Category Archives: Birlik

İnsan Doğası: Sahip Olma Dürtüsü

Soru: Araştırmacılar, hem zenginlerin hem de fakirlerin karakteristiği olan “materyalizm” gibi bir kavramın, insanların eşyalara bağımlılığı anlamına geldiğini iddia ediyorlar.

Bu bağımlılığın yarattığı sosyal imaj ve değer sistemi, hem toplum hem de birey için yıkıcıdır. Buna yenik düşenler, yaşam sevincini, gönül rahatlığını kaybederler, bu da kaygı, depresyon ve ilişkilerin çöküşünü getirir.

Bununla birlikte “taç” Koronavirüs’ün geçtiğimiz yılında, insanlar daha az materyalizm göstermeye başladı. Ancak öte yandan, artık bunun aynı madalyonun diğer yüzü olduğu zaten açık. İnsanlar neden eşyaları bu kadar çok seviyor?

Cevap: İnsan egoisttir. Sahip olmayı ve onun olduğunu hissetmeyi seviyor: “Benim, benim, benim!”. Bunu küçük çocukların, bir oyuncağı kapıp kimseye vermedikleri örneğinde görüyoruz. Onu, bunun uygun olmadığına ikna etseniz bile çocuk anlamaz. Her zaman onun elinde olmasını ister. İşte o böyle doğar.

Bu nedenle, insanları, sevdikleri her şeyi “Bunun benim olmasını istiyorum.” demelerinden, elde etmek için böyle bir istek duymalarından dolayı kınayamayız. Ya da sevmediği bir şeyse bile ama başkası onu seviyorsa, apaçık, bu iyidir diye, o da sahip olmak ister.

Dahası, bu şeye sadece kendisi sahip olmak ister, diğer çocukta olmamalı ve bu mümkün değilse, o zaman kimse sahip olmamalı. Yani, bu hayatımızın tüm yıllarına eşlik eden, mutlak bencilliktir, çocukça ve önemsizdir. Bundan kaçamazsınız.

Nasıl dengeleyebilirsiniz? Sadece doğru yetişme ile. Ancak bunun için, insanlar üzerinde çalışacak ve onları diğerlerine kıyasla sahip olduklarından memnun kalacak şekilde eğitecek bir sistem inşa etmek gerekir. Genel olarak bu özel bir eğitim sistemi olmalı, yoksa materyalizmden asla kurtulamayız.

Soru: Materyalizm, özünde kişinin kendisini donatmasıdır. Kişi kendini ekstra bir şeyle donatır. Materyalizmin yerini ne almalı yoksa zamanla ortadan kalkacak mı?

Cevap: Kalkacağını düşünüyorum. Bunun yerine, daha içsel bir donanım geçerli olacaktır: bir kişinin diğerlerine karşı tutumu, diğerlerinin ona karşı tutumu, ancak bu bazı şeylerin başka şeylerle yer değiştirmesi değil.

Sonuç olarak kişi, en büyük edinimin, komşunu kendisi gibi sevmesi ve hatta belki de kendisinden daha fazla sevmesi olduğu anlayışına gelmelidir. Bu, insanın küçük egoist doğası üzerine tamamen farklı bir yükselişidir.

Umarım doğru yetiştirilmenin etkisi altında biri diğerini yavaş yavaş iptal eder.

İhsan Etmenin Başlangıcı

İçimizde Yaradan’ın ifşası, “embriyo” denen bir durumla başlar. Bu, Yaradan’ın ilk ifşasının hissi olan, ihsan etme etme embriyosuna içimizde bir yer hazırlayarak gerçekleştirilmesi gereken ilk manevi eylemdir.

Bunun için, arkadaşlarla karşılıklı dahiliyet sağlamak gerekir, böylece birliğimiz kendimiz için değil, başkaları için olur.

Henüz Yaradan’ın iyiliği için hareket edemeyiz ve bu nedenle şimdilik yaratılan sevgisinden Yaradan sevgisine gelmek için, sadece yarattılanları sevmeliyiz. Bağ öyle olmalıdır ki, hiç kimse kendi egoizmiyle kalmaz, ancak başkalarına katılmak, orada kaybolmak, arkadaşların arasında boğulmak ister. Egoizmin gücü olan “Ben” ini herkes kaybederse, o zaman aramızda Yaradan’ın ifşası için bir yer oluşacaktır.

Manevi embriyo için hazırlık şu şekildedir:

  1. Herkesin kendisini geçersiz kılması,
  2. Kişinin egoizmine ek olarak, kendinden çıkması ve başkalarına dahil olması,
  3. Tüm bu karşılıklı katılımları birbirine bağlama.

Böylesine minimum bir bağa ulaştığımızda, içimizde, bu kendini feshetmeyi ve birleşmeyi koyabilecek, Yaradan’ın ifşasına bir yer oluşur ve içimizde bir embriyo gibi, ihsan etme özelliği, bir diğerinin içinde bir form olarak büyümeye başlar.

İhsan etme gücünün bu embriyosunun, daha fazla büyümesi ve gelişmesi için her seferinde kendi içimizde bir yeri temizlemeliyiz. Egoizmimizi her tür niteliklerde, arzularda, düşüncelerde, farklı seviyelerde iptal ederiz, her seferinde ihsan etme gücünün alma gücü yerine içimizde tezahür etmesine izin veririz. Alma gücünü ne kadar azaltırsak, ihsan etme gücü yani Yaradan içimizde, o kadar çok kıyaftelenir.

Her adımda, Yaradan, tüm arzularımıza, tüm dünyaya hakim oluncaya kadar Kendisini daha büyük bir güç, genişlik ve içsel derinlikle ifşa eder. Yaradan ve O’nun adı, tek bir arzu ve tek bir ışık gibi, tüm insanların ortak birliği içinde tek olacak.

Ve bu, her onlunun, kendi içinde üst gücün embriyosunu büyütmeye başlaması için, Yaradan’ın ifşasına koşullar yaratması gerçeğiyle başlar. Malkut’umuz kendisini ıslah eder ve içinde Yaradan’ı hissetmeye başlayabilir. Niteliklerinde kısıtlama yaptığı, bencilce kullanmak istemediği için, onlar yavaş yavaş ihsan etme niteliğine dönüşürler.

Böylelikle Yaradan bir formu diğerinin içine yerleştirir, egoist formumuz içinde özgecil bir form ortaya çıkmaya ve gelişmeye başlar.

Bütün bunlar çabalarımıza, bilgimize ve anlayışımıza uygun olarak ifşa olur, böylece bu çalışmada kendimizi Yaradan’ın ortakları olarak hissederiz; O’nu hissetmeye, O’nu anlamaya ve O’na haz vermeye başlarız.

“Gerçek Mutluluk Var Mı?” (Linkedin)

Covid-19 geçen yılın başlarında patlak verdiğinde, çoğumuz hayatımızı kaybetmişiz gibi hissettik. Daha doğrusu, aslında hayatımızı kaybetmedik ama hayattan zevk alma yeteneğimizi kaybettik. Sonuçta, yılda iki kez tatil yapamıyorsanız, istediğiniz zaman ve istediğiniz yerde alışverişe çıkamıyorsanız, çocuklarla (veya bir arkadaşınızla tekrar çocuklar gibi olarak) sinemalara, restoranlara ve eğlence parklarına gidemiyorsak, o zaman hayatta nelerden zevk alınır ki? Daha da kötüsü, virüs çoğumuzu işsiz bıraktığında veya bizi uzun süreli izne yolladığında, mali güvenliğimizi kaybettik ve imkanımız olduğunda bile lükse para harcamak konusunda isteksiz hale geldik.

Artık aşılar burada olduğuna ve bu faaliyetlere devam etmeye başlayabildiğimize göre, daha önce yaptığımız gibi onlardan nasıl zevk alacağımızdan emin değilmişiz gibi görünüyor. İçimizde bir şeyler değişti, bizi neyin mutlu ettiğinden ve tümüyle gerçek mutluluk olup olmadığından artık emin değiliz.

Ama gerçek mutluluk vardır ve herkesin ulaşabileceği bir mesafededir. Geçtiğimiz yıl, yapabilirsek geçmiş zevk anlayışımızdan “bizi vazgeçirdi” ve bizi yeni ve daha yüksek bir tür için hazırladı. Hâlâ fark etmemiş olabiliriz, ancak şimdi bu geçmiş zevklerin tadını bir kez daha çıkarmaya başlayabildiğimize göre, bunların bir zamanlar olduğu kadar eğlenceli veya tatmin edici olmadığını göreceğiz.

Başkalarını kıskançlığımız bile değişmiş görünüyor. Elbette, yine de zengin, ünlü ve popüler olmayı seviyoruz, ancak bunun için çok çalışmaya daha az istekliyiz. Tembelleşmedik; sadece büyüdük ve bu hedefler biraz olgunlaşmamış gibi görünüyor.

Bunların hepsi hazırlıktır. Henüz hissetmeyebiliriz ama içimizde yeni bir zevk ortaya çıkıyor. Hala yüzeyin altında, ancak etkisi şimdiden bizi etkiliyor. Bu önceki zevkleri sönükleştirir, bu yüzden bizim için daha önce olduğu gibi parlamazlar. İçimizde filizlenen bu yeni zevk sadece kendimizi değil çevremizdeki herkesi kapsar. Bu yüzden benmerkezci zevklerimizi azaltıyor; bu, şu anda hayal edebileceğimiz her şeyden çok daha kapsamlı.

Toplumumuz değişiyor çünkü biz değişiyoruz; birbirimize giderek daha fazla bağlı hissediyoruz ve birbirimize bağımlı hissediyoruz ve toplumumuz da aynı şekilde daha bağlı hale geliyor. Bu tür bir bağlılıktan gelen zevkler sadece benden değil, başkalarıyla olan bağımdan da kaynaklanıyor. Bu yüzden, kendi küçük anlık çemberimden kaynaklanan zevklere kıyasla çok güçlüler.

Yakında hissetmeye başlayacağımız yeni zevkler, başkalarıyla olan bağımızın kalitesinden kaynaklanacaktır. Başkalarıyla bağımızı ne kadar geliştirirsek, ne kadar olumlu ilişkiler kurarsak, aramızda zaten inşa edilmekte olan ağ aracılığıyla bize o kadar çok sevinç akacaktır. Buna göre yaşayacağımız zevk tamamen farklı olacak: Başkalarına vermekten zevk alınacaktır.

Değişecek olan sadece biz olmayacağız. Tüm toplumumuz değişiyor. Başkaları da bize vermekten, onlara vermekten zevk alacağımız kadar keyif alacaklar. Her insanın kendi zevkini düşündüğü ve başka hiçbir şeyin bizi ilgilendirmediği mevcut zihniyetin tamamen tersine çevrilmesi olacak. Bunun yerine, başkalarının zevklerinden başka hiçbir şeyin bizi ilgilendirmediği, başkaları da bize karşı aynı şeyle ilgileneceği için bizde de hiçbir şekilde eksik olmayacak ve hem başkalarına vermekten hem de onlardan almaktan zevk alacağız. Bugünden o kadar farklı bir toplum olacak ki, onu kurduğumuzda ne kadar memnun ve mutlu hissedeceğimizi hayal bile edemiyoruz. Şimdi işimiz sadece bunun başlangıcını elimizden geldiğince hızlandırmaktır.

Arvut İhsan Etmeyi Zorunlu Kılar

Bağlanma, bütünleşme, bunların hepsi kırık ruhların, kırık arzuların birbirlerinden ne kadar uzakta olduklarını hissedip de yaklaşmaya çalıştıklarında bir araya gelmelerinin işaretleridir. Islah olmuş ruhun en doğru formuna ulaşmak, tek kalpte tek adam olmak ve Adam HaRişon’un sistemini yeniden kurmak gibi bir hedefleri vardır.

Bu yakınlaşmanın bir sonraki adımı Arvut’tur (karşılıklı garanti). Bu artık basit bir bütünleşme, birbirlerinin arzularına girme değildir, bir dostun yerine var olma isteğidir. Aktif bir eylemdir.

Birleşme yine de egoist olabilir, ancak karşılıklı garanti, her birimizin diğerinin iyiliği için hareket etmesini zorunlu kılar. Bu nedenle karşılıklı garanti, ıslahlarımızı tamamlayan bir eylemdir.

Tam karşılıklı garanti, her birinin kendi içinde diğerlerinin niteliklerini, Adam HaRişon’un ortak ruhunda Yaradan tarafından yaratılan tüm nitelikleri, arzuları ve düşünceleri içerdiği anlamına gelir. Tüm ruh ve onun her parçası tamamen özdeşleşir yani genel ve özel birbirine eşit hale gelir. Genel ve özelin bu eşitliği, ıslah olmuş manevi Kli’nin işaretidir.

Yaradan’a karşı sorumluluk duygumuzdan geldiği için, karşılıklı garanti önemlidir. Yani, Adam HaRişon sistemindeki herkes için, tüm ortak ruh için, herhangi birinin yerini almaya ve Yaradan’ın önünde onun için cevap vermeye hazırım. Böylece, Adem’in tüm ortak ruhunu ıslah etmekten sorumlu olduğum ortaya çıkar.

Karşılıklı garantiye ulaşma çabası içinde, sorumluluklarını gittikçe daha fazla üstlenmek için dostlarımın yerine neler koyabileceğimi bulmaya çalışırım. Yaratılan varlıklar ve Yaradan için ne yapmaları gerektiğini öğrenirim ve bunu kendi üzerime almaya hazır olurum. Karşılıklı garanti beni buna mecbur eder.

Birbirimizin yerini alabiliriz, çünkü başlangıçta aynı ruha aittik ve kırılma bizi birbirimizden ayırdı, bizi zıt yaptı. Bizi ayıran ve sevgiyle doldurabileceğimiz tam da bu uzaklıktır, denildiği gibi: “Sevgi tüm suçları örter.” O zaman gerçekten güçlü bir Kli’ye ulaşırız ki bu kırılma öncesine göre 620 kat daha büyüktür.

Adam HaRişon’un ruhunun tam ıslahına, diğer tüm parçalar için her parçanın tam garantisiyle ulaşılır: Herkes herkese dahil edilir, her parça bütünü içerir ve böylece mükemmel Kli’ye ulaşırız.

Maneviyatta özel ve genel eşittir ve aralarında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla karşılıklı garanti, ancak aynı teknede seyreden insanlar gibi tam bir bütünleşme ve sorumluluktan sonradır, boğulurlarsa birlikte boğulurlar.

Birleşme ve karşılıklı garanti yoluyla, en küçük, ikincil Kli bile kendi içinde tüm Kelim’i içerir ve tüm ortak ruhun işlevlerini yerine getirebilir. Bu özel ruh ile genel ruh arasında hiçbir fark yoktur.

Karşılıklı garanti ve her birinin diğerinin yerini almaya istekli olması nedeniyle, herkesin Adam HaRişon’un tüm ruhunu içerdiği ve ihtiyaç duyulursa herkese hizmet edebildiği ortaya çıkmaktadır.

“Olumsuz Toplumsal Olguları Anlamak” (Linkedin)

Son yıllarda, kamusal söylemin en “sıcak” konularından biri ırkçılık gibi görünüyor. Ancak sadece ırkçılık gündemdeki tek sıcak konu değil; her türlü ayrımcılık, kamuoyunun büyük ilgisini çeken bir konu haline geldi. Irkçılık – ister Siyahlara karşı, ister Yahudilere karşı, kadın düşmanlığı, homofobi, yabancı düşmanlığı ve hatta siyasi görüşlere dayalı ayrımcılık, hepsi kötü şöhret kazandı.

Ne zaman böylesi bir konu dikkat çekse, siyasetçiler, gazeteciler ve ünlüler çoğunluğun görüşüne uyar ve empatik görüşlerini yüksek sesle dile getirirler. Bu beyanlar kariyerlerine yardımcı olabilir, ancak henüz tek bir sorunun sözde iddialarla ve diğer insanların görüşlerini hor görerek çözüldüğünü görmedim. Eğer toplumsal sorunları çözmek istiyorsak, nereden geldiklerini anlamalı ve onları kökünden çözmeliyiz.

Tüm erkekler ve kadınlar eşit olarak doğmazlar. Farklı doğarız ve çeşitliliğimiz bir insan ırkı olarak gelişimimizi yönlendirir. Tıpkı iki hayvanın, bitki ve hatta kayaların birbirinin aynı olmaması ve doğanın çeşitliliğinin evrimi yönlendirmesi gibi, insan çeşitliliği de böyledir.

İnsan toplumu ile doğanın geri kalanı arasındaki fark, yaratılıştaki diğer herhangi bir elementten farklı olarak, insanların mutlak hakimiyet için çabalamasıdır. Derinlerde, her birimiz, bilinçli veya bilinçsiz şekilde üstünlük için çabalıyoruz. Bu yüzden insanlar arasındaki farklılıkları kabul etmiyoruz; herkesin aynı, eşit olmasını istiyoruz.

Ancak, sadece benimle aynı ise insanların aynı olması gerektiğini düşüneceğiz! Benim gibi düşünmeyen her hangi birisi yanlıştır, “yeniden eğitilmeli” ya da elenmelidir. Elbette bu, insan hırslarının aşırı bir görünüşüdür ve çoğu insan bu tür aşırı görüşlere sahip değildir, ancak yine de bu toplumsal zihniyetin arkasındaki itici güçtür.

Az önce belirtildiği gibi, çeşitlilik önemlidir; gelişimimizi yönlendirir. Sorun, bizim ona karşı olan tutumumuzdur. Çeşitliliğe karşı tutumumuzu değiştirmek ve onu yapıcı hale getirmek için, şunu anlamamız gerekiyor ki, eğer çeşitlilik olmasaydı bizler burada olmayacaktık, neslimiz tükenecekti. Çeşitlilik, her bir öğenin, başka hiçbir öğenin sağlayamayacağını sağladığı, karşılıklı tamamlanma anlamına gelir. Tıpkı somon balığının köpekbalığı olmasını istemediğimiz gibi, tıpkı kalplerimizin böbrek olmasını istemediğimiz gibi, kimsenin de olduğundan başka bir şey olmasını istememeliyiz. Her insanın topluma olan katkısını göremeyebiliriz ama cehalet hataları mazur göstermez. Martin Luther King, Jr.’ın daha önce belirttiği gibi, “Dünyadaki hiçbir şey samimi cehalet ve vicdani aptallıktan daha tehlikeli değildir.”

Bu nedenle, olumsuz sosyal olguları çözmek için, onlara yapıcı bir şekilde yaklaşmalıyız. Sorunun ortaya çıktığı her anı, sorunu ıslah için bir davet olarak görmeliyiz. Çözmemiz gereken sorunun kendisi değil, ona neden olan nefrettir. Yukarıda da belirtildiği gibi, insanların farklılıkları birbirlerinden nefret etmelerine neden olur ve bu her seferinde farklı şekillerde ortaya çıkar. Buna rağmen, her zaman ıslah etmemiz gereken farklılıklar değil, nefrettir.

Amerika’da Beyazlar ve Siyahlar arasındaki nefret gibi en uç örnekleri düşünün. Siyahların, Beyaz olmasını, hatta Beyaz olmayı istemelerini, ya da tam tersini beklememeliyiz. Bununla birlikte, her bir parçanın topluma katkısını, her ırkın ve rengin sahip olduğu eşsiz değerler ve güzellikleri idrak etmeye çalışmalıyız, sonra tam da böyle kişiler olduğumuz için birbirimizi sevmeye başlayacağız ve birbirimizi değiştirmek istemeyeceğiz. Dolayısıyla düşünce, birbirini değiştirmek değil, farklılıkların üzerine ve aslında tam da farklılıklardan dolayı sevgi inşa etmektir.

Toplumdaki her bir unsurun güzelliğini ve benzersiz katkısını görebilseydik, toplumdaki her bireyin başarısına ve refahına ne kadar bağımlı olduğumuzu kavrayabilirdik. Toplumsal sorunlar herkesi çevreleyen sevgide çözüleceği için, bunlarla uğraşmamıza gerek kalmazdı. Belli bir sorun ortaya çıktıysa, bunu, henüz işimizi tamamlamadığımızın ve daha önce görmediğimiz yeni bir çatlağın etrafında daha fazla sevginin inşa edilmesi gerektiğinin bir işareti olarak görürdük. Farklılıklarımızı böyle yapıcı bir şekilde ele alırsak, her gün, bu kadar çok çeşitli renk, mezhep ve ırktan insana sahip olduğumuz için minnettar olacağız.

Yaradan Bizimle Saklambaç Oynuyor

“Oğullarım beni yendi” yani tek bir kişi değil, tam olarak birlikte. Yaradan’ı ifşa etmek isteyen herkes, kendisi gibi başkalarıyla birleşmelidir. Ve ancak kendilerini bir bütün olarak,  Yaradan’ın oğulları olarak hissettiklerinde,  O’na gelebilirler, O’nun gizlenmesini talep edebilir ve alt edebilirler.

Yaradan, biz O’nu arayabilmemiz için bilerek saklanıyor. “O, sonsuza dek kavga etmeyecek” çünkü O, Kendisini ifşa etmek ister ama ancak bizler O’nu ararsak ve O’nun ifşasına ihtiyaç duyarsak.

Bu nedenle, O’nu ne kadar çok ararsak, Yaradan’ın ifşası o kadar büyük olur, aynen söylendiği gibi: “Oğullarım beni yendi”, yani birçok oğul. Yaradan, arayışımızı bekliyor ve O’nu yendiğimizde sevinir. Sonuçta, O’nun tarafından yaratılan tüm gizlenme, bizi büyütmek, Yaradan’ı arayalım ve ifşa edelim diye, bizi uyandırmak için tasarlanmıştır.

Yaradan her zaman gizlilikten ifşa olur ve biz birleşmek için çaba göstermeliyiz. Aramızda işleyen tüm ayrılık güçlerini birleştirip ortadan kaldırdığımız ölçüde, onları ayrılık güçlerinden ifşa güçlerine çevireceğiz ve çabalarımız ölçüsünde, içlerindeki Yaradan’ı ifşa edeceğiz.

“Oğullarım beni yendi” demek, gizliliği ifşaya dönüştürüyoruz demektir. Elbette bunu kendimiz yapamayız, ancak Yaradan’ın bize yardım etmesini talep edebiliriz. Bu nedenle çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır: birincisi tek bir arzuya, tek bir özleme ulaşarak birleşmek ve ikincisi Yaradan’ı aramak ve O’nu Kendisini ifşa etmeye mecbur etmek. Her zaman karşılıklı olarak çalışıyoruz: “Ben sevdiğiminim, sevdiğim de benim.”

Gizliliği yenmeyi neredeyse başardığımızda, Yaradan hemen gizlenir ve bizi, O’nu tekrar aramaya zorlar. Ve tekrar tekrardan, çünkü sadece her iki formdan, gizlemeden ve ifşadan, Yaradan’ın tüm niteliklerini açıklığa kavuşturabilir ve onları kendi niteliklerimize dönüştürebiliriz. Yaradan’ın ifşası ancak form eşitliğinde, niteliklerimizdeki O’nun niteliklerinin yansımasında olabilir.

Bu nedenle, manevi ilerleme her zaman gizlenme ve ifşadan geçer. Ve durumumuzu ifşa ya da gizleme ile ilişkilendirmezsek, o zaman maneviyatla hiçbir şekilde ilişki kurmayız ve Yaradan’a yönelemeyiz. Sonuçta, Yaradan’a giden yolun yalnızca iki alternatifi olabilir: ya gizlenme ya da ifşa.

Üst dünyanın ifşasını arayan bir kişi, kendisini doğru bir şekilde yönlendirmeli, her zaman tüm nitelikleri ve eylemleri üzerindeki gizliliği ve ifşayı keşfetmelidir. Ve gizlenme ne kadar büyükse, ondan daha büyük ifşa gelir- biri diğerine karşıdır.

Yaradan’ı ifşa etmek için bir grup organize etmek gerekir çünkü Yaradan kendisini yalnızca on Sefirot olarak gösterir. Ve bu yüzden, manevi Partzuf’un on Sefirot’u gibi birleşmeye ve birbirini desteklemeye hazır hissetmek için, ortak bir niyetle uygun şekilde bağ kurmuş ve birleştirilmiş onlu da arzuyu keşfetmemiz gerekiyor. Hepsi hepsine dahildir ve tek bir gücün ifşası için hazır hale gelirler.

Ve her ne kadar tüm onlular çok farklı ve egoizmleri ile ayrılmış olsalar da, tek bir güçten ortaya çıktığımız için, o zaman egoizmimizi ortadan kaldırarak, yine tek bir bütün gibi oluruz ve bir ve tek olan, Yaradan’ın yeni formlarını ifşa etme fırsatına sahip oluruz.

Yaradan bizimle saklambaç oynuyor: O saklanıyor, biz O’nu arıyoruz ve buluyoruz ve O tekrar saklanıyor. Böylece O’nun peşinden koşarız ve bu arayışta yavaş yavaş O’nu inceler ve arzularımızı üst güçle eşdeğer olarak biçimlendiririz, onları üst ışığın tüm niteliklerinin ifşası için hazırlarız.

Onluda öğrenilen şey zaten sonsuza kadar Kelim’de kalan manevi bir kazançtır. Ancak tek bir kişi manevi düşünce ve duyguları kendi içinde tutamaz.

“Sosyal Kayıtsızlığın Kişisel Bedeli” (Linkedin)

İnsanlar bugün neredeyse hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünüyor. Bir şey bizi kişisel düzeyde doğrudan etkilemediği sürece, acı çeken toplumun tüm kesimlerine kayıtsız kalıyoruz. Haberleri izler, üzülür ve homurdanırız ve bu bizim toplumsal katılımımızın ölçüsüdür. Neden ilgisizlik sürekli artışta? Kayıtsızız çünkü çevremizden gittikçe daha fazla kopuyoruz. Böyle bir duygu, soluduğumuz oksijen kadar önemli olsa dahi, ait olma duygusundan yoksunuz. Her birimiz, geleceğimizin diğerleri ile ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu anlamak zorundayız.

Bir kişinin temel yapısı, memnuniyet ve haz alma arzusu, doyum arzusu olarak tanımlanabilir. Her gelişim aşamasında, farklı şeylerden haz alırız ve bu hem bireysel yaşamlarımız boyunca hem bir insan türü olarak genelde geçerlidir. Gelişim aşamamız, sosyal katılım veya sosyal ilgisizlik seviyemizi etkiler. Örneğin, bir zamanlar çocuklar sosyal hayata karşı doğal bir eğilim hissederdi; günümüzde, en başından itibaren ekranların içinde kilitli durumdalar.

Dahası, geçmişte insanlar profesyonel dernekler ve sendikalar gibi grup üyeliklerinden dolayı gurur duyarlardı; onların içinde tatmin, güven ve güç buldular. Bugün hiç kimsenin bu tür şeyler hakkında bir söz dahi duyacak sabrı yok, ve kesinlikle böyle bir derneğe dahil olma isteği yok. İşyerinde görev süresi, iş güvenliği ve istikrar geçmişte kaldı. İnsanların bir yıl içinde bir işlerinin olup olmayacağı konusunda hiçbir fikrinin olmaması olağan hale geldi.

Bireysel ve toplumsal ilişkilerdeki bu ve diğer değişimlerin bir sonucu olarak, çağdaş insan her hangi bir şeye ait olduğunu hissetmiyor. Şayet eski zamanlarda insanlar fiziksel hayatta kalmak için sosyal bağlara ihtiyaç duyduysa, bugün bizler, bağımsızlığımızı ödüllendiriyor ve sosyal zorunluluklardan ve taahhütlerden kaçınmaya çalışıyoruz. Ödememiz gereken vergileri ödüyoruz hepsi bu. İnsan doğası içsel gelişimini sürdürdükçe, kişi, bir ülke veya yerle daha az özdeşleşir ve çok daha egoist hale gelir. Sonuç olarak, toplum artık birbirine giderek daha fazla kayıtsız kalan, bağlantısız unsurların bir koleksiyonundan oluşmaktadır.

Kişinin yüksek düzeyde sosyal katılım görülebileceği tek yer çevrimiçi sosyal platformlardır. Aslında insanlar internette çok aktifler. Tek tük güzel sosyal girişimlere rağmen, sanal alanı esas olarak dolduran şey sinizm, hoşgörüsüzlük, çekişme, zorbalık ve tacizdir.

Bu eğilim bizi hangi kadere doğru götürüyor? Önümüzdeki yıllarda bizi ne bekliyor? Her bireyde haz alma arzusu gelişmeye devam edecek, ancak aynı zamanda insanlar artık kendilerini tatmin edecek her hangi bir şey bulamayacaklar. Toplumla iyi bağın kopması, kişiyi yavaş yavaş kendi özel kabuğunun içinde boğuluyormuş gibi hissettirecek. Bugünün kayıtsızlığı, yarının umutsuzluğuna yol açacak. İnsanlar, uğruna yaşanacak hiçbir şey olmadığını hissetmeye başlayacaklar. Kalbin derinliklerinde kendimizi dolduracak hiçbir şey; tutku, mücadele, umut yokmuş gibi bir his büyüyecek. Ölüm gibi olan kuruluk dışında başka hiçbir şey.

Sonunda sürpriz bir eğilimle, bu varoluşsal çaresizlik, bireysel ve toplumsal ilişkilerin evriminde bir sonraki seviyeye doğru bir dönüm noktasına yol açacaktır. Çevrimiçi sanal dünya aslında yeni bir gerçekliğe giden bir sıçrama tahtası görevi görecek. Şu anda yüksek teknolojiyi kullanma şeklimizle zarar verdiğimizi fark ettiğimiz noktada, onu akıllıca kullanmaya başlayacağız. Karşılıklı olmayı ve tamamlamayı temel alan ve teşvik eden bütünsel bir dünya görüşüne göre toplumu şekillendirmek için, sosyal medyayı bir araç olarak kullanmaya başlayacağız. İnsanlık, onu giderek daha fazla şeyler edinme ve maddi gelişmeyi arttırmaya yönelik mevcut dürtüye yardım etmek için kullanmak yerine, herkesin kalpleri arasında gerçek bağlar kurmaya yardımcı olmak için onu kullanmanın yollarını arayacaktır.

Akıllı yazılım, 21. Yüzyılın bağlantılı dünyasına uyan yaşam için tek formül olan “komşunu kendin gibi sev” ilkesini destekleyecektir. Aramızdaki ilişkilerin gelişiminde bir sonraki adımı birlikte tanımlayacağız ve sonra ihsan etme ve destekleme kaslarımızı kullanmaya çalışacağız.

Aramızdaki iyi bağlantılar güçlendikçe ve derinleştikçe, iletişim ağımızdan akan özel bir gücü hissetmeye başlayacağız – bizi canlandıran, büyüten ve bize, eşi görülmemiş bir düzeyde anlayış, duygu, düşünce ve haz veren bir güç. Birbirimizle bütünleşmemiz, bize mevcut bireysel algımızın sınırlarının ötesinde yeni bir gerçeklik hissettirecek. Böylesi bir dünyada kayıtsız toplum artık var olmayacak çünkü her birey, başkalarıyla olan birliktelik yoluyla çok daha fazlasını aldığını hissedecek – sınırsız sevinç noktasına kadar daha büyük bir memnuniyet, tatmin ve anlam.

Ruhunuzun Büyümesine Yardımcı Olun

Her birimizin ve hepimizin birlikte ruhun Partzuf’unu inşa ettiğimiz karşılıklı bütünleşmemize adandığı için “Her Biri Dostuna Yardım Etti” en önemli konudur. Böyle bir karşılıklı bütünleşme olmadan, manevi bir kap inşa edemeyeceğiz ve manevi olguları, üst gücü, Yaradan’ı onun içinde hissedemeyeceğiz.

Bunu başarmak için dostlara ihtiyacım var, sadece dış iletişim için değil, kalp ve ruhu birleştireceğimiz ve onludaki herkesin diğerlerinden izlenimler edinmesine, nitelikleriyle aşılanmasına yardım edeceğimiz dostlara ihtiyacım var. Böylece her biri, onlunun tamamını hissedebilecekleri bir Kli oluşturacak. Herkes herkesi içine alacak ve Kli’miz bununla inşa edilecektir.

Bu çalışma ıslahın sonuna kadar devam eder. Giderek daha fazla insan, bir araya geliyor, her biri kendi onlusunda, kendilerini inşa ediyor. Ve sonra onlular birbirine bağlanır. Onlu, birmiş gibi hissetmeye başladığında, diğer onlularla birleşme arzusunu ve ihtiyacını hisseder.

Aynı bağ yöntemi burada da geçerlidir ve Kli büyür ve daha karmaşık hale gelir. İlk manevi kap on arkadaştan oluşur ve yirmi kişinin birleştiği ikincisi zaten yüz kişinin gücüne sahiptir çünkü on çarpı on gibidir. Bu doğrusal büyüme değil, üstel büyümedir.

Dolayısıyla bir gruba geldiğinizde sadece dostlarınızla birlikte öğrenmek yeterli değildir. Onların nitelikleriyle aşılanmam ve her birinden Yaradan’a özel arzularını toplamam gerekir. Yani hepimiz herkesi içine alır.

Aksi takdirde, insan inşa etmezse ruh sahibi olmaz. Dolayısıyla sadece bir grup içerisinde olmak ve tüm faaliyetlere katılmak yeterli değildir. Asıl mesele, bağımız ve Yaradan ile birleşmek için özlemleri edinmeye çalışmaktır. Bunu yaparak, içinde onunla form eşitliğine göre üst gücü ifşa edeceğimiz, kendi aramızda bir bağ ağı kurarız.

Kongrede bu karşılıklı bütünleşmeyi sağlamaya, bu konuda birbirimize yardımcı olmaya çalışmalıyız. Bu hem çevreden hem de içeriden herkesi etkileyecek genel atmosfer, çok sayıda onlunun katılımı ve her onludaki bağ ile kolaylaştırılacaktır.

Ruhumu bu şekilde inşa ediyorum. Kabalistlerin, her biri on kişiden oluşan, onlunun birleşmesi gerektiğine karar vermeleri tesadüf değildir. Onluda, herkes başkalarıyla bütünleşmek, niteliklerini ve manevi özlemlerini edinmek için kendini iptal eder.

Artık dostlarımın maneviyat özlemleri dışında kişisel niteliklerini umursamam. Sadece onlarla dolu olmam ve onlardan ruhumun ilk dokuz Sefirot’unu inşa etmem gerekir. Ben kendim, dostlarından ilk dokuz Sefirot’u almak ve ruhunun Partzuf’unu inşa etmek adına onları kullanmak için kendisini iptal eden son Sefira Malkut’um. Ve onludaki her dost da öyledir.

Ve o zaman, herkesin dostlarıyla karşılıklı bütünleşme yoluyla kendi içinde inşa ettiklerinden etkileniriz ve aynı inşayı sürdürdüğümüz gerçek, bağımsız bir manevi Partzuf’umuz olur. Her onlu, diğer onludan etkilenmeye ve onların karşılıklı bütünleşmesini, Yaradan’a olan arzularını özümsemeye çalışır ve böylece Adam HaRishon’un tüm ruhunu inşa edene kadar giderek daha karmaşık ve daha büyük bir ruh inşa ederiz.

“Covid – Toplumsal Değişim İçin Bir Katalizör” (Linkedin)

Herkes aşı olmak için acele ederken veya alternatif olarak, aşıların insanlara karşı bir hükümet planı olduğu ilan edilirken, çok önemli bir şeyi görmezden geliyor gibiyiz: ilk başta, virüs neden ortaya çıktı? Bu soruyu cevaplayana kadar, aşılar ne kadar verimli ilan edilse de ondan kurtulamayacağız.

Koronavirüs normal bir virüs gibi görünse de bundan çok daha fazlasıdır. Virüs, düşüncelerimizi ve arzularımızı, insanlar ve ülkeler arasındaki ilişkileri değiştiriyor ve bunu tüm dünyada yapıyor. Covid-19, çok katmanlı bir hastalıktır; bize sadece ellerimizi yıkamamız ve maske takmamız gerektiğini öğretmemeli. Aksine, temel amacı bize hayatlarımızla nasıl ilişki kuracağımızı öğretmektir.

Yani, bize sadece birbirimizle nasıl ilişki kurmamız gerektiğini değil, aynı zamanda bir bütün olarak yaşamla, yaşamın özüyle ve amacıyla nasıl ilişki kurmamız gerektiğini de öğretmelidir! Bu nedenle, Covid öylece çekip gitmeyecektir. Bizi tamamen tüketene kadar, tüm sosyal sistemlerimizi değiştirmeyi kabul edene kadar, görünüşünün ardındaki niyeti görene kadar, yani insan ilişkilerini dönüştürene kadar, mutasyona uğrayacak ve kendini değiştirecektir.

Gerçekten de, SARS-CoV-2, namı diğer “Koronavirüs”, onu gerçekten iyileştirebilecek tek çareyi bulana kadar bizi yıpratacaktır. Bu çarenin biyolojik yeniliklerle hiçbir ilgisi yoktur ve her şeyin duygusal dönüşümlerle ilgisi vardır. SARS-CoV-2 için çare, birbirinizi sevmeyi öğrenmektir, ama gerçekten, içtenlikle olmalı. Kulağa tuhaf gelse de bu çare sadece Covid-19 için değil, Covid dahil tüm rahatsızlıklarımıza da çare olur ve nedeni ortadan kaldırana kadar bu ürünü yani virüsü yok edemeyeceğiz.

Covid’in bizi ilk önce nasıl ayırdığını, bizi nasıl kapattığını ve okullarda, işyerlerinde, rekabetçi spor oyunlarında, endüstride ve birbirimize yardım etmek yerine birbirimizle rekabet ettiğimiz her yerde, zehirli ilişkilerimizi ortadan kaldırmaya nasıl zorladığına dikkat edin. Buna karşı çıkmaya, ekonomiyi yeniden açmaya ve sosyal bağımızı yenilemeye çalıştığımızda, Covid daha da kötüleşti ve daha da genç insanları etkilemeye başladı, akciğerlerden kana ve kandan beyne geçerek daha da kötüleşen sonuçlarla, bir yandan da öncekinden daha da bulaşıcı hale geldi. Covid, aynı zamanda aile üyelerini de ayırdı ve bizi her seviyedeki insanlarla bağımızı yeniden düşünmeye zorlamak için, ayrılık acısını daha da acı verici hale getirdi.

Virüs, tüm bağımızı her seviyede yenileyene kadar durmayacaktır. Birbirimize özenle ve önemle nasıl davranılacağını, insanların kendilerini güvende ve hoş karşılandığını hissedecekleri toplulukların nasıl inşa edileceğini, zayıf ve savunmasızları sömürmeyen toplumların nasıl inşa edileceğini, medyadaki ana sesin dışında düşünen herkesten kaçmak yerine, çeşitliliği nasıl kucaklayabileceğimizi öğrenene kadar, tüm bunları öğrenene kadar, Covid normal bir yaşam sürmemize izin vermeyecektir.

Covid’in neden burada olduğunu bilmek ve ihtarlarına uymak, salgından kurtulmamızın tek yoludur. Onun yakalamasından kaçmak için bir sağa bir sola kaçmaya çalıştığımız sürece, virüs sadece durum üzerindeki mutlak gücünü artıracaktır. Teslim olup, birbirimize değer vermemiz gerektiğini kabul eder etmez, bizi hemen bırakacaktır.

“Ulusal Sınırların Geleceği Nedir?” (Quora)

Gelecekte sınırlar, milletler veya ülkeler olmayacak.

Hepimiz, herkesin anlayabileceği bir dille, tüm dünyayı kapsayan bir ulusun üyeleri haline geleceğiz.

Ayrıca dinler, inançlar ve gelenekler önemlerini yitirecek ve süreç içinde kaybolacaktır.

Diğer bir deyişle, sonunda, doğanın bütünleyici yasalarıyla denge içinde, tek bir bütün olarak birbirine bağlılığımızı ve karşılıklı bağımlılığımızı anlayacağız.

Her türlü coğrafi ve ideolojik sınırları değiştirmek tüm insanlar arasında iyi ve olumlu bir tutum olacaktır.

Bu son koşula geçiş, egolarımızı bir dereceye kadar kabul etmedikçe iyi bir yaşama ulaşamayacağımızı anlayarak gerçekleşecektir.

Şimdiki gerçekliğimizde, böyle bir resim ütopik ve gerçekçi görünmese de ve her birey, grup ve ulus yalnızca kendisinden ve kendi vatandaşlarından sorumlu olsa da, doğa yasaları, bu tür bir bağ içinde bulunan karşılıklı önemseme tutumlarıyla, mutlak bir bağ koşuluna doğru ilerlememiz gerektiğini şart koşar.

Bu tür bir bağ, nesiller boyunca geliştirdiğimiz, sınırlar, cinsiyet, ırk veya dil olsun, dünyamızda sahip olduğumuz her sınırın üzerinde var olur.

Kısacası, doğa bu süreci zorunlu kıldığından, hiçbir şey birbirimizle bütünleşmemizi engelleyemez.