Category Archives: Çevre

“Tembellik ve Ertelemenin Olumlu Faydaları Var Mıdır?” (Quora)

Teknolojik ve psikolojik olarak ne kadar evrimleşirsek, dünya çapında o kadar çok bağlanır ve kendimizi daha fazla çalışırken buluruz.

Bugün dünyanın dört bir yanındaki toplumlar, eskiden olduklarından tamamen farklıdır. Geçmişte, zamanımızın çoğunu evde, köylerde birkaç farklı etkinliğe katılarak geçiriyorduk. Bugün pek çok kişinin yaptığı gibi, şafaktan gün batımına kadar ya da bütün gece çalışmadık.

Günümüzün kesintisiz çalışma atmosferi, 19. yüzyıldaki buhar motoru gibi endüstriyel gelişmelerin zincirleme reaksiyonudur. Ne kadar çok icat yaparsak o kadar çok çalışırız. Sanki kendimizi bir vagonun üzerine kilitliyoruz ve sonra kendimizi çekmek zorunda kalıyoruz.

Ancak bu yanlıştır.

Gerçekten daha az çalışmalıyız. Eski günlerde olduğu gibi şöminenin başında oturup, bir şeyler yapmak için zaman ayırırsak, arkadaşlarımızı ve akrabalarımızı ziyaret edersek, sosyal etkinliklere daha çok katılırsak çok daha iyi oluruz. Dahası, bugün için çok fazla zaman ve çaba harcadığımız çoğu iş, tamamen gereksizdir ve yalnızca kendi başına bir amaç olarak kârı artırmak için vardır.

Tembellik bu nedenle çok faydalıdır.

Tembellik, sonraki hareketlerimizi çok titizlikle incelememiz, gerçekten gerekli olup olmadığını kontrol etmemiz için bize zaman ve alan verir.

Tembellik böylece ihtiyaçlarımıza daha uygun hareket etmemizi sağlar ve sonunda yıkıcı sonuçlara yol açan “hayatlarımızla bir şeyler yapmak” uğruna, kendimizi daireler içinde koştururken bulma şansımızı azaltır.

Bu nedenle, Kabalistik bilgelerin  “Ayakta durmak yerine otur ve yürümek yerine ayakta dur” ve “Otur ve hiçbir şey yapma – daha iyi” gibi sözleri vardır.

Kısacası, tembelliğin faydası, ne kadar az hareket edersek o kadar az sorunla karşılaşmamızdır.

İnsanlık Tarihinde Tekrarlanan En Eski Yalan Nedir?

Bu, düşmanımızın dışımızda olduğunu düşünmemizdir.

Düşmanımızın, farklı bir gruba, kabileye, partiye, ırka ait olduğunu veya bir şekilde daha yüksek sosyal tabakadan daha çok tercih edilen, daha zengin, daha zeki, daha çekici veya daha şanslı olduğunu düşünüyoruz.

Ancak, tüm bu “düşmanlar” bizim hayal gücümüzün bir ürünüdür.

Gerçek ve tek düşmanımız dışımızda değil, içimizdedir. Bu, bizim aşırı egoist doğamız, her arzumuzun, düşüncemizin ve eylemimizin arkasındaki işletim sistemidir.

İnsan egosu üzerinde hiçbir kontrolümüz yoktur. O içimizde büyür ve kişisel kimliğimizin bir parçası haline gelir ve hiç hissetmediğimiz bir noktaya gelir ve bunu hissetmediğimizden, bunu bir sorun olarak da hissetmeyiz.

Bununla birlikte, egonun, içimizde nasıl işlediğine ve onun üzerine nasıl yükselebileceğimize dair farkındalık kazanamazsak, o zaman sorunları diğer insanlarda (farklı görüşlere sahip olan veya bizimkinden farklı özellikler sergileyen bazı kişileri değiştirmemiz ve hatta yok etmemiz gerekliliği gibi) algılamamıza neden olmaya devam edecektir.

Dışımızda düşmanı algılamaktan hiçbir olumlu sonuç ve kazanan çıkmasını bekleyemeyiz, çünkü bu yanlış ve eksik bir algıdır.

Bununla birlikte, algımızı değiştirirsek, düşmanı her arzu ve düşüncemizin içinde kurnazca konumlanmış ego olarak algılarsak, yani dışımızda algıladığımızı kendimize fayda sağlamak için kullanma arzusu olarak, o zaman bizi gerçekten zafere götürecek bir savaş (herkes için çok daha iyi bir yaşam) için kendimizi konumlandırırız.

Böyle bir savaşta, bize benzemeyen insanlara, kayıtsız, eleştirel ve hatta nefret duyduğumuz, bizimle aynı takımda duran insanlara ihtiyacımız vardır. O zaman onlara yönelik istemsiz olumsuz dürtülerimizi hissedebilir ve bu dürtülerin üzerinde olumlu bağ kurabiliriz.

Bununla birlikte, öfkeli egonun üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmanın daimi amacı, bunun üstesinden gelmek isteyen toplumun tüm üyelerinin oybirliğiyle ön koşullu bir anlaşmayı gerektirir ki tüm bölücü egoist dürtülerin üzerinde birliği hedeflemek, egoizmimize teslim olmaktan daha önemli ve toplum için daha faydalıdır. Bu noktada toplumun tüm üyeleri arasında bir anlaşma olmazsa, o zaman tek bir kişinin, egonun kişisel kazanç taleplerine başkalarının zararına kurban gitmesi yeterlidir ve sonuç olarak herkes düşecektir.

Birbirinden nefret eden insanlar arasında birleşme çabası gerçek olamayacak kadar romantik ve ütopik görünse de anlaşmazlıklarımızdan ne kadar çok gelişir ve acı çekersek, başka hiçbir seçeneğimiz olmadığını o kadar çok anlayacağız.

Kısacası, egoist farklılıklarımızın üzerinde birleşemezsek, hepimiz kaybederiz.

Bugün, her zamankinden daha fazla, istesek de istemesek de hepimizin herkese bağlı olduğu gezegende, karşılıklı bağımlılığımızın artan baskısına tanık oluyoruz. Birleşmek için herhangi bir eylem yapmadan kendimizi daha da geliştirirsek, o zaman artan miktarda olumsuz fenomenin bizi baskı altına almasını bekleyebiliriz.  Ya farklılıklarımızın üzerinde birleştiğimizi ve o köşeden bir çıkış yolu bulduğumuzu göreceğimiz bir köşeye yönlendirilecek ya da dayanılmaz acılara katlanacağız.

Farklılıklarımızın üzerinde birleşmeye ihtiyaç duyma fikrini desteklemek için, canlı organizmalardan bir örnek alabiliriz: Bir organizma, çok sayıda zıt hücre, organ ve parça, artılar ve eksiler içerir ve hayatta kalması, tüm organizmanın sağlıklı çalışması için tüm parçalarının birbirini tamamlamasını sağlayan kuşatıcı bir sistemik eğilimden kaynaklanır.

Bu nedenle, akşam olmadan sabah, gece olmadan gündüz veya karanlık olmadan ışık olmadığı gibi, dünyaya tek taraflı bakış açımızın üzerine çıkmamız ve tüm farklı nitelikleri ve görüşleri tamamlama zorunluluğunu hissetmemiz akıllıca olacaktır.

Şimdiki şartlara göre, kendimizi egoist kabuklarımızda gittikçe daha fazla köşeye sıkışmış bulunuyoruz, sorunlarımızın kaynağı olarak parmaklarımızla başkalarını işaret ediyoruz. Bu şekilde gelişmeye ne kadar devam edersek, toplumumuz o kadar çok parçalanacak ve hepimiz daha çok acı çekeceğiz. Bu tamamen sürdürülemez bir davranış tarzıdır.

Bu nedenle, hayatımızdaki tek gerçek düşmana- her birimizin iç içe geçmiş insan egosuna- uyanmaya başlamalı ve onun üzerinde birleşmek için oybirliğiyle bir çözüme ulaşmalıyız. Böylesi bir uyanışa giden yolumuzu hızlandırmak için, bütün bölünme biçimlerinin üzerinde birliği övdüğümüz, birbirimizin olumlu bağ kurma hareketlerini desteklediğimiz ve bu süreçte çeşitli görüşleri, ırkları, ulusları ve nitelikleri kucakladığımız yeni bir kültüre ihtiyacımız vardır.

Bu ortak farkındalık seviyesine ulaşırsak, yepyeni ve uyumlu bir dünya keşfetme yolunda ilerliyor oluruz. Böylece her birimiz o zaman, daha önce hiç hissetmediğimiz, yeni keşfedilmiş mutluluk, sağlık, özgüven ve güvenliği yaşayacağız.

Dünyayı Başkalarının Aracılığıyla Görün

Soru: Bir insan, dünyada gördüklerinin, düzeltilmemiş dünya görüşünün, ıslah olmamış niteliklerinin sonucu olduğunu nasıl anlayabilir?

Cevap: Bu kolay değildir. Kişi sürekli olarak kendini kontrol ediyorsa yani kendi kendini analiz etme ve kendi kendini incelemeyle meşgulse ve kendinden tarafsız bir şey oluşturmaya çalışırsa, o zaman tepkilerinin ne olduğunu anlar.

Doğru çevre içinde bulunarak ve sürekli olarak bu davranışın herkese bir örneğini göstererek, açıkça ayırt edeceği şekilde gerçeklik algısını ayarlayabilir: ben bunu her zaman, yükseltilmesi ve ıslah edilmesi gereken egoizmimde hissederim. Ve böylece o, dünyayı farklı görecektir.

Soru: Bu öğretilebilir mi?

Cevap: Evet, ama her şey çok zordur. Prensip olarak, hiç kimse bununla uğraşmaz çünkü bu, kişinin beceri edinirken veya ticaret yaparken kendi başına yaptığı olağan çalışması değildir, ancak dünyaya karşı yeni bir bakış açısı elde etmek için net bir yöndür.

Yeni bir dünya görüşü, kişi için tamamen farklı bir durumdur, başkalarına ihsan etme ve sevme niteliğidir; kendini değiştirmenin gerekli olduğu zamandır. Bu tamamen farklı bir değişim metodudur, mesleki gelişim değildir, düzenli egzersizlere ve aktivitelere maruz kalarak kendinizi değiştirmek değildir, ama kişinin dünyayı başkaları aracılığıyla yani başkalarının gördüğü gibi görmesine yol açabilecek çok özel egzersizler ve faaliyetlerdir.

Yorum: Yani bu, başkalarının, kendisi için bir ayna gibi olması demektir. Prensip olarak, bu tüm sorunlarımızı çözecektir. İnsanların kimseye karşı hiçbir şikayeti olmadığını hayal edin – ne eşlerin eşlerine ne de ülkelerin ülkelere – o zaman sadece kendimizi ıslah etmekle meşgul olurduk, başkalarını değil.

Benim Yorumum: Bu tamamen doğru.

Soru: Ama bu, ancak onu anlayan ve geliştiren iyi bir çevre ile mümkündür. Yine de, kişi bunu yapmak için biraz eğilime sahip olmalı mı?

Cevap: Evet, ama bu herkes olmaz. Her nesilde böyle çok az insan vardır.

Soru: Bu doğuştan gelen bir şey mi? Ya da uygun bir çevre varsa bu herkese öğretilebilir mi?

Cevap: Prensip olarak evet. Yine de, kendilerini değiştirmeye ve dünyayı başkaları aracılığıyla gözlemleme yatkınlığıyla doğan insanlar vardır.

Bunun için kişi, egoizminin üzerine yükselmeli ve başkalarıyla sevgi ve bağ niteliği edinmelidir. Dahası, bazı kural tanımayanlarla veya başkalarıyla değil, güvenilir olumlu bir çevreyle, ancak bu şekilde kişi dünyayı tamamen farklı gözlemleyebilecektir, egoist “ben”i aracılığıyla değil.

 

Sağlık ve Tıp, Bölüm 3

Hayata Karşı Tutumunuzu Değiştirin

Soru: Modern tıp tedavi etmez, ancak yanlış bir yaşam tarzı sürme yeteneğini uzatır. Klasik olarak insanlar devletin onlara bakması gerektiğine inanır. Kişi vergi öder, bu yüzden karşılığında ilaç tedavisi almak ister. Bu yaklaşım sizin açınızdan doğru mu?

Cevap: Hayır, bu yanlıştır. Yaşamımız, tıp ve devlet, kim olduğumuza ve doğamızın ne kadarına sahip olduğumuza dair çok yanlış bir cehalet temeli üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenle doğaya, topluma ve insana karşı tutumumuz yanlıştır. Tıp, bilim ve yaptığımız diğer şeylerden bahsetmeye bile gerek yok. Bu kökten değiştirilmelidir.

Hayata karşı tutumumuzun temelini değiştirmemiz gerekir. Sonuçta bu bencilcedir, çarpıtılmıştır ve bizler bu konuda hiçbir şey yapmıyoruz. Ve kişinin ıslah olması gerekir. O zaman kendine, dünyaya ve hayata karşı tutumu farklılaşacaktır. Toplumu ve kendini farklı kılacaktır.

Kişi ihtiyaç duyulan yerde ve ihtiyaç duyulduğu kadar çalışacaktır, daha fazlası değil. İhtiyaç duyduğu şeyi ancak var olmak için, çevreyi soymadan ve yok etmeden alabildiği ölçüde doğa ile ilişki kuracaktır. Böylece muazzam, iyi, nazik bir doğada yaşayacak; okyanusa petrol dökmeyecek ve ormanları yakmayacaktır. Bunların hepsi hızla değişmelidir. Aksi takdirde, bu dünyaya sahip olamayacağız.

Soru: Sizin yaklaşımınız karmaşık mıdır, noktasal değil midir?

Cevap: İnsan eğitiminin özüne indirgenen, bütüncül bir yaklaşımdır.

Doğru Düşüncelere Sahip Olun

Soru: Biliyoruz ki tüm insanlar farkındalık duygusuna sahip değildir. Bunu nasıl yeniden inşa edebilirler?

Cevap: Yapabilirler. İnsan nedir? İnsan, her dakika, aralarında daha doğru düşüncelerin ortaya çıkacağı, bin farklı düşünceye sahiptir.

Her şey sadece ne tür bir çevreye düştüğünüze bağlıdır. Bu nedenle, etrafımızda doğru çevreyi organize etmek gerekir, o zaman doğru düşünceler ortaya çıkar ve hızlı bir şekilde ilerleriz.

Bağımlılık Hassas Bir Şeydir

Soru: Her ne kadar Koronavirüs birbirimize bağlı olduğumuzu hissetmemize yardımcı olsa da, birbirimize ne kadar bağımlı olduğumuzu anlamıyoruz. Bütün paradoks budur. Bunu nasıl sağlayabiliriz?

Cevap: Gerçekten de burada büyük bir sorun ortaya çıkıyor. Kaçınılmaz olarak birbirimizle bağlı olduğumuzu anlıyoruz, tek bir sistemde birlikteyiz ve virüs herkese etki eder, birinden diğerine geçer.

Dahası, bu sadece her bölgede değil tüm ülkelerde görülebilir. Bugün iletişimde bir sorun yok, bu yüzden dünyada olan her şeyi öğrenebiliriz.

Birbirimize bağlı mıyız? Evet ama bağımlılığı hissetmek bir sorundur çünkü bu farklı seviyelerde olabilir. Bunu belirlemek, bizim için çok zordur.

Ayrıca bağlanmışlık, bilimsel bir kavramdır. Farklı bağları inceleyebiliriz: kötü, iyi, her neyse, çünkü onlar nesneldirler.

Ve bağımlılığı hissetmek için, bizim öznel hissiyatımız zaten müdahale ediyor. Belki birisine bağımlı hissetmek istemem, ya da başkalarının bana bağımlı hissetmesini ve şikayet etmesini istemem. Bu nedenle bağımlılık çok hassas bir şeydir.

Birbirimize nasıl bağımlı olduğumuzu, bu bağımlılığın kendini nasıl gösterdiğini bulmalıyız, ya bilerek bu şekilde birbirimizi etkilersek ne olur? Burada her türlü varsayım ve spekülasyon için birçok vesile vardır.

Bağımlılıktan söz ederken, burada net bir görüş ve sağlam bir temel olamayacağını anlarım ancak her zaman farklı insanlardan birbirlerine karşı yönlendirilen bazı eklemeler vardır.

Soru: Bağımlılık her zaman özgürlük eksikliğine mi yol açar? Bundan kurtulmak mümkün müdür?

Cevap: Bağımlılık ille de özgürlük eksikliği ile sonuçlanmaz. Önemli olan, kişinin neye bağlı olduğudur. Eğer tüm evrene bağlıysam, onun bir parçası olduğumu bilir ve onun içinde var olan yasalara gönüllü olarak uyarım, o zaman sonsuzluk ve mükemmellik hissi yaşarım. Bu nedenle, bu beni baskı altına almaz, bunun bir parçası olduğum için kendime de baskı yapmam.

Topraktaki Bir Tohum Gibi

Soru: Egoizm sürekli gelişiyorsa, kişinin kalbindeki nokta da egoizmle birlikte mi gelişir?

Cevap: Kesinlikle, kalpteki nokta büyür ve topraktaki bir tohum gibi beslenir. Tohumun besleyici bir ortamı varsa, o zaman büyür, ancak ortamın tohum için içerik sağlayıp sağlamadığı bize bağlıdır. Bizler, tohum ve besleyici ortam arasında doğru bağlantıyı sağlamalıyız.

Çevre biziz, dostlarımız, büyük bir dünya grubu ve nihayetinde tüm insanlıktır. Sistemi az çok oluşturduğumuz derecede tohumumuz büyüyecektir. Tohum, onluya eklediğimiz her bir kişinin küçük parçacıklarından oluşur.

Seçme Özgürlüğü, Bölüm 5

En İyi Çevreyi Seçin

Baal HaSulam “Özgürlük”: Dolayısıyla, sürekli olarak daha iyi bir çevrede olmayı seçen övgü ve ödüle layıktır. Ancak burada da, kendi seçimi ile gelmeyen iyi düşünceler ve eylemlerden dolayı değil, kendisine bu iyi düşünce ve eylemleri getiren iyi çevreyi edinme çabasından dolayı.

En iyi ortamı seçen bir kişi her seferinde ödül kazanır: bir sonraki, daha iyi, daha gelişmiş koşulunu.

Soru: İçimdeki iyi ya da kötü düşüncelerin ortaya çıkması da benden değil mi?

Cevap: Hayır. Ama onlarla yaptığınız şey sizdendir.

Gelecek için kendinizi “bir tür” programlayabilirsiniz. “Bir tür” baskı yaparım. Aslında, içinizde daha da büyük bir özgür irade geliştirmek için, ayarlarınız her seferinde devre dışı bırakılacak ve size daha hassas bir şekilde kendinizi hedefe yönlendirme fırsatı verecektir. Bir geminin denizden kollarla dolu bir nehir yatağına girmesi gibi, sürekli yönlendirilir: aynı şekilde hareket etmelisiniz.

Soru: Öyleyse, iyi ya da kötü bir insan olmak, iyilik ya da kötülük yapmak, kişiye bağlı değildir midir?

Cevap: Hayır. Sadece çevrenizi seçerek bunun sonucunda iyi ya da kötü işler yaparsınız.

Dahası, her zaman önceki durumunuza karşı iyi bir eylem ve gelecekteki durumunuzla ilgili olarak kötü bir şey yapmaya çalışmalısınız, o zaman bir sonraki koşul daha iyi olacaktır. Ve bir sonraki koşulunuz: “Ah, anladın mı ?! Sen adam değilsin” şeklinde, size gösteriliyorsa umutsuzluğa kapılmayın. Bu sizi ilerletmek içindir.

“Koronavirüs ve Hayatın Değeri” (Thrive Global)

Kendimizi vicdanlı, ahlaki insanlar olarak düşünmeyi seviyoruz. Ancak COVID-19 veya Koronavirüs Hastalığı, gerçek doğamızı ortaya çıkarıyor: Bencil özümüzü.

2019, Latin Amerika’daki Dang humması için rekor bir yıl oldu. Yaklaşık 3 milyon insan enfekte oldu ve 1.500 kişi öldü. Hastalık her yıl daha fazla can alıyor, ancak Latin Amerika dışında hiç kimse bunu bilmiyor. Neden? Çünkü o Latin Amerika ve Batı’nın gözünde, Latin Amerikalıların hayatı Batı Avrupalıların veya Kuzey Amerikalıların hayatlarından daha az değerlidir. Eğer bizler Latin Amerika’ya, Batı Dünyasında kendimize değer verdiğimiz şekilde değer verseydik, medya buna yeterince yer verirdi.

Aynı şekilde Koronavirüs, Çin toprakları içinde kaldığı süre zarfında çok az ilgi uyandırdı. Virüs Çin’de 100.000 insanı hatta bir milyon insanı öldürseydi, ancak diğer ülkelere geçmeseydi, gerçekten endişelenir miydik? Koltuklarımızda rahatsız bir şekilde oturmamız için ne gerekir? Cevap bir sayı değildir, hastalığa yakalananların kimliğidir.

Kendimizi vicdanlı, ahlaki insanlar olarak düşünmeyi seviyoruz. Ancak COVID-19 veya Coronavirus Hastalığı, gerçek doğamızı ortaya çıkarıyor: Bencil özümüzü. Bu nedenle dünya, koronavirüs hakkında sadece dünyanın geri kalanına yayıldığı zaman paniklemeye başladı; bu hayatımızın üzücü gerçeğidir.

Virüsten İki Ders:

Şimdiye kadar, koronavirüs bize çok önemli iki ders verdi:

Hepimiz doğanın gözünde eşitiz. Zengin ya da fakir, efendi ya da hizmetçi olsanız da, küçük mikrop daha az umursayamazdı; sizleri aynı şekilde vuracaktır.

Hepimiz karşılıklı olarak bağlıyız. Mikropu bir kişiden diğerine geçiriyoruz ve bir kişinin sorumsuz davranışları, istemeden de olsa, diğer insanların hayatlarına ve diğer birçok kişinin acısına ve ıstırabına neden olabilir.

Virüsün bize öğretmeyeceği şey, bu olumsuz bağımlılığın nasıl pozitif hale getirileceğidir. Bunu, yeni bir yaşam paradigması inşa etme çabalarımızla, kendi başımıza öğrenmemiz gerekecek. Çabalarımızı, hayatı sadece kendimizden ziyade herkes için iyileştirmeye odaklarsak ve çoğu zaman başkalarının adına olursa, çevremizi, sosyal ve ekolojik olarak dönüştüreceğiz.

Pandemi, kendimiz için yeni bir bakış açısı geliştirmemiz, başarıyı başkalarına karşı bir zafer olarak değil, bir bütün olarak toplumun güçlendirilmesi olarak hayal etmemiz için bir fırsattır. Doğru, bu düşünce doğamıza aykırıdır ama doğanın kendisi bugünlerde bizim doğamıza karşı çıkmaktadır, bu yüzden geniş bir perspektiften bakmaya başlasak iyi olur. Düşünme biçimimizi değiştirmezsek, realite bizi buna zorlayacaktır ve çok daha acı verici şekilde.

Koronavirüs hastalığı, sosyal ve ekolojik düzeylerde karşılıklı olarak sorumluluk almaya istekli olana kadar, insanlığın başına gelecek bir çile akışının başlangıcıdır. Virüsün birbirimize karşılıklı önem vermemiz için bir test olduğunu anlamak çok fazla zaman almaz. Çin’in salgının başlangıcında nasıl davrandığına bakın, virüsün büyük bir sorun olmadığını iddia ederek ve yayılma aşamasında herkesi karantinaya alarak virüsün yayılmasını nasıl yavaşlattığını görün. Ve bu işe yaradı. İtalya’nın tehlikeyi ilk başta nasıl kaçırdığını ve felaket sonuçlarına bakın.

Şimdi zorunlu olarak karşılıklı sorumluluğu bir sonraki seviyeye taşımalı ve meyvelerini toplamaya başlamalıyız. Toplumu virüsten iyileştirmekten çok daha fazlasını yapabiliriz. Virüsten çok önce toplumlarımızı rahatsız eden yabancılaşma, yalnızlık ve depresyondan iyileştirebiliriz. Tek gereken birbirimizden sorumlu olduğumuzu kabul etme isteğimizdir.

Farklılığa Değer Verin

Karşılıklı sorumluluğu kabul edersek, birbirimizin farklılıklarına değer vermeyi öğreneceğiz. Benzersiz karakterlerimiz artık bizi ayırmayacak; onlar bizi birbirine bağlayacak ve her birimize topluma katkıda bulunmak için, başka kimsenin veremeyeceği benzersiz yollar sunacaklar.

Irk veya cinsiyet eşitliği sorularının soyu tükenecektir çünkü her insan paha biçilmez olacaktır. Hiç kimsenin sahip olmadığı eşsiz niteliklere sahip olan ve bu nitelikleri tüm topluma fayda sağlamak için kullanmaya hazır ve istekli olan bir kişiyi nasıl değerlendirebilirsiniz ki? Bu kişinin Latin Amerika, Çin veya Almanya’dan gelmesi önemli midir? Bu kişinin iyi eğitimli olup olmaması, zengin veya fakir, siyah, beyaz veya sarı olması önemli midir? Hiçbiri önemli değildir. Önemli olan tek şey, o kişinin hepimize verecek paha biçilemez bir armağanı olmasıdır. Bu, karşılıklı sorumluluk içinde yaşayan insanların gerçeğidir.

Seçme Özgürlüğü, Bölüm 3

Birey Neden Çevrenin Etkisine İhtiyaç Duyar?

Soru: Neden her şey böyle yaratıldı ki ben, birey olarak toplumdan etkileniyorum? Bu bana ne verir? Bunu, manevi gelişimim için nasıl kullanabilirim?

Cevap: Gerçek şu ki, çevreleyen toplumun yardımıyla kendimi kontrol edebilirim. Eğer kapalı bir sistemsem ve kendimle ve kendi içimde hiçbir şey yapamazsam, o zaman kuyruğunu kovalayan bir köpek gibi, nasıl dönersem döneyim, bunların hiçbiri işe yaramaz çünkü belirli özelliklere, niteliklere sahibim ve eğer onları kullanırsam o zaman o, aynı “ben” olur.

Kendimi kendimden nasıl çıkarabilirim ve dışarıdan üzerimde etkiyi kullanabilirim? Kabala biliminin bize çok ilginç bir ilke gösterdiği yer burasıdır.

Eğer çevreye karşı açık, seçici bir tutumum varsa: “Bu benim için iyi ve o kötü. Bunun beni daha fazla etkilemesini ve onun beni daha az etkilemesini istiyorum. ” gibi, o zaman bu şekilde üzerimdeki etki kaynaklarını seçtiğim, onları sıraladığım ve kendimi onların etkisine soktuğum söylenir. Bu nedenle kendimi,  çevreleyen toplum vasıtasıyla kontrol ederim.

Belki bir grup insandan etkilenmek için iki saate, diğerinden üç saate ya da televizyonda bir haber dinlemeye, gazetede bir makale okumaya ya da internette gezinmeye ihtiyacım vardır. Hangi dış etkilerin seçileceğini sürekli olarak gözlemlemeliyim çünkü kendimi bu şekilde yaratırım. Bu, kendimi yaratma sürecimdir. Önemli olan budur. Bu benim özgür irademdir. Böyle bir fırsat, böyle bir özgürlük bize Yaradan tarafından verilir.