Category Archives: Birlik

Dalga Hareketi

Soru: Düşüş ve gizlilik koşulundayken, aramızdaki karşılıklı garantiyi nasıl koruyabiliriz?

Cevap: Eğer düşüş ve gizlilik koşulundaysak, o zaman dostlarımızın yardımıyla kendimizi tutundurmalıyız. Ve düşüşte olmadığım zaman da, dostlarıma nasıl destek olabileceğimi düşünmeliyim.

Bizler bu şekilde kademeli olarak, dönüşümlü olarak, dalgalar halinde çalışıyoruz: Ben dostlar için, dostlar benim için. Kendimizi her zaman tüm olumsuz ve olumlu koşullarımızın karşılıklı olarak toplanacağı şekilde konumlandırırız ve doğrudan hedefe ilerleriz.

“Zehire Saygı” (Linkedin)

Son zamanlarda dünyada pek çok toksik olay yaşanıyor: Aşırı hava olayları, yoğunlaşan siyasi gerilimler, yükselen enflasyon, devrimler ve darbeler, her geçen gün yeni zorlamalardan bahsetmiyorum bile. Ülkeler dağılırken ve uluslar çökerken, toplumun temeli olan ilişkiler de artık geçerliliğini yitiriyor, hatta aile yapısı bile yok oluyor. Görünüşe göre insanlar birbirlerine kinle davranıyor ve birbirlerini zehirliyorlar.

Halbuki, zehirin zararlı olması gerekmez. Tıbbın sembolünde bir asanın etrafına dolanmış iki yılan bulunmasının iyi bir nedeni vardır. Bilgece kullanıldığında zehrin kendisi ilaç, zehrin panzehiri haline gelir.

Zehri doğru işleyerek ilaca dönüştürebiliriz. Miktarı ayarlamamız ve yalnızca vücudun tolere edebileceği kadar vermemiz gerekiyor ve sonuç olarak güçleniyoruz.

Bu nedenle, insanlar arasında zehir ortaya çıktığında telaşlanmamalıyız. Doğru işlemeli ve onu bir ilaca çevirmeliyiz. İnsanlar arasındaki zehir olmasaydı, toplumumuzun hasta olduğunu ve dikkatimize ihtiyacı olduğunu bilmeyecektik. Artık bunun farkında olduğumuza göre, zehiri her seferinde bir damla alıp kendimizi ve toplumumuzu iyileştirmek için kullanmaya başlayabiliriz.

Her damla zehir, birbirimize duyduğumuz nefret damlasıdır. Bunu fark ettiğimizde ve toplum için zehirli olduğunu kabul ettiğimizde, aramızdaki karşılıklı ilgi bağlarını güçlendirerek onun üstüne çıkabiliriz. Bu şekilde zehir bizi hasta etmekten çok, daha güçlü yapar.

İnsan egosu içimizdeki yılandır. Sürekli büyüyor, giderek daha kurnaz ve sinsi hale geliyor. Bize başkaları hakkında aşıladığı kötü düşünceler, ilaca dönüştürmemiz gereken zehirdir. Küçük dozlarda alırız ve nefretimizin üzerine başkalarıyla yakınlık kurarız.

Bu nedenle, zehrin amacının aramızda sevgi inşa etmek olduğunu anlarız. Düşmanlık olmadan, ilişkilerimizi güçlendirmeye, derinleştirmeye ve sevgiye dönüşene kadar sıkılaştırmaya ihtiyacımız olmazdı.

Bir annenin çocuğuna olan sevgisi doğaldır, ancak aileden olmayan insanlara karşı böyle hissetmiyoruz. Bu nedenle, bu duyguyu geliştirmenin yolu, ona olan ihtiyacı hissetmek, yakınlık ve sevgi inşa etmeye çalışmamızı sağlayacak bir itici güç yaratmaktır. Bizi, sevgiyi geliştirmek için çalışmaya itecek tek teşvik, karşılıklı hoşnutsuzluğumuzun açığa çıkmasıdır. Bu yüzden zehir sevgi inşa etmek için gereklidir, ilaç olmasının nedeni budur.

Gerçekten de, bencilliğimizin zehrine ve başkalarına karşı nefretimize saygı göstermeliyiz. Ancak ona saygı duyarken, onu aramızda beliren her bir damla egonun üzerine bir sevgi katmanı inşa etmek için kullanmalıyız.

Deneyim Birikimi!

Soru: Sadece ihsan etme nitelikleri aracılığıyla onlunun tüm üyeleriyle bağlı olduğumu nasıl hissedebilirim?

Cevap: Birleşmenin koşullarını yerine getirdiğinizde ona yakınlaştığınızı hissedeceksiniz. Önceden endişelenmeyin, ama yapmaya çalışın! Ve o zaman içinizde uygun hassasiyet belirecektir.

Her türlü işte olduğu gibi, onu yapmazsak hiçbir şey hissetmeyiz. Ancak bir şeyi yapmaya başladığımızda, yavaş yavaş hissiyatta ortaya çıkar. Hiçbir şey yapmayan bir insanı, ustadan ayıran şey budur. Deneyim birikimi!

Soru: Yaradan’ı gerçekten onluda inşa ettiğimizi doğrulayan nedir?

Cevap: Aranızdaki bağı ve karşılıklı ihsan etme eylemlerini yaratmak için sürekli çaba sarf etmeniz. En önemli şey çabadır çünkü Yaradan’ı ifşa edecek bu tür ilişkiler ağı kurmamız gerekir.

Kalpleri Birleştirmek

“Dolayısıyla, her şeye rağmen dostları sevmenin geçerliliğini sana hatırlatmama izin ver çünkü var olmamız ve yaklaşan başarımızın ölçüsü buna bağlıdır.

Bu nedenle, tüm hayali yükümlülüklerden vazgeç ve kalbini, sizi gerçek anlamda birbirinize bağlayacak ve bir yapacak taktikleri bulmaya ve düşünmeye doğru yönlendir.” (Baal HaSulam, Mektup 47)

Hepimizi öyle bir birlik haline getirmek gerekiyor ki, farklı duygularımız, düşüncelerimiz, güdülerimiz ve hedeflerimiz adeta birbirini tamamlar, tek bir kalbe, tek bir düşünceye kadar, her şeyi içerir. Bu koşul,  Adem,  “Yaradan’a benzer” olarak adlandırılacaktır.

Soru: Yaradan’ı ifşa etmek için bazı dostlarla bir araya gelmek yeterli midir? Yoksa onlunun tam bir birliğine mi ihtiyaç var?

Cevap: Buna katılabilecek tüm dostlarla, diyelim ki yarım düzine olsun, önemli değil. Ana şey, birlikte ilerlemeniz ve Yaradan’ın ifşasının koşullarını gerçekleştirmenizdir. Geri kalanlar, yapabildikleri zaman katılacaklardır.

Soru: Grubun üzerimdeki etkisini hangi işaretlerle değerlendirebilirim?

Cevap: Başınızı eğmek ve yalnızca dostlarınızın ne düşündüğünü ve istediğini almak istediğinizi ve yalnızca bununla yönlendirilmek istediğinizi gösteren işaretlerle.

 

 

Sanki Zaten Manevi Dünyadaymışız Gibi

Karşılıklı garantiye ulaşmadan, birbirimize bağlı kalamayacağımızı anlamalıyız. Ve aramızdaki bağ, ışığı, Yaradan’ı hissedeceğimiz manevi bir Kli yaratmak için gereklidir.

Bu nedenle, kendimizi bir kez mantık ötesi inanç içinde yaşıyormuşuz gibi ayarladığımızda, sanki zaten manevi dünyadaymışız, manevi ilişkiler içinde, ihsan etme niteliklerindeymiş gibi, birbirimizi desteklerken, almanın üzerinde gerçekten ihsan etmede olabilmek için nasıl hareket edebileceğimizi düşünmeliyiz.

Bu, aramızda karşılıklı destek sağlanmadan mümkün değildir. Bu Arvut’tur, karşılıklı garanti niteliğidir.

“Yaşamak Ya Da Yaşamamak, İşte Bütün Mesele Bu” (Linkedin)

William Shakespeare’in Hamlet oyununun “rahibe manastırı sahnesi” adlı bölümünde,  Prens Hamlet, “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” diye düşündü. Her yıl dünya çapında yaklaşık 800.000 kişi bu soruya olumsuz yanıt veriyor ve canına kıyıyor. Daha da kötüsü, intihar gençler arasında önde gelen ölüm nedenlerinden biridir. İnsanlar, özellikle de gençler neden kendi canlarını alıyorlar? Onların yaşama isteklerini güçlendirmek mümkün müdür?

Talmud’un yazarları şöyle yazdı: “İki buçuk yıl boyunca Shammai Evi ve Hillel Evi tartışmalıydı. Bir taraf, ‘İnsanın doğmaması, doğmasından daha iyidir’ derken, diğer taraf, ‘İnsanın doğması, doğmamasından daha iyidir’ dedi. Ve onlar şu sonuca vardılar, ‘İnsan için doğmamak, doğmaktan daha iyidir, ama şimdi doğduğuna göre, eylemlerine baksın’”(Eruvin 13b). Gerçekten de, bir uzaylı Dünya’ya inip bize baksaydı, muhtemelen şöyle derdi: “Zavallı insanlar birbiriyle çarpışıyor, alay ediyor, aşağılıyor ve birbirlerinin hayatlarını mahvetmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu kadar depresif olmalarına şaşmamalı. Doğa neden böyle sefil varlıklar yarattı ki?”

İntihar, insanları her şeyi sona erdirmeye karar verdikleri noktaya kadar etkileyen bir dizi sorunun en aşırı sonucudur. Ancak bu problemler üstesinden gelinemeyecek kadar fazla hale gelmeden önce bile, hayatın anlamını sorgulamamıza neden oluyor. Ne de olsa, hayat sadece çileler yoluyla hayatta kalmaktan ibaret ise, o zaman gerçekten doğmamak doğmaktan daha iyidir.

Mesele şu ki, yaşam hakkında veya bilgelerin “eylemlerimize bakın” diye yazdığı gibi, sorular sormaya başladığımızda, büyümeye başlarız. Acı, bizi hayal bile edemeyeceğimiz dünyalara yükselten manevi gelişime yol açar ve acı tarafından zorlanmasaydık onları aramazdık.

Bu yeni dünyaların anahtarı, insanlar arasında olumlu bağların kurulmasında, şimdiye kadar içtenlikle beslediğimiz yabancılaşma ve narsisizm zihniyetinden çıkıp, başkalarına sempati duyduğumuzda kaybetmekten çok kazandığımızı anlamakta yatar. Yeni bakış açıları ve yeni fikirler, yeni bilgelik ve bilgi ve yeni arkadaşlar kazanırız. Başkalarına karşı tutumumuzu değiştirerek, dünyamızı değiştiririz.

Üstelik kiminle bağ kuracağımızı seçerek, her yeni tanıdıkla dünyamızı şekillendirir ve yeniden düzenleriz. Bu yolla, hiçbir dünya yaşamak için çok zor olmaz, çünkü her zaman bağ kurduğumuz insanları değiştirebiliriz ve bunu yaparken dünyamızı değiştirebiliriz. Ayrıca, yaşamımız boyunca kurabileceğimizden daha fazla bağ kurabileceğimiz için, kazanabileceğimiz içgörü ve bilgilerin sonu yoktur.

Ve hepsinden iyisi, diğer insanlarla bağ kurduğumuzda, zaten bağlantılı olan ve biz insanlar onu bozmasaydık mükemmel bir uyum içinde çalışacak olan, çevremizdeki gerçekliğe uyum sağlarız. Birbirimizi baskı altına almak ve ezmek yerine, desteklemeyi ve beslemeyi amaçlayan pozitif bağlar geliştirdikçe, gerçeklik algımızı daha da genişletiriz. Şimdiye kadar bildiğimiz gerçekliğin, daha derin ve daha geniş bir algıya doğru sadece bir “koridor” olduğunu görürüz.

İnsanların kendi canlarını almamalarını istiyorsak, onlara yaşamaları için bir sebep vermeliyiz. İnsanlar hayatın ne için olduğunu anladıklarında, hayatın imtihanlarından ve sıkıntılarından geçmek için bir amaçları olacak. Nietzsche’nin dediği gibi, “Yaşamak için bir nedeni olan kişi, neredeyse her sıkıntıya katlanabilir.”

Bu nedenle, bugünkü görevimiz, dünyamızı yeniden şekillendirmek için bağlarımızı yeniden şekillendirmektir. Dünya, başkalarına karşı tutumumuzu yansıtır. Başkalarına karşı tutumumuzu, tacizci ve saldırgan halden,  düşünceli ve sevecen hale birlikte getirirsek, hepimizin hayatı da kaybedilen bir savaştan, yumuşak ve keyifli bir sürüşe dönüşecektir. Bu, gerçekten bize bağlıdır.

Yaradan Ne Zaman İfşa Olacak?

Soru: Gruptaki herkesin bağ ve birliğe çekildiği noktaya nasıl geliyoruz? Ve tüm insanlık için bu özlemi nasıl güçlendirebiliriz?

Cevap: Önce en azından kendi grubunuz içinde, sonra dünya grubunda ve daha sonra tüm insanlıkta, yavaş yavaş, adım adım birleşmeniz gerekiyor.

En azından grup içinde bunu sürekli konuşmalı ve bağlantı kurmadan Yaradan’a ulaşmak için bir aletiniz olmayacağını anlamalısınız. O, Kendisini nerede ifşa edecek ki?

Tek kalp, tek adam olarak O’nun huzurunda olmalısınız. Ve bunu başaramazsanız, Yaradan Kendisini ifşa etmeyecektir. Bu bir fiziksel yasadır.

Yaradan ortak bir Kli (kab) yarattı ve bu Kli daha sonra kırıldı. Ve şimdi içinde ne olduğunu ortaya çıkarmak istiyorsunuz ve onu minimum ölçekte bir araya getirmek zorundasınız. Yani grubunuzdan bir bütün oluşturmanız, küçük bir kab oluşturmanız gerekiyor.

Ve bağınız ölçüsünde Yaradan’ı ifşa edeceksiniz. O zaman bu kabı ne kadar büyütürseniz, Yaradan’ı her türlü iyi niteliklerle, daha mükemmel olarak ifşa edebileceksiniz.

“Bilimin Açıklayamadığı Sevgi” (Linkedin)

“Fillere Fısıldayan” olarak bilinen ünlü çevreci Lawrence Anthony, 2012’de vefat ettiğinde şaşırtıcı bir şey oldu: Uzun süre vahşi doğada kaldıktan sonra, Anthony’nin yıllar önce kurtardığı filler, ölümünün yasını tutmak için 12 saat onun evine geri yürüdüler. BBC One’a göre filler “orada iki gün boyunca sessiz kaldılar.” Daha da dikkat çekici olan, “Ölümünden tam bir yıl sonra, aynı gün, sürü tekrar evine yürüdü. Bu bilimin açıklayamadığı bir şeydir.”

İçinde yaşadığımız dünya anlamadığımız şekillerde birbirine bağlı ama bizler yavaş yavaş öğreniyoruz. Sadece kendisiyle ilgilenen doğamız yalnızca kendimize odaklanmamızı istiyor ama gerçeklik bizi dışarıya bakmaya zorluyor ve bize bulunacak daha çok şey olduğunu öğretiyor.

Anthony’nin fillerinin gösterdiği gibi, tüm doğa bağlılığını hisseder ve prensiplerine göre yaşar. Bununla birlikte, insanlar bu duygudan yoksundurlar ve bu nedenle dünyada yalnızmış gibi davranırlar.

Bununla birlikte, medeniyet, tüm gerçekliğe uygun olarak giderek daha fazla birbirine bağlı hale geliyor ve bizi de birbirimize bağımlı olduğumuzu ve birbirimize bağlı olduğumuzu kabul etmeye zorluyor. Bugün fiziksel bağlantının ötesinde sanal bağlantının da olduğunu öğreniyoruz. Yarın, duygusal olarak da bağlı olduğumuzu, yalnızca eylemleri veya veri parçalarını değil, aynı zamanda düşünce ve arzuları da, onları sözlü olarak ifade etmeden paylaştığımızı ve yansıttığımızı öğreneceğiz.

Sonunda, bağlantımızın duygulardan bile daha derin olduğunu: manevi olduğunu keşfedeceğiz. Hepimiz, organları ve hücreleri hepimiz, tüm yaratılış olan tek bir varlığız. İşte bu yüzden filler, kurtarıcılarına saygılarını göstermek için ne zaman geleceklerini ve ertesi yıl oraya ne zaman döneceklerini biliyorlardı.

Hepimiz birbirimizi hissettiğimizde, bu, herkese fayda sağlayacak şekilde uyum içinde çalışmamızı sağlar. Asıl gerçekliğimizi hissetseydik, asla hata yapmazdık, kimseye zarar vermezdik ve kendimizi bir olarak hissedeceğimiz için kimse bize zarar veremezdi. O halde neden bizim dışımızda tüm doğanın sahip olduğu bu hayati bilgiyi inkar ediyoruz?

Bütün doğa içgüdülerle hareket eder. İnsanlar, hayvanların sahip olduğu içgüdülerin çoğundan yoksundur. Bunun yerine, her şeyi kendi çabalarımızla, ebeveynlerimizin ve öğretmenlerimizin öğretimiyle sıfırdan öğrenmeliyiz. Bunun bir nedeni vardır: Kendi çabalarımızla öğrendiğimizde, dünyamız ve gerçeklik hakkında daha derin bir anlayış kazanırız.

Aynı şey, birbirimize bağlılığımız ve bunun ne anlama geldiği bilgisi için de geçerlidir. Kendi çabalarımızla geliştirebilmemiz için, karşılıklı birbirimize bağlı olma duygusundan yoksunuz. Fillerin doğal olarak hissettiklerini, emek vererek geliştirmeliyiz. Bununla birlikte, bunu yaparak, her şeyin nasıl çalıştığını anlarız ve varlığımız hakkında derin bir algı kazanırız. Başka bir deyişle, cehaletimiz, hayatımızın amacına ulaşmamıza olanak sağlar, ancak bunu başarana dek, dünya için bir tehdidiz.

Hayatımızın amacına ulaşmamızın iki yolu vardır: Birincisi doğanın kendi seyrinde gitmesine izin vermektir. Bizi sellerde boğmasına, ateşlerde yakmasına, deprem yıkıntıları altında ezmesine ya da birbirimize karşı ölümüne rekabete sokmasına izin verebiliriz. Başka bir yol da doğanın yollarını, her şeyin bağlılıkta ve uyum içinde nasıl işlediğini öğrenme görevini üstlenmek ve ilişkilerimizi doğadan öğrendiklerimize göre değiştirmeye başlamaktır. Nezaketi “uyguladıkça” daha nazik olacağız ve çevremizdeki insanlar ve dünya için daha derin duygular geliştireceğiz.

Uygulama yapmak gerçekten mükemmelleştirir. Karşılıklı bağlılığı ve karşılıklı ilgiyi “uygulayacağımız” küçük gruplar şeklinde sosyal yapılar inşa edebiliriz. Bu becerileri ruhumuzda geliştirdikçe, birbirimizi giderek daha derin seviyelerde hissetmeye başlayacağız.

Bunu yaparsak, fillerin başkalarının nasıl hissettiğini bu kadar iyi bilmelerini sağlayan şeyin ne olduğunu keşfedeceğiz çünkü biz de duyarlı ve bilinçli hale geleceğiz. Buna ek olarak, yaratılışı bu kadar karmaşık ama bir o kadar da amansız biçimde birbirine bağlı hale getirmenin ardındaki “düşünceyi”, “mantığı” ve onu anlayanlara ne kadar büyük bir bilgi ve güç kazandırdığını anlayacağız.

“Ortak Kaynakların Trajedisi Bizim Gerçekliğimizdir” (Linkedin)

“Ortak kaynakların trajedisi” en azından akademide yaygın olarak bilinen bir terimdir. “Ortak” terimi, hava gibi herkesin ücretsiz olarak kullanabileceği bir kaynağı tanımlar. Harvard Hukuk Okulu’nda Hukuk Profesörü Lawrence Lessig  şöyle açıklar; trajedi şudur ki, sınırlı miktarda ortak kaynak olduğunda, insanlar kendi çıkarları için çalıştıkları için bunun üzerindeki rekabet onun tükenmesine neden olur, oysa düşünceli olsalar herkes yeteri kadar sahip olur.

Yakın zamana kadar, atmosfere istediğimiz kadar gazı sonuçları olmayacakmış gibi yayabileceğimizi düşündük. Sonuç olarak, Dünya’nın tüm atmosferini kirlettik. Okyanusları süresiz olarak çöpe atabileceğimizi düşündük ama Dünya’nın tüm okyanuslarını kirlettik. Dünya’nın tatlı su rezervlerini tükettik, topraklarını kirlettik ve tüm gezegenimizi zar zor yaşanabilir bir yere dönüştürdük. Dünya çapında bir ortak kaynak trajedisini kendimize yaşattık ve şimdi bunun bedelini ödüyoruz. Son çaremiz davranışlarımızı değiştirmek için ortak bir çabadır, ancak davranışlarımızı değiştirmek için varlığımızın en temelinden kendimizi değiştirmek zorunda kalacağız.

Ekolojist Garrett Hardin, kamusal mülkiyet trajedisi kavramını “Ortak Kaynaklar Trajedisi: Nüfus sorununun teknik bir çözümü yoktur; bu, ahlakta temel bir gelişme gerektirir.” adlı makalesiyle popülerleştirdi. Lessig, Fikirlerin Geleceği adlı kitabında Hardin’in şu açıklamasını aktarıyor: “’Herkese açık bir mera hayal edin,’ ve o merada dolaşan ‘çobanların’ beklenen davranışlarını düşünün diye yazıyor Hardin. Her çoban, sürüsüne bir hayvan daha ekleyip eklemeyeceğine karar vermelidir. Hardin şöyle yazıyor: Bunu yapmaya karar verirken, çoban bir hayvanın daha faydasını görür ama merada bir tane daha tüketen inek olduğu için herkes zarara uğrar. Ve bu sorunu tanımlar: Başka bir hayvan eklemenin maliyeti ne olursa olsun, bu başkalarının katlandığı maliyetlerdir. Bununla birlikte, faydaları tek bir çobana yarar sağlar. Bu nedenle, her çoban, bir bütün olarak meranın taşıyabileceğinden daha fazla sığır eklemek için bir dürtüye sahiptir… İşte trajedi budur. Her insan, sınırlı bir dünyada, sürüsünü sınırsız olarak arttırmaya zorlayan bir sisteme kilitlenir. Yıkım, ortak kaynak özgürlüğüne inanan bir toplumda, her biri kendi çıkarlarının peşinde koşan tüm insanların koştuğu hedeftir.  Ortak kaynaklarda özgürlük herkese yıkım getirir.”

Ancak Hardin, makalesinde şu sonuca varıyor: “Eğitim, yanlış şeyi yapma doğal eğilimine karşı koyabilir, ancak nesillerin amansız ardıllığı, bu bilginin temelinin sürekli olarak yenilenmesini gerektirir.”

Hardin, makalesini 1968’de, insanlığın pervasız davranışının bedelinin farkına varmanın emekleme dönemindeyken yazdı.  O zamandan beri hiçbir ders almadık. Eğitimimizi yenilemedik, hiç başlamadık bile.

Biz tam tersine inanmak istesek de, dünyanın bedava kaynakları sınırlıdır. ABD’deki ilk beyaz yerleşimcilerle ilgili olarak Hardin, “ortak kaynakları bir çöplük gibi kullanmak, sınır koşulları altında halka zarar vermez çünkü halk yoktur” diye yazıyor. Ancak “bir metropolde aynı davranış tahammül edilemez”

Artık Dünya’nın temiz havasını, tatlı su havuzunu ve besin kaynaklarını tükettiğimize göre kıtlık etkisini göstermeye başlıyor. Alegorik olarak, sahibi yokmuş gibi görünen bir dükkandan borç alıyorduk ama yanıldık ve şimdi sahibi borcu topluyor.

Ancak, ortaya çıkan tüketim felaketini önleyebiliriz. Eğer (nihayetinde) uygulamaya çok ihtiyaç duyduğumuz öz eğitimi uygularsak, herkes için bol miktarda yiyecek, temiz hava ve tatlı su olduğunu göreceğiz. Zaten tükettiğimizden çok daha fazlasını üretiyoruz. Karşılıklı sorumluluk duygusuna sahip olsaydık ve ürünler gerçekten onlara ihtiyacı olan insanlara gitseydi, üretimi o kadar dramatik bir şekilde azaltırdık ki, emisyon kotaları ve diğer sınırlamalar hakkında endişelenmezdik.

Sorunumuzun kökü, Dünya’yı tüketmemiz değil, birbirimizi yok etmeye ya da en azından kontrol etmeye çalışmamızdır. Sonuç olarak, tüm doğaya ve kendimize varoluşsal bir trajedi yaşatıyoruz.

Çalışma şeklimizi, ancak motivasyonumuzu başkalarını yok etmekten, onları geliştirmeye dönüştürürsek değiştirebiliriz. Sadece gelişen bir sosyal ortamda çiçek açabileceğimizi fark ettiğimizde, başkaları hakkında yapıcı ve toplum yanlısı yollarla düşünmeye başlayacağız ve sonra dünyamızı dönüştüreceğiz.

Bu nedenle bugün, hepimizin birbirimize her şekilde bağımlı olduğumuz gerçeğini yerleştirmeye yönelik bir eğitim süreci, depresyondan ormansızlaşmaya kadar her sorunu azaltmayı amaçlayan her bir programın en temel bileşeni, temel taşı olmalıdır.

Herkes Islah Olacak

Soru: Bir dost, çevresinin sonucunun ne olduğunu anlarsa, karmaşık koşulların olduğunu görüp ve bu nedenle işten uzaklaşırsa, ona karşı tutum ne olmalıdır? Ona nasıl yardım edebiliriz?

Cevap: Ona yardım etmek için her şeyi yapmalıyız ancak normal yollarla: onun bizimle olmasını ve ayrılmamasını ne kadar istediğimizi gösterin, birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzu ve Yaradan tam olarak her şeyin geldiği ve her şeyin geri dönmesi gereken merkezi nokta olarak birleşmemizde ifşa olduğundan, birliğimiz olmadan O’nu anlayamayacağımızı ve ifşa edemeyeceğimizi gösterin.Bütün bunları onunla birlikte öğrenmeli ve düşüncelerimizle, dualarımızla ve onunla da dahil olmak üzere sohbetlerimizle onu etkilemeliyiz ki grupta kalabilsin. Yine de, birkaç yıl bir yerlere uçsa bile uzağa gitmeyecektir.

Size, Rabaş’ın öğrencilerinin 10 ila 15 yıl onu terk ettikten sonra bir Cumartesi sabahı nasıl geri döndüklerini anlattım. Kapı açıldı ve adam sanki kendine bir fincan kahve doldurmak için dışarı çıkmış gibi içeri girdi. On yıldır uzaktaymış gibi hissetmiyordu! İnsan toplumunda bu nasıl olabilir ki? Ama Kabalistik grupta olabilir. Aynen öyle, yerime geri döndüm. Bu nedenle endişelenmemize gerek yok, herkes gelecek ve ıslahlarından geçecektir. Ama birbirimize yardım etmemiz arzu edilir.