Category Archives: Çevre

“Çevreyi Nasıl Koruyabiliriz?” (Quora)

Her sorunumuz, kendimizi doğadan ayrı olarak algılamamızdan, “ben”i “benim dışımdaki herkes ve her şeyden” farklılaştırmamızdan kaynaklanıyor.

Böyle bir algı, çevremizi bize tabi olarak görmemize neden oluyor. Çevreyle ilgilendiğimizde bile, bunu doğanın tüm sistemini göz önünde bulundurmadan, yalnızca kendi yararımızı düşünerek yapıyoruz.

Aşırı kişisel çıkarımız, doğanın bütünsel olarak birbirine bağlı sistemindeki dengeyi bozuyor ve doğadan olumsuz geri bildirim alınmasına neden oluyor. Bunun sonucunda da ekolojik felaketler, salgın hastalıklar ve sayısız başka olgularla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu nedenle yaklaşımımızı “çevreyi nasıl koruyabiliriz?”den, kendimizi doğanın ayrılmaz bir parçası olduğumuz algısına doğru değiştirmemiz gerekiyor.

Genel olarak, düşüncelerimizin ve arzularımızın gücünü hafife alıyoruz. Onlar doğadaki en kuvvetli güçlerdir ve doğada büyük değişimlere etki etme potansiyeline sahiptirler.

Sorun şu ki, düşüncelerimizin doğa üzerindeki etkisi bizden gizleniyor.

Buna bağlı olarak, doğa üzerindeki en güçlü etkimiz bunların nedeni olan noktada tedavi edilmeyi beklerken, bizler sadece doğa üzerindeki gaz emisyonları ve atık kirliliği gibi dışsal etkilerimizle ilgileniyoruz.

“Her Durumda Sakin Kalmayı Nasıl Öğrenebilirim?”

Her durumda sakin kalmak imkânsızdır. Ayrıca, her zaman sakin olmak zorunda da değiliz.

Doğa, sürekli egomuzu büyüterek bizi geliştirir. Çağlar süren insan gelişimine bakarsak, yemek, seks, aile ve barınma gibi temel hayatta kalma arzularından -mağara sakinleri olarak sahip olduğumuz arzulardan- medeniyetler olarak geliştiğimizde ortaya çıkan para, onur, kontrol ve bilgi gibi egoist arzulara kadar olan gelişimi görebiliriz.

Ego ne kadar büyürse, o kadar az sakin kalırız.

Kızgınlık, tedirginlik ve stres, kargaşanın nedeni olarak insan egomuzun farkına varmamız ve böylece egonun üzerine çıkmak için samimi yeni bir arzu geliştirmek için, doğanın bizi hissetmeye teşvik ettiği durumlardır.

Bu noktada, egonun üzerine çıkmak için cesaret ve güven hissettiğimiz destekleyici bir ortama ihtiyacımız vardır.

Böyle bir ortamın bir yönü, bizi insan egosunun üzerine yükseltmeyi amaçlayan düzenli öğrenme ve faaliyetlerdir, bu da bizi dengemizi bozacak her türlü kızgınlığa karşı korur.

Başka bir deyişle, çevremizle olan dengesizliğimizin kaynağının ego olduğunu kabul ederek ve egonun üzerine çıkmak için kendimizi düzenli olarak kalibre ederek, destekleyici çevremizi güçlendirmemiz gerekecek ve bu da yaşadığımız her türlü durumu kendi başımıza bırakıldığımızdan, daha hızlı atlatmamıza yardımcı olacaktır.

“Duygularını Nasıl Dengeleyebilirsin?” (Quora)

Duygularımızı çevrenin yardımıyla dengeleyebiliriz.

“Çevre” derken kastettiğim topluluğumuz ve onun kişiye etkileri yani içimizde uyanan duyguları nasıl yönlendireceğimiz konusunda bize rehberlik edecek etkilerle kendimizi kuşatabiliriz.

Örneğin, arkadaşlarımız bize bir şeyi yapmamızı ya da yapmamamızı söylediğinde ve onların etkisi onların tavsiyelerine uymamızı sağladığında burada adeta bir akran baskısı örneğini farkederiz. Çevremizi saran bu gücü kullanarak– yani çevremizi saran insan türleri, medya ve değerler- seçebilir ve buna göre belirli duygulara karşı tutumumuzu değiştirebiliriz.

O zaman sosyal etkileşimler vasıtası ile zekamızı inşa edebiliriz. Arzularımız sürekli olarak büyür ve buna bağlı olarak büyüyen arzularımızla başa çıkabileceğimiz daha büyük bir zeka inşa etmemiz gerekir.

Büyüyen arzularımızla en iyi şekilde başa çıkabilmemiz için zekayı geliştirmek amacıyla çevresel etkilerimizi ayarlamak eğitimin özüdür. Genç nesle öğretmemiz gereken şey, duygularımızı zekamızla dengeleyebileceğimiz ve bunu yaparak hayattaki mükemmel halimize gelebileceğimizdir.

Bu nedenle, sürekli açığa çıkan duygularımızı belirli bir yönde tamamlayabilecek bir ortam bulmaya çalışmalıyız. Çevremiz, içsel heyecanlarımıza ve patlamalarımıza aracılık ederek onları gerçekleştirebileceğimiz bir duruma getirerek, ancak hem kendimize hem de başkalarına fayda sağlayacak şekilde gerçekleştirmemize yardımcı olan bir sönümleyici görevi görmelidir.

Başka bir deyişle, çevremizle ilgili olarak kendimizi, çevrenin yapmak istediklerimizi kabul edip etmediğini incelememiz gerekir. Arzularımızın çevreninkilerle uyuştuğunu görürsek, arzularımızı gerçekleştirmeye devam edebiliriz. O zaman yapmak istediklerimizi gerçekleştirebileceğimize, bunun hem bize hem de çevremizdekilere fayda sağlayacağına, devam edip arzularımızı gerçekleştirirsek her şeyin yoluna gireceğine karar verebiliriz.

İşte bu şekilde duygularımızı dengeleyebiliriz – çevremiz aracılığıyla aklımız ve duygularımız arasında nasıl denge kuracağımızı öğrenerek.

İnsan, İhsan Etme Niteliğine Edinen Kişidir

Yorum: Çevrenin insan üzerindeki etkisi çok büyüktür. Örneğin, Rusya’da büyüyen bir Afrikalı, tüm Ruslarla aynı olur.

Cevabım: Bu doğaldır çünkü bir bireyi alıp, çevrenin etkisi altında gelişmesine izin veriyorsunuz. Ama bunun Kabala ile ilgisi yok.

Bu, sıradan bir insan için dinlere, her türlü inanca, felsefeye, her şeye ve bu dünyanın çerçevesine giren her şeye atfedilebilir.

Dünyada kendilerini yükseltmekle ve ruhlarının amacını takip etmekle ilgilenen çok az insan vardır; dünyada onlardan çok az var, belki de birkaç milyon ki onlar için dünyevilik yoktur. Dünyevi olan her şeyi, gelişimin hayvansal seviyesi olarak görürler; bu nedenle, bir sonraki “insan” seviyesine yükselmeleri gerekir. Onların anlayışları tamamen farklı bir sisteme göre gerçekleşir.

İnsan, ihsan etme niteliğini edinen kişi için kullanılan terimdir. Yani, tüm hayvansal tarafı üzerinde tam bir kısıtlama yapan, onu evcil bir hayvanda olduğu gibi sadece gerekli olanla besleyen ve diğer her şeyi yalnızca ihsan etmeye, başkalarıyla bağa ve kendi dışını doldurmaya yönlendiren kişidir – nihai olarak Yaradan’ı amaçlayandır.

“Gelecekte İnsanlar Ve Toplum Nasıl Değişecek?” (Quora)

Sonunda toplumdaki herkesin aynı refah düzeyine sahip olacağı, normal bir yaşam için ihtiyacımız olanı alacağı, başkalarını önemseyerek sosyal hayata katılma potansiyelimizin tam olarak gerçekleştirileceği ve toplum genelinde karşılıklı düşünce ve sorumluluğun önemini artıracağı bir duruma ulaşacağız.

Böyle bir durumda, tutkularımızı ve arzularımızı tamamen yerine getirebileceğiz. Rekabetçilik, kıskançlık, şevk, şöhret ve kontrol gibi özelliklere sahip olmamızın bir nedeni var. Bu tür özellikler aynı kalacak, ancak bunları birbirimiz pahasına kullanmak yerine, birbirimize fayda sağlamak ve yükseltmek için kullanacağımız yeni bir yol bulacağız.

Karşılıklı düşünce ve sorumluluk durumuna ulaşmak, yalnızca gıda, barınma, güvenlik, sağlık ve eğitim gibi hayatın temel ihtiyaçlarının garanti altına alınacağı anlamına gelmez. Yaşamın temellerini almanın yanı sıra, doğa ile dengemizi koruyarak dünya çapında yaşam kalitesini sürekli olarak yükseltebileceğiz. Böyle bir durumda ıstırabın her türlüsü azalacak ve birbirimiz için istediğimiz tüm bolluğu sağlayabileceğiz. Bu, kendimizi yalnızca fiziksel bedenin minimum gereksinimlerini karşılamakla sınırladığımız bir durum olmaktan çok uzaktır. Yine de, her insana yaşamın temellerini sağlamak, böyle bir duruma yönelik ilk hedef olacaktır.

Geleceğin toplumu, dikkate almamız gereken birkaç faktöre sahiptir. Mevcut deneyimli sistemler var olmaya devam edecek mi yoksa aynı çevrenin ve sosyal kontrolün sürekli etkisi altında olacak yeni sistemler yaratmamız mı gerekecek? Bunlar çok ilginç incelemeler, ancak nihayetinde kendimizi ve sosyal çevremizi nasıl mükemmelleştireceğimizi öğrenmemiz gerekecek. Uyumlu ve barışçıl bir toplumun temeli budur.

“Eğitim Ne Kadar Önemli?” (Quora)

Öncelikle eğitim nedir? Eğitim, üzerimizde olan her çeşit çevresel etki anlamına gelir – herhangi birimiz ve herhangi bir tür etki, özümsediğimiz her şey. Doğal olaylar, hayvanlar, yaşadığımız bir orman veya okyanus olabilir. Gün boyunca kaynaştığımız bir toplum veya birkaç topluluk olabilir. Dışımızdan özümsediğimiz her şey bizi etkiler ve değiştirir. “Eğitim” teriminin genel anlamı budur.

Sürekli eğitim alıyoruz. Bilerek veya bilmeyerek, her gün yeni olan ve bizi eğiten bir atmosfer ve çevre ile sarılmış durumdayız. Bu nedenle, eğitimi tartışıyorsak, aldığımız etkilerin kasıtlı olarak bize mi, her bir kişiye mi yönlendirildiğini – onları belirli bir yönde şekillendirdiğimizden dolayı – veya etkinin kasıtsız ve görünüşte rastgele olup olmadığını kesin olarak ayırt etmeliyiz.

Daha sonra, günlük olarak aldığımız çevresel ve sosyal etki türlerini ve ait olduğumuz toplum türlerini de incelememiz gerekir. Çevresel ve sosyal etkilenmelerimizin incelenmesi ve seçimi, yaşamlarımızda nasıl ilerlediğimiz açısından çok önemlidir, ancak aynı zamanda toplumun bizi nasıl etkilediğini de bilmek zorundayız, çünkü aksi takdirde şu anda nerede olduğumuzu ve nereye varacağımızı bilemeyiz.

Geleceğimizi ve insanlığın veya belirli bir ülkedeki tüm toplumun geleceğini, hayattaki izlenimlerimizin sonucu olarak görmeliyiz. Bu tür izlenimler amaçlı olarak bize yönelikse ve düşüncelerimizi, değerlerimizi ve davranışlarımızı etkiliyorsa, bunu dikkate almalıyız. Bu, çocuklarının suç, uyuşturucu ve diğer olumsuz unsurların etkilerinden kurtulmasını isteyen ebeveynlere benzer. Ebeveynlerin çocuklarına karşı net olması gibi, yetişkinler için de bu böyledir. Ayrıca, sosyal etkilenmelerimiz, internet, televizyon, filmler, radyo ve benzeri diğer medya aracılığıyla özümsediğimiz şeyleri de içerir. Her şey bizi etkiler, bu nedenle içinde bulduğumuz çevreyi ve değerleri yeniden gözden geçirmeli ve etkilenmelerimizin olumlu mu olumsuz mu olduğunu ve gelişmemizi uyumlu ve barışçıl bir duruma yönlendirmek için ne tür çevresel ve sosyal etkilere (yani ne tür bir eğitime) ihtiyacımız olduğunu kontrol etmeliyiz.

Böyle bir eğitim yöntemini bazı yerlerde tartışıyorum ve ilgileniyorsanız, daha fazla bilgi için Quora biyografimdeki bağlantıları takip etmenizi tavsiye ederim.

Dünyanın Resmini Nasıl Algılıyoruz?

Bizi mutlu ve/veya mutsuz eden şey, nesnelerin gerçekte ne olduğu değil, onları algı yoluyla neye dönüştürdüğümüzdür (Arthur Schopenhauer).

Yorumum: Elbette. Her hangi bir nesne zaten en başından beri benim içimde vardır ve onu başka bir şeye dönüştüren benim. Aksi takdirde, bu konuda söylenecek bir şey yok.

Eğer bir şeyden ya da birinden bahsediyorsam, o zaman algımı ifade ediyorumdur ve bu nedenle, bu şey zaten benim içimde vardır. Hangi formda var olmakta, ben bundan bahsediyorum. Başka nasıl olsun ki? Eğer algılamıyorsam ne hakkında konuşabilirim ki?

Soru: Ama dedikleri gibi bin kişi, bin görüş. Ortak bir dili nasıl buluyorlar? Neden herkes bir şeyi aynı, bir şeyi farklı algılıyor?

Cevap: Herkes, kendi içinde, kendi niteliklerine dayanarak.

Yorum: Diyelim ki herkes bir masayı, sandalyeyi, bir tür çevreyi aynı şekilde algılıyor…

Benim cevabım: Aynı değil çünkü kıyaslayamayız. Sadece aynı olduğu konusunda hemfikiriz.

Diyelim ki “sandalye, masa” diyoruz, bunun bende ve sizde aynı algıya neden olduğunu kabul ediyorum ama hiçbir durumda ne tür bir nesne olduğunu bu bize belirtmez, sadece bizim içimizde nasıl algılandığını belirtir.

Yorum: Prensip olarak, herkes kendi kişisel yolunda algılar ve dahası, bu tür nüansları (bir şey benim için ve onun için ne kadar ekşi vb.) karşılaştıramayız. Ortaya çıkan şudur ki insanlar aslında dünyanın resmi üzerinde hemfikirdir: biz bunu böyle algılıyoruz.

Benim cevabım: Evet, çünkü onlar orijinal olarak bazı ortak benzerliklere göre var olurlar. İnsanın algılamasında belli başlı nitelikler vardır ve bu yüzden, onlar aynı fikirde olabilir.

Çevrenin Etkisi Altında

Soru: İşlevsel olmayan sosyal çevre ve sorunlu aile, bu tür durumlardaki çocukların çocukluktan itibaren bundan olumsuz etkilenmelerine yol açmaktadır. Seri katil olan insanların çoğu, aile içinde istenmeyen çocuklardı.

Bir kadının çocuk sahibi olmak istememesi, insanı, daha sonra dünyayı olumsuz algılamaya ve kendi türünden nefret etmeye başlayacak şekilde nasıl etkileyebilir?

Cevap: Bir insanın oluşumunun çevrenin etkisi altında gerçekleştiğini görüyoruz.

Kabala’ya göre, çevre, doğduğumuz eğilimleri ve nitelikleri bile oluşturur yani ya onları miras alırız ya da nereden geldikleri hakkında hiçbir fikrimiz olmaz. Bir insanın bu dünyaya geldiği tüm bilgi ve deneyim birikimi, toplumun etkisi altında oluşur.

Diyelim ki, kişi doğuştan şiddete karşı çok keskin, tehlikeli eğilimlere sahiptir veya sosyal olarak olumsuz bazı eylemler sergiler. Ancak çevrenin etkisi altında, bu eğilimler toplumsal olarak doğru düzlemde yani toplum yararına gerçekleştirilebilir.

Örneğin, bir zorba güvenlik görevlisi olursa veya bir katil kasap olursa, o zaman onların eğilimleri ıslaha yönlendirilecektir. Bu yüzden, dünyamızda, ne olursa olsun, herhangi bir insan niteliğinin doğru uygulamasını bulabiliriz.

Her şey, bizim içimizde ortaya çıkmamış bir bilgi formunda yani içsel bilgi kayıtlarımız formunda (Kabala’da Reşimot olarak adlandırılan) var olan eğilimlerin kendisine değil, kişiye doğru uygulamalarını nasıl gösterdiğimize ve ona nasıl bunları uygulama fırsatı verdiğimize bağlıdır.

Ancak kişinin eğilimlerini bastırmaya başlarsak, o zaman onu iç sorunlara yönlendiririz, kişi belli bir yaşta patlar ve her hangi bir şekilde onları uygulamaya başladığında ama tahmin edilemez bir biçimde. Kişi kendini tutamaz ve doğal olarak bunun için bir bahane bulur.

Başka bir deyişle, eğer anne ve evdeki herkes çocuğa istenmeyen biri gibi davranıyorsa, bu şekilde çocukta dünyaya karşı olumsuz bir tutum oluştururlar. O zamana da doğal olarak tüm olumsuz eğilimleri kötülüğe uygular.

Kabala, her şeyin sadece eğitime bağlı olduğunu söyler. Kişiye verilen eğilimler, yalnızca kendini doğru bir şekilde gerçekleştirebilmesi için verilmiştir.

Herkes Islah Olacak

Soru: Bir dost, çevresinin sonucunun ne olduğunu anlarsa, karmaşık koşulların olduğunu görüp ve bu nedenle işten uzaklaşırsa, ona karşı tutum ne olmalıdır? Ona nasıl yardım edebiliriz?

Cevap: Ona yardım etmek için her şeyi yapmalıyız ancak normal yollarla: onun bizimle olmasını ve ayrılmamasını ne kadar istediğimizi gösterin, birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzu ve Yaradan tam olarak her şeyin geldiği ve her şeyin geri dönmesi gereken merkezi nokta olarak birleşmemizde ifşa olduğundan, birliğimiz olmadan O’nu anlayamayacağımızı ve ifşa edemeyeceğimizi gösterin.Bütün bunları onunla birlikte öğrenmeli ve düşüncelerimizle, dualarımızla ve onunla da dahil olmak üzere sohbetlerimizle onu etkilemeliyiz ki grupta kalabilsin. Yine de, birkaç yıl bir yerlere uçsa bile uzağa gitmeyecektir.

Size, Rabaş’ın öğrencilerinin 10 ila 15 yıl onu terk ettikten sonra bir Cumartesi sabahı nasıl geri döndüklerini anlattım. Kapı açıldı ve adam sanki kendine bir fincan kahve doldurmak için dışarı çıkmış gibi içeri girdi. On yıldır uzaktaymış gibi hissetmiyordu! İnsan toplumunda bu nasıl olabilir ki? Ama Kabalistik grupta olabilir. Aynen öyle, yerime geri döndüm. Bu nedenle endişelenmemize gerek yok, herkes gelecek ve ıslahlarından geçecektir. Ama birbirimize yardım etmemiz arzu edilir.

 

“Mevcut Okul Sistemimizin En Büyük Sorunu Nedir?” (Quora)

Mevcut okul sisteminin, kelimenin tam anlamıyla insanları insana dönüştürmek gibi bir amacı yoktur.

İbranice’de “insan” (“Adam”) kelimesi “benzer” (“Domeh”) kelimesinden gelir ve insan, “en yüksek olana benzeyen” (“Domeh le Elyon”) olarak kabul edilir. Başka bir deyişle, insan olmak, doğuştan gelen egoist doğamıza daha yüksek ve zıt olan özgecil doğa gücüne benzer bir duruma ulaşmak demektir.

Kelimenin tam anlamıyla nasıl insan olunacağını öğrenerek, önce başkalarına zarar vermemek için kendimizi nasıl yönlendireceğimizi öğreniriz ve sonra bölücü dürtülerimizin üzerinde olumlu bağın yüce koşullarına ulaşırız.

O zaman, toplum genelinde olumsuz olayların (artan depresyon, kaygı, yalnızlık ve stresten şiddet, ırkçılık, boşanma ve intihar artışlarına) yol açan doğuştan gelen egoist doğamızın emirlerini takip etmek yerine, başkaları ve doğa pahasına kendi çıkarlarımızı elde etmek isteyen egoist dürtülerimizin üstesinden nasıl geleceğimizi öğrenir ve nasıl gerçekten mutlu olacağımızı keşfederiz.

Toplum içinde birbirimizle nasıl olumlu bir şekilde bağ kuracağımızı bildiğimizde, artan bir saygı, sorumluluk ve dayanışma atmosferi içinde yaşadığımızda ve başkalarına verme, destekleme, teşvik etme ve genel olarak birbirimizle olumlu bağ kurma değerleri hayatımızı doldurduğunda, gerçekten mutlu oluruz.

Bu nedenle, mevcut okul sisteminin en büyük sorunu, çocukları mutluluk, güven, destek ve teşvikle, onların çiçek açan bir toplumla sonuçlanacak içsel potansiyellerini tam olarak gerçekleştirmeye yönelik bir amacının olmamasıdır.

Bu nedenle, eğitim sistemini ve bizi etkileyen her şeyi içeren eğitim ve yetiştirilme tarzımızı, toplumdaki belirli değerler, davranışlar ve örneklerle yeniden yapılandırmamız gerektiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. İnsanlara tam potansiyellerine ulaşmaları için rehberlik edecek tek bir neslin bile eğitimini ve yetiştirilmesini değiştirmeyi başarırsak, o zaman yeni, uyumlu ve barışçıl bir dünya için anıtsal bir geçişe tanıklık edeceğiz.