Irak.

Dünyanın diğer tüm bölgeleri, hemen hemen aynı seviyededir ve manevi olarak kesinlikle cansızdır. Ama oradan insanlar manevi köklerine yükselmeye başladıkları zaman, söylendiği gibi, İsrail toprakları ham bir deri gibi dünyanın tüm topraklarına yayılmaya başlayacaktır.

Yorum: “Ürdün, Suriye…” diyorsunuz, ki bunlar İsrail’in şu andaki düşmanları, bizi yok etmek isteyen ülkeler, İsrail’e en yakın ülkeler. Dünyamızda her şey alt üst olmuş durumda.

Cevabım: Çünkü bizler baş aşağı durumdayız. Köklerimize döndüğümüz ve kendimizi tersine ıslah ettiğimiz anda, komşularımızın ıslahı hemen gerçekleşecektir. Biz, kendimizi değiştirmeden onlardan herhangi bir değişim beklememeliyiz.

Umalım ki ilk önce bunu fark edelim, hissedelim ve uygulayalım.

Duyguların Hizmetindeki Akıl

Soru: Kabalistik bilgiyi yayarken, kişinin alınan materyali anlamayabileceğini, ancak içinde bazı mekanizmaların tetiklendiğini ve bunun, açıklamayı aklıyla anlamasından daha önemli olduğunu söylüyorsunuz.

Bu nasıl çalışıyor?

Cevap: Evet, asıl mesele bunun önce duygularda gerçekleşmesi ve sonra aklın anlamasıdır.

Öyleyse neden aklı önemsemem gerekiyor ki? O sadece duygulara hizmet eder. Önce bir resim görüyorum, onu hissediyorum ve sonra onun hakkında düşünmeye başlıyorum. Dünyadaki her şeyde ve algımızdaki her şeyde bu böyledir. Akıl sadece duygularımın hizmetkârıdır. Duyguları tanımlar, ölçer, sıralar, karşılaştırır, analiz eder ve bana bir fikir verir.

Bu nedenle, eğer duygularım hakkındaki fikrimi değiştirmem gerekirse, bu bir iştir ve eğer duygularımı aklın yardımıyla değiştirmem gerekirse, bu farklı bir iştir.

Soru: Fakat Kabalistik bilginin fiziksel olarak yayılması nasıl gerçekleşiyor?

Cevap: Sadece yukarıdan. Işığın daha da geniş bir alana yayılması, daha da derinlere nüfuz etmesi için bir koşul sağlıyoruz.

Diğer insanlarla dışsal olarak bağ kurduğumuz için, ışığın bizim aracılığımızla onlar üzerinde etki etmesini sağlıyoruz. Bu şekilde onlar da yavaş yavaş fikirlerini, bize, dünyaya, her şeye karşı tutumlarını değiştiriyorlar.

Krizlerden Nasıl Yararlanabiliriz?

Soru: Krizlerden nasıl yararlanabiliriz?

Cevap: Bir krizden ancak krizin ne olduğunu, gerçek sebebinin ne olduğunu ve dünyayı nasıl iyileştireceğinizi anlarsanız yararlanabilirsiniz. Aksi halde bunun cevabı yoktur.

Krizlerin tamamen insanlar arasındaki kötü ilişkilerden kaynaklandığına, bunun da savaşlara ve diğer sorunlara yol açtığına inanıyorum. Benim uğraştığım Kabala ilmi bu soruyu bu şekilde yanıtlıyor ve herkesi birbirine yakınlaşmaya teşvik ediyor. Ancak birbirimize yakınlaştığımız ölçüde, dünyada olumlu değişiklikler görebiliriz.

Birbirine yakınlaşmak, insanların birbirine daha çok güvenmesi, daha çok yardım etmesi ve daha az zarar vermesi demektir.

Ayrı Düşen Dünyalar

Haz alma arzusu bir insan için her şeyi belirler: ne hissedeceğini, etrafındaki alanı ne kadar uzakta hissedeceğini ve hissettiği her şeyi nasıl adlandıracağını. Yani insanın arzusu onun dünyasını belirler çünkü arzunun ötesinde olduğunu hissedemez ve bu nedenle arzu onun için varmış gibi görünmez.

Dolayısıyla, eğer kişinin içinde arzu gelişmemişse, cansız derecesindeyse, o zaman dünyası cansız derecenin çerçevesiyle sınırlıdır. Bu tıpkı dünyası küçücük olan ve kreşin ötesine geçmeyen bir bebek gibidir ama bu onun için yeterlidir ve tatmin olur.

Dolayısıyla, sınırları niteliklerimizin sınırlarıyla belirlenen bir dünyada yaşıyoruz ve bunun ötesinde hiçbir şey olmadığına ikna olmuş durumdayız. Bir zamanlar insanlar dünyanın düz bir disk, evrenin de katı bir küre olduğunu ve bu dünyanın sınırlarının onu üzerinde hiçbir şey olmayan bir kapak gibi kapladığını düşünüyorlardı.

Ve şimdiye kadar, dünya hakkındaki bilgimiz, elde ettiğimiz kazanımlarla sınırlıydı. Umalım ki yakında onun sınırlarını genişletebilelim ve o zaman gerçekten nasıl bir dünyada olduğumuzu anlayabilelim.

Haz alma arzumuz sürekli gelişiyor, her seferinde hissettiğimiz gerçekliğin sınırlarını yeni sınırlara doğru zorluyor. Biz bu sınırlara dünya diyoruz. Ve arzumuz 1-2-3-4 şeklinde dört derece halinde geliştiğinden, etrafımızda varmış gibi görünen dünyayı da 1-2-3-4 şeklinde dört seviyede algılarız.

Bir zamanlar tüm insanlık tek bir beden, tek bir bütün olarak varken, daha sonra pek çok küçük bedene bölündük. İşte bu yüzden her birimiz farklı bir gerçeklik hissediyor ve algılıyoruz.

Amaç, oyun hamuru parçaları gibi birbirine yapışmış tek bir bedene geri dönmektir. Ve bu formda, gerçek gibi görünen yeni, tek bir gerçekliği hissetmeye başlarız. Bu, gerçekliği kontrol eden ve onu destekleyen tek bir üst güç tarafından yönetilir. Ve her bir parçanın hissettiği gibi, büyük bir güçler çeşitliliği yoktur. Bu bağa ulaşmak, çalışmamızın ve gelişimimizin hedefidir.

Bizler, Büyük Patlama sonucunda pek çok parçaya ayrılan, tek bir ortak beden olarak var olduk. Ve eğer bu birlik haline geri dönmek için çabalarsak, o zaman tek ve giderek artan birleşik bir güç hissetmeye ve anlayış, kazanım elde etmeye başlarız. Sorunları ve savaşlarıyla tüm insanlık tarihi ve modern gerçeklik, yalnızca bizi birleşme ihtiyacının farkına vardırmak içindir. Doğa bizi buna zorluyor.

Ve hepimiz birbirimize yaklaştıkça ve bağ kurma yükümlülüğümüzü giderek daha net bir şekilde hissettikçe, bizi kontrol eden, yakınlaştıran, dolduran ve sonunda gerçek realiteye ulaşmamıza yol açan içsel gücü anlamaya başlarız.

“Bugün Kıtlık Riski Var Mı? Neden Var Ya Da Neden Yok?” (Quora)

Öğrencilerimden biri, ankete katılan uluslararası gıda güvenliği ve beslenme uzmanlarının neredeyse yüzde 90’ının “yenilikçi ve cesur eylem olmaksızın, küresel açlığın önümüzdeki on yılda artmaya devam edeceğini” tahmin ettiği bir rapora atıfta bulunarak, bana küresel bir kıtlık olasılığını sordu. Bu gerçekten de mümkün ve eski Kabalistik kaynaklar da çağımızda annelerin kendi çocuklarını yemesi kadar korkunç durumlara ulaşabileceğimizi belirtiyor. İşte bu kadar şiddetli olabilir.

Ancak, yaklaşan bir kıtlık fikrini, sadece ambarlarımızı ve depolarımızı doldurmak amacı ile düşünmemeliyiz Bu tür korkunç senaryoları göz önünde bulundurabilmemiz, bu tür durumlardan nasıl kaçınılacağı konusunda önceden ciddi bir şekilde endişelenmemiz ve bu tür krizlere neden olan temel nedeni öğrenip bunlarla başa çıkmamız içindir.

Sadece kıtlığın değil, başımıza gelen herhangi bir krizin arkasındaki temel nedeni araştırırsak, bunun insan ilişkilerindeki dengesizlikten, birbirimize olması gerektiği gibi davranmamamızdan kaynaklandığını görürüz.

Birbirimize karşı nasıl davranmalıyız?

Dengeli bir duruma ulaşmamıza yardımcı olacak bağlar kurmak için, birbirimiz arasında karşılıklı anlayışa ulaşmamız gerekiyor. Bugün ise tam tersini yapıyoruz, geriye hareket ediyoruz ve böylece hepimizin paylaştığı gemiyi sallıyoruz. Dünya böylece doğal olarak kıtlık ve yıkım dönemlerine doğru gidiyor.

Kendi kendimize getirebileceğimiz yıkım, bizi çok korkutmalı ki birbirimize karşı tutumumuzu değiştirelim ve bunu yaparak dünyayı değiştirelim. Yaklaşmakta olan kıtlık ve diğer krizleri düşünebilmemizin tek nedeni budur ve aynı zamanda genel olarak krizler ve ıstırap, deneyimlerimizin de nedeni budur: birbirimizle ilişki kurma biçimimizde olumsuzdan olumluya, egoistten özgeciliğe ve kayıtsızlıktan karşılıklı sorumluluğa doğru bir değişim meydana getirmek.

Böyle bir dönüşüm için katalizör ne olabilir?

Bunu başlatacak ve destekleyecek bir liderin olması gerektiğine inanıyorum. Dünyamız, insan toplumunun lideri olarak kabul edip takip edeceği, birleşme ve aynı zamanda kıtlık ve diğer krizlerin üstesinden nasıl gelebileceğimizden bahsedecek biri olmadan, zor bir yer. Elbette, bu ancak insanlar böyle bir lideri dinlerse işe yarar ve böyle bir kişiye kulaklarımızı açmamız için kıtlıklar ortaya çıkacaktır.

O zaman, bir kıtlık döneminden sonra, farklı olurduk. Hayata ve onun değerlerine karşı farklı bir tutum sergilerdik. Artık, hayatta kalmamızın büyük önemini ve günümüzün zorlu zamanlarında hayatta kalmanın bizim için ne anlama geldiğini hafife almazdık.

Geçmişte büyük kıtlık dönemleri, savaşlar ve diğer krizler yaşanmışken, bugün temelde farklıdır çünkü içinde bulunduğumuz çağ, bizi egoist ilişkilerimizin kötülüğünün kitlesel farkındalığına hazırlıyor ki bu, içimizde kendimizi değiştirme arzusunu uyandıracaktı. Kabala ilminde böyle bir uyanışa “kötülüğün farkındalığı” denir. Bizlerin, kendi doğamızı “kötü” olarak algılayabileceğimiz bir duruma ulaşmamız, onu böyle tanımlamamız ve bundan gerekli dersleri çıkarmamız için çok büyük bir ıstıraplar gerekir. Yani, maddi refah için birbirleriyle yarışan bireylerden oluşan fare yarışına bir son vermeli ve birbirimize ve doğaya fayda sağlamaya çalıştığımız, birbirimizi etkilediğimiz, birbirine bağlı ve bir bütünün parçaları olarak hissettiğimiz pozitif bağlı yeni ilişkilere geçmeliyiz. Henüz orada değiliz ama o zaman, yaklaşıyor.

Dünya’nın Gerçek Tarihi

Dünya tarihi, ya dünyevi olarak ya da büyüyen egoist arzularımızda ortaya çıkan bir tarih olarak görülebilir.

Onu önümde, sözüm ona bu dünya denilen derin, üç boyutlu küresel bir perdede görüyorum. Çevremde ve onun içinde, canlı olan sinemayı izliyorum ve ona katılıyorum. Ama aslında o benim içimde, benim arzumdadır.

Tüm dünyamız, benim arzularım, benim projeksiyonumdur, ben onu sadece dışarıdan görürüm, kendi içimden değil. Dışarıda ya da içeride olması fark etmez ama tüm bunlar benim.

Bununla birlikte, algımın yanlışlığı bir kenara bırakılmalıdır çünkü tüm evreni kendim ve kendimin dışı olarak ikiye ayırıyorum çünkü egoizmim şimdiye kadar bu resmi böyle algıladı. Egomdan kurtulduğumda ise tüm bunların yalnızca kendi “ben”im olduğunu görecek ve her şeyi kendi dışımda değil kendi içimde hissedeceğim.

Büyük Patlama’dan cansız, bitkisel ve hayvansal doğaya kadar gelişen egoizmden bahsediyoruz.

İnsan doğası, sözde M.Ö. 50.000 yılında kendini göstermiş ve M.Ö. 5.000 yılına kadar, herkesin eşit olduğu ve herkesin aynı mala sahip olduğu ilkel bir komün toplumu gelişmiştir.

İlk olarak, cansız bir düzeyde işleyen arzular gelişti ve MS 5. yüzyılda servet için arzular ortaya çıktı. Bu dönem insanlığın çok hızlı bir şekilde geliştiği, ilk teknolojilerin ortaya çıktığı bir dönemdir.

M.Ö. 5. yüzyıldan M.S. 15. yüzyıla, Orta Çağ’ın sonuna kadar güç için mücadele edilen bir dönem olmuştur. Rönesans, büyük keşifler, matbaa ve diğer başarılarla birlikte, bilimlerin gelişme dönemi, 20. yüzyılın sonuna kadar süren aydınlanma çağı başladı.

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl ve sonrası, doğanın sınırlarının ötesine geçerek daha yüksek bir seviyeye, Yaratıcı’ya benzerlik seviyesine ulaşan yepyeni bir dönemdir. Ancak biz bununla başa çıkamıyoruz. Tarihimizde ilk kez, başımıza gelenler konusunda kendimizi tamamen bilgisiz buluyoruz.

Pek çok farklı görüş ve teori var. Bunların hiçbirinin bize bir şey söylemediğinin farkındayız. Ancak, doğanın gelişimine bakarak, bizden bütünlük, birlik ve Kutsal Kitap’taki “komşunu sev” ilkesinin gerçekleştirilmesini gerektirdiğini tahmin edebiliriz.

Yaratılan Olmadan, Yaradan Da Olmaz

Soru: Dünyanın tüm gelişiminin, bizim egoist arzularımızda ortaya çıktığını söylüyorsunuz. Ama eğer maneviyatta zaman yoksa, burada nasıl oldu? Kısa bir zaman dilimi içinde mi?

Cevap: Maneviyatta zaman yoktur.  Gelişim iki dünyada: maneviyatta ve bizim dünyamızda, paralel olarak gerçekleşmez.

Manevi dünyada hiçbir şey yoktur, hatta manevi dünyanın kendisi bile yoktur. Algıladığınız şey vardır. Eğer algılama, egoist arzularla gerçekleşirse, o zaman bizim dünyamızı hissedersiniz ve eğer özgecil arzularla, ihsan etmek ve sevgi için gerçekleşiyorsa, o zaman üst dünyayı hissedersiniz.

Ne bizim dünyamız ne de manevi dünya vardır. Üst dünya yalnızca algılayan kişinin üst güce, üst ışığa olan benzerliğini algılaması halinde, ona göre var olur.

Yaratılan olmadan Yaradan da olmaz. Var olduğunu hissedecek biri yoksa zaman da yoktur, yaşam da yoktur.

Eğer dünya, hissiyatlarımızda kendini gösteren bir şeyse, o zaman sadece bize göre var olur. Bizim dışımızda bir formu yoktur.

Bu gücün kaynağını bilmiyoruz. Işık üzerime iniyor. Bu kaynağı ancak ışığa benzediğim ölçüde tanımlayabilirim. O zaman kaynağın da muhtemelen aynı niteliğe sahip olduğunu söyleyebilirim.

Bunu anlamak mümkün değildir. Bunun için kendinizi değiştirmeniz gerekir.

 

Son Sürgünden Çıkmanın Eşiğinde

Babil, Mısır ve İran’dan art arda sürgün edildikten sonra, son dereceye yükselişin koşullarını, yani tüm insanlığın mevcut küresel krizinden çıkış yolunu bulduğumuz bir durumdayız.

Şimdi modern küresel felaketler tüm insanlığın önünde tezahür ediyor. Henüz tam olarak tezahür etmediler, ancak şimdiden onların biraz farkına varmaya başladık ve yaklaştıklarını hissediyoruz. Tehdit edici “tsunamiler” üzerimize geliyor. İnsanlar çılgın, düşüncesiz egoist eylemleriyle nasıl bir Pandora’nın Kutusu’nu açtıklarını anlamaya başlıyorlar.

Bugün Kabala metodolojisini eyleme geçirmeliyiz. Bu konuda yapabileceğim bir şey olduğu için mutluyum ve insanlara ne yapmakla yükümlü olduğumuzu, hangi durumda olduğumuzu, bunun nasıl bir dünya olduğunu ve ne gibi fırsatlara sahip olduğumuzu açıklayabilirim.

Bu yöntemi, bir laboratuvarda olduğu gibi, kendi içimizde keşfedebildiğimiz ve daha sonra tüm dünyaya sunabildiğimiz, etkili olduğunu gösterebildiğimiz, pratik olarak nasıl çalışılacağını gösterebildiğimiz, tüm insanlığa örnek olabildiğimiz ve mümkün olan en kısa sürede nazik, hızlı bir şekilde üst güç durumuna yani ihsan etme ve sevgi niteliğine geri döndürebildiğimiz için mutluyum.

Nasıl Bir Kli İnşa Edebiliriz?

Mantık ötesi inanç nedir? Manevi dünyaya girmek için neden aklımızı ve duygularımızı iptal etmemiz gerekiyor ve bunun yerine ne alacağız? Bu haklı bir soru çünkü kişi, kendini değiştirmesi ve başka bir şeye dönüşmesi gerektiğini hissetmeye başlıyor.

Dünyevi aklımızı ve daha da önemlisi egoist kalbimizi, manevi dünyada kullanamazsak, geriye ne kalır? Üst dünyayı hissetmek, Yaradan’ı hissetmek için nasıl bir Kli inşa edebiliriz; daha yüksek bir seviyede yeni bir akıl ve duyguları nasıl oluştururuz?

İnsan, hayvan, bitki ve cansız maddelerin farklı düzeylerinin bu dünyada bile birbirinden ne kadar farklı olduğunu görüyoruz. Her gelişim düzeyi, kendi aklı, duyguları, biçimi, davranışı ve hareket özgürlüğü ile karakterize edilir. Bir canlı ne kadar gelişmişse, zihni, duyguları ve çevresiyle bağ kurma yeteneği o kadar fazladır. Ve maneviyata girdiğimizde, yeni bir ortama, almanın değil, ihsan etmenin hüküm sürdüğü bir alana gireriz.

Dünyamızda ifşa olan dört çeşit alma kuvveti vardır. Üç derece vardır: cansız, bitkisel ve hayvansal ve ayrıca bir sonraki seviyeye geçiş aşaması olan insan, manevi dünyanın ise cansız, bitkisel ve hayvansal dereceleri. Üst dünyanın insanı olan “Adam”, zaten Yaradan ile bir bağlılık halidir.

Görünüşe göre bir dünyadan diğerine geçiyoruz ve bunu başarmak için önceki aklımızdan ve duygularımızdan çıkmamız gerekiyor. Bu, akıl ve kalpten yoksun kaldığımız anlamına gelmez – yeni akıl ve duygular, ihsan etme güçlerini,  “Bina” üzerine inşa edilmiş manevi olanları alırız. “Bina”, aşağıdan gelen alma arzusunun yukarıdan gelen üst ışıkla birleşimidir. Birlikte, Keter ve Malhut’un ortasında yer alan “Bina” adlı yeni bir form oluştururlar.

Bu şekilde, mantığın, egoizmimizin, alma arzusunun üstünde inanç (Bina derecesi) adı verilen yeni bir algı oluştururuz. Bu yeni aklı ve duyguları, aramızdaki her türlü bağ aracılığıyla inşa ederiz. Ve bunda “Herkes dostuna yardım eder.” Birbirimize karşı egoizmimizden çıktığımızda, bu inanç derecesini ifşa ederiz yani “Ben”imizin egoist duygusunun ötesinde, mantık ötesi bir şekilde diğerine ihsan etmeyi.

Sonunda, bu özlemde kendim dışında herkesi hissetmeliyim. Sanki kendi “ben”im yokmuş gibi olmalı; daha doğrusu, benden başka herkes var gibi. O zaman bu diğerlerinde üst gücü, Yaradan’ı hissedeceğim.

Sadece bağ kurarak, tek bir Kli’de, tek üst güç ifşa olur. Bu çalışma, görünüşte basit mekanik eylemlerle, sanal iletişimle başlar. Ancak bunu yaparak, mevcut aklımızın ve duygularımızın üzerine çıkma ve ortak bir akıl ve duygu edinme arzumuzu ifade ederiz ki, “Ben kendi halkım arasında yaşarım” diye yazıldığı gibi, O’na tek bir istekte birleşen grubun içinde Yaradan ifşa olacaktır.