Category Archives: Çevre

İnsan, İhsan Etme Niteliğine Edinen Kişidir

Yorum: Çevrenin insan üzerindeki etkisi çok büyüktür. Örneğin, Rusya’da büyüyen bir Afrikalı, tüm Ruslarla aynı olur.

Cevabım: Bu doğaldır çünkü bir bireyi alıp, çevrenin etkisi altında gelişmesine izin veriyorsunuz. Ama bunun Kabala ile ilgisi yok.

Bu, sıradan bir insan için dinlere, her türlü inanca, felsefeye, her şeye ve bu dünyanın çerçevesine giren her şeye atfedilebilir.

Dünyada kendilerini yükseltmekle ve ruhlarının amacını takip etmekle ilgilenen çok az insan vardır; dünyada onlardan çok az var, belki de birkaç milyon ki onlar için dünyevilik yoktur. Dünyevi olan her şeyi, gelişimin hayvansal seviyesi olarak görürler; bu nedenle, bir sonraki “insan” seviyesine yükselmeleri gerekir. Onların anlayışları tamamen farklı bir sisteme göre gerçekleşir.

İnsan, ihsan etme niteliğini edinen kişi için kullanılan terimdir. Yani, tüm hayvansal tarafı üzerinde tam bir kısıtlama yapan, onu evcil bir hayvanda olduğu gibi sadece gerekli olanla besleyen ve diğer her şeyi yalnızca ihsan etmeye, başkalarıyla bağa ve kendi dışını doldurmaya yönlendiren kişidir – nihai olarak Yaradan’ı amaçlayandır.

“Gelecekte İnsanlar Ve Toplum Nasıl Değişecek?” (Quora)

Sonunda toplumdaki herkesin aynı refah düzeyine sahip olacağı, normal bir yaşam için ihtiyacımız olanı alacağı, başkalarını önemseyerek sosyal hayata katılma potansiyelimizin tam olarak gerçekleştirileceği ve toplum genelinde karşılıklı düşünce ve sorumluluğun önemini artıracağı bir duruma ulaşacağız.

Böyle bir durumda, tutkularımızı ve arzularımızı tamamen yerine getirebileceğiz. Rekabetçilik, kıskançlık, şevk, şöhret ve kontrol gibi özelliklere sahip olmamızın bir nedeni var. Bu tür özellikler aynı kalacak, ancak bunları birbirimiz pahasına kullanmak yerine, birbirimize fayda sağlamak ve yükseltmek için kullanacağımız yeni bir yol bulacağız.

Karşılıklı düşünce ve sorumluluk durumuna ulaşmak, yalnızca gıda, barınma, güvenlik, sağlık ve eğitim gibi hayatın temel ihtiyaçlarının garanti altına alınacağı anlamına gelmez. Yaşamın temellerini almanın yanı sıra, doğa ile dengemizi koruyarak dünya çapında yaşam kalitesini sürekli olarak yükseltebileceğiz. Böyle bir durumda ıstırabın her türlüsü azalacak ve birbirimiz için istediğimiz tüm bolluğu sağlayabileceğiz. Bu, kendimizi yalnızca fiziksel bedenin minimum gereksinimlerini karşılamakla sınırladığımız bir durum olmaktan çok uzaktır. Yine de, her insana yaşamın temellerini sağlamak, böyle bir duruma yönelik ilk hedef olacaktır.

Geleceğin toplumu, dikkate almamız gereken birkaç faktöre sahiptir. Mevcut deneyimli sistemler var olmaya devam edecek mi yoksa aynı çevrenin ve sosyal kontrolün sürekli etkisi altında olacak yeni sistemler yaratmamız mı gerekecek? Bunlar çok ilginç incelemeler, ancak nihayetinde kendimizi ve sosyal çevremizi nasıl mükemmelleştireceğimizi öğrenmemiz gerekecek. Uyumlu ve barışçıl bir toplumun temeli budur.

“Eğitim Ne Kadar Önemli?” (Quora)

Öncelikle eğitim nedir? Eğitim, üzerimizde olan her çeşit çevresel etki anlamına gelir – herhangi birimiz ve herhangi bir tür etki, özümsediğimiz her şey. Doğal olaylar, hayvanlar, yaşadığımız bir orman veya okyanus olabilir. Gün boyunca kaynaştığımız bir toplum veya birkaç topluluk olabilir. Dışımızdan özümsediğimiz her şey bizi etkiler ve değiştirir. “Eğitim” teriminin genel anlamı budur.

Sürekli eğitim alıyoruz. Bilerek veya bilmeyerek, her gün yeni olan ve bizi eğiten bir atmosfer ve çevre ile sarılmış durumdayız. Bu nedenle, eğitimi tartışıyorsak, aldığımız etkilerin kasıtlı olarak bize mi, her bir kişiye mi yönlendirildiğini – onları belirli bir yönde şekillendirdiğimizden dolayı – veya etkinin kasıtsız ve görünüşte rastgele olup olmadığını kesin olarak ayırt etmeliyiz.

Daha sonra, günlük olarak aldığımız çevresel ve sosyal etki türlerini ve ait olduğumuz toplum türlerini de incelememiz gerekir. Çevresel ve sosyal etkilenmelerimizin incelenmesi ve seçimi, yaşamlarımızda nasıl ilerlediğimiz açısından çok önemlidir, ancak aynı zamanda toplumun bizi nasıl etkilediğini de bilmek zorundayız, çünkü aksi takdirde şu anda nerede olduğumuzu ve nereye varacağımızı bilemeyiz.

Geleceğimizi ve insanlığın veya belirli bir ülkedeki tüm toplumun geleceğini, hayattaki izlenimlerimizin sonucu olarak görmeliyiz. Bu tür izlenimler amaçlı olarak bize yönelikse ve düşüncelerimizi, değerlerimizi ve davranışlarımızı etkiliyorsa, bunu dikkate almalıyız. Bu, çocuklarının suç, uyuşturucu ve diğer olumsuz unsurların etkilerinden kurtulmasını isteyen ebeveynlere benzer. Ebeveynlerin çocuklarına karşı net olması gibi, yetişkinler için de bu böyledir. Ayrıca, sosyal etkilenmelerimiz, internet, televizyon, filmler, radyo ve benzeri diğer medya aracılığıyla özümsediğimiz şeyleri de içerir. Her şey bizi etkiler, bu nedenle içinde bulduğumuz çevreyi ve değerleri yeniden gözden geçirmeli ve etkilenmelerimizin olumlu mu olumsuz mu olduğunu ve gelişmemizi uyumlu ve barışçıl bir duruma yönlendirmek için ne tür çevresel ve sosyal etkilere (yani ne tür bir eğitime) ihtiyacımız olduğunu kontrol etmeliyiz.

Böyle bir eğitim yöntemini bazı yerlerde tartışıyorum ve ilgileniyorsanız, daha fazla bilgi için Quora biyografimdeki bağlantıları takip etmenizi tavsiye ederim.

Dünyanın Resmini Nasıl Algılıyoruz?

Bizi mutlu ve/veya mutsuz eden şey, nesnelerin gerçekte ne olduğu değil, onları algı yoluyla neye dönüştürdüğümüzdür (Arthur Schopenhauer).

Yorumum: Elbette. Her hangi bir nesne zaten en başından beri benim içimde vardır ve onu başka bir şeye dönüştüren benim. Aksi takdirde, bu konuda söylenecek bir şey yok.

Eğer bir şeyden ya da birinden bahsediyorsam, o zaman algımı ifade ediyorumdur ve bu nedenle, bu şey zaten benim içimde vardır. Hangi formda var olmakta, ben bundan bahsediyorum. Başka nasıl olsun ki? Eğer algılamıyorsam ne hakkında konuşabilirim ki?

Soru: Ama dedikleri gibi bin kişi, bin görüş. Ortak bir dili nasıl buluyorlar? Neden herkes bir şeyi aynı, bir şeyi farklı algılıyor?

Cevap: Herkes, kendi içinde, kendi niteliklerine dayanarak.

Yorum: Diyelim ki herkes bir masayı, sandalyeyi, bir tür çevreyi aynı şekilde algılıyor…

Benim cevabım: Aynı değil çünkü kıyaslayamayız. Sadece aynı olduğu konusunda hemfikiriz.

Diyelim ki “sandalye, masa” diyoruz, bunun bende ve sizde aynı algıya neden olduğunu kabul ediyorum ama hiçbir durumda ne tür bir nesne olduğunu bu bize belirtmez, sadece bizim içimizde nasıl algılandığını belirtir.

Yorum: Prensip olarak, herkes kendi kişisel yolunda algılar ve dahası, bu tür nüansları (bir şey benim için ve onun için ne kadar ekşi vb.) karşılaştıramayız. Ortaya çıkan şudur ki insanlar aslında dünyanın resmi üzerinde hemfikirdir: biz bunu böyle algılıyoruz.

Benim cevabım: Evet, çünkü onlar orijinal olarak bazı ortak benzerliklere göre var olurlar. İnsanın algılamasında belli başlı nitelikler vardır ve bu yüzden, onlar aynı fikirde olabilir.

Çevrenin Etkisi Altında

Soru: İşlevsel olmayan sosyal çevre ve sorunlu aile, bu tür durumlardaki çocukların çocukluktan itibaren bundan olumsuz etkilenmelerine yol açmaktadır. Seri katil olan insanların çoğu, aile içinde istenmeyen çocuklardı.

Bir kadının çocuk sahibi olmak istememesi, insanı, daha sonra dünyayı olumsuz algılamaya ve kendi türünden nefret etmeye başlayacak şekilde nasıl etkileyebilir?

Cevap: Bir insanın oluşumunun çevrenin etkisi altında gerçekleştiğini görüyoruz.

Kabala’ya göre, çevre, doğduğumuz eğilimleri ve nitelikleri bile oluşturur yani ya onları miras alırız ya da nereden geldikleri hakkında hiçbir fikrimiz olmaz. Bir insanın bu dünyaya geldiği tüm bilgi ve deneyim birikimi, toplumun etkisi altında oluşur.

Diyelim ki, kişi doğuştan şiddete karşı çok keskin, tehlikeli eğilimlere sahiptir veya sosyal olarak olumsuz bazı eylemler sergiler. Ancak çevrenin etkisi altında, bu eğilimler toplumsal olarak doğru düzlemde yani toplum yararına gerçekleştirilebilir.

Örneğin, bir zorba güvenlik görevlisi olursa veya bir katil kasap olursa, o zaman onların eğilimleri ıslaha yönlendirilecektir. Bu yüzden, dünyamızda, ne olursa olsun, herhangi bir insan niteliğinin doğru uygulamasını bulabiliriz.

Her şey, bizim içimizde ortaya çıkmamış bir bilgi formunda yani içsel bilgi kayıtlarımız formunda (Kabala’da Reşimot olarak adlandırılan) var olan eğilimlerin kendisine değil, kişiye doğru uygulamalarını nasıl gösterdiğimize ve ona nasıl bunları uygulama fırsatı verdiğimize bağlıdır.

Ancak kişinin eğilimlerini bastırmaya başlarsak, o zaman onu iç sorunlara yönlendiririz, kişi belli bir yaşta patlar ve her hangi bir şekilde onları uygulamaya başladığında ama tahmin edilemez bir biçimde. Kişi kendini tutamaz ve doğal olarak bunun için bir bahane bulur.

Başka bir deyişle, eğer anne ve evdeki herkes çocuğa istenmeyen biri gibi davranıyorsa, bu şekilde çocukta dünyaya karşı olumsuz bir tutum oluştururlar. O zamana da doğal olarak tüm olumsuz eğilimleri kötülüğe uygular.

Kabala, her şeyin sadece eğitime bağlı olduğunu söyler. Kişiye verilen eğilimler, yalnızca kendini doğru bir şekilde gerçekleştirebilmesi için verilmiştir.

Herkes Islah Olacak

Soru: Bir dost, çevresinin sonucunun ne olduğunu anlarsa, karmaşık koşulların olduğunu görüp ve bu nedenle işten uzaklaşırsa, ona karşı tutum ne olmalıdır? Ona nasıl yardım edebiliriz?

Cevap: Ona yardım etmek için her şeyi yapmalıyız ancak normal yollarla: onun bizimle olmasını ve ayrılmamasını ne kadar istediğimizi gösterin, birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzu ve Yaradan tam olarak her şeyin geldiği ve her şeyin geri dönmesi gereken merkezi nokta olarak birleşmemizde ifşa olduğundan, birliğimiz olmadan O’nu anlayamayacağımızı ve ifşa edemeyeceğimizi gösterin.Bütün bunları onunla birlikte öğrenmeli ve düşüncelerimizle, dualarımızla ve onunla da dahil olmak üzere sohbetlerimizle onu etkilemeliyiz ki grupta kalabilsin. Yine de, birkaç yıl bir yerlere uçsa bile uzağa gitmeyecektir.

Size, Rabaş’ın öğrencilerinin 10 ila 15 yıl onu terk ettikten sonra bir Cumartesi sabahı nasıl geri döndüklerini anlattım. Kapı açıldı ve adam sanki kendine bir fincan kahve doldurmak için dışarı çıkmış gibi içeri girdi. On yıldır uzaktaymış gibi hissetmiyordu! İnsan toplumunda bu nasıl olabilir ki? Ama Kabalistik grupta olabilir. Aynen öyle, yerime geri döndüm. Bu nedenle endişelenmemize gerek yok, herkes gelecek ve ıslahlarından geçecektir. Ama birbirimize yardım etmemiz arzu edilir.

 

“Mevcut Okul Sistemimizin En Büyük Sorunu Nedir?” (Quora)

Mevcut okul sisteminin, kelimenin tam anlamıyla insanları insana dönüştürmek gibi bir amacı yoktur.

İbranice’de “insan” (“Adam”) kelimesi “benzer” (“Domeh”) kelimesinden gelir ve insan, “en yüksek olana benzeyen” (“Domeh le Elyon”) olarak kabul edilir. Başka bir deyişle, insan olmak, doğuştan gelen egoist doğamıza daha yüksek ve zıt olan özgecil doğa gücüne benzer bir duruma ulaşmak demektir.

Kelimenin tam anlamıyla nasıl insan olunacağını öğrenerek, önce başkalarına zarar vermemek için kendimizi nasıl yönlendireceğimizi öğreniriz ve sonra bölücü dürtülerimizin üzerinde olumlu bağın yüce koşullarına ulaşırız.

O zaman, toplum genelinde olumsuz olayların (artan depresyon, kaygı, yalnızlık ve stresten şiddet, ırkçılık, boşanma ve intihar artışlarına) yol açan doğuştan gelen egoist doğamızın emirlerini takip etmek yerine, başkaları ve doğa pahasına kendi çıkarlarımızı elde etmek isteyen egoist dürtülerimizin üstesinden nasıl geleceğimizi öğrenir ve nasıl gerçekten mutlu olacağımızı keşfederiz.

Toplum içinde birbirimizle nasıl olumlu bir şekilde bağ kuracağımızı bildiğimizde, artan bir saygı, sorumluluk ve dayanışma atmosferi içinde yaşadığımızda ve başkalarına verme, destekleme, teşvik etme ve genel olarak birbirimizle olumlu bağ kurma değerleri hayatımızı doldurduğunda, gerçekten mutlu oluruz.

Bu nedenle, mevcut okul sisteminin en büyük sorunu, çocukları mutluluk, güven, destek ve teşvikle, onların çiçek açan bir toplumla sonuçlanacak içsel potansiyellerini tam olarak gerçekleştirmeye yönelik bir amacının olmamasıdır.

Bu nedenle, eğitim sistemini ve bizi etkileyen her şeyi içeren eğitim ve yetiştirilme tarzımızı, toplumdaki belirli değerler, davranışlar ve örneklerle yeniden yapılandırmamız gerektiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. İnsanlara tam potansiyellerine ulaşmaları için rehberlik edecek tek bir neslin bile eğitimini ve yetiştirilmesini değiştirmeyi başarırsak, o zaman yeni, uyumlu ve barışçıl bir dünya için anıtsal bir geçişe tanıklık edeceğiz.

Kişi Çevre İle Güçlenir

Bir insanın kendisini yükseltip çemberinin dışına çıkması imkansızdır. Bu, kendi saçımdan tutup kendimi kaldırmaya çalışmak gibidir ve bunu yapamayacağım nettir.

Bu nedenle insanın besinini yani gücünü, doğru niyetini, amacının yüceliğini ve büyüklüğünü çevresinden alması gerekir. Kişi tüm bunları çevresinden alırsa, kendisini egoizminin üzerine yükseltebilecektir.

Ve beslendiğimiz birçok ortam vardır: ev, iş, eski tanıdıklar ve arkadaşlar. Ama en önemli şey, grubumu hepsinden üstün tutmaktır çünkü bu benim içimdeki gelişmenin en yüksek niteliklerini ve tercihlerini belirleyeceği ölçüde gelişebileceğim, başka bir şekilde değil.

Kişi, dünyanın geri kalanının, tüm potansiyellerinin ve çekiciliklerinin üzerinde nasıl yükselebileceğini kendi kendine kontrol etmelidir, böylece grup ona en fazla büyüklüğü, en güçlü amaç hissini verebilir ki Yaradan’a ulaşmaktan daha yüksek bir şey yoktur,  grup dışında Yaradan’a ulaşmanın başka yolu yoktur.

Her birimiz kendi içimizde biraz egoist birisi olduğunu kesin olarak biliyoruz. Ve ilerledikçe, içimizde daha da büyük bir egoist ifşa edeceğiz. Bu içimizde gittikçe büyüyecektir ve yazıldığı gibi: “Dostundan daha büyük olanın, eğilimi de daha büyüktür.”

Bu nedenle, bize maneviyatta, çevremizdeki herkesten daha yüksek gelişime giden yolu gösteren çevrenin, grubun her zaman diğer tüm grup ve değerlerimizden üstün olmasına özen göstermeliyiz.

Dolayısıyla kişi kendisi için iyi bir çevre seçerse, zaman ve çaba kazanır. Ancak çevrenin kendisi iyi ya da kötü olamaz, bu bizim onu yaratma şeklimizdir. Kendimizi değiştiremeyiz, ama içinde bulunduğumuz çevreyi etkileyebiliriz.

Yaradan bizi bir gruba getirir, elimizi iyi bir şansın üzerine koyar ve der ki: “Al bunu, sana bu fırsatı veriyorum!”. Ve şimdi Yaradan’ın kendisine verdiği bu fırsatı nasıl gerçekleştireceği kişiye bağlıdır. Yapması gereken sadece bu ortamda kendini güçlendirmektir. Güçlenmek ise bizim gözümüzde grubu ne kadar yükselteceğimize, tüm doğal hesaplarımızdan, önkoşullarımızdan ne kadar uzaklaşacağımıza ve bize hedefimizi gösterecek ve bu hedefe ulaşabileceğimiz doğru çevreyi nasıl yetiştireceğimize bağlıdır.

Dolayısıyla insan kendisi için iyi bir çevre seçerse hem zamandan hem de çabadan kazanç sağlar. Öyle ki, her birimiz amaca çok hızlı bir şekilde ulaşabiliriz. Zamanı, çabanın miktarını, yolun kısalığını çevreyi üzerimizde yükselterek belirleriz. Ve o zaman, bu çevreye bağlı kalarak, yaratılışın amacına, içimizdeki Yaradan’ın tam ifşasına doğru uçarız.

“Zeka Paradoksu: Neden En Zeki Türler En Çok Zararı Veriyor?” (Linkedin)

İnsanlar gezegendeki en zeki türdür. O halde neden kendimize, diğer tüm türlere ve üzerinde yaşadığımız gezegene en çok zararı da biz veriyoruz? Nasıl oluyor da üstün zekamız, durumumuzu iyileştirmesi gereken ama her zaman daha da kötüleştiren planlar yapıyor? Cevap basit: Zihinlerimiz harika ama kalplerimiz o kadar çok kötülükle kirlendi ki, düşünme şeklimizi bozuyorlar ve bozuk düşüncelerimiz, kalbimizdeki kötülüğü yansıtan kirli ve bozuk bir dünya yaratıyor.

Çizdiğimiz her planı, önceki planların başarısızlığına dayandırıyoruz, yoksa yenilerini çizmemize gerek kalmazdı. Ancak tüm başarısızlıklara neden olan kökü – yozlaşmış kalplerimizi – düzeltmediğimiz için, sadece ıslahı “hızlandırma” niyetiyle bir öncekini çizdiğimiz aynı kötü zihniyetle yeni planlar çiziyoruz. Sonuç, bu nedenle, dünyamızın yozlaşmasının hızlanması olacak.

Şayet bugün çizdiğimiz planların bir faydası varsa, o da bizim beceriksizliğimizi ortaya çıkaracak olmasıdır. Her şeyi ve herkesi sömürmeye çalışan yozlaşmış kalplerimiz nedeniyle, zihinlerimiz başkalarını yok etmekten ve kendimizi geliştirmekten başka bir amacı olmayan planlar kurarlar. Bu tüm insanların doğası olduğundan, değişen derecelerde, planlarımız birbiriyle çarpışır ve her şeyi, üzerinde durduğumuz zemini, bizi besleyen bitkileri ve hayvanları ve nihayetinde bizi yok eder. Ego temelli bir medeniyet, yardım edemez  ancak yıkıma neden olabilir.

İnsanlık ile diğer türler arasındaki temel fark, biz yenmek isterken onların hayatta kalmak istemeleridir. Bu yüzden zekamızı geliştirdik: başkalarını geçmek ve yerinden etmek, başkalarının başarısını, varlığını sürdürmesini inkar etmek ve onları ya köleleştirmek ya da yok etmek.

O halde gezegenimizi ve kendimizi kurtarmanın tek yolu, üstün zekamızı kullanarak kalplerimizi değiştirmektir, böylece aklımız bencil kalplerimizden ziyade gerçek çıkarlarımıza hizmet eder. Bunu birbirimizi düşünmeyi öğrenerek, sadece kendilerini yükseltenlerden ziyade düşünceli olanlara değer vermeyi öğrenerek yapabiliriz.

Doğal hissettirmeyebilir, ancak kendi doğamız açıkça bizi hiçbir yere götürmüyor. Bu yüzden, aklımızı bize gerçekten fayda sağlayan bir şey için çalıştırmaya başlamanın zamanı geldi.

Her birimizin daha iyi bir insan olmaya çalışması yeterli değildir. Sosyal çevremiz bizden daha güçlü ve bizi herkes gibi davranmaya zorlayacaktır. Başarılı olmak için ortak bir çaba göstermeliyiz.

Birlikte çalışırsak başaramayacağımız hiçbir şey yoktur. İnatçı insan doğası bile kolektif gücümüzle boy ölçüşemez. Düşünmenin ve empatinin sadece toplumumuz için değil, yaşamlarımız için de önemini anlarsak, dağları yerinden oynatabiliriz.

“Kötülüğü Veya Yanlış Giden Şeyleri Nasıl Düzeltiriz?” (Quora)

Herkesin değişmesi, kendini geliştirmesi ve topluma faydalı bir parçası olması için kapı daima açıktır. İnsan toplumuna karşı en kötü suçları işleyenler bile,  sadece her gün duyduğumuz bir veya birkaç kişiye yönelik cinayet veya hırsızlıktan da bahsetmiyorum, dünyanın kötüleri olarak kabul edilenler bile ne yaptıklarını anlayacakları ve aynı zamanda değişmeyi arzulayacakları bir uyanış anına sahip olacaklar.

Örneğin, kendi ülkesinde toplu katliam ve soykırım uygulayan Adolf Hitler’i ve Avrupa’daki yıkımı ele alalım. Bu tür insanların özgür seçimleri yoktur. Üst güç onları bu tür gaddarlıkları gerçekleştirmeleri için yönlendirir ve kendilerinin ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yoktur.

Daha sonraki enkarnasyonlarda, onlar insanlığa getirdikleri zararı kabul etmek zorunda kalacaklardır. Böyle insanlarla ilgili olarak “hizmetçilerin ve kralların kalpleri Yaradan’ın elindedir” denir. Yani, insan gelişimini yönlendiren bir üst takdir vardır ve insanlığın belirli darbeleri deneyimlemesi gereken belirli zamanlar gelir ve daha sonra “Yaradan”, “doğa” veya diğer birkaç isimle adlandırılabilen üst takdir, insanlığın gelişiminde deneyimlemesi gereken belirli bir miktarda acıyı uygulamak için Hitler gibi belirli bir kişi aracılığıyla hareket eder.

Dünyaya onların vasıtasıyla iyiliğin geldiği diğer insanlar da vardır ama ne yazık ki, dünyamıza neredeyse hiç iyilik gelmez, bu yüzden bu örnekler çok daha nadirdir.

Bununla birlikte, topluma karşı şurada burada suç işleyen sıradan insanları tartışırsak, bu tür insanlar her zaman bölücü eğilimlerinin üzerine çıkma ve topluma faydalı katkılar sağlama yeteneğine sahiptir.

Uç bir örnek olarak seri katilleri alırsak, bunlar hala anlaşılması çok karmaşık konulardır çünkü onları tam olarak anlamak için, enkarnasyonların nasıl çalıştığını anlamamız gerekiyor. Örneğin, kişinin bu enkarnasyonda zarar verdiği bir kişi, gelecekteki bir enkarnasyonda ilgilenmesi gereken çocukları olabilir.

Parçası olduğumuz sistemin tamamını anlamak için sadece algı araçlarından yoksunuz. Dünyamızda, insanları belirli zamanlarda gerçekleştirdikleri belirli eylemlere göre yargılamaktan başka seçeneğimiz yok çünkü onları değerlendirmenin başka bir yolu yok. Ayrıca, insan toplumunda belirli bir dengeyi sürdürmek ve her türlü kötülüğün açığa çıkmasına çok fazla izin vermemek zorundayız.

Oysa doğadaki gerçeği algılayabilmek için doğanın başlangıcını ve sonunu görmemiz gerekir. Ve böyle konularda tecrübeliler kadar bilgesi yoktur. Gerçekliğin düzenine ve gelecekteki durumlarımızın en son hallerine kadar nasıl gelişmesi gerektiğine dair böyle bir algıya erişmiş insanlar var. Bu tür insanlar aynı zamanda, insan gelişiminin her köşesinde ve kuytularında neler olduğunu görebilir, meydana gelen her türlü ıstırabın arkasındaki nedeni ve amacı anlayabilir ve buna göre tarih boyunca meydana gelen her olayı haklı çıkarabilirler.

Böyle bir algı olmadan, o zaman bu dünyada dar algılarımızla hareket ederiz. Burada söylediklerimi anlamak ve aynı fikirde olmak çok zor, ancak mümkün olduğunca basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, eğer doğayı başlangıcından sonuna kadar görerek gerçekliğin tam algısını ve hissini elde edersek, o zaman gerçekleşmiş olan her şeyi kelimenin tam anlamıyla haklı çıkarabileceğiz.

Bu yüzden Kabala bilgeliğini öğretiyor ve yayıyorum. Kabala, gerçekliğin tam algısına nasıl ulaşacağımız konusunda bize rehberlik eden bir bilgeliktir. Bunu yaparak, hayatımızı hatasız ve her türlü korkunç patlamalardan arınmış olarak nasıl yöneteceğimizi bileceğiz. Yüksek bir birleşme ve sevgi duygusunun tüm insanlar arasında yaşayacağı uyumlu ve barışçıl bir toplum inşa etmek için gerekli araçları kazanacağız. Ayrıca, belirli insanların neden belirli eğilimlerle doğduklarını da tam olarak göreceğiz.

Belli eğilimleri olduğu için kimse suçlanamaz. Nasıl ki bazı insanlar bilim insanı olmayı arzuluyorlarsa, diğer insanlar müzisyen olmayı arzuluyorlar vb. gibi, aynı şekilde bazı insanların da toplumun kötülük olarak gördüğü öldürme ve çalma gibi eğilimleri vardır. Farklı insanların sahip olduğu kesin eğilimlere karşı bir duyarlılık geliştirseydik, o zaman onlara enerjilerini topluma fayda sağlayacak şekilde kanalize etme konusunda rehberlik edebilirdik. Örneğin, bu tür insanları, İnsanları yakalamak yerine balık tutmaya, insanları bıçaklayarak öldürmek yerine, kasap olarak çalışmaya veya onları iyileştirmek için cerrah olarak insanları kesmeye, ya da kendimiz için bencilce kazanmak amacıyla başkalarından çalmak yerine başkalarına vermek için kendi egolarımızdan çalmaya yönlendirebiliriz. Sonuç olarak, bizler haz alma arzularından yapıldık ve hazzın türü, birlikte yetiştirildiğimiz toplumdaki değerlere ve örneklere bağlıdır.

Doğanın eğilimlerimizi içimize yerleştirdiğini anlamalıyız ve belirli eğilimlere sahip olduğumuz için cezalandırılmamalı veya suçlanmamalıyız. Bunun yerine, toplum her birimizi eğilimlerimize göre ayırt etmelidir ve onları toplumun yararına yönlendirdiğimiz ölçüde belirli düzeltmelerden geçeriz. Daha sonra, onu olumlu bir amaç için nasıl yönlendireceğimizi deşifre etmemiz için her eğilimin nasıl var olduğunu yavaş yavaş görmeye başlardık.

Eğilimlerimizi olumlu amaçlara yönlendirmek, toplumun bize aşıladığı sarmalayıcı değerlere ve örneklere bağlıdır. Örneğin, bir kişinin öldürme eğilimi varsa ve o kişi, tükettiği medya ve eğlence gibi toplumdaki örneklerle, kıyasıya rekabet eden “her insan kendine” değerleri ve insanlar arasında nefretin filizlenmesini teşvik eden bölücü dürtülerle birleşirse, o zaman böyle bir kişinin eğilimini olumsuz ve yıkıcı bir şekilde kullanma olasılığı daha yüksektir.

Bununla birlikte, koruyucu toplumsal değerler ve örnekler, kendi çıkarları yerine başkalarına ve doğaya fayda sağlamayı amaçlayan olumlu örneklerle, medya ve eğlence bu değerleri tanıtmaya çalışan olumlu örneklerle zenginleştirilseydi ve ayrıca eğitim sistemlerimiz bizi materyalist olarak birbirimizle rekabet edecek şekilde yetiştirmekten, bölücü dürtülerimizin üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmak için birbirimizle işbirliği yapmaya kaydırılsaydı, o zaman öldürme eğilimi olan kişi, kendisini kucaklayan olumlu sosyal çevreye en iyi şekilde hizmet etmek için bu eğilimi nasıl kullanacağını da arardı.

Hepimiz farklı eğilimlerle doğarız ve birbirimizle pozitif ilişki kurmak için onları aşmak için birbirimizi desteklersek, o zaman doğanın bizi bir arada tutan pozitif bağlantı gücüyle yeni bir bağlantı ağına gireriz. O zaman toplumdaki en uygun yerlerimizi bulabiliriz ve sonra her birimiz kendimizi mükemmel ve bütün bir biçimde gerçekleştirebiliriz. O zaman, en kötü eğilimlerimiz bile (öldürme, tecavüz etme ve çalma) topluma olumlu katkı sağlamak için bu eğilimleri nasıl kullanacağımızı ararken olumlu bir ifade bulacaktır.