Category Archives: Bilim

Beyni Kim Kontrol Eder?

Haberlerden (Veche, Razved): “Arnold F. Smeyanovich, Nöroloji ve Beyin Cerrahisi Bölümü Başkanı ve beyin cerrahı, 47 yıldan fazla, tahminen 9.000 hasta üzerinde beyin ameliyatı gerçekleştirmiş akademisyen:

“Evet, önümde bir madde görüyorum, istediğim pek çok bilgi ile dolu hücreler; Newton gibi, önünde saygı ile eğileceğim her araştırmacı gibi. Bunun nasıl çalıştığı belli değil. Sinirlerden gelen bir uyarıyla, kulaklar veya gözler bir ‘resim’ yaratabilir. Ama sonunda, kişi bunun; bir maymun mu yoksa bir lamba mı, ya kendisi mi olduğunu anlar. Beyinin süper bir bilgisayardan çok daha güçlü olduğu açıktır.

“En fazla heyecan uyandıran şey şu ki bilinç vücutta bir yere sahip değil ve beyinle bilinç arasındaki ilişki tamamen karmaşık bir sır. Muhtemelen bunu Yaratan kontrol ediyor.”

Yanıt: Bugün bilim insanları, artık Yaratan kavramını konuşmaktan korkmuyorlar ve böylece de bunun aklın ötesinde olduğunu, bunu anlamanın, bir modelini yapmanın imkânsız olduğunu kabul ediyorlar.

Onların anladığı şu; belirli bir eylemle beynin bir bölgesi uyarıldığı zaman, bu bölgeler aralarında özel karmaşık ilişkiler yapılanır. Bunun ötesi ne? Bilmiyorlar.

Orada bir kutu var şurada bir kutu var ve aralarında bir çeşit bağlantı kurulu ve bazı diğer bağlantılar da başka bir yerde. Ancak bunun özü anlaşılmıyor. İçeride gerçekten de neler oluyor bilinmiyor. Kişinin içinde ona damgasını vuran bir düşünde nedir ve ona belli bir hacimde var olduğu hissini veren nedir bilinmiyor.

Düşünce, kişi için, onu etkileyen bir resim çizer; bu herhangi bir şey olur, kişiyi etkiler ve burada bir bilgi işlem vardır. Peki, bütün bunların hepsi nerede? Beyinde değil.

Geçekte, devasa tek bir “beyin” var, ben buna güç alanı diyeceğim, kesinlikle bunun içinde her şey mevcut. Bu alana Yaradan diyoruz. Sürekli olarak bu alanla bağlantıdayız ve az ya da çok onun içinde bulunuyoruz.

Kendimizi gri madde ya da minik partiküllerle sınırlamamaya çalışmalı ve bu güç alanı dışında hiçbir şey olmadığını anlamalıyız. Maalesef, bunun tüm kapasitesini algılamıyoruz, her şeyin nasıl karşılıklı olarak tek ve bir olan bütünle bağlantıda olduğunu görmüyoruz. Yaradılışın gerçek resmi gözümüzden kaçıyor ve görünen o ki bu nedenle de anlaşılamıyor.

Ancak, beynin karakteristiklerinin sonsuz sayıda olduğu ve biyolojik kısmın yalnız manevi süper bilgisayar ile bağlantıda olan kısım olduğunun keşfi bizi aslında Yaradan’ın içinde olduğumuz gerçeğini kabul etmeye getirir; insanlığın amacı Yaradan ile olan bu bağlantısını keşfetmektir.

Haberlerden: “Tıp ve psikoloji alanında Nobel ödülü sahibi John Eccles… beynin, düşünce üretmediğine ancak düşünceyi sadece dışarıdan aldığına inanmıştı… Teoriler, hipotezler ve keşifler nereden geliyor? Bu, fizyologlar tarafından bilinmiyor. Aynı zamanda beynin –varlık içinde varlık- şeklinde bir gizem olduğunu düşünüyorum.”

Yanıt: Bu doğru. Bundan dolayı Kabala Bilgeliği’ni çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır.

Haberlerden: “Doğa’da bir benzeri olmayan kalp ve aklın nasıl da harikulade düzenlendiğini gördüğüm zaman, bunun Tanrı’nın elleri olmaksızın gerçekleşemeyeceği konusunda hiç şüphem kalmıyor. Büyük Rus cerrahı Nikolai Pirogov, bireyin beyninin düşünce dünyasının düşüncesinin bedeni olduğunu yazmıştı. Varoluşu farkına varmak gerekiyor, ek olarak beynin düşüncelerinin, başka, daha yüksek dünyanın da farkına varmak gerekiyor.

Yanıt: Evet, kesinlikle. Her birimiz, beyin denen şey vasıtasıyla birbirimizle bağlantılıyız; ancak esasen bu beyin değil, ruhtur.

Yorum: Smeyanovich’e “Ne düşünüyorsunuz, ruhun yeri tam olarak nerededir, beyinde mi, omurilikte mi yoksa kalpte mi?” diye sorulduğunda Smeyanovich, şöyle yanıtladı: ‘Bu varlığın, herhangi bir yere ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Eğer ihtiyacı varsa, o halde bütün vücut, ev sahibi demektir.”

Yanıt: Hayır. Ruh, uçsuz bucaksız bir güç alanıdır; ruh, bizim içinde var olduğumuz yüksek aklın gücüdür.

Soru: Ruhun nerede yer aldığını söylemek mümkün mü?

Yanıt: İlk olarak, üst dünyalarda hiçbir yer, mekân veya hareket yoktur. İkinci olarak, bedenlerimiz yoktur. Bu, bize görünen bir yanılsamadır. Zohar Kitabı ve Kabala Bilgeliği, bize açıkça der ki, bizler kendimizi ve dünyamızı, bir hacim içinde ve çok sınırlı formlarda hayal ediyoruz ve aslını mevcut değiliz. Tam tersine, bu bir yanılsamadır.

Soru: Akademisyenlerin, bu anlayışa ulaşma kapasiteleri var mı?

Yanıt: Teorik olarak veya başka bir yolla tahmin edecekler ancak buna bilimsel olarak ulaşamayacaklar. Bu, başka bir bakış açısına sahip olmayı gerekli kılar.

Yavaş yavaş Kabala Bilgeliğine ulaşacaklar ve “gri maddelerinden” uzaklaşmış olacaklar ve dünyayı ihsan etme arzusu vasıtasıyla idrak etmeye başlayacaklar.

Bu sırada, dünyayı idrak etme yöntemi, araştırmacının aklı vasıtasıyla sorgulamasında yer alıyor ancak bu, tek bir arzu vasıtasıyla gerçekleşmek zorunda. Bunun içinde bütünleşmesinin derecesine göre, kişi, gerçek dünyayı idrak etmeye başlar.

(Kab.Tv’den, Michael Laitman’la Haberler, 7 Nisan 2016)

Who Controls The Brain?

Yapay Zekâ İnsanların Yerini Alacak Mı?

Soru: Yakında otomasyon ve robotların çalışan çoğu uzmanın yerini alacağı ve insanların sadece yaratıcı mesleklerle kalacağı iddia ediliyor. Bu konuda sizin düşünceniz nedir?

Cevap: Bu gelişmenin doğal yoludur. Bizim zamanımızda, teknoloji, otomasyon ve robotlar insan işgücünün yerini alıyor. Geçmişteki makinelerde sadece mekanik eylemler gerçekleştirilirken, şimdi insan mantığıyla eşleşen görevler yapabiliyor ve teknolojik rehberlik sağlayabiliyorlar. Otomatik olarak çalışan gemiler, uçaklar ve füzeler görmek mümkün. Yakında arabalar sürücüleri olmadan karayollarında seyahat edecek. Bu özel bir anlayış ya da teknoloji değil sadece algılayıcılar, yönlendiriciler ve koordinasyon gerektirir. Kişi gerekli manevi çalışma için tamamen serbest kalmış olacak.

Soru: Yapay zekâ, insan zekâsından daha üstün olursa ne olacak? Bunun önümüzdeki on yıl içinde olacağı söyleniyor.

Cevap: Gerçekten üstün olacak, zaten bir bilgisayar insandan çok daha hızlı hesaplıyor bile. Fakat biz bundan değil, manevi edinimden bahsediyoruz. Bilgisayar manevi çalışmada asla kişinin yerini tutamaz. Diğer her şey maddeseldir ve hayatın normal işleyişi, kolayca programlanabilir ve bir makinaya bağlanabilir.

Will Artificial Intelligence Replace People?

DEPRESYON TÜM BEDENİ ETKİLER

Haberlerde (Bilim Gazetesi) şöyle dendi: “Granada Üniversitesi önderliğindeki uluslararası bir grup araştırmacı ilk defa depresyonun zihinsel bir karışıklıktan çok daha fazlası olduğunu ispatladı. Depresyon, oksidatif streste* önemli değişikliklere neden olmaktadır ve bu nedenle tüm organizmayı etkilediğinden depresyon, vücutla ilgili bir rahatsızlık olarak düşünülmelidir.

“Bu çalışmanın sonuçları depresyonun kalp ve damar hastalıkları ve kanser ile  kayda değer bağlantısını ve depresyondaki insanların neden daha erken öldüklerini açıklayabilir. Aynı zamanda bu araştırma, depresyonun önlenmesi ve tedavisi için yeni hedeflerin bulunmasına yardımcı olabilir”

YORUMUM: Tabi ki tüm beden etkilenir çünkü vücut tıpkı tüm yaratılış gibi on sefirotluk tamamlanmış bir sistemdir, genel kurala göre “Maneviyatta bölünme yoktur.”

Dahası bu tarz bir araştırma depresyonun,  her şekilde hazla dolmak isteyen bedenin açık bir talebi olduğunu bilmemizi ve belki de insanların bunu daha hızlı biçimde anlamasını sağlayacak. Günümüzde hazla dolma arzusunun doyumu ancak hayatın anlamını keşfetmekle mümkündür. Bu ancak Kabala Bilgeliğinin yardımı ile, gelişimimizin bir sonraki seviyesinin keşfi  olan, üst dünyanın ifşası ile mümkündür.

*Çevirmen Notu: Oksidatif stres, reaktif oksijen türlerinin üretilmesiyle biyolojik bir sistemin reaktif ara ürünleri kolayca detoksifiye etme (zehirsiz hale getirme) ya da oluşan hasarı onarma yeteneği arasındaki bir dengesizliği belirtir. 

http://laitman.com/2016/05/depression-affects-the-whole-body/

Kozmonotlar Günü

SORU: 55 yıl önce 12 Nisan’da Kazakistan’daki Baykonur’da biz uzay gemisi fırlatıldı. Yuri Gagarin “Haydi uçalım!” dedi. Bununla Kozmonotlar Çağı ( Uzay uçuşu ve keşfi) başladı. Bu, insanlığın nostaljik bir dönemi.

CEVAP: Dünyadan ayrılmanın insanlar için bilinçaltı çok kuvvetli bir cazibesi var. Bu ayrılış, sanki doğmak ve bir sonraki dünyaya gitmek gibi. Bu güçlü çekicilik var çünkü, sadece bir göksel cisimden diğerine uçmaya değil aslında kalbimizde üst dünyaya çekilen bir noktaya sahibiz.

Zaten anladık ki; uzayda ilginç ve beklenen hiçbir şey yok. Uzayda ilkel bir yaşam bulunsa bile, bu sadece bir çeşit bakteri olacak.  Temelde yeryüzündeki yaşamın dışında, halen biyolojik yaşam için de yer vardır.

İnsanların dünyadan ayrılmaya ve bu dünyadan kurtulup üst dünyaya  geçmeye duydukları güçlü çekimi açıklamak mümkün, çünkü, bilinçaltında hepimiz için bu dünya bir hapishane ve oturduğumuz oturmaya mahkum olduğumuz bir hücre  gibi. Burada oturuyorsun ve ayrıca burada da öleceksin !

Son yüzyılın altmışlı yıllarında, ilk adam uzaya uçtuğunda mutluluk ve neşe herkesi sardı çünkü bu bir atılım olarak görüldü. Dünyadan havalanabilirdik. Bu sadece başka göksel cisimlere uçmak değil, bu dünyadan diğer dünyalara da uçmaktı! Yeni sınırların keşfine dair bir his vardı. Bizim için başka bir dünya; mutlak bir değişikliği, yeni bir hayatı ve yeni bir doğumu sembolize eder.

Bugün gerçekten bir sonraki dünyaya sıçramaya ve çıkmaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu çıkış, doğa tarafından programlandı ve önümüzde bir görev gibi durmaktadır. Bu yolculuğu kendi benzersiz yolumuzla kalbimizdeki noktadan yapmak ve kendi içimize sanki bir uzay gemisine girer gibi  girmek bize bağlıdır.

Bu uygulamayı insanlar arasındaki birlik için haykırışın yardımı ile gerçekleştirmeliyiz. Bu rüyayı ateşlemek zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Deneyelim !

http://laitman.com/2016/05/cosmonautics-day/

Beyin Bir Modemdir

SORU: İlk, insan kafa nakli 2017 yılında yapılmak üzere. Bir insan bu tür bir operasyon sonrası nasıl hisseder?

CEVAP: Benzer sorular ilk kalp nakli planlandığında da artmıştı. Burada özel olan nedir?

Bir kafa sadece sinyaller göndererek bedeni yöneten ve bu sayede bedenin uygun bir şekilde işlediği kontrol birimidir, bundan fazlası değil. Beden; kafa tam olarak bedenle bağ kurduğu sürece işlemeye devam edecektir. Burada doğa üstü herhangi bir şey görmüyorum.

Bugün kaç tane kalp nakli gerçekleşiyor? Güney Afrika’da bu tür bir operasyon ilk yapılacağı zaman bu bir devrim gibi göründü ama öyle olmadı, sadece kanın akmasını sağlamak için yeni bir pompa taktılar. Kafa için de aynı şey geçerli.

Beyin bilgileri kaydeden bir organ değildir. Tüm bilgilerin kaydı, çevremizi saran alandadır ve kafa sadece bedeni bizi saran alandan aldığı talimatlara göre işletmek amacıyla çevremizdeki alana bağlayan bir modemdir.

Bütün kurallar, kayıtlar, bilgi , her şey çevremizdeki alanda depolanır. Beynimiz bu bilgiyi algılar, onu işler ve talimatları bedene iletir ve böylece onu işletir bu sayede beden, genel işlevinin yanında, bir çok belirli hareketi yapabilir ve hepsi budur.

Böylece beyin, tıpkı akıl gibi temelde bizim tüm egoistik arzularımızı gerçekleştirir. Beyin, arzulara hizmet eder.

HAWKINGS’İN HATASI

YORUM : Ünlü fizikçi Profesör Stephen Hawking mevcut  gelişimin insan türünün sonunun gelmesinden sorumlu olduğu konusunda uyarıyor. Uzayda insanların yaşayabileceği koloniler kurmayı öneriyor.

YANIT: Bilim adamları bugün bir çıkmaza vardıklarının farkına varıyorlar. İnsanlığın yüzleşmekte olduğu sorunlar için önerecekleri çözümleri yok ve bizi dünyadan alacak , yıldızlara , doğanın derinliklerine götürecek ve başka da bir şey içermeyen teknolojiyi geliştirmeye devam ediyorlar.

Geçmişte bilimin bizi bütün sorunlardan kurtaracağına ve teknolojinin, kültürün, eğitimin ve bilginin gelişiminin insanlığı, her şeyin üzerine çıkarmayı mümkün kılacağına inandık. Ama anlamaya başlıyoruz ki bize  mutluluk getirecek şey bu değil.

Bilim bugün bize her şeyin entelektüel gelişimimize değil, insana bağlı olduğunu göstermeye başladı, çünkü aklımızı egoistçe kişisel menfaatimiz için başkalarının köleleştirilmesi için kullanıyoruz ve kendi başarılarımızı imha ediyoruz. 50 yıl önce bu duruma geleceğimizi tahmin edemezdik.

20. yüzyılın altmışlı yıllarında uzay uçuşları başladı. Amerikan rüyası ortaya çıktı, herkes bir ev, bir araba, iş, sosyal haklara vs sahip olabildi. Bugün ne oluyor? Orta sınıf yok ediliyor; aslında artık orta sınıf yok; orta gelirli ailelerdeki öğrenciler eğitimleri için part-time çalışmaya zorlanıyor.

Ego öyle bir şekilde gelişti ki; dünya nüfusunun yüzde biri dünya zenginliğinin çoğunu elinde tutup kontrol ederken, geriye kalan %99’u oluşturan alt sınıflar, gelişme yeteneklerinden yoksun, hayatta kalmak için gerekli ihtiyaçları için kırıntılarla var olmaya, üst yüzdelik dilime hizmet etmeye terk edilmiş durumda.

SORU: Size göre bilim adamları gelecekte yeni bir düşünce tarzına geçmekte başarılı olacaklar mı?

YANIT : Gelecek bilim adamlarına değil, kişinin psikolojik algısındaki değişikliğe bağlı. Bugün insanlık bu değişikliği uygulayacak güce sahip değil. Çünkü dünya sadece egoist eğilimlere göre yönetiliyor.

Bu doğada tüm gelişmişlik düzeylerinde, hayvansal, bitkisel hatta cansız, seviyelerde ve dahası  bilim ve teknoloji tarafından egoistik biçimde hepsini kendi menfaati için kullansın diye desteklenen  insan için de  açıktır.

SORU: Ebedi soru ortaya çıkıyor : Ne yapılabilir?

CEVAP : Bu ebedi bir soru değil. Bu soru sadece bugün karşımızda duruyor çünkü bu soru yorgunluğun umutsuzluğunun, insanoğlunun bir şeyler yapma yetersizliğinin derinliklerinden yükseliyor. Cevap Kabaladadır. Ve bu yanıtı her insana götürme konusunda yükümlüyüz. Bu bizim görevimizdir.

Bize bu konuda yardımcı olun ! Eminim ki başarılı olacağız.

KabTV’nin “Michael Laitman ile haberler” 1/20/16 programından

Einstein: İyi mi? Kötü mü?

thumbs_laitman_433_02Soru: Yeni bir Einstein’ı nasıl yetiştirebiliriz?

Cevap: Bu bize bağlı değildir ve buna ihtiyacımız olduğu ihtimali dahi yoktur. Einstein, bizim için, hiç de güzel bir şey yapmadı; dahası, atom bombasının yapılmasına yardımcı oldu ve bizlere dünyamızda bizlerin anlayamayacağı nitelikler olduğunu söyledi.

Einstein ve diğer nükleer fizikçiler hiçbir şey yapmasalardı daha da iyi olacaktı. Nükleer güç olmadan ve de atom bombası olmadan da hayatta gayet güzel kalabilecektik. Bu yüzden, bir Einstein’a ya da manevi liderlerin olduğu bir nesle ihtiyacımız yok.

20.yy’ın biliminin insanoğluna faydasının olmadığını düşünüyorum ancak tabii ki de bilimin başarılarını da reddetmiyoruz, bilim bir çok şey de gerçekleştirdi. Ancak, aslında, bunların hepsi de bizim aleyhimize döndü. Tabii ki, eskisi kadar çok ağır işlerde çalışmıyoruz. Artık, çamaşır yıkayan bayanların yaptığı ağır işi yapan çamaşır makinalarımız var. Büyük şirketler, yarı mamul ürünler imal ediyorlar ve bizler de sadece mikrodalgada ısıtıp yiyebileceğimiz yiyecekleri almaya hazır durumdayız.

Bunların hepsi tamamen açık ve net, ancak bu bize ne vermiş durumda? Sahip olduğumuz zamandan geriye kalanıyla neler yapıyoruz? Kendimizi daha da fazla endişelerin içinde buluyoruz ve sonuç olarak, dünyanın doğal kaynaklarının tükenmesine yol açıyoruz.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda insanların daha da mutlu olduklarını göremiyorum. İnsanlar eskiden, müzik dinlerlerdi, tiyatrolara gider, edebiyatla ilgilenir ve kalın romanlar okurlardı. Günümüzde, kişi, sadece iki satır okuyup daha fazlasına devam etmiyor. Eğer bir filmin, ilk birkaç dakikası ilgisini çekmezse televizyonu hemen kapatıyor.

Her şey bu noktaya nasıl geldi? Bu şekilde günümüzde insanlar, bir yüzyıl evvel olduklarından daha mı mutlular? Şu anda daha ağır çalışmadığı gerçeğine de bağlı olarak. Şimdi onu işten rahatlatan şey nedir?

Görüyoruz ki, Einsteinlar bizlere zarardan başka birşey vermedi, her ne kadar onlar iyi insanlar olsalar da.

Benim bilimi seviyor olmam ve kuvvetle hoş karşılamam gerçeğine rağmen, bilimin insanlığın bencilliği ile uyuştuğunu söyleyemem. Einstein’ın kötü niyetli bir bombaya dönüşmesi iyi değildir. Bu yüzden, ilk önce insanı düzeltmeliyiz ve sonrasında bilimi geliştirmeliyiz. Aksi takdirde, bilimi kendi zararımıza geliştirmiş olacağız.

Çok memnun bir şekilde bir yüzyıl öncesine gidip, bilim yerine zorunlu integral eğitimin herkes için tanıtılmasını sağlardım. Sadece, insanlığın gelişimine yardımcı olmasının derecesine göre, insanların bilimi geliştirmelerine izin verirdim. Sonrasında, bilim insanlığa fayda sağlayacaktır. İntegral eğitimin sonucu olarak, kişi tüm dünyanın ve kendisinin tek bir birim olduğunu hissetmeye ulaşmalıdır. Sonrasında, araştırmaları bir bombanın yaratılması ile hiçbir zaman sonuçlanmayacaktı. Basitçe, bizler için zararlı olacak hiçbirşeyi yapamayacaktı, tıpkı her insanın faydalı birşey yapmak için çekmiş olduğu özlem gibi.

KabTV “Michael Laitman ile Sohbetler” 13/05/15

Dünya Antibiyotik Krizi

Haberlerden (The Raw Story): ‘Bilim adamları, insanoğlunun antibiyotiğin olmadığı bir geleceğe doğru gittiğini ve günümüzde yaşam beklentisinin giderek düştüğü hatta insanların kolayca tedavi edebilecek hastalıklardan bile öldüğü bir dünyaya doğru gerçek bir riskle ile karşı karşıya geldiğimizi söylüyorlar.

İlaç direncinin artışını araştıran uzmanların söylediğine göre, sağlık kazanım yıllarının mutasyona uğramış mikroplar tarafından aşağıya çekilerek, (antibiyotik öncesi çağa dönmüş) hastalıkların daha zor ve pahalı tedavisi edilmesi yanında ölüm riskinin artmasına sebep olacaktır.

Sorunun temelinde, doktorların yanlış ya da gereksiz antibiyotik reçetesi yazmaları ve bunun yanında Asya ve Afrika da dâhil olmak üzere dünyanın bazı bölgelerinde reçetesiz, kolaylıkla ulaşılabilen ilaçların artış göstermesidir.

Uzmanlar, viral enfeksiyonlara karşı verilen antibiyotiklerin yüzde 70 kadarının tamamen etkisiz olduğunu söylemektedirler.

Antibiyotikler olmadan fırsatçı bakterilerle mücadelenin, özellikle özel bir risk teşkil eden majör cerrahi, organ nakli veya kanser ve lösemi tedavisi gerektiren hastaların tedavisini imkânsız hale getirebileceğini açıklamaktadırlar.

Timothy Walsh, Cardiff Üniversitesi Tıbbi Mikrobiyoloji Profesörünün söylediğine göre dünyanın bazı bölgelerinde, şimdiden bazı antibiyotikler tükenmiştir.

İlaçlara direnç bakterinin genetik kodunda değişiklikler yoluyla ortaya çıkmaktadır-antibiyotiklerin normal olarak bağlanmak istediği yüzeyindeki hedefi değiştirerek ya da yok etmesine izin vermeyerek veya antibiyotiği bakteri zarı dışına atma sureti ile bakteriyi aşılmaz hale getirmektedir.

Yanlış antibiyotiklerin çok kısa süreyle alınması, çok düşük bir doz halinde ya da alımının erken durdurulması, genetik değişikliğe uğramış mikropları öldürmekte başarısızlık ile sonuçlanmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ilaç direncinin ‘antibiyotik öncesi çağa dönmüş’ ile tehdit edildiğini söylemektedir.

Birçok bulaşıcı hastalıklar tedavi ya da kontrol edilemeyen bir risk haline geliyor, bu durum antimikrobiyal direnç ile ilgili bir broşürlerde belirtiliyor.

Antibiyotiklerin, Alexander Fleming tarafında 1928’de penisilinin keşfedilmesinden beri milyonlarca hatta yüzlerce insanın hayatını kurtardığını bilinmektedir.

Ama Fleming’in yaklaşan ilaç direncine karşı uyarılarına bile aldırış edilmedi ve şimdi bilim adamları insanların günümüzde tedavileri mümkün olan menenjit ve septisemi gibi enfeksiyonlardan dahi ölmeye başlayacağını söylemektedirler.

Courvalin söylediğine göre “Eğer bu şekilde devam edersek, insanoğlunun büyük çoğunluğu, bakteriyel patojenlere karşı kullanılan antibiyotiklere çok dirençli olacaktır.’

Benim Yorumum: Düşüşümüzü durduran tek bir çözüm var: Karşılıklı bağlantı ve entegrasyon aracılığıyla doğaya benzemek amacıyla çabalama. Her şeyden önce, birbirimizden farklılığımız bütünselliği artıran çok yönlü bir krize neden olmaktadır. Diğer başka bir çözüm aramaya başlarsak bunun benzeri olma yerine, daha büyük sorunları tetikleriz.

Zararsız Bir Bakteri Et-Yiyen Canavar Haline Geldiğinde

Haberlerden (The Conversation): Bakteriyal hastalıklar her yıl milyonlarca ölüme sebeb olmaktadır. Bu bakterilerin bir çoğu evrimsel geçmişlerinin bir döneminde iyi huylu idi ve hastalığa sebeb olacak patojenler haline dönüşümlerinin ne zaman olabileceklerini anlayamamaktaydık. Yeni bir çalışmada, araştırmacılar bir bakterinin et yiyen bakteri haline geçişinin ne zaman olduğunun izini sürdüler.

Musser’in söylediğine göre ‘Literatürde bir çok yerde Streptococcus salgınınlarına denk gelen tarih zamanında tarafımızdan azaltılmıştır. Buna bir örnek olarak, İngiltere’de Streptoccus infeksiyonları 1983 ve 1985 yılları arasında sayısı ve şiddetinde  artma göstermiştir.

İsveç, Norveç, Kanada ve Avusturalya ile diğer bir çok ülkede hastalığa kurban olma hikayesi artık kıtalar arası bir salgın olmaktadır. Belirtileri faranjitten et-yiyen hastalık olan necrotizing fasciitis arasında değişmektedir.

Benim Yorumum: Bir bakteri çevreye ölüm taşıyan bir canavara dönüşebilir, şöyle yazılmıştır, insanın düşmanları evini doldurmaktadır. Ama düşman haline dönüşme insanlarla düşmanlar olarak arasında ki ilişkiye bağlıdır.

Sonuçta, benciliğimiz gelişimizin en yüksek aşamasındadır ve bu yüzden  rasyonel ve bilinçli olarak davranışımız,  doğanın düşük seviyeleri (durgun, vejetatif, animasyon) ile aralamızda benzer bir  ilişkiyi kurmayı gerektirir.

Eğer ilişkilerimizi dostane bir şekilde düzeltebilirsek, manevi öğretilerdeki gerçeğin doğru olduğuna ikna olacağızdır, ki bu da gelecekte kurt kuzu ile yaşayacak ve bir çocuğun onlarla oynayacağını anlatmaktadır.

Yayım tarihi: 18 Nisan, 2014

Var Olan Her Şey Tam Etkileşimle Bağdadır

Haberlerden (The Epoch Times): “Japonya’daki Tohoku Teknoloji Enstitüsü ve Kyoto Üniversitesi’ndeki bilim adamlarının ortak çabaları sayesinde, araştırmacılar insanların aslında bir amaca yönelik biyoluminesans organizmalar olduğu keşfettiler.

“Doğal olarak, insanların yaydığı ışık çok parlak değil. Hatta, gözlerimizin görebileceğinden 1000 kat az. Bununla birlikte, bilim adamları bu sönük ışığın aşırı duyarlı donanımlar olan kriyojenik CCD Kameralar tarafından çekilebileceğini keşfettiler.”

“Dr Fritz-Albert Popp. Biyofotonu keşfeden Alman Fizikçi, Neuss-Almanya’daki Uluslararası Biyofizik Enstitüsü’nün Kurucusu.

“Biyofotonlar, ya da biyolojik sistemlerin aşırı zayıf foton ışımaları, tayfın görüş mesafesindeki zayıf elektromanyetik dalgalardır – başka bir deyişle: Işık. Bitkilerin, hayvanların ve insanların bütün yaşayan hücreleri; gözle görülemeyen ancak Alman araştırmacılar tarafından geliştirilmiş özel donanımlar ile ölçülebilen biyofotonlar yayar.

“Bu keşiflere dayanan biyofoton teorisine göre, biyofoton ışığı organizmanın hücrelerinde – daha doğrusu, çekirdeklerindeki DNA moleküllerinde –  depo edilir. Dinamik ışık ağı sürekli açığa çıkar ve DNA yoluyla emilerek hücre organellerini, hücreleri, dokuları ve organları beden ile birlikte bağlar, organizmanın başlıca iletişim ağında görev yapar ve bütün hayat işleyişinde ana düzenleyicidir.”

Kaynak: http://transpersonal.de/mbischof/englisch/webbookeng.htm

Benim Yorumum: İşte hücrelerin biyofoton ışınımı vasıtasıyla var olan her şeyin eksiksiz bağlantısının bir başka ispatı. Bu iletişim yollarından biridir.