Category Archives: Dünya

Gezegenler Kaderimizi Kontrol Eder Mi?

Soru: Geleceği planlamak için astroloji ve Ay’ın etkisi gibi bilimleri çalışmalı mıyım?

Cevap: Kabala, gök cisimlerinin ve diğer birçok şeyin sadece üst güçlerin üzerimizdeki etkisinin göstergeleri olduğunu öğretir.

Belirli güçler gezegenlerin hareketini kontrol eder ve böylece kaderimizi etkiler. Ve biz, gezegenlerin hareketiyle aslında, diyelim ki Ay’ın bizi etkileyen kuvvet olduğunu sanırız. Hayır. Ay’ı kontrol eden üst güçtür.

Bu nedenle, Kabala çalışarak, cansız gök cisimlerine değil, kaderimizi yöneten gerçek üst güce erişim kazanırız. Onlar kendi başlarına  hiçbir şey yapmazlar.

Kabalistlerin yıldızların üzerinde olduğu söylenir. Yani ışığın kaynağıyla, göksel ve dünyevi eylemleri, nesneleri ve olguları yöneten üst güçle ilgilenirler ve bu yüzden bize kaderimizi onlar belirliyormuş gibi gelir. Bu hata geçmişten kaynaklanır ve piramitleri ve rahipleriyle Firavunlara kadar uzanır.

Liberal Fikrin Krizi

Soru: Tarihçi ve yazar Yuval Noah Harari, liberal ve hümanist görüşlerin bir takipçisidir, ancak bir araştırmacı olarak liberal sistemin başarısız olduğu sonucuna varmıştır.

Liberal fikrin kendi krizi hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Cevap: İnsanlık kendini yanlış anlıyor. Ne tür bir liberalizm olabilir ki?! Egoistsek ve doğamızı kendimiz düzeltemezsek, kişinin komşusuna karşı sevgisi, katılım, eşitlik veya kardeşlik nasıl olabilir? O zaman konuşacak ne var?! Felsefe mi? Hiçbir şey vermez!

Doğanızı nasıl düzelteceğinizi bilmeniz gerekir.

Ondan sonra konuşabilirsiniz. Ve biz onu düzeltene kadar hala küçük bencil hayvanlar olarak kalırız. Kendimizi nasıl örttüğümüz/gizlediğimiz önemli değil, o, altında hiçbir şey olmayan bir incir yaprağıdır.

“İnsanlığın Bir Sonraki Gelişim Seviyesi” (Linkedin)

Güçlü bir hızlandırılmış insani gelişim patlaması, belirli bir süre boyunca tüm dünyada titreşir. Böyle bir darbe, Orta Çağ’da meydana geldi ve Sanayi Devrimi döneminde, bilim ve teknolojide, kültür ve eğitimde, toplumda ve felsefede tüm alanlarda atılımlara yol açtı. Manevi gelişimde olağandışı sıçramalar da aynı şekilde meydana gelir.

Hızlandırılmış gelişim, toplumun ve tüm yaratılışın altında yatan bir gücün sonucudur: arzunun gücü. İnsan arzusu sürekli genişler ve bunun bir sonucu olarak, yoğunlaşan özlemimizi yerine getirmenin yeni yolları için sonsuz bir arayış vardır. Arzunun gücü, bireylerde ve genel olarak toplumda ben-merkezcilik biçiminde yani başkalarının iyiliği pahasına elde edilenler de dahil olmak üzere kendi zevkimiz için bencil, egoist bir niyetle hareket eder.

Ancak dünyadaki tüm gelişimler tek bir yöne işaret ediyor: insanlığı, hem insanlar arasında hem de doğanın tüm unsurları ile yüce güç arasında mükemmel bir karşılıklılığın manevi bağlantısına hazırlamak. Dolayısıyla görünüşte bencil insan sistemleri geliştirdiğimizde bile, istemeden gelecekteki güzel ve düzeltilmiş bağlar için altyapıyı hazırlarız.

Örnek olarak internetin gelişimini ele alalım. Sosyal medya, iyi bir bağ yaratmanın tam tersine insanlar arasında nefret söyleminin sık sık açık bir şekilde sergilendiği bir yuva haline geldi. Oysa mevcut düzen, sosyal medyanın uyumlu insan bağlarının olumlu mesajlarını taşıması için mükemmel bir hazırlık olarak hizmet edebilirdi.

Günümüzde dünyanın tüm sakinleri arasında daha fazla iletişime doğru itici güç iki can alıcı nokta aracılığıyla aşikârdır: Covid-19 ve göçmenlik. Covid salgını, dünyadaki açık ve ayrılmaz küresel bağlar aracılığıyla bizi birbirimize daha da yakınlaştırıyor. Hastalık tek bir yerde ortaya çıkıyor ve hemen her yere inanılmaz bir hızla yayılıyor.

Kitlesel göç, artık durdurulamayacak başka bir olgudur. Durum kontrolden çıktığı için başbakanlar dirense de, insanlık önceden belirlenmiş siyasi sınırların ötesine çoktan geçmiş durumda. Göçmenler, fırsatlarının daha müsamahakar ve hoşgörülü ortamlarda geliştirildiğini keşfettiler ve bu, kitlesel göç hareketlerini teşvik etti. Her ülkede farklı halklardan temsilciler görene kadar olay yoğunlaşacak, dünya çapındaki toplumlar, aynı zamanda giderek daha çeşitli ve karmaşık hale gelecektir.

Aslında, az önce anlattığımız gibi topluma insan müdahalelerinin, kafa kafaya çarpışma gibi bizi etkilediğini görüyoruz: ülkeler yok oluyor, kültürler çöküyor, şiddet artıyor. Böylece, kafa karıştırıcı soru ortaya çıkıyor: Zor ve karmaşık süreçler nasıl ideal bağlara yol açabilir?

Süreçlerin kendisi ne güzel ne de hoştur, ama onların güzelliği hakikate, gözlerin açılmasına, tam olarak neyin bozulduğunun ve düzeltilmesi gerektiğinin farkına varmalarına yol açmalarıdır. Bu, bir yandan karşılıklı bağımlılığımızın ortaya çıkması anlamına gelirken, diğer yandan bu karşılıklı bağımlılığın açığa çıkması ancak olumsuz olaylar aracılığıyla gerçekleştiği anlamına gelmektedir. Böylece, tek gerçek yavaş yavaş bizim için netleşecek: karşılıklı bağımlılığımız kaçınılmazdır ve aramızdaki olumsuz bağlar dünyadaki tüm sorunların tek kaynağıdır, düzeltmemiz gereken tek şey onlardır.

Ya sonrasında? İnsanlık, maddesel alanı aşıp, doğa düşüncesinin ve onun arkasındaki iyi ve yardımsever gücün ifşa olması aracılığıyla içsel bir birliğe geçene kadar, aramızdaki bağları güçlendirmek için tüm kaynaklarını kullanmak, arzunun gücünün tüm potansiyelini gerçekleştirmek zorunda kalacaktır.

“Afrikalılar Amerika’ya Köle Olarak Veya Başka Bir Şekilde Getirilmeseydi Dünya Nasıl Farklı Olurdu?” (Quora)

Dünya, tamamen farklı görünen ve hissettiren Amerika dışında, neredeyse aynı olurdu. Amerika daha çok Fransa, Almanya ve İngiltere gibi bir Batı Avrupa ülkesine benzerdi.

Bir yandan Amerika bugün olduğundan daha kapalı olurdu. Öte yandan, doğanın belirli bir plana göre geliştiğini ve dünyayı bir denge durumuna getirdiğini anlamamız gerekir. Bu nedenle tarihi sübjektif bir tarzda tartışmanın bir anlamı yoktur çünkü yaşadığımız gelişme mutlaktır. Dün olanların olması gerektiğini ve başka bir şekilde olamayacağını söylemeliyiz. Ayrıca, geçmişten asla pişmanlık duymamalıyız, ama buna karşılık her zaman bugünü ve geleceği göz önünde bulundurarak düşünmeli ve hareket etmeliyiz.

Belirli bir tarihsel olay akışından pişmanlık duymak, hayata sağlıksız, etkisiz ve zararlı bir yaklaşımdır. Neden? Bunun nedeni, tarihin gelişimi değiştirilemezdir ve olan her şey çok özel bir amaç içindi – bizi doğa ile son bir denge durumuna yönlendirmek. Bu nedenle, şu andan itibaren kendimizi “Ben kendim için değilsem,  kim benim için?” şeklinde ayarlarsak ve geçmişle ilgili olarak “O’ndan başkası yok” yani doğa her şeyi tam da gerektiği gibi yapmıştır dersek,  çok daha iyi oluruz. Geliştiğimiz yolu bu noktaya kadar değiştiremeyiz ve bu yüzden ona odaklanmamalıyız.

Bu nedenle geçmişe dair pişmanlık duyacağımız bir şey yok. Böyle bir yaklaşımla geçmişe bakarsak, böyle yaparak tuz direğine dönüşen ve bununla hiçbir şey elde etmemiş olan Lut’un karısı gibi oluruz.

Bu nedenle geleceğimize odaklanmalıyız. İnsanlık için olumlu bir gelecek neye benzer? Kendimiz ve doğa için olumlu bir gelecek inşa etmeye odaklanırsak, ancak doğa yasalarını anlayarak, doğanın nasıl çalıştığını bilerek ve bu yasalara riayet ederek sonuca varacağız, o zaman herkes için çok daha iyi bir geleceği gerçekleştirme yolunda olacağız.

“Evden Çalışmalar – Zorunludan Çekiciye” (Linkedin)

Birçok ofis yeniden açılmış ve çoğu yüksek teknoloji şirketi çalışanlarını çağırmış olsa da, birçok insan evden çalışmaya devam etmeyi tercih ediyor ve hatta bunu istiyor. Birçoğu evde kalmanın rahatlığı, yolda daha az zaman geçirme ve tam zamanlı bir işin stresinin bir kısmını hafifletme karşılığında ücretlerini veya diğer sosyal yardımlarının kesilmesine razı. Genel olarak, insanlar başarmak zorunda olma dürtüsünün çoğunu kaybetmiş gibi görünüyor. Bunun yerine, rahat, kolay giden bir yaşam tarzı sürdürmekten ve bu yaşam tarzına öncülük etmekten memnun görünüyorlar.

Batı’nın yaklaşık bir asırdır geliştirmek için uğraştığı ve Büyük Buhran’ın sonlarına doğru başlayan aşırı işkoliklik kültürünün nasıl bu kadar çabuk buharlaşabildiğini görmek ilginç. Eskiden gençleri hırslı ve motive olarak düşünürdük, ancak bu zihniyetin virüs tarafından “temizlendiği” ortaya çıktı.

Bugün insanlar sadece yaşamaktan memnun görünüyorlar. Ve gerçekten, neden olmasın? Tüketiciliğin başlangıcına kadar, insanlar başarılardan bu kadar rahatsız değildi; kendilerini ve ailelerini geçindirmek istediler ve başarırlarsa mutlu oldular. Nesi yanlıştı? Başarılı kariyere sahip insanlar diğerlerinden daha mı mutlu? Mutlu olduklarından hiç emin değilim.

İnsanları mutlu eden şey, kişisel potansiyellerini fark ettiklerinde ve hayatlarının bir anlamı ve bir amacı olduğunu hissettiklerindeki içsel gelişimdir. Fiziksel varlığımızı güvence altına alabilirsek, o zaman mutluluğumuz içsel potansiyelimizi gerçekleştirmeye bağlıdır. Ve özellikle bugün, bu potansiyelin farkına varmak sosyal bağlarımızla ilgilidir.

İnsanlar olumlu sosyal bağlar kurduklarında, birbirlerini desteklediklerinde ve büyümelerine yardımcı olduklarında kendilerini mutlu, memnun ve güvende hissederler. Beceri ve yetenekleriyle topluma katkıda bulunmaktan mutluluk duyarlar ve toplumun geri kalanı da mutlu bir şekilde aynı şeyi yapar. Birlikte, kişisel potansiyellerini en üst düzeye çıkarırlar, toplumu yeni zirvelere çıkarırlar, başkalarının başarılarından yararlanmalarını sağlarlar ve başkalarının da kendi potansiyellerini gerçekleştirmelerini kolaylaştırırlar.

Ve en önemlisi, bunu, sosyalleşmek için enerjileri kalmadığı bir noktaya kadar tüketen zorlu, rekabetçi bir işin gerilimi olmadan başarırlar. İşlerin ve kariyerlerin insanları yalnızlığa ve mutsuzluğa ittiği dönem sona eriyor. Artık daha az çalışmaya, daha az seyahat etmeye ve daha çok düşünmeye zorlandığımıza göre, yalnızca kendimizle ilgilenmek yerine başkalarını önemsemenin ne büyük bir armağan olduğunu anlamaya hazırız.

Modern Bilimin Başarısızlığı

Soru: On yıldan fazla bir süre önce, ekonominin psikoloji ile bütünleştirilmesi ve ekonomik psikoloji ile çalışılması gerektiği sonucuna vardım. Sonuçta, aralarında tüketim toplumunu gerçekten engelleyen bir boşluk var. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?

Cevap: Günümüzde psikolojiyle nasıl çalışılacağını söylemek zor çünkü insanlar çok hızlı değişiyor ve genel olarak psikoloji anladığımız, düşündüğümüz ve hissettiğimiz şeyin bir yansıması. Ekonomi aynı zamanda egoist arzularımıza da bağlıdır: onları doğru yorumluyor muyuz ve tüm parametreleri nasıl birleştiriyoruz.

Ben, fikrin kendi başına doğru olduğunu ve yönün de doğal olarak doğru olduğunu düşünüyorum. Ama bugün ekonomi ve psikolojinin birbirine bağlanabileceğini düşünmüyorum çünkü ikisi de bilim değil, insanın kendisine göründüğü gibi hayal ettiği şeylerdir. Bunları birbirine bağlamak için üçüncü bir şey inşa etmek imkansızdır çünkü bu bilgi alanları bugün oldukça istikrarsız bir durumdadır.

Yine de, insan doğasını değiştirmeden, kaçışın olmadığı, hiçbir şey yapılamayacağı sonucuna varıyorum. Tüm bilimlerimiz ve yönetim sistemlerimiz yavaş yavaş başarısızlıklarını ortaya çıkaracaktır. Newton’un zamanında, bunların hepsi iyi ve doğruydu. Ama biz bu aşamayı çoktan geçtik.

Bugün insanlık bambaşka bir dünyaya giriyor ve bunu bir bütün olarak hissetmek zorunda kalacağız. Sadece bu şekilde, yönetebileceğiz.

Doğanın Tüm Güçlerini Dengeleyin

Soru: Sürekli çatışma halinde olan negatif ve pozitif güçler, insan seviyesinde dünyamızda kendilerini nasıl gösterirler?

Cevap: Dünyamızda iyi güçleri neredeyse hissetmiyoruz. Yalnızca arkadaşlar, akrabalar, ebeveynler ve çocuklar arasında çok sınırlı bir şekilde hissederiz. Ya da onları bize iyi ilişkiler dayatan doğanın içgüdülerinde hissederiz çünkü aksi takdirde yaşam ve üreme olmazdı. Ve doğanın diğer seviyelerinde bu güçleri görmüyoruz çünkü onları dünyamıza getirmiyoruz.

Soru: Bu, örneğin cansız bir seviyede dengelenmiş pozitif ve negatif bir güç olduğu ve bu nedenle Dünya’nın, bu madde dokusunun var olabileceği anlamına gelir.

Fakat bu güçlerin dengede olmadığı bir dönem vardı ve aralarında sürekli bir mücadele vardı. Aynısı insanlıkta da oluyor. Ve bunun bir sonucu olarak, sürekli savaşlar iyi ve kötü güçlerin sık sık birbirleriyle savaş halinde olduğu yerlerde yapılır. Onlar dengeye geldiklerinde ne olacak?

Cevap: İyi ve kötünün güçleri ancak kişi bunların oranlarına, karşıtlıklarına müdahale ettiğinde ve doğanın tüm güçlerini dengelediğinde dengeye gelecektir. O zaman doğa, onu dolduran herkesin iyiliği için hareket edecektir.

Soru: Yaradan’a yani ihsan etme niteliğine olan arzumuzun henüz tam olarak şekillenmediğini ve bunun sonucunda savaşlar ve çatışmalar olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Evet.  Bu aramızdaki ilişkidir ki bu, doğanın tüm seviyelerinde ve Yaradan’a yönelik ilişkimizde olan tüm koşulları belirler.

“İnsanlığın Karşı Karşıya Olduğu Görev” (Linkedin)

İnsanlığın karşı karşıya olduğu sayısız görev var: İklim üzerindeki olumsuz etkimizi dengelemeli, herkesin temiz içme suyuna, asgari sağlık hizmetine ve temel gıdaya sahip olduğundan emin olmalıyız. Ayrıca dünyanın her yerindeki milyonlarca, hatta milyarlarca ezilen insana, sahip olanlar ve olmayanlar arasındaki artan eşitsizliğe, her şeye sahipmiş gibi görünen ama hayattan tatmin alamayan birçok insanın depresyonuna ve benzerlerine yönelmeliyiz. Tüm bu sorunlarla nasıl başa çıkabiliriz? Kısa cevap “Yapamayız!” (Kısmen), daha uzun cevap, “Yapamayız çünkü ortak köklerini aramak yerine sorunlarla ayrı ayrı ilgileniyoruz. Bununla ilgilenmiş olsaydık, hepsini hızlı bir şekilde çözerdik.”

Şimdiye kadar, olup biten her şeyin kökenindeki temel nedeni ciddi olarak araştıran birini görmedim. Sosyal, duygusal, çevresel ve politik tüm sorunlarımızın ortak hiçbir yanı olamaz mı? Yani, onlar için açıkça ortak olan tek şey insan, peki bu sorunlara neden olan insan hakkında ne var? Farklı sorunlara neden olan farklı şeyler mi var, yoksa bunlar bir tek kök kusurdan mı kaynaklanıyor?

Bilimde ve Kabala’da öğrendiğim her şeye göre, her şey birbirine bağlı. Çalıştığım bilim dalı olan sibernetik, sistemlerle nasıl başa çıkılacağını öğretir. Parçaları birbiriyle ilişkili ve birbirine bağımlı olan bir sistem olarak her şeyle ilgilidir. Kabala bilgeliği de tam olarak aynı şeyi söyler. Bu nedenle doğal sonuç, sorunun hepimizi birbirine bağlayan, içinde yaşadığımız sistemde olduğu olmalıdır.

Başka bir deyişle, sistemdeki parçalar arasındaki bağları düzeltirsek sistem daha iyi işleyecek, dengeyi ya da daha bilimsel bir dil kullanırsak homeostaziyi sağlayacak ve hayatımız sorunsuz işleyecektir. Bu nedenle, sorunlarımızın temel nedeni, her bir parçada ayrı ayrı değil, aralarındaki bağlantılardadır.

Şu anda, bu bağlar olumsuz. Bu, parçaların sistemden ayrılmaya veya sistemi ele geçirmeye çalıştığı anlamına gelir. Beynimizi örnek alırsanız, beynimizdeki nöron sanki diğerlerinden ayrılmaya ya da alternatif olarak onlara hükmetmeye çalışmış gibi olur. Böyle bir beyin işlevsel olabilir mi?

İnsanlık, yaşadığımız dünyanın beyni gibidir. Oysa biz de az önce verdiğim örnekteki beyin kadar işlevsiziz; bu yüzden gezegenimiz ve yaşamlarımız çok sıkıntılı görünüyor.

Eğer yaşadığımız dünyayı değiştirmek, toplumumuzu değiştirmek ve kendi geleceğimizi şu anda bizi bekleyen sefil gelecekten, sahip olabileceğimiz muhteşem geleceğe değiştirmek istiyorsak, bağlarımızı onarmalıyız. Ve düzeltmemiz gereken bağlarımız olduğundan, bunu ancak karşılıklı bir değişim kararıyla birlikte yapabiliriz. Negatif bağlarımızda sorununun ciddiyetini anlayan insan sayısı arttıkça, hepimiz onu değiştirmek isteyeceğiz. Ve bağlarımızı ne kadar değiştirmek istersek, başarmak o kadar kolay olacak.

Dolayısıyla iyileşme sürecinde iki aşama vardır: 1. Farkındalık, 2. İyileşme. Şu anda yeterli sayıda insan, birden çok sorunumuzun tekil nedeninin farkında değil. Bu nedenle şu anda ana görevimiz, bağlarımızı olumsuzdan olumluya dönüştürerek dünyayı ve hayatımızı değiştireceğimizi duyurmaktır. Yeterince insan bunu fark ettiğinde 2. aşama başlayacak ve bu, 1. aşamadan çok daha kolay ve hızlı olacak.

“Tüm Çalışanlar Nereye Gitti?” (Linkedin)

Gittikçe daha fazla insan aşılandıkça, birçok ülkede ekonomiler yeniden açılıyor olsa da, iş piyasasının önemli bir kısmı hala yeniden başlama mücadelesi veriyor: çalışanlar. Müşteriler orada; işletmeler açık, işverenler işe alım yapıyor, ancak çalışanlar evde kalmaktan rahat görünüyor. Bazı ülkelerde ve bazı mesleklerde durum o kadar vahim ki iş başvurusunda bulunanlar, potansiyel işverenlerle tam tersi bir şekilde mülakata giriyorlar. İşverenlerin başvuru sahiplerine sırf iş görüşmesine gelmeleri için para ödediği tuhaf durumlar bile var!

Covid-19 yeni başladığında, insanlık pandeminin diğer ucundan çıktığında, farklı bir insanlık olacağını yazmıştım. Bunun ortaya çıktığını görüyor gibiyiz. Bazıları, insanların Covid yardımı olarak çok fazla para aldığını söylüyor ama bence bu konu bundan çok daha derine iniyor: İnsanlar, sadece çalışmak istemiyor. İşlerinin bir tür kölelik olduğunun farkına vardılar ve vazgeçtiler. Olan şey budur.

Bence bunun olması herkes için daha iyi. Daha az kirlilik, insanların, hayvanların ve doğal kaynakların daha az sömürülmesi var ve milyarlarca dolar biriktirmeye devam etmek isteyen kodamanlar dışında herkes kazanıyor ama ne amaçla?

Mesleklerimiz ve hatta daha çok kariyer işleri, bizim öz saygımızı belirlerdi. Ancak birçok insan artık bunu umursamıyor. İnsanların ne düşündüğü umurlarında değil; dinlenmek ve zamanlarını huzur içinde geçirmek istiyorlar ve yaptıkları herkes için, özellikle de zavallı gezegenimiz için daha iyi.

Ne kadar boştaysak, doğayla o kadar az çelişiriz. Herhangi bir hayvanı ele alın, yiyecek, barınak aramadığı veya yavrularına bakmadığı zaman huzur içinde yattığını göreceksiniz. Şimdiye kadar hayvanlar gibi değildik. Her anı daha çok çalışarak, daha çok para kazanarak ya da paramızı harcayarak ve diğer insanları daha çok çalıştırarak geçirdik. Sonuç olarak, gezegenimizi kirlettik ve neredeyse mahvettik. İnsanlar hayvanlar gibi yaşasaydı, sadece ihtiyaç duyduklarında çalışsaydı, kendimiz için yarattığımız tüm sorunları yaratmazdık, yorulmazdık, strese girmezdik.

Tembel olmak bizim menfaatimizedir ve mümkün olduğunca sıkı çalışmamız da iş adamlarının menfaatinedir. Bu yüzden bize iş unvanımızın kim olduğumuzu tanımladığı fikrini satıyorlar. Ama insanların kim olduğumuz hakkında ne düşündüklerini gerçekten umursamadığımızda, o zaman onları süslü iş unvanlarıyla etkilemek için hiçbir nedenimiz yok. Sonunda dinlenebiliriz!

Artık daha fazla boş zamanımız olduğuna göre, zamanla yapacak daha anlamlı şeyler bulacağız. Neden burada olduğumuzu soracağız ve buradaki varlığımızın dünyadaki tüm diğer insanların varlığıyla ve etrafımızdaki dünyayla nasıl ilişkili olduğunu keşfedeceğiz. Dünyanın tek bir sistem olduğunu göreceğiz; içinde kendi yerimizi bulacağız; ve mutlu ve huzurlu olacağız. Bu nedenle bu yeni, gereksiz yere çalışmama trendinden memnunum.

“Nasıl Dünyayı Savaştan Kurtarıp Barışı Sağlayabiliriz?” (Quora)

İnsanlık barışı idealize ediyor ama pratikte bizler barışı tesis etmekten çok uzağız. Binlerce yıllık gelişim deneyimimizden, milletler ve toplumlar arasında barış aramanın ne kadar da gerçekçi olmadığını görüyoruz. Aksine, ne kadar çok barış tartışırsak, o kadar çok savaş görüyoruz.

Barış nedir? Barışı savaşın olmadığı bir durum olarak düşünmek yaygındır. Ama barış gerçekten bu mudur?

İbranice’deki barış (“Şalom“) kelimesi, tamamlama, bütünlük ve mükemmellik (“Shlemut“) kelimesinden gelir. Yani, bir tarafta bütünlüğe ve mükemmelliğe ulaşmanın yolu, doğuştan gelen kendimize yönelik arzularımıza göre nasıl bölündüğümüzü anlamının yoludur, ama insan toplulukları arasında ortak bir bütünlük ve mükemmellik hedefine ulaşmayı amaçlıyorsak, o zaman aramızdaki ayrılıklarımızın ve farklılıklarımızın ötesinde nasıl bağlar kuracağımızı keşfedeceğiz.

Bu nedenle barışa giden yol, öncelikle eğitimin iyileştirilmesini gerektirir. Önce barışın ne olduğunu ve neden savaşta olduğumuzu anlamamız gerekiyor. Kendi savaşımız, milletlerin ve orduların çeşitli zamanlarda girdiklerinden daha büyüktür, ancak doğamıza göre hepimiz sürekli bir savaş ve birbirimizle mücadele içindeyiz. Bu nedenle, doğamız gereği ne kadar egoist olduğumuzu, her birimizin diğer insanları ve doğayı kişisel kazanç için nasıl kullanmak istediğini anlamak için, doğa ve insan doğası hakkında bilgi edinmeliyiz. Ayrıca, egoist doğamızın nasıl sürekli büyüdüğünü ve insanlık geliştikçe, diğer insanlar ve doğa adına başarılı olmayı dileyerek daha acımasız hale geldiğimizi görmemiz gerekiyor. Kanıtını görmek için tarihin gelişen olaylarından başka bir yere bakmamıza gerek yok.

Bununla ilgili ne yapabiliriz? Kendimizi doğamızla akışa bırakmayı kabul edersek, sonunda hayatımızın ve gelecek nesillerimizin yaşamlarının üzerinde giderek artan bir kara bulutun gezindiğini göreceğimiz bir çıkmaza varacağız. Egoist doğamızın akışına uymak, gezegenimizin yok olmasına ve kişisel, toplumsal ve küresel ölçekte biraz daha fazla savaşa, çatışmaya ve acıya yol açacaktır.

Bu nedenle öncelikle doğamızı, yeteneklerimizin ve sınırlamalarımızın kapsamını, doğanın her an üzerimizde nasıl işlediğini ve doğadan aldığımız dürtülere en iyi nasıl yanıt verebileceğimizi öğrenmemiz gerekir.

Barışa doğru ilk adım, öz farkındalık içinde ilerlemek, kim ve ne olduğumuzu anlamak, kaderimizi etkileme yeteneğimizi ve geleceğe doğru ilerlerken kendimizi en iyi şekilde nasıl yönlendireceğimizi anlamaktır. Diğer bir deyişle, önce kendimizi dünyaya, doğaya ve içinde bulunduğumuz gerçekliğe doğru bir şekilde yerleştirmemiz gerekiyor. Nasıl harekete geçtiğimizi ve parçası olduğumuz sistemi nasıl etkileyebileceğimizi anladığımızda, bağlarımız arasındaki bütünlüğü ve mükemmelliği keşfetmeye doğru, barış yolunda adım atmaya başlayabiliriz.