Category Archives: Bilim

“Önce Gelen Nedir: Bilim Mi Yoksa Kabala Mı?” (Quora)

Bilim, 5.700 yıl önce Adem tarafından keşfedilen Kabala’dan gelmiştir. Adem’den sonra, Kabalistler, İbrahim’den 20 nesil önce yani eski Babil’den önce ortaya çıktılar ve akabinde diğerleri İbrahim’den sonra ortaya çıktı.

Kabala bize bir sistem verdi. Felsefe, Kabala’dan ortaya çıktı. Platon ve Aristoteles ile başlayıp Newton, Reuchlin, Leibniz ve diğerleri ile devam eden, ilk filozofların bilgilerini edindikleri Kabalistlerle nasıl çalıştıklarını anlatan, antik filozofların yanı sıra Orta Çağ filozoflarının ve bilim adamlarının çeşitli kaynakları, belgeleri ve yazıları vardır. Bu bilgiyi felsefeye dönüştürdüler ve bu felsefeler bilimlerin temelleri haline geldi.

O zamanlarda, algımızın dışında kalan genel doğayı öğrenmeye hevesliydik. Başka bir deyişle doğayla daha yakın bir bağımız vardı ve hayatımızın anlamını öğrenmekle ilgileniyorduk.

Bugün, bir zamanlar hayatımızın anlamını sorgulamış olduğumuz, bize gerçek dışı gelebilir, ancak doğaya çok daha yakın olmanın ne demek olduğunu algılayamadığımız günümüzde bu, doğaya olan mesafemizden kaynaklanmaktadır. Daha sonra insanlık, para, onur ve kontrol gibi egoist arzularının içinde gelişti ve bilime karşı çok daha pragmatik ve teknolojik bir yaklaşım geliştirdik. Ancak bugün, çağlar süren böylesi bir gelişmenin ardından, dünyamızın geçmişteki araştırmacılarına benzer bir konuma ulaştık; hayatımızın anlamı hakkındaki aynı soruya geri dönüyoruz.

“Teknolojik Gelişimin Sınırları” (Medium)

Mevcut gerçeklik ile yaşayabileceğimiz hayat arasındaki bariz zıtlık, giderek daha acı verici hale geliyor. Acı verici çünkü cennette yaşıyor olabilirdik. Bunun yerine, kendi yaptıklarımızla hayatımızı cehenneme çeviriyoruz.

Bir yandan insanlığın bir kısmı, Taş Devri’nden Tunç ve Demir Çağlarına, feodalizm ve köleliğe, sosyalizm ve kapitalizme, otokrasi ve demokrasiye kadar tüm gelişim aşamalarını yaşadı. Aynı zamanda, insanlığın diğer kısımları da bu ilk üç dönemde bir yerlerde sıkışıp kaldılar. Dünyanın farklı yerlerindeki gelişim evreleri arasındaki bu uçurum, insanların hayatlarının her alanında boşluklar yaratmakta ve insanlığın ilerlemesini engellemektedir.

Böyle bir durumda, teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun yardımcı olamaz. Sunulduğu yerde bile, insanlar onu insanlığı ulaşabileceği yüksekliklere çıkarmaktan çok, birbirlerine kötü davranmak için kullanıyorlar. Bu nedenle, insanlığın sorunlarının çözümü daha fazla teknolojide değil, insanlığı karşılıklı taciz ve yok etme barbarlığından yükseltecek uygun eğitimde yatmaktadır.

Şimdi değişmesi gereken şey, nasıl iletişim kurduğumuz değil, birbirimizle nasıl bağ kurduğumuzdur. Sürekli kavgacı tutumdan yaklaşırsak ve avlanma alanları için savaşan mağara adamı klanları gibi davranmayı bırakırsak, dönüştüğümüz küresel insan toplumu gibi davranmaya başlarsak, teknolojinin faydalarını tüm insanlığın iyiliği için en üst düzeye çıkarabileceğiz.

Bence bugün saldırganlığın işe yaramadığı zaten belli. Dünya artık zorbalara müsamaha göstermiyor.

Gelişimin tüm yapısının ve yönünün artan işbirliği ve birlikte çalışmaya doğru olduğunu görmeye başlamalıyız. Doğa, birbiriyle çelişen güçler yaratmış olsa da doğada savaşlar yoktur; tamamlayıcılık vardır. Doğadaki her element karşıtına bağımlıdır ve onun varlığını sürdürür. Bunu anlamış olsaydık, düşman olarak gördüklerimizi umutsuzca yok etmeye çalışmak yerine tamamlayıcılığın meyvelerini toplardık.

Kendi körlüğümüzün içinde, hayatta kalmamızın ve refahımızın o düşmanların hayatta kalmasına ve refahına bağlı olduğunu görmüyoruz. Bu basit gerçeği görebilseydik, savaşın aptallığını anlardık.

Yok etmek yerine işbirliği yapmaya başladığımızda, hangi güçleri serbest bırakacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok. Şu anda aleyhimize çalışan her şey lehimize işlemeye başlayacak çünkü biz de onun lehine çalışıyor olacağız.

Şu anda, her şeyin diğer her şeyi ve herkesi yok etmeye veya hükmetmeye çalıştığını hissediyoruz. Tamamlayıcılık, tam tersi anlamına gelir: Her şey, diğer her şeyi ve herkesi devamlı kılar ve destekler. Evren bu şekilde çalışmasaydı, bir saniye bile var olmazdı. Bunu anladığımızda ve buna göre hareket etmeye başladığımızda, hepsi bizim lehimize çalışan sınırsız güçlerin ve bolluğun yeni bir gerçekliğini keşfedeceğiz.

Bu keşifleri gerçekleştirmenin tek yolu, yukarıda belirtildiği gibi, tavrımızı çatışmadan işbirliğine değiştirmektir. Şu anda insanlıkta algıladığımız tüm ayrılıklar ve düşmanlıklar ortadan kalkacak ve insanlar, yaratılıştaki diğer tüm unsurlarla mükemmel bir uyum içinde kendi rollerini yerine getiren tek bir birim olarak çalışacaklar.

Tamamlayıcılık herkesin ihtiyacı olanı, ihtiyacı olduğu kadar ve tam ihtiyacı olduğu zamanda almasını sağlayacağı için, teknolojik gelişme bir sorun olmayacaktır. Sadece zihin yapımızı değiştirmek bizi bolluk çağına götürecektir.

İnsanın Manevi Özü

Yorum: Bir Rus bilim adamı, iddiaya göre doğada DNA hayaleti olarak bilinen bir fenomen keşfetti. Kalıtım aygıtı olan DNA üzerinde yapılan bir dizi deneyden sonra varılan sonuçlar, keşfi yapan biyokimyacıları bile şok etti.

Bilim adamı, ölümden sonra genlerin tamamen yok olmadığını, bunun yerine bazı bilgileri taşıyan bir tür hayalet bıraktığını öne sürüyor. Hücrelerden atılan bir bilgi pıhtısı olan bu hayalet, yaklaşık 40 gün boyunca varlığını sürdürüyor. Ondan sonra kaybolmaya başlıyor, ancak tamamen değil. İnsan genetik aygıtına gömülü bilgi asla iz bırakmadan kaybolmuyor.

Cevabım: Doğada hiçbir şey yok olmaz. Sadece bir kişiye biyolojik egoist formunda baktığımızda bir çeşit görüntüsünü görürüz. Sonrasında zamanla bu görüntü ölür çünkü bu biyolojik form içindeki kişinin özü olan egoist arzu tükenir. Artık kendini dolduracak gücü kalmaz.

Arzu, deyim yerindeyse, her şeyden vazgeçer, yorulur, artık bu formda çalışmak istemez ve kendisinin anlamsız bir şekilde var olduğunu hisseder ve bu nedenle kişi ölür. Tüm bu görüntü varlığını sona erdirir.

Ancak bu sadece bizim egoist algımızdadır çünkü bizler bir kişiye belirli bir egoist nesne olarak bakarız. Biz onu sadece böyle görürüz ama aslında o sonsuzdur, mükemmeldir ve her türlü sınırlamanın ötesindedir.

Yani, biz burada gözlemciyi değiştirme ihtiyacından bahsediyoruz ve o zaman ölmekte olan insanları ve hatta insanların kendilerini görmeyiz. Bu koşulda bir insan yerine, onun var olan içsel manevi özünü görürüz.

Şimdilik, bu içsel manevi özden yani kişinin ruhundan, sadece kendi inşa ettiğimiz dışsal egoist kabuğu algılıyoruz. Kendimiz dahil her şeye baktığımız egoist filtremiz, dünyanın bütün resmini çarpıtıp tersine çeviriyor.

Doğada hiçbir şey yol olmaz. Sadece dışsal formlardaki her türlü değişiklik algımız içerisinde meydana gelir. Bir şeye bakıyorum ve bana öyle geliyor ki etrafımdaki her şey değişiyor. Ama gerçekte çevremde hiçbir şey yok ve aslında hiçbir şey değişmiyor.

Algıladığım bütün resim benim içimdedir. O, benim içimde değişiyor çünkü bencilliğim sürekli değişiyor, gelişiyor ve her türlü gelişim aşamasından geçiyor; bu yüzden bana öyle geliyor ki dünya gelişiyor. Yani tüm nesnelere baktığımda onları hareket halinde görüyorum. Gerçekte ise hareket yok ve ben sadece kendi içimde hareket ediyorum.

Yorum: Ancak bilim adamları hala daha ince parçacıklardan gelen bir tür dalga çerçevesi hissediyorlar.

Cevabım:  Onlar dışsal bir egoist form hissediyorlar. Ama aslında, onun içinde zaten kişinin manevi özü var.

Hiç Birbirimizle Bağ Kurma Arzumuz Olacak Mı?

Yorum: Profesör Michio Kaku, The Times gazetesine verdiği bir röportajda, yakın ve uzak gelecekte dünyanın nasıl bir yer olacağını ele aldı. Profesör, 2030 yılına kadar dünyada internet erişimine sahip olacak ve kullanıcılara sanal bir gerçeklik gösterecek yeni bir kontakt lens türünün ortaya çıkacağına inanıyor.

Cevabım: Tabii ki! Bu oldukça kullanışlı ama başka gözlüklerimin olması ve tüm bunları istediğim zaman havada görebileceğim oldukça olasıdır. Tüm dalgalar burada havada olduğu için, önümdeki basılacak ekranı ve klavyeyi görebileceğim, her an, sanki önünüzde yeniden yaratılmış gibi.

Sonuçta, bir cihaz nedir ki? Mevcut bilginin birikimi. Havada dalgalar halinde kalıyor ve onu hemen herhangi bir biçimde hayal edebiliyor ve üzerinde çalışabiliyorum. Bunu yapmak için beyne herhangi bir şey yerleştirmenize bile gerek yok.

Ama önemli değil çünkü hepsi teknik. Ve anlamı nedir? O zaman hangi bilgiler iletilecek?! Hatta birbirimizle bağ kurmayı isteyecek miyiz?

Diyelim ki, şimdiki dönem geçecek, bu “iletişim” sitelerinin çılgınlığı: Youtube, Facebook, Twitter ve diğer her şey geçecek. Sıradaki ne?! İnsanlar sanal alandaki çöplerden bıkacak ve tüm bu çöplerin kaldırılmasını isteyecekler.

Hepsini yok edeceğiz, yine de doğada bir yerde kalacak ve içinde gerçekten hiçbir şey kaybolmayacak. Ve sırada ne var? Bomboş kalacağız. Birbirimizle bağ kurmak için büyük fırsatlarımız var ve biz bunu istemiyoruz.

Yorum: Şu anda iki eğilim açıkça görülüyor: küresel toplumdaki karşılıklı bağ ve bunun farkındalığı. Ancak bazıları teknolojinin yardımıyla, bazıları ise biyolojik evrimin yardımıyla onu arıyor.

Cevabım: Yani aynı teknoloji, sadece biyolojik. Bazıları yeni programlar yapar ve diğerleri programlar yerine erişimi doğrudan bir kişinin içine yerleştirmek ister. Fark ne?! Ben değiş tokuş edeceğimiz bilgilerin özünden bahsediyorum: buna ihtiyacımız var mı, yok mu?

Tıpkı şimdi önceki varoluş, yaşam ve bağ kurma formlarını terk ettiğimiz ve önceki yıllara artık tatmin olamayacağımız naif ve basit bir şey olarak baktığımız gibi, bu yeni teknolojilerle de tatmin olmayacağız.

Peki ya önümde dünyadaki tüm insanlarla bağ kurmak için büyük fırsatlar varsa?! Bunu istemiyorum, sadece yorgunum; işte insanlığın hissedeceği şey budur.

“Bilim Uzun Ömür Sağlayabilseydi, Neden Diye Sormamız Gerekirdi” (Medium)

İsrail Hayom‘un İbranice baskısında yayınlanan bir haberde, RAMBAM hastanesi ve Technion – İsrail Teknoloji Enstitüsü tarafından yürütülen bir araştırma, Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü A (VEGF-A) adlı bir proteinin enjekte edilmesinin, yaşlıların derisinde gençleşmenin kapısını açtığını ve hatta belki de iç organları gençleştirdiğini iddia ediyor. Bunun mümkün olduğunu ve yaşamın sonsuz olmasa da önemli ölçüde uzatılabileceğini varsayarsak, kendimize ne için diye sormamız gerekir, çünkü hayatta iyi bir amaç olmadan yaşamaya devam etmek istemeyeceğiz.

Bedenimi gençleştirecek böyle bir hap almayı veya iğne yaptırmayı umursamazdım. Hayatımın son kırk yılını, insanların hayatlarını iyileştirmelerine yardımcı olmayı umarak, bağ kurma metodunu dünyaya yaymaya adadım. Başardıklarım hakkında hiçbir şikâyetim yok, ancak dünyanın durumuna bakılırsa, yapılması gereken çok daha fazla iş var, bu yüzden çabalarımı sürdürmek için fazladan birkaç on yılı memnuniyetle karşılardım.

Bu sadece benim için geçerli değil. İnsanlığın refahını ve mutluluğunu ilerletme şansına sahip olan herhangi bir kişi, böyle bir hediyeyi istemelidir çünkü bu onun daha fazla iyilik yapmasını sağlar.

Ancak bir bütün olarak, insanların hayatlarını belirli bir sınırın ötesine uzatmak istediklerini sanmıyorum. Ne için? Altın yıllarına ulaşan insanlar genellikle hayatları ve yaklaşan son konusunda oldukça sakindirler.

Çılgınca bir gençlik pınarı arayışının tek nedeni, onu kâr için satmaktır. Belki bazı insanlar bu sonsuz yaşam pınarını bulmakla gerçekten ilgileniyorlar ama ben bundan henüz iyi bir şey çıktığını görmedim. Dolayısıyla şayet böyle bir ürün yapılsa, çok rağbet göreceğini söyleyemem.

Hiç şüphe yok ki bilim hayatı kolaylaştırabilir, bizi daha sağlıklı yapabilir ve daha uzun yaşatabilir. Ama ne için? Yüz yıldan biraz daha uzun bir süre önce, insanlar ortalama olarak yaklaşık kırk yıl yaşadılar. Şimdi iki kat daha uzun yaşıyorlar ama insanlık bundan ne kazandı? Dört kat daha fazla insan var, toprak kirlendi, hava kirlendi ve aynı şey su için de geçerli. Fazladan kırk yılımız sayesinde ne kazandık? Bir kırk yıl daha kazansak ne elde edeceğiz? İnsanlar 80 yaşında bilmedikleri neyi 120 yaşında bilecek? Ölüm korkusu, kendi başına yaşamı süresiz olarak uzatmak için bir gerekçe değildir.

Sonsuz bir hayatın anlamı yokken, ölüm korkusunun bir amacı var. Hayatın anlamını aramamızı sağlar.

Varoluş amacımızı araştırdığımızda, bunun fiziksel bedenlerimizin varlığını uzatmakla hiçbir ilgisi olmadığını görürüz. Üstelik, tek istediğimiz, sadece kendimizi düşünerek haz odaklı zevkler yaşamak olduğu sürece, hayat asla sonsuz olmayacaktır. Bir noktada, sonu gelmeyen kendini beğenmişlikten bıkacağız veya hayatın daha derin bir anlamını arayacağız ya da sadece kovalamacadan bıkacağız. İkincisi gerçekleştiğinde, tutkumuz yavaş yavaş azalır, yaşam için tadımız azalır ve sonsuzluğu garanti eden bir iksirle ya da iksirsiz, ölene kadar yavaş yavaş yok oluruz.

Hayatımız, tatminlerle doldurduğumuz bir bardak gibidir. Bardak dolduğunda, içine başka hiçbir şey giremez ve hayatımız sona erer.

Alternatif olarak, başkalarının bardaklarını doldurmasına yardım etmek istediğimizde, başkalarına canlılık akıtan kanallar haline geliriz. Bir annenin, çocuğunun, ona hazırladığı yemeğin ya da aldığı yeni bir hediyenin tadını çıkardığını gördüğünde duyduğu memnuniyeti düşünün. Annenin sevinci, çocuğununkinden çok daha yoğun ve tatminkârdır. Aslında annenin hazzı ona daha daha fazlasını vermenin yakıtını verir.

Bu sonsuz vermenin, birinin diğerine verebileceği sonsuz, dışarı taşan hazzın sınırı yoktur. Annenin çocuğu ile hissettiği gibi, biz de bunu tüm insanlıkla birlikte hissedebiliriz. Ve bu haz, sınırsız olduğu için sonsuzdur. Nasıl ki annenin enerjisi çocuğuna verdiği mutluluktan geliyorsa, vermek sonsuz canlılık ürettiği için sonsuz yaşamı doğurur. Bu sonsuzluğun anlamıdır.

Kısacası vermek, bilim adamlarının aradığı gençlik pınarıdır. Asla ölmeyen ve asla ağzına kadar doldurmayan tek şeydir.

 

Genetik Mühendisliği İnsanlığın Sorunlarını Çözecek Mi?

İnsan Genom Projesi’nin başarısının mümkün kıldığı sürekli hızlanan bilimsel gelişmeler sayesinde yakında akıl hastalıklarının nedenlerini anlamamız mümkün olacak. Ancak onları genetik olarak anladıktan sonra, şizofreni ve bipolar bozukluk gibi hastalıklar için rasyonel olarak uygun tedavileri arayabiliriz.

 “Neden”i (bir fikri) bilmek, “ne”yi (gerçeği) öğrenmekten daha önemlidir.” (James D. Watson).

Yorum: Bilim adamları bu değişikliklerin nasıl veya neden meydana geldiğini açıklayamazlar.

Cevabım: Ancak genlerde bazı düzenlemeler yaparak kendimizde gerçekten değiştirebileceğimiz şeyler de var. O sadece bedenimizin iç kısmıdır; bunun daha yüksek seviyesinde, onunla ilgili bilgilerin kodlandığı yer var. Bizim erişimimizin ötesinde bir yer değil çünkü varlığımızın egoist bir parçası olduğu için orada bir şeyleri değiştirmek bizim elimizdedir.

Öyle bir araç düşünün ki insan olarak hayvansal bedeninde kendine has özelliklerle yaratılmıştır. Bu araç, belirli bilgileri ve bir tür varoluş ve gelişme programını içermektedir. Bu programa artık erişimimiz var çünkü biz zaten belli bir dereceye kadar gelişim gösterdik,  ya iyi niyetle bir şeyler yapmak için ya da genellikle olduğu gibi kötü niyetlerle bir şeyler yapmak için içimizdeki bu büyük parçadan faydalanabiliriz.

Bir süre önce ilkel silahlardan ateşli silahlara, sonra da atom bombasına erişim elde ettik. Bunları hem zarar vermek hem de iyilik yapmak için kullanabiliriz. Burada da durum aynıdır. Önümüzde iki yol var: Ya insanlık yararına hareket ederiz ya da ona zarar veririz. Bu insanlar doğru bir anlayışa gelene dek böyle olacak.

Ama bu tamamen bir teknoloji meselesi! Ben bunda ulaşılmaz bir şey görmüyorum. Bazı hastalıkların, psikolojik ve psikotik bozuklukların nedenlerini biraz anlayabileceğiz.

Ancak elbette bu, ne insanlık olarak asıl sorunumuzu çözecek ne de varlığımızın ve hayatın anlamı sorularına cevap verecektir.  Bu sadece bedenimizle ilgili bir durum olacaktır.

Doğadaki Dengesizliğe Kim Neden Oluyor?

Soru: Bilim adamları, manyetik kutupların tersine dönmesinden çok endişe duyuyorlar. Böyle bir tersine dönüşün “belirgin iklim değişikliği” yaratabileceğini ve gezegenimizi korkunç felaketlerin ve değişikliklerin beklediğini söylüyorlar.

Bu neden oluyor? Bunun Kabala bilimi açısından bir açıklaması var mı?

Cevap: Uzun zamandır bunun hakkında duymama rağmen, Kabala açısından bunun için bir açıklama bulamadım. Pek çok bilim insanı ile iletişim halindeyim ve gözlemledikleri tüm değişiklikler ve ürettikleri istatistikler ile ilgileniyorum.

Doğanın çıplak gözle yapılan her türlü gözleminin söylediği ile Kabalistik kaynaklarda anlatılan ve Kabalistler tarafından gözlemlenebilenler arasında bir bağlantı bulmaya çalışıyorum.

Doğal olarak her türlü felaketi doğadan bekliyoruz çünkü ona uymuyoruz. Refahımız, ona ne kadar benzer olduğumuza bağlıdır.

Diyelim ki benim varoluşum belirli bir sıcaklık aralığında ayarlandı. Artı 15 santigrat ile artı 25-30 aralığında, bir Neandertal olarak, çıplak bir insan olarak var olabilirim. Diğer durumlarda, örneğin su altına girersem veya uzaya çıkarsam, sıcaklık ve basınca uyum sağlamak için özel giysiler, ek cihazlar kullanmam gerekir.

İnsanlar çok zayıf varlıklardır. Doğa, bilinmeyen, algılanamayan ve bizim için bilinçsiz olanlar da dahil olmak üzere her türlü parametreyle bizi etkiler.

Bugüne kadar, çevredeki doğayla veya çevrenin etkisi altındaki sistemimiz içinde bir tür homeostaz ve dengede korunması gereken birkaç bin parametreyi biliyoruz.

İnsan çok ince, dinamik, hassas bir sistemdir. Bir yöndeki veya diğerindeki herhangi bir değişiklik, diğer parametrelerde ve diğer sistemlerde bir değişiklik gerektirir. Bu bir dengesizliğe neden olur.

Tansiyon, yüksek kan şekeri ve her türlü sağlık sorunu ne anlama geliyor? Bu, pratikte sistemin bir dengesizliğidir. İçsel otokontrol ve çevreyle denge ile elde edilen bir dengede olmalıdır.

Sorun şu ki, bizler bu dengeyi yapay olarak sağlamayı öğrendik. Dış sıcaklığa, basınca veya herhangi bir doğal olguya dikkat etmememize yardımcı olan her türlü cihazı icat ediyoruz: gök gürültüsü, şimşek, her neyse.

Bizler bu konuyla ilgilenmeyiz. Kendimizi bir tür kozaya koyduk ve bize göre, istediğimizi yapabiliriz. Anlaşılan o ki binlerce yıldır kendimizi sürekli böyle bir koza ile çevreledik ve doğaya daha az bağımlı olmak için bunu sürekli geliştirdik. Aynı zamanda kültürel, ahlaki, teknik ve sosyal gelişimimizde, buna giderek artan bir şekilde karşı çıktık.

Şimdi doğanın birbirine bağlı, küresel, ayrılmaz ve tüm sistemlerinin, tüm parçalarının bağı üzerinde işbirliği, tavizler, sevgi, denge üstüne kurulu olduğunu ifşa ediyoruz. Ve buna dikkat etmiyoruz. Biz doğanın efendisiyiz, onun üstündeyiz ve ondan daha yüksekteyiz.

Bir tür dönüm noktasına ulaştık, bu Rubicon’u geçtik ve doğayla olan dengesizliğimiz patlayan bir şekilde ortaya çıkarken, doğayla zıtlık içindeyiz. Üstelik bu o kadar fazla ortaya çıkıyor ki, bunu hiçbir yapay sistemle engelleyemiyoruz.

Yorum: Kendimizi ne kadar savunursak savunalım, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, doğanın ona karşı çıkamayacağımızı gösterdiği bir noktaya geldik sanırım.

Cevabım: Evet, ama aynı zamanda bundan sonra ne yapacağımızı da bilmiyoruz. Esasen, tüm bu dengesizliklere kendimizin neden olduğunun farkında değiliz.

İnsan ve Yapay Zeka

Soru: Yapay zeka ve robot teknolojisi ile çalışma nasıl son bulacak? Yapay zeka doğaldan daha mı iyi? Yoksa gerçekten insanlığa karşı bir komplo mu?

Cevap: Makinalar her zaman kişinin yanında sadece yardımcı bir parça olacaktır. Hiçbir zaman kendi kendini yönetemeyecek, kanunlar icat edemeyecek ve bunları uygulayamayacak.

İnsan farklı maddeden yapılmıştır. Alma niteliğine ek olarak daha yüksek bir öze, ihsan etme niteliğine sahiptir ve kendi üzerine yükselme imkânına sahiptir. Bunları hala yeterince tanımıyoruz ve kullanmıyoruz.

Ve bunu kesin olarak biliyorum ve bu nedenle kişinin şüphe duymayacağını, makinenin onu ele geçirmeyeceğini söylüyorum. Elbette, insanları kovalayacak ve bir sopayla dövecek bir robot yaratabilirsiniz ama daha fazlası değil. Bir makine bizi ATM’lerde veya başka herhangi bir yerde kandırabilir, ancak bir insandan daha akıllı olamaz.

Yapay zeka, zeka değil, sadece bir hesap makinesidir. Esasen, onlar hiç bir şeyle sonuçlanmaz: aynı sıfırlar ve birler sayılır, sadece daha hızlı. Ve kişi sadece sıfırları ve birleri saymaz, aynı zamanda duygulara da sahiptir. Bunu anlamak için zamana ihtiyacımız var. Bu nedenle yapay zeka tutkusu yavaş yavaş geçecektir.

“İlerlemeyi Yeniden Tanımlamak” (Linkedin)

Bu Cumartesi, NASA çok beklenen yeni nesil uzay teleskopu James Webb Uzay Teleskobu’nu fırlatmayı planlıyor. On yıllardır yapılmakta olan teleskop, şimdiye kadar yapılmış en karmaşık uzay bilimi gözlemevidir. NASA’ya göre, “Webb, 13,5 milyar yıldan fazla bir süre önce ilk ışıklı nesnelerin evrimleştiği kozmik tarihe bakacak. Bu, en eski galaksileri keşfedebilen ilk gözlemevi… Webb ayrıca diğer yıldızların yörüngesindeki gezegenlerin atmosferlerini inceleyecek ve kendi güneş sistemimizdeki ayları, gezegenleri, kuyruklu yıldızları ve diğer nesneleri gözlemleyecek.”

Teknoloji harika bir şey. Bize bol ve ucuz enerji, hayatımızı kolaylaştıran, seyahat etmeyi keyifli ve güvenli hale getiren cihazlar verdi. Teknoloji bize gelişmiş tıp, uzun yaşam, hayallerimizin ötesinde bilgi ve evrenin sınırını görebilen “gözler” verdi.

Evet, yüzyıllardır, umutlarımızı teknolojinin bize vermesi gerekmeyen bir şeyi vermesine bağladık: mutluluk. Hayatı kolaylaştırıp uzatmanın bizi daha mutlu edeceğini düşündük ama yanılmışız. Bu nedenle, taşları birbirine vurarak yaktığımız bir ateşten ışık ve ısı elde ettiğimiz günlerden, güneş enerjisiyle çalışan bir elektrikli cihazı çalıştırdığımız günlere kadar en temel ihtiyacımızı karşılayamadık: mutlu hissetmek.

Mutluluk teknolojiden değil, çevremizdeki insanlarla iyi ilişkilerden gelir. Bizi mutlu etmesi için umutlarımızı teknolojiye bağlamaya devam edersek, kendimizi mutsuz bir hayata mahkum ederiz. Ancak çevremizdeki insanlarla iyi ilişkiler geliştirmeye odaklanırsak, kesinlikle mutlu olacağız.

İyi ilişkiler için sağlam bir temele sahip olduğumuzda ve kendimizi mutlu ve memnun hissettiğimizde, teknoloji harika bir katkı olabilir. Bu durumda, ilişkilerimizi geliştirmek ve güçlendirmek için teknolojiyi nasıl kullanacağımızı bileceğiz ve teknolojinin kendisinin bizi mutlu edebileceği veya etmesi gerektiği düşüncesine kapılmayacağız.

Şu anda ilerleme deyince aklımıza teknolojik ilerleme geliyor. Ancak gerçek ilerleme, ateş enerjisinden güneş enerjisine geçmek değil, aramızda sıcaklık yaratan daha iyi bağlar kurmaktır. Nükleer fisyon veya fosil yakıt üretimi yoluyla daha fazla enerji üretme yeteneğimizden ziyade, ilişkilerimizdeki gelişmeyi yansıtmak için “ilerlemeyi” yeniden tanımlamamız gerekiyor.

Kalbimiz, etrafımızdaki insanlar tarafından aydınlatıldığında, ne tür bir enerji kullanacağımızı, gerçekten ne kadarına ihtiyacımız olduğunu ve teknolojiyi kendimiz ve diğer herkes için en iyi şekilde nasıl kullanacağımızı bileceğiz.

Modern Bilimin Başarısızlığı

Soru: On yıldan fazla bir süre önce, ekonominin psikoloji ile bütünleştirilmesi ve ekonomik psikoloji ile çalışılması gerektiği sonucuna vardım. Sonuçta, aralarında tüketim toplumunu gerçekten engelleyen bir boşluk var. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?

Cevap: Günümüzde psikolojiyle nasıl çalışılacağını söylemek zor çünkü insanlar çok hızlı değişiyor ve genel olarak psikoloji anladığımız, düşündüğümüz ve hissettiğimiz şeyin bir yansıması. Ekonomi aynı zamanda egoist arzularımıza da bağlıdır: onları doğru yorumluyor muyuz ve tüm parametreleri nasıl birleştiriyoruz.

Ben, fikrin kendi başına doğru olduğunu ve yönün de doğal olarak doğru olduğunu düşünüyorum. Ama bugün ekonomi ve psikolojinin birbirine bağlanabileceğini düşünmüyorum çünkü ikisi de bilim değil, insanın kendisine göründüğü gibi hayal ettiği şeylerdir. Bunları birbirine bağlamak için üçüncü bir şey inşa etmek imkansızdır çünkü bu bilgi alanları bugün oldukça istikrarsız bir durumdadır.

Yine de, insan doğasını değiştirmeden, kaçışın olmadığı, hiçbir şey yapılamayacağı sonucuna varıyorum. Tüm bilimlerimiz ve yönetim sistemlerimiz yavaş yavaş başarısızlıklarını ortaya çıkaracaktır. Newton’un zamanında, bunların hepsi iyi ve doğruydu. Ama biz bu aşamayı çoktan geçtik.

Bugün insanlık bambaşka bir dünyaya giriyor ve bunu bir bütün olarak hissetmek zorunda kalacağız. Sadece bu şekilde, yönetebileceğiz.