Category Archives: Birlik

“Doğamdaki Rolüm Nedir?” (Quora)

Hepimiz, parçaları arasındaki sonsuz dereceler ve etkileşimler ve bağlantılar ile yuvarlak, kapalı, bütün ve eksiksiz bir doğa içinde yaşıyoruz. Bizler bu uçsuz bucaksız sistemin parçalarıyız ve onun bütünlüğünü, büyüklüğünü, mükemmelliğini ve sonsuzluğunu hazmedemeyiz. Ancak doğa, birbirine mükemmel şekilde bağlı bir sistemdir ve bu nedenle, her şey buna göre hareket etmeden, herhangi bir şeyin hareket etmesi imkânsızdır.

Doğa sürekli olarak bütün, mükemmel ve eksiksiz bir duruma doğru yönelir. Parçaları, İbranice’de Şoreş (kök), Alef (bir), Bet (iki), Gimel (üç), Dalet (dört) veya cansız, bitkisel, hayvansal ve konuşan olarak adlandırılan beş bölümden birine aittir. Hepsi bir olmadıkları ama bağ kurdukları bir yönde hareket ederler ve bağları sayesinde sanki bir olurlar.

Katılımcı taraflar arasındaki ilişkilerde, herkesin önemli olduğu ve ortak bir sevgide var olduğu bir sevgi noktasına, yani tam bir karşılıklı bağ ve karşılıklı bağımlılık durumuna kadar kendini gösteren bir bağ yasası vardır. Yazıldığı gibi, “Kurt da kuzuyla birlikte yaşayacak”, yani herkes onların aynı bedenin parçaları olduğunu anlar. Buna göre kendi bedenimize zarar veremeyeceğimiz gibi, yaratılışın en küçüğüne, en uzak noktasına bile zarar veremeyeceğimiz bir koşula geliriz.

Bu nedenle, insanları veya hayattaki başka herhangi bir olguyu düşündüğümüzde, onun doğanın genel küresel sistemindeki kaynağını bilmeye çalışmalı ve böylece belirli bir olguyu veya belirli bir kişiyi deneyimlemekten dolayı hissettiklerimize nasıl doğru tepki vermemiz gerektiğini ve genel sistemdeki yerlerini nasıl işaretlediğimizi araştırmalıyız.

Birlik İhtiyacının Farkına Varın

Dünya tarihi, devletlerin tarihidir; Devletlerin tarihi, savaşların tarihidir. (Oswald Spengler)

Soru: Neden uluslar ve devletler aynı şey değildir?

Cevap: Devlet, halk değildir. Ve 14. Louis “Devlet benim” demesine rağmen, bu öyle değildir.

Halk, halktır, örneğin gökyüzünde birleşen ve tekrar ayrılarak uçan bir kuş bulutu gibi, dağılan ve yeniden oluşan bir ortak fikir tarafından birleştirilen bir kitledir.

Ayrıca, tam olarak ortak noktalarının ne olduğunu dikkate almak gerekir. Bazı yönlerden ulus olabilirler; bazı yönlerden kesinlikle değillerdir.

Soru: Kabala’ya göre dünyanın 70 halkı veya 70 manevi kökü vardır. Ama gerçekte, dünyada şu anda yaklaşık 200 bağımsız devlet olduğunu görüyoruz.

Barış, halklar arasında mı yoksa devletlerarasında mı sağlanır? Barışa doğru bir şekilde nasıl evrimleşebiliriz?

Cevap: Dünyada çok sayıda insan, ulus, grup ve milliyet var. Genel olarak tüm bunlar, içinde birleştirici hiçbir şeyi olmayan, kesinlikle bozuk bir kavramdır.

İnsanlar kendi durumlarını idrak etmeye başladıklarında ve onu mutlağa benzer bir şeye dönüştürmek istediklerinde, o zaman kendi doğalarını mutlak bağ ve mutlak sevginin niteliği ile karşılaştıracaklar. Mutlak olana ilişkin böyle bir anlayış, en yüksek yönetim biçimiyle özdeşleşecektir.

O zaman göreceli mutlak için bunun bir ihsan etme, sevgi ve bağ kurma özelliği olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Ulusların, grupların ve halkların düzeylerinden – her birinin diğerleriyle mutlak bağ kurma niteliğinden, her şeyden önce çelişkilerden, karşıtlıklardan ve uzlaşmaz özelliklerden ne kadar yakın veya uzak olduğu hakkında konuşmak mümkün olacaktır.

Şimdiye kadar, buna nasıl yaklaşacağımıza, bunu nasıl ölçeceğimize ve birliğin yokluğunu ve ona nasıl ulaşacağımızı hesaplamak için kullanılabilecek bir tür tablo sunabileceğimize dair herhangi bir aracımız henüz yok. İnsanlıkta, bu henüz tamamen patlak vermedi.

Soru: Halklar, devletler, ekonomi, siyaset, ilişkiler gibi tamamen farklı düzeylerde gerçekleşen bu ayrışma süreci devam ediyor mu?

Cevap: Evet, hiç bir şekilde kuralları olmayan bir kum havuzunda oynayan çocuklar gibi. Sadece iyi çalışmamız gerekiyor, uzaktan bile olsa, teorik olarak ne kadar çok birleşmemiz gerekiyor.

Soru: Ama biz henüz birleşmenin kendisine ne zihnen, ne de sezgilerimizle yaklaşmadık mı?

Cevap: Maalesef henüz buna yönelik bir ilerleme yok.

“Bizi İlgili Hale Ne Getirir? (Medium)

Geçtiğimiz birkaç ayın ve hatta son birkaç yılın olayları bize çok önemli bir ders veriyor: Hayatta kalmak istiyorsak, bunu nasıl yapacağımızı doğadan öğrenmeliyiz, çünkü kendi fikirlerimizi takip edersek, insan medeniyetini ve gezegenimizi yok edene kadar bu aptalca gidişata devam edeceğiz. Doğaya baktığımızda, tüm parçalarını mükemmel bir duvar halısı haline getiren bir yasa vardır: denge ve işbirliği. Bu yasa tamamen biz insanların kendi toplumumuzda uymadığı şeydir. Denge yerine, başkalarının pahasına öne çıkmak için çalışıyoruz ve işbirliğini sömürü ile değiştiriyoruz. Şayet böyle devam edersek, yok olma yolundayız.

Hemen bir kerede birbirimizi sevmemiz, hatta birbirimizi önemsememiz gerektiğini söylemiyorum. Ancak, doğanın yasalarını ve onları çiğnediğimizde ne olduğunu bilmeliyiz. Şu anda denge ve işbirliği yasasına aykırı davrandığımız için, bunu bozmanın sonuçlarını, cezasını da bilmeliyiz.

Cehaletimizin ve kibrimizin bazı sonuçlarını şimdiden hissediyoruz. Gıda kıtlığı dünya çapında kötüleşiyor ve yüzyıllardır bilinmeyen yerlerde açlık gerçek bir tehlike haline geldi. Petrol/doğalgaz sıkıntısı aynı zamanda batıda, önde gelen OECD ülkelerinde üretimi engellemekte ve enerji güvensizliğine neden olmaktadır ve genel atmosfer, zor günlerin yaklaştığı yönündedir.

Aslında, bu sadece başlangıç. Uzmanlara göre, yıllarca süren yoksunluk ve kıtlığa doğru bakıyoruz.

Ama bunun gerçek bir nedeni yok. Hiçbir doğal afet, insanlığın bol miktarda yiyecek veya bol miktarda gaz ve petrol üretme yeteneğini engellemedi. Bu eksiklikleri sadece birbirimizi ezmek amacıyla yapan biz insanlarız. Hareketlerimizi nefretten başka hiçbir şey yönlendirmez ve nefret, nihayetinde nefret edenler de dâhil olmak üzere her şeyi yok eder.

Yaptığımız her şey, başkalarını yenmek ve onlara boyun eğdirmek için olan bir motivasyondan kaynaklandığından, yaptığımız hiçbir şey başarılı olmaz. Bir çaba başarısız olduğunda, diğerine geçeriz ama o da aynı nedenle başarısız olmaya mahkûmdur: başkalarına karşı kötü niyetlerimiz.

O halde doğamızı nasıl değiştirebiliriz? Başkalarına önem vermemizi ne sağlayabilir? Bunu yapmak için önce kendi doğamız hakkındaki gerçeği kabul etmemiz gerekir ve sonra içimizde yeni bir tane beslemeye başlayabiliriz. Diğer tüm varlıkların içgüdüsel olarak yaptıklarını – denge ve işbirliği yasasını takip etmek – bizler ancak bilinçli olarak seçersek başarabiliriz. Bunu yapmanın yolu, doğuştan bu yasaya zıt olduğumuzu anlamak ve sonra hayatımızın her yönünü dikkatlice incelemek ve onu bu yasaya göre çalışacak şekilde ayarlamaktır.

Bu yasayı, yalnızca insanların zor yoldan öğrenmesi haksızlık gibi görünebilir, ancak sürecin sonunda büyük bir ödül vardır. Öğrenme sürecinden geçmesi gereken sadece insanlar olduğu için, ödülü alacak olan da sadece biziz.

İnsan doğasını ve gerçekliğin geri kalanının doğasını öğrendiğimizde, onları karşılaştırmaya başlarız. Sonuç olarak, yavaş yavaş denge ve işbirliği yasasına değer vermeyi öğreniriz. Bizler herhangi bir varlıktan çok daha derinden anlarız çünkü onu karşılaştıracak bir şeye sahibiz, yasanın olumsuz bir görüntüsü ve onun elle tutulur sonuçları. Denge ve işbirliği yasasına göre hareket etmeye başladığımızda, bunun nedeni, kendi doğamızı öğrendikten ve ondan kaçınmayı seçtikten ve yeni, daha kapsayıcı ve işbirlikçi bir doğayı benimsemeyi seçtikten sonra bilinçli bir seçim yapmamızdır.

O halde bizim için başkalarını önemsemeyi öğrenmek, içgüdüsel bir süreç değil engin bir bilinci derinleştirme ve yolun her adımında yabancılaşma ve sömürü yerine, ilgi ve bağı seçmenin derin bir sürecidir. İnsanın hayvan üzerindeki gerçek avantajı budur – bilincin armağanı. Ancak, bunu üstünlük yerine dengeyi ve sömürü yerine işbirliğini seçtikten sonra kazanırız.

İnsanlığın içinden geçmekte olduğu sancılı süreç, eninde sonunda bizi bu seçimi yapmaya yönlendirecektir. Ancak farkındalık, süreci kısaltabilir ve çok daha kolay ve hızlı hale getirebilir. Bütün dertlerimizin birbirimize olan kin ve zalimliğimizden kaynaklandığını ne kadar çabuk anlarsak, o kadar çabuk gözlerimizi açar ve başka bir seçeneğin olduğunu fark ederiz. Sonrasında denge ve işbirliği seçeneğini ne kadar erken seçersek, sıkıntılarımız o kadar çabuk biter ve barış başlar.

“Evrim Treninin Sonraki Durağı” (Medium)

Sadece birkaç dakikalığına özel bir trende, insan evrimi treninde olduğumuzu hayal edelim. Tren bir sonraki durağına yaklaşıyor ve peronda duruyor. Trenden indiğimizde “Bağ Kurmuş Dünyaya Hoş Geldiniz” yazan bir tabela görüyoruz.

İlk başta, hiçbir şey farklı görünmüyor; her şey bildiğimiz dünyaya benziyor. Ancak yeni dünyaya adım atarken, bazı şeylere çarpmaya başlıyoruz ve çarpışmalar giderek daha acı verici hale geliyor. Görünüşe göre, bağ kurmuş dünya bizimkine benziyor olabilir, ancak tamamen farklı yasalar tarafından yönetiliyor.

Dünya çok hızlı değişiyor. Üzerimizde işleyen güçler, bizi başka bir farkındalık düzeyine geçmeye zorluyor. Doğanın geçerli olan kanunlarını anlamaya başlamamızı, yaşadığımız dünyaya daha yüksek bir perspektiften, dar vizyonumuzdan daha geniş ve küresel olarak bakmamızı talep ediyor.

Binlerce yıldır medeniyet, bireyci bir zihniyetle gelişiyor. Her birimiz büyümeye devam eden benmerkezci dürtüler tarafından yönlendirildik. Ama şimdi bu dürtüler bizi durma noktasına getirdi.

Günümüz gençleri kendilerini kaybolmuş, yönünü şaşırmış, hayatlarında ne yapacakları ve hayattan ne istedikleri konusunda kararsız hissediyorlar. Onlar farklı olduklarından, kendi kurgumuza göre inşa ettiğimiz dünyada, kendilerini uyumsuz gibi hissetmekteler.

Binlerce yıl boyunca ego kraldı. Çalıştık, iş yaptık ve para kazandık. Şimdi birdenbire kontrol edemediğimiz ve anlayamadığımız sayısız unsurla küresel bir ağ içine kilitlendik.

Her an, birinin bir yerde yaptığı her hareket tüm insanlığı etkiliyor. Kelebek etkisi, bir teoriden günlük gerçekliğimize dönüştü. Her şeyin birbirine bağlı ve birbirine bağımlı olduğu böyle entegre bir dünyada, birbirimizin ihtiyaçlarını hesaba katmaktan başka seçeneğimiz yok. Yavaş yavaş, daha fazla engelle karşılaşarak, herkesi düşünmedikçe kimsenin başarılı olamayacağını anlıyoruz.

Sorun şu ki, bunu yapmak için tasarlanmadık. Anlayışlı bir şekilde düşünmüyoruz ve samimi bir ilginin dahi mümkün olduğunu hissetmiyoruz.

Bu, insanlığın bir sonraki büyük mücadelesi olacak: tüm insanlara karşı yeni bir davranış modeline geçiş. Bize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkalarına yapmamakla işe başlamamız gerekecek, bugün kulağa ne kadar fantastik gelse de, ta ki birbirimizi gerçekten sevdiğimiz bir duruma gelene kadar.

Bu evrimsel değişim, bizim irademiz ne olursa olsun gerçekleşecektir. Bu halen devam ediyor. Tek soru, hepimizin aynı gemide olduğumuzu acı bir şekilde fark etmemizi sağlayacak daha fazla darbe olmadan buna uyum sağlayıp sağlayamayacağımızdır.

Şimdi gözlerimizi açmanın ve bağlı olduğumuzu hissetmeyi öğrenme zamanı. Şimdi kendimize yeni bir düşünce paradigmasını öğretmenin zamanı – herkesin yararına olan benim yararıma da olduğu için, başkalarını da içeren bir paradigma.

“Dünyanın Bu Dengesiz Haline Bizi Ne Getirdi?” (Medium)

İnsanın haz alma arzusunun gelişimi, akrabalar arasındaki güç mücadelelerinden ülkeler ve bloklar arasındaki savaşlara kadar tüm nüanslarıyla bugün bize ifşa olmaktadır. Bu arzu, bu şekilde yaşamaya devam edemeyeceğimizi anlamamız ve hayatta kalmamızı sağlayacak değişiklikler yapmaktan başka çaremizin olmadığını anlamamız için, kötü insan doğamızı ifşa etmemize neden oluyor.

Örnek olarak, Amazon yağmur ormanlarının derinliklerine doğru yolculuk edelim. Kendilerinin ve sizin farklı ruhlar olduğunuzu hissetmeyen yerli insanlarla tanıştığınızı hayal edin. Onlarla yolları kesişen herhangi biri, onlara göre bir aile üyesi gibi gelir ve onlar başkalarına karşı kötü niyetli düşünceler beslemezler.

Buna karşılık, dünyanın metropollerinden birine uçun ve onların muhteşem kültürel anıtlarını gezin. Aniden arkanızda hızlı ayak sesleri duyarsanız, kalbiniz hızla çarpmaya başlar ve bir yabancı tarafından saldırıya uğramak üzere olup olmadığınızı kontrol etmek için arkanıza bakarsınız.

Bir kültür ne kadar gelişmişse, içinde o kadar fazla yabancılaşma, yalnızlık, tehlike ve korku hissedilir. Artık bir insanın güvenli sığınağı olması gereken evde bile, kardeşler (kim daha güçlü, kim daha başarılı, kontrol kimde) ve eşler arasında güç mücadeleleri ve şiddetli rekabet var.

Gelişmiş toplumlarda, doğal yakınlık duygusu kaybolur çünkü bu insanın doğasıdır. Dünyanın iç motoru haz alma arzusudur. Bu arzu içimizde gelişir ve bir yandan bizi ileri teknolojiler, karmaşık ve hassas yetenekler icat etmeye iterken, diğer yandan yavaş yavaş bizi birbirimizden ayırır. Bir zamanlar insan toplumu, yalnızca Amazon’daki kabileler arasındaki gibi kapalı ilişkiler içinde yaşıyordu. Bugün insanlar büyük ölçüde acımasız, rekabetçi ve militan bir küresel metropolde yaşıyor.

Anaokulunda bile bu arzunun nasıl işlediğini, ellerinde birkaç oyuncağı olan ve bazılarını başkalarına verebilecekken çocukların, onlara nasıl tutunup paylaşmadıklarını görebilirsiniz. Biz yetişkinler için haz arzusu, nezaket ve incelik katmanları içinde gizlenmiştir, ancak açıkça çoğalmış ve yoğunlaşmıştır. Bunlar, artan egoizmin, başkalarını dikkate almadan kendini tatmin etme yönünde artan doğal arzunun göstergeleridir.

Böyle devam etmenin imkânsız olduğunu ve kendimizi ve dünyayı bizimle birlikte yok ettiğimizi anlasak bile, içimizde büyüyen, başkaları pahasına kendi yararımıza almak için olan, bu doğal arzuyla nasıl başa çıkacağız? Değişme gücünü nereden bulacağız? Sadece kendimiz için haz alma arzusunu nasıl şekillendirebiliriz ki, en azından birbirimizi yememe noktasına kadar başkalarına yakın hissedelim?

Hayvanlar da haz alma arzusuna sahiptir ancak bu sınırlıdır. Bu arzu birbirlerini yok etmelerine izin vermez. Tüm hayvan ve bitki yaşam formları arasında bir denge vardır, birbirlerini destekler ve yardım ederler. Ama insanların içindeki ego, dünyada sadece bir kişiye yer olduğunu düşünmek için büyür- o da benim!

Evrimleşmiş bir insanda denge artık içgüdüsel olarak çalışmıyor, ancak onu harekete geçirmeyi öğrenmeliyiz. İnsanlığı, hiçbir egoist baskının egemen olmadığı, başkalarını sömürmediği ve yenmediği, aksine, başkalarına fayda sağlama arzusunu harekete geçirdiği bir duruma getirme metodunu öğrenmeliyiz; gerçek bir biz duygusu geliştireceğiz.

Bağa doğru küçük adımlar atmaya başladığımızda, insanın iradesinde yeni bir tutum kendini gösterir, doğanın evrensel gücünden, bizi yaratan güçten gelen bir verme niteliği. Bu, bizim bencil tutumlarımızı değiştirmemizi ve kendimiz de dahil olmak üzere herkesin yararı için davranışlarımızı değiştirmemizi bekler.

“Düşünce Nedir?” (Quora)

Düşünce, doğadaki en büyük güçtür. O, zaman ve mekânın üzerinde işler.

Düşünce, insan doğasının en yüksek gücüdür. Kabalistik metinlerde “her şey düşüncede netleşir” diye yazılır.

Düşünceler, hepimizin her yerde var olduğu yaratılış düşüncesinden gelir ve düşünce doğada var olan her şeydir.

Bizim de varlığımız düşüncededir. Bizler,  görme, işitme, koku alma, tatma ve dokunma duyularına sahip olduğumuzu ve galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin vb. olduğu bir evrende yaşadığımızı hissederiz.

Ancak, her şey düşüncedir.

Düşünceden başka bir şey yoktur. Madde yoktur sadece düşünce vardır. Aynı şekilde, kontrol edebileceğimiz tek şey düşüncelerimizdir, başka bir şey değil. Örneğin, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler, kontrolümüz dışındadır.

Düşüncelerimizi değiştirebileceğimiz ne anlama gelmektedir? Bu, diğer insanlar aracılığıyla, bizi harekete geçiren her şey aracılığıyla doğaya karşı tutumumuzu değiştirebileceğimiz anlamına gelir. Bunu yaparak, Kabala bilgeliğinde “ıslah” olarak adlandırılan şeye ulaşırız yani düşüncelerimizin yönünü değiştirmekten gelen doğayla denge durumuna – kişisel faydadan başkalarına ve doğaya fayda sağlama durumuna ulaşırız.

“Acı ve Bağışlama Arasında” (Medium)

Başkaları tarafından incitildiğimizde, son derece acı verir ve bu hayatımızda her an olabilir. Hemen sorular ortaya çıkar: Ne zaman affetmek için yer vardır ve ne olursa olsun affetmek nedir?

Haz almak, bize iyi gelen her türlü şeyle kendimizi tatmin etmek insanın doğasında vardır. Yemekten, seksten, aileden, paradan, onurdan, kontrolden, bilgiden ve her şeyden önce bunların birleşiminden haz almak isteriz. Arzularımızı yerine getirmek için sürekli çalışırız ve beklenen sonuca bağlı olarak belirli bir şeye ne kadar enerji yatırmamız gerektiğini düşünürüz.

Örnek olarak, özellikle bayram zamanı için güzel bir takım elbise almak istediğimizi varsayalım. Neredeyse bir haftalık bir işe eşdeğer miktarda para yatırırız ve büyük bir keyifle satın alırız. Uzun zamandır beklenen gün gelir, yeni takım elbiseyi giyer ve ağzı kulaklarına varan bir gülümsemeyle herkesin arasında dolaşırız. İnsanlar, “Ne güzel bir takım elbise” derler. Göğüs gururla kabarır.

Ve aniden birisi herkesin önünde, “Giydiğin o komik takım elbise nedir? Bu nasıl bir kostüm?” der. Ve o andan itibaren gerçeklik değişir. Herkes kıkırdar ve biz utançla dolarız.

O akşamın ilerleyen saatlerinde yine aynı kişiyle karşılaşırız ve o bize sessizce “Daha önce uygunsuz bir şey söylediysem özür dilerim” der. Hemen bir reddetme ile cevap veririz. Böyle bir af talebi, yapılan zararın tazmini midir? Kesinlikle değildir. Bu yüzden onu kabul etmeyiz.

Gerçek bağışlama, takım elbiseyi satın almak için yatırdığım büyük meblağ için, iltifat, saygı ve tanınma umutları almak için sahip olduğum ve aşağılama, alay ve utançla yer değiştiren tüm beklentilerimi telafi eden biri olmalıydı. İçimde biriken her şey için uygun bir telafiye ihtiyacım vardır.

Özür, genellikle yapıldığı gibi intikam yoluyla veya alternatif olarak, söz konusu kişinin samimi bir gönül almayla bana gelip, bana verilen zararı ve korkunç hakareti anladığına beni ikna etmesiyle yapılabilir. Diyelim ki kişi, örneğin on takım elbisenin daha satın alınmasını kapsayacak bir çek yazdı. Bu durumda, özrün gerçekten samimi olduğunu hissedersem ve çek de benim için yeterince saygın görünüyorsa, o zaman a, davayı hiç affetmeye ve olayı hiç olmamış gibi silmeye hazırımdır.

Esasen darbenin boyutu, onu kapsayabilecek telafinin boyutudur. Bağışlama, intikam, küçümseme, hakaret, yatırım, bunların hepsi yalnızca benim egosal haz alma arzumla ilişkili olarak ölçülür. Ego hala incinmiş hissediyor ve intikam istiyorsa, incindiği yer uygun telafi ile doldurulmadığı anlamına gelir. Kalpte açılan oyuk hala açıktır, bu yüzden gerçekten affedemeyiz.

Şimdiye kadar, hepimizin bildiği fenomenleri analiz ettik. Bir noktada, bir insanda intikam alma, onur arama, kontrol için mücadeleler ve savaş arzusunun bizim için son derece yorucu hale geldiği bir duygu ortaya çıkabilir. Bu, sağlığımızı, ilişkilerimizi, tüm hayatımızı mahveder. “Bütün bunlardan ne kazanacağım” diye kendimize sormaya başlarız, “Yaşamaya değer ne var? Hayattaki görevim bu mu, tek yapmam gereken bu mu?”

Bu içsel soruların uyanışı, bizi içsel gelişim arayışına, egoist doğanın sınırlarının üstesinden gelmenin bir metoduna götürür. Bu bilgelik, dünyadaki varoluşumuzun en büyük amacının doğanın evrensel gücünü, sevgi ve verme niteliğini keşfetmek olduğunu öğretir ve ona benzer bir nitelik kazanarak keşfedilir. Bu ifşa, maneviyat olarak adlandırılır çünkü her insanı daha yüksek, ebedi ve eksiksiz bir varoluş seviyesine yükseltir.

Bu nasıl olur? Genel olarak konuşursak, laboratuvar görevi gören küçük bir grupta sevgi dolu ilişkiler geliştirerek, birbirimizi tek başımıza başaramayacağımız şekillerde tamamlarız. Bir bedendeki farklı organlar gibi, birbirimizle uyum içinde bağ kurmayı öğreniriz. İncinme, telafi, intikam, bağışlama, bütün bu oyunlar, birbirimizle savaşmadığımızı anladığımız için, anlamını yitirir ama ortak bencil doğamız karşısında hep birlikte sınırlı hesaplamalarımızın üzerine çıkarız.

Birini incittiğimi fark ettiğimde, doğrudan o kişiye gider ve ona berbat ettiğim şeyi telafi etmek için ne yapabileceğimi sorarım. Ona daha yakın olmak, o kişiyle bağ kurmak ve aramızdaki sevginin gücünü geri kazanmak, elimden gelen her şeyi yapmak için. Ve eğer biri beni incittiyse, bunun onun suçu değil, insan egosu olduğunu hatırlarım ve o kişinin bunun üstesinden gelmesine yardım etmeye çalışırım. Bu şekilde yavaş yavaş dünyamızın, yaşamanın eğlenceli olduğu bir yer haline geldiği bir duruma yaklaşırız. Doğanın en yüksek gücüyle, karşılıklılık, destek ve güven içinde.

“Bireysel ve Takım Hedeflerine Ulaşmak” (Medium)

Hayat, hedefler ve bunlara ulaşmaya uyumlu seçimlerle ilgilidir. Başarının temel unsurları, bir hedef belirlemeden önce elimizdeki koşulları ve ekip çalışması yeteneklerimizi doğru bir şekilde değerlendirmektir.

Kendime bir hedef belirlediğimde, onun ulaşabileceğim bir yerde olup olmadığını görmeliyim. Bunu başarmak için gerekli eğilim ve becerilere sahip miyim? Örneğin, analitik bir zihnim yoksa yazılım mühendisliğinde kariyer hedefi koymak zaman kaybıdır. Gerçek şu ki, yüksek teknoloji endüstrisindeki bu kadar çok çalışma ortamın olması da bana başarıya giden yolu garanti etmez.

Kişisel olarak bana hitap eden bir yöne karar verdiğimde, o alanda çalışan insanların bulunduğu bir çevreye yaklaşmalı ve günlerinin nasıl geçtiğini, hayatlarını, ailelerini, boş zamanlarını incelemeliyim. Bu işleri gerçekten yürüten insanlarla ilgili keşfettiğim örnekler, beni belirli gelişim yönlerini önceden elemeye yönlendirebilir. Bu beni zaman, kaynak ve yanlış umuttan koruyacaktır.

Ortak bir amacı paylaşan gruplar veya çalışma ekipleri de kendi alanlarında başarılı örnekler bulmalı ve mümkün olduğunca onları takip etmelidir. Genel olarak, ekip başarısı için en önemli değişken, o grup içinde var olan karşılıklı bağlılık düzeyidir.

Doğal olarak, gruptaki veya ekipteki her birey kendi performansını, çıkarlarını ve gelecekteki terfisini düşünür. Bu durumda, kişi katkıda bulunsa ve işbirliği yapsa dahi, grup birlikteliğinin derecesi düşüktür. Doğru bir ekibin nasıl kurulacağını öğrenmeye değer: ortak çıkarı dikkate alarak. Böyle bir takımda başarının sınırsız olduğunu göreceğiz.

En önde gelen tanımıyla grup, hepimizin bir arada olduğu, kendimizi bağlı hissettiğimiz ve bir vücuttaki farklı organlar gibi çalıştığımız anlamına gelir. Uyum yaratma ve sonuçlara ulaşma arzusu nedeniyle, tamamen farklı bir düzeyde her biri diğerine yardım eder ve diğerini kelimeler olmadan dahi anlar. Bu yeni dereceye, nihai hedefe tek başına ulaşılamayacağına dair mutlak bir inançla ulaşılır.

Grup gücü, bir görevin üstesinden gelmeden önce, birbirimizle bağ kurmanın kapsayıcı hedefini belirlediğimizde ortaya çıkar. Böylece aramızda ortak bir akıl, ortak bir duygu ortaya çıkar ve bundan, önümüzdeki zorluğa doğru bir şekilde yaklaşırız. Bağ olmadan ileriye doğru bir adım atmak imkânsızdır.

Grup, bir bireyler topluluğu, bireyler olarak tüm yeteneklerimizin toplamı değil, ortak çabalarımızın ve ortak özlemlerimizin birleştiği yeni bir varoluştur. Kimin ne kadar zeki ve yetenekli olduğuna bakılmaksızın, grubun zihni ve duyguları, bireylerin tek başlarına sahip olduğundan daha yüksek bir seviyede olacaktır.

Evrim, başlangıcından beri bu şekildedir. Doğanın, yaşamın gelişimini teşvik etme formülü, farklı unsurlar arasında her zaman daha gelişmiş bağlar yaratmaktır.

Akıllı varlıklar olarak bizler, şayet bu eğilimi benimser ve insanlar arasında doğru bağ kurma metodunu öğrenirsek, bunun bizi bir insan türü olarak evrimin bir sonraki aşamasına yükselteceğini göreceğiz. Bu sayede doğanın genel gücünün hareketine uyum sağlayacak ve hayatımızın her alanında mümkün olan maksimum sonuçlara ulaşacağız.

İyiliğin Gücüyle Tedavi

Koronavirüs bize birkaç hafta kısa bir nefes aldırdı ve ardından yenilenen bir güçle yayılmaya başladı. Bu salgın neden bitmeyecek gibi görünüyor merak ediyoruz? Ancak bu, virüse düzgün bir şekilde yanıt vermek için yapmamız gerekeni henüz yapmadığımızın bir işaretidir.

Her zaman olduğu gibi, birbirimize karşı daha insani ve özenli bir tavırla, aramızdaki bağ veya yakınlaşmadan başka çare yok. Bu, virüsü büyük ölçüde zayıflatırdı.

Ülkenin yarısının omikron hastalığına yakalanmasından sonra, bir çeşit genel bir bağışıklığın ortaya çıkacağını bekliyorduk, ancak bir nedenden dolayı pandemi bir yere gitmiyor ve aksine yeniden büyüyor. Gerçek şu ki, önceki kurallar bu virüs için geçerli değil. Onlar daha fazla yardım etmeyecekler.

Sonuçta bu sıradan bir virüs değil, insanlar arasındaki ilişkileri düzeltmemizi gerektiren bir virüs. Şöyle görünebilir, bir virüs bizim ilişkilerimiz hakkında ne bilebilir? Ancak bu virüs her şeyi biliyor çünkü içinde tüm bilgiler var. Onun sadece bir DNA parçası olduğunu düşünüyoruz ama o canlı!

Bu, ölü bir element ya da bitki değil, aslında hayvansal düzeyde, bizimkiyle aynı. Koronavirüsün bir aklı ve duyguları var. Çevreyi algılıyor ve etkiliyor. Diğerleri ile bağ kurabiliyor, insan vücuduna nüfuz edebiliyor ve onunla o kadar bütünleşebiliyor ki, bedeni kontrol etmeye başlıyor.

Ona küçümseyici ve ihmalkâr davranmayın. Bize öyle görünüyor ki, mesela, bu virüs bugün komşuma merhaba deyip demediğimi nasıl bilsin? Ama virüs bizden daha akıllı ve o her şeyi biliyor. Virüs dünyayı kontrol ediyor çünkü o Yaradan’ın bir parçacığı.

Koronavirüs, onu etkilemek için bu dünyayla ilgili tüm bilgilerin özel bir konsantrasyonunu içeren doğanın önemli bir unsurudur. Bu nedenle o, ancak insan ilişkilerimizi geliştirerek yok edilebilir.

Bu biraz naif gelebilir ama hadi deneyelim! Kaybedecek bir şeyimiz yok. Birbirimize iyi, büyük bir dikkat ve özenle davranmaya başlayalım. Muhtaçlara, yaşlılara, çocuklara, birbirimize sahip çıkalım; sokağa çöp atmayalım ya da gürültü yapmayalım. Başkalarını düşünmeyi deneyelim ve onların kendilerini iyi hissetmeleri için her şeyi yapmaya çalışalım.

Birinin bana ne yapacağımı söylemesini beklemiyorum, aksine diğerlerine karşı nazik tavrımla nasıl yardım edebileceğimi ve onların gerçekten iyi olmasını istediğimi gösterebileceğim bir yer arıyorum. Ülkede böyle bir deney yapalım ve bir ay içinde şu sorularla Koronavirüs’te durumun ne olduğunu kontrol edelim: Pandemi devam ediyor mu, etmiyor mu? Bu ay kaç kişi öldü? Trafik kazalarında kaç kişi öldü? Kontrol etmek kolay, hadi deneyelim.

“Yarının Dünyasına Bir Yükseltici” (Medium)

Ne zaman dünya büyük bir kargaşa yaşasa, tüm insanlar arasında iyi bağlar kurma arzusu doğar. Bir ülke ne zaman bir iç krizden geçse, ulusun tüm kesimlerini birleştirme arzusu doğar. Yine de tüm bunlara rağmen hayat bizi hayal kırıklığından hayal kırıklığına sürüklemeye devam ediyor. Peki, huzura ve tatmine giden yolda eksik olduğumuz şey nedir?

Sorun şu ki, insan doğası gereği bencildir. Sadece kendimizi düşünür, kendi iyiliğimiz için düşünür ve başkalarını kendi zevkimiz için kullanırız. Bu nedenle, insanlar arasında karşılıklı bir bağ kurmak ve bu hedefi teşvik etmek için organizasyonlar ve süreçler oluşturmaya çalışmak gibi şeyler düşünsek bile, sonuçlarımız insan doğasının üstesinden gelme gücünden yoksundur yani kalbimizde, başkalarını sevmeyi kendimize olan sevginin önüne koyma gücünden yoksundur. Bu nedenle, bağ kurma çabalarımız asla uzun sürmez.

Başarmak için ihtiyacımız olan şey, özel bir güç, uhrevi bir şey, bizi bencil doğamızdan daha gelişmiş, yüce ve tamamen yeni bir şeye; ‘başkalarına sevgi’ doğasına yükseltebilecek bir tür mucize mekanizmasıdır.

Bizler, evrimsel bir sürecin ortasındayız. Son yıllarda dünya, tüm detaylarının birbirine bağlı, birbirine bağımlı ve birbiriyle ilişkili olduğu bütünsel bir sistem haline geldi. Ama biz insanlar, kendi içimize odaklanmış durumdayız ve henüz gelişmekte olan dünyaya entegre değiliz. Dünya giderek birbirine bağlı hale geldikçe, herkesin egosu aynı anda büyüyor ve bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Böylece, insanlık ve doğa sistemi arasındaki uyumsuzluk da büyüyor. İnsan doğası değişmezse, yıkıcı bir patlamaya gelmemiz an meselesidir.

Bizi bu korkunç kaderden kurtarabilecek ve bizi daha güvenli ve daha keyifli yeni bir etkileşim düzeyine yükseltebilecek benzersiz bir mekanizma var. Bu hayat kurtarıcı mekanizması Kabala ilminde anlatılmıştır ve bu, insan doğasını düzeltmek için bir metottur. Genel anlamda, metod, küçük gruplar halinde bağ kurma ve iletişim tekniklerini öğrenmeye ve uygulamaya dayanır. Kişi ayrıca doğanın bütünleyici sistemi ve gerçekliğin tüm parçalarını bütünleyici, mükemmel biçimli bir mekanizmaya bağlayan güç hakkında derinlemesine öğrenir.

Tüm doğanın temelinde, her şeyin bağlantı, mükemmellik ve uyum içinde ilerlediği kapsamlı bir sistem vardır. Sevgiyi talep eden bu yüce doğa yasası kesinlikle çiğnenemez. Egoist doğamızı başkalarını sevmeye doğru aştığımız ölçüde, kendimizle başkaları arasındaki mesafe, herkesi kendi içimizde hissedebilecek duruma gelene kadar kısalır. Zihinsel ve duygusal hesaplamalarımız uyumlu bir şekilde birbirine bağlanır; zihin ve kalp, her şeyin tam ve bağlantılı hale geldiği merkezlenmiş bir çizgide birleşir.

Böyle bir gelişme süreci, her birimizin başkalarına karşı gerçek sevgiyi edinmemize yol açabilir ve o zaman çevremizi de bu hedefi desteklemek için şekillendirmeye yardımcı olmaya başlayabiliriz. Bağımsızlıktan karşılıklı bağımlılığa bu dönüştürücü geçiş, ıstıraplar dünyamızı yarının dünyasına, tüm insanlığın refah bir geleceğe yükseldiği daha yakın ve daha işbirlikçi bir dünyaya yükseltecektir.