Category Archives: Barış

2024’te Neye İhtiyacımız Var?

Soru: 2024 yılında insanlar için dilekleriniz nelerdir?

Cevap: Barış için çabalamak. Hepsi bu. En önemlisi bu.

Soru: Bunun için ne gerekiyor?

Cevap: Bunu yapmak için, sadece barış için çabalamanız gerekiyor.

Soru: Herkesin bunu yapması gerekiyor mu?

Cevap: Herkes ve onun tüm tezahürleriyle. Öyle ki, bazı barış karşıtı eylemlerin nerede görünür olduğunu düşünmeye çalışın ve bunları nasıl sonlandırabileceğimizi araştırın. Bugün bunu yapacak tek bir metodolojimiz, teorimiz veya arzumuz yok.

Yorum: Tek bir barış çağrısı bile yok.

Cevabım: Evet. Yani dünya karışık bir durumda.

Soru: Peki her insan için dileğiniz bu mu?

Cevap: Evet, her biri için ayrı ayrı.

Soru: Peki, eğer barışın olmadığını görürseniz, nasıl yaşamalısınız?

Cevap: Yine de birleşme için çaba göstermeliyiz. Başka bir şey yok. Ve umuyorum ki, buna yönelik, herkesi birleştirmeye yönelik iç hareketimiz kazanacak ve dünyayı değiştirecektir.

Genel olarak, dünyanın durumu elbette çok ama çok sallantılı.

Soru: Ne ile ne arasında?

Cevap: Her gün, herkesin herkese karşı çok büyük, çok yönlü bir savaşının olması olasılığı arasında.

Soru: Peki bu acı, gerçekten herkes için mi olacak?

Cevap: Evet, elbette.

Yorum: Birisi dışarıda kalmayı düşünse.

Cevabım: Hayır, genel olarak dışarıda kalmanın mümkün olmayacağını düşünüyorum. Burada kesin bazı kararlar almamız gerekiyor.

Soru: Peki, asıl ve tek dileğiniz bu mu?

Cevap: Evet. Yalnızca dünyada barış arzusu.

“İnsanlarla Nasıl İlişki Kurmalıyım?” (Quora)

Herkesle iyi ilişkiler kurmalıyız, örneğin onlara karşı olan sevgimizle onları yenmek için elimizden geldiğince herkese iyi örnek olmalıyız.

“Başkalarını sevgiyle ile yenmek” ne demektir?

Öncelikle, diğer insanlar hakkındaki algılarımızın, onların içerisinde ve onlarda var olan şeyler değil, bizim içimizde var olan bir izlenim olduğunu anlamamız gerekir. Daha sonra, başkaları hakkındaki olumsuz izlenimimizi olumluya çevirmeyi istememiz gerekir, böylece onların yararını gerçekten ne kadar istediğimizi anlasınlar.

Yazıldığı gibi, “sevgi tüm günahları örter” noktasına gelinceye kadar, onlarla bu şekildeki bir eğilimle ilişki kurmaya devam ederiz. Yani, ilk olumsuz izlenimlerin – “günahların” – üzerinde sevgi ortaya çıkacaktır: öyle ki, daha önce sahip olduğumuz egoistik tasvir yüzünden onlarda gördüğümüz hiçbir kusuru görmeyeceğiz.

Ayrıca, diğer insanlar hakkındaki ilk izlenimimizin her zaman negatif olması ne anlama gelir? Bu şudur, bizler başkalarını “Onlardan ne alabilirim?” ve “Onlardan nasıl bir çıkar sağlayabilirim?” sorularının çerçevesinde hesaplamalar yaptığımız egoistik bir filtre içerisinden görürüz. Eğer başkalarından kendimiz için alınabilecek bir fayda göremezsek, onlarla ilişki kurmak için de hiçbir neden görmeyiz.

Yeryüzündeki Varlığımız İçin Bir Şart

Tüm çalışmamız, anlamak ve hissetmektir yani tüm insanlığın genel sistemini ve birbirimize ne kadar bağlı ve bağımlı olduğumuzu ortaya çıkarmaktır.

Bize öyle geliyor ki, ister Avustralya’da ister Amerika’da olsun, dünyanın diğer tarafında olup bitenlerden etkilenmiyoruz. Ama dünyanın genel sistemine göre, biz görmesek de tüm insanlar arasında bir bağ olacak şekilde düzenlenmiş durumdayız.

Dünya mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir. Sadece biz insanlar, iyi ve doğru ilişkiler kurmaya ve toplumu Dünya gezegeni gibi mükemmel, dairesel bir forma getirmeye çalışmadan, sürekli birbirimizi öldürüyor ve savaşıyoruz. Bununla, kendimizi ıslahtan, doğanın üst gücünün mutlak iyiliğine ulaşma yolundaki iyi bir yaşamdan uzaklaştırıyoruz.

Hepimizin bağlı olduğu, hepimizin birbirine bağımlı olduğu ve herkesin herkese bakmakla, bu dünyanın tüm sakinlerine mutlaka bakmakla yükümlü olduğu, doğa yasasını dikkate almalıyız. Uygulama, böyle bir bağı kurana kadar acı çekeceğiz. Böyle bir bağı ne kadar uzun süre reddedersek, acımız o kadar artacaktır.

İnsanlık gelişiyor ve teknolojik ve bilimsel ilerleme ve kültür sayesinde hayatın daha iyiye gideceğini düşünüyor. Ama aramızda iyi ilişkiler inşa etmezsek, iyi bir hayat kuramayız; bunun yerine, Baal HaSulam’ın hakkında yazdığı üçüncü ve dördüncü nükleer dünya savaşlarına varan, giderek tatsız durumlara düşeceğiz.

Dolayısıyla bu tür sıkıntılara düşmemek için acele etmeli ve ıslahın ancak herkes arasında iyi bir bağ kurmaktan geçtiğini tüm dünyaya anlatmalıyız.

Doğru karşılıklı bir bağın, varlığımız için kesinlikle gerekli bir şart olduğunu anladığımız bir duruma gelmeliyiz. Yavaş yavaş, bu daha net hale gelmelidir. Dünya çok zor, kritik zamanlara yaklaşıyor. İklim felaketleri, uluslar arası savaşlar ve kıtlık gibi mücadelelerle karşı karşıyayız.

Şimdi bile Mısır vebalarının birer birer meydana geldiğini görüyoruz: “kan, kurbağalar ve bitler” – eski Mısır’da meydana gelen tüm bu felaketler artık tüm dünyada ortaya çıkmalı.

Ama bunlar bize sadece acı çekmemiz için değil, onlar aracılığıyla bu acıdan çıkacak tek çözümün bağ kurmak ve karşılıklı destek olduğunu keşfetmemiz için veriliyorlar. Umarız bunu herkese anlatabiliriz ve bu şekilde üçüncü ve dördüncü dünya savaşı tehlikesinden kurtuluruz.

Bağ Kutlamasına Davet

Tüm insanlık tarihine bakarsanız, insanların her zaman insan toplumunda varlık koşullarını iyileştirmeye çalıştıkları açıktır; yani birlikte nasıl var olacaklarını arıyorlardı.

Kısa bir süre için savaşlar bitti ve barış sağlandı ama sonra yeniden başladı. Ve şimdiye kadar insanlık, milletler arasında iyi bir yaşama, barışa, uyuma ve yakınlaşmaya nasıl ulaşacağını anlamadı.

Karşılıklı iddialardan vazgeçip, karşılıklı anlayışa varırsak hayatın daha iyi olacağı herkes için açıktır. Ama egoizmimiz yüzünden bunu yapamıyoruz. Herkesin içinde, başkalarıyla olan bağına karşı çıkan, haz alma arzusuna sahip bir egoist vardır.

Ne de olsa bağ, benim bir başkasına yardım etme isteğimi ve onun bana yardım etme isteğini gerektirir; öyle ki, benim ne fayda elde edeceğimi ve onun ne alacağını hesaplamadan, sadece bunun herkes için iyi olduğundan emin olmak için tek bir kişi gibi oluruz.

Bu formül bizim için net değildir ve onu asgari düzeyde bile uygulayamıyoruz. Bu nedenle insanlık, herkesin birbirini destekleyeceği ve herkese – çocuklara, kadınlara, erkeklere – iyi ve güvenli bir yaşam sunacağı, evrensel bağ durumuna yaklaşmanın yollarını arıyor. Bu anlaşma ile dünya hepimize kaynaklarını sağlayabilecek; sadece herkese yetecek kadar doğru ve iyi niyetli bir şekilde dağıtmak gerekli olacaktır.

Bilinçaltında, insanlık bunun herkes için daha iyi olacağını anlar. Ama aynı zamanda, binlerce yıldır, giderek daha fazla koptuk ve tek bir kişi gibi, kardeşçe sevgi içinde yaşamanın bu doğal koşulunu nasıl yerine getireceğimizi hiç düşünmüyoruz.

Ancak binlerce yıldan fazla bir süredir insanlık, daha yakınlaşıp, birleşip ve birbirimize sahip çıkabilmiş olsaydık, hayatın ne kadar harika olacağı fikrine sahipti. Bu, bizleri ıstıraptan, güç ve kaynakların tükenmesinden ne kadar çok kurtarırdı. Tüm işler birlikte kolayca ve zevkle, güvenle ve neşeyle yapılabilirdi.

İnsanlık bunu uzun zamandır konuşuyor ve düşünüyor ve aslında eski çağlarda bir noktada, dünyanın farklı yerlerinde, komünler gibi birlikte hareket eden topluluklar vardı. Onlar, bu komünlerin her birinde egoizm patlayana ve tüm uyumu ve birliği yok edene kadar var oldular.

Bugün, tüm bu girişimlerin çoktan aşıldığı ve bir kenara atıldığı bir aşamadayız: aşırı sağ ve aşırı sol fikirler, radikalizm, kapitalizm, sosyalizm, anarşizm vb. gibi tüm bu oluşumlarda, herkesi az çok tatmin edecek şekilde tutabileceğimiz tek bir ilke yoktu.

İşte bu yüzden, yirminci yüzyılın sonundan itibaren Kabala ilmi, insanlığa ifşa olmaya başlandı ve özellikle günümüzde kararlı bir şekilde ifşa oluyor. Ondan önce Kabala, diğer tüm metotların aksine gizlendi ve dağıtılması yasaklandı. Kabalistler, onu dikkatlice gizlediler ve insanlığın, varoluşun ancak egoist arzusunun, doğasının üzerine çıkmasıyla mümkün olduğunu anlayacağı zamanı beklediler.

Bugün tüm metotları, tüm teknikleri denediğimizi, uygulamaya çalıştığımızı ve bunun imkânsız olduğuna inandığımızı söyleyebiliriz. Geriye sadece Kabala bilimini takip etmek kalıyor. Bizim tarafımızdan sadece küçük bir müdahale gerekiyor ama sonunda, tüm ıslahlar yukarıdan yani doğanın kendisinden ifşa olmalıdır.

İşte bu yüzden, bağımız aracılığıyla, binlerce yıldır bu dünyada insanlığa eşlik eden tüm hayallerin ve umutların en uygun, en iyi biçimde gerçekleştiği, uyanma hazzını elde etmeye çalışmak için burada toplandık. O zaman insanlık, sonunda doğru karara vardığımızı görecektir.

Üst güç, üst ışık, Yaradan üzerimizde parlar ve Yaratılışın doğasına göre O’na en yakın olan, ruhumuzun kökü “kalpteki nokta”da O’nun etkisini hissederiz.

Bu nedenle, Yaradan’a yaklaşmalı ve gelişim sürecine kendi tarafımızdan yardım etmeliyiz, böylece sadece üst gücün tarafından değil, yaratılışın tüm parçalarını bir araya getirmek ve birleştirmek isteyen, aynı zamanda yaratılışın kendisinin zamanımızda uyanan kısımları nedeniyle de gelir, bu yüzden “son nesil” olarak adlandırılır.

Bunlar, önceki nesillerde binlerce yıldır olduğu gibi, sadece seçilmiş bireyler değildir. Bugün hem erkek hem de kadın birçok insan uyandı. Tüm insanlığı, mevcut seviyesinden, şimdiye kadar acı ve sıkıntılar içinde var olduğu yerden, yüce güzel bir duruma, anlayış ve farkındalığa, mükemmel halin büyük bir ifşasına, Yaradan’ın doğasına erişmeye yükseltmek için, kendi içsel değişimleri üzerinde çalışmaya hazırlar.

İyilik yapan, herkesi seven O’ndan başka bir güç yoktur. Ve biz bu sevgiye yaklaşmalı ve ona dahil olmalıyız. Aramızda sevginin hüküm sürmesi için öğrenmemiz gereken şey budur ve o zaman Yaradan aramızda kendisini ifşa edecektir.

Umarım bu ifşaya yakınızdır. Her şey çabalarımıza bağlı. Aramızdaki tüm boşluğu doldurması için, aramızdaki sevgiyi ortaya çıkarmak gerekir. Ve o zaman Yaradan, O’nun ifşası için hazırladığımız bu sevgide tezahür edecektir. Devam edin ve iyi şanslar!

“Silah Sahiplerinin Hürriyetlerine Ve Özgürlüklerine Zarar Vermeden, Silahlı Şiddetin Çözümü Nedir?” (Quora)

İlk olarak, yüz milyonlarca insanı silahsızlandırmanın gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Silahlı şiddetin çözümü eğitimdedir. Birisi herkesin silahlarına zorla el koyma yetkisine sahip olsa bile, silah şiddeti bir sorun olmaya devam edecektir. Silah isteyen insanlar onları almanın yollarını mutlaka bulurdu.

Bizi en başta şiddete yönelten şeylerle ilgili olarak toplumun kademeli ve sistematik eğitimi dışında, silahlı şiddete karşı bir çözüm yoktur. Bir toplum olarak, başkalarını öldürmenin kötü olduğu bilincine ulaşmamız gerekiyor. Bu mesaj zaten geniş çapta anlaşılmış olsa da, örneğin genel olarak büyük dinlerin ve manevi uygulamaların merkezinde yer alsa da ve çeşitli şekillerde tekrar tekrar dile getirilse de, yine de silah şiddetinin günden güne daha büyük bir sorun haline geldiğini görüyoruz. Silah şiddetinin kötüleşmesinin nedeni, başkaları pahasına kendine hizmet etme arzusunun, toplumda birçok şekilde çoğalmasından ve daha sonra bazı insanların, bu görünüşte aşağılık egoistlerin topluma ateş açmak için silahlarına sarıldığı, insan egoizminin sürekli büyümesinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle küçük yaşlardan itibaren başlayan ve tüm hayatımız boyunca devam eden ciddi evrensel eğitimden başka bir çözüm görmüyorum. Böyle bir eğitim bizi şiddete yer olmayan bir duruma götürmelidir. Bir başkasına el kaldıran herkesin, cezalandırılması ve başkalarının hayatı üzerinde güç kullanmaya hakları olmadığını anlaması gerekir. Başkalarıyla yalnızca düşünceli ve sorumlu bir şekilde ilişki kurmayı ve örnek olarak liderlik etmeyi tercih etmeliyiz. Hiç kimsenin şiddete başvurma hakkı yoktur. Bu hiç bir şekilde bizim haklarımız dahilinde değildir. Yani, başkalarının iradesine karşı hareket etme hakkımız yoktur. Birçoğunun tarih boyunca bu tür ilkeleri öğrettiği doğrudur, ancak konuşmanın ve eylemin olduğunu görüyoruz ve sonra tam tersini yapan birkaç insan örneği görüyoruz.

Bu ilkelerin toplum bilincine yerleşmesine yönelik eğitim çabalarında eksik olan, doğanın pozitif gücüdür yani varlığımızı önceliklendiren ve doğuran sevgi, verme ve bağ kurma gücüdür. Bu gücü hayatımıza çekerek, başkalarına zarar vermeme ilkesini gerçekten içselleştirebiliriz. Bu nedenle, küçük yaşlardan itibaren istisnasız herkese karşılıklı saygı, özen, destek ve teşvik, diğer bir deyişle “Komşunu kendin gibi sev” ilkelerini öğretmemiz gerekiyor. Ayrıca, bu tür eğitim sürekli olmalı, günlük bazda olmalı ve tüm eğitim sistemlerinin ve etkin medyanın bu tür ilkelerin öğretilmesi ve tanıtılmasına dahil olduğu ülke çapında olmalıdır. O zaman, böyle bir eğitimin kalıcı bir olumlu etkisi olacağından, silahlı şiddette çarpıcı bir düşüşe tanık olacağız.

Böyle bir eğitim süreci toplumda başlarsa, o zaman doğada bulunan pozitif gücü hayatımıza çeker ve gerçekte kim olduğumuza, etrafımızda olup bitenlere, acı çekmemize ve sorunlarımıza neyin sebep olduğuna ve nereye doğru gittiğimize dair daha net bir algı ve his kazanırız.

Tekrar ediyorum, böyle bir eğitim, normalde eğitim hakkında düşündüklerimizin ötesindedir. Yani okullar, kolejler ve üniversiteler gibi yaygın olarak bilinen eğitim kurumlarımızda bu tür ilkelerin öğretilmesini içerir, ancak buna ek olarak her türlü etkili medya yapımcılarının, film yapımcılarının, radyo programı sunucularının, TV dizisi yapımcılarının, gazetecilerin ve tüm yazarların buna dahil olmasını gerektirir. Tüm sosyal ve çevresel etkileyenler, öncelikle bizi mutluluğa, barışa ve uyuma götüren mesajları iletmeye odaklanmalıdır. Aksi takdirde, egoizmimiz -başkaları ve doğa pahasına haz alma arzusu- kendine uygun formlar yaratmaya devam edecek ve böyle bir yaklaşımın yol açtığı trajedileri ve çıkmazları göreceğiz.

Bu nedenle, eğitimimizi – içiçe geçmiş sosyal ve medya etkileşim ağımızı – karşılıklı olarak saygılı, sorumlu, destekleyici ve teşvik edici üyelerden oluşan bir toplum yaratmak için düzenlersek, o zaman konuşma, iletişim kurma ve düşünme şeklimiz olumlu bir değişime uğrayacaktır. En azından, silahlı şiddetin aşırı trajedileri sona erecektir çünkü olumlu bir şekilde bağ kurmak için, temel insan egoist dürtülerinin üzerine çıkmanın neden bu kadar önemli olduğuna dair farkındalığı artan bir toplumda, bu tür eylemlere yer kalmayacaktır. Öyle ki, böyle bir toplumda silahla şiddet uygulama arzusu insanlarda ortaya çıkmaz. Eğitimin kendisi, insanlarda, değer verdikleri ve bildikleri her şeye aykırı olacağı için, silah şiddetini kullanmaktan kendilerini isteyerek kısıtlayacaklarına dair ortak bir anlayış ve duyguyu geliştirecektir.

Çözülmesi Gereken Soru

Soru: Bugün “dünyanın sonu” gibi bir olgu hakkında çok şey yazıyorlar. Yok olacağımız anlamında değil, ne yapacağımızı bilemediğiniz belirli bir dönemin başlangıcı olarak. İnsanlığın gelişimindeki bu aşama nedir?

Cevap: Bu harika bir aşamadır!

Gerçekten dünyamızda ağaçtan inen ilk neslin doğduğu bir dönemde doğduk ve yaşıyoruz, teknolojik olarak geliştiğimiz ve her türlü araba, lokomotif ve uçak yapabildiğimiz için değil, bu yerküre üzerinde neden ortaya çıktığımıza, bu dünya üzerinde ne yapmamız gerektiğine ve kendimizi gerçekten nasıl gerçekleştireceğimize karar vermemiz gereken bir duruma geldiğimiz için.

Öylesine bir maymun ortaya çıktı, küçük bir adama dönüştü, etrafına baktı ve şöyle düşündü: “Peki ben neyim?” Biraz daha etrafına bakındı, bütün bunları gördü: “Pekala, tamam. Ve sırada ne var?”

Bugün tarihsel gelişimimizde bu konuya çok yaklaşıyoruz: “Neden ortaya çıktık? Ağaçlardan indik, teknoloji ve sosyal yapıyı geliştirdik. Sırada ne var? İnsanın daha yüksek bir amacı var mı?”

Tabii ki, bu basit bir soru değil. İnsanlığı yarıp geçene kadar, ta ki tam olarak istediğimiz şeyin bu olduğu içeriden anlaşılana ve sonunda kendimize bir cevap vermemiz ya da en azından hayatın anlamı hakkındaki soruya bir cevap aramaya başlamamız için, bu sorunun doğanın bize bir meydan okuması olduğunun anlaşılmasına kadar. Bu çok özel bir an ve bu nesil – o da özel.

Yani, neden ve nasıl olduğunu anlamadan araştırıyor, tüm bu sorunları ya terörle, uyuşturucuyla, boşanmayla, her türlü arayışla, macerayla ya da uzayla, ne olursa olsun çözmeye çalışıyor. Bu girişimler, yaptığımız her şey adeta hayatın anlamı hakkında bir cevap arayışıdır.

Diyelim ki bir yere yöneliyorum. Tüm uzay programlarının kısıtlandığını görüyoruz: “Peki, orada ne bulacağız? Taşlar. Başka hiçbir şey yok.” Peki bazı teknolojik gelişmelerde ne bulacağız? Ya da kültürde? Bir zamanlar kültürün yardımıyla kendimizi geliştireceğimizi düşündük. Ve birdenbire, onlar yorgun düştüler. Bu, 19. yüzyılda uygulamada sona erdi.

20. yüzyıl geldi, teknoloji yüzyılı: nano teknolojiler, bilgisayarlar, her şey. Bugün, internetin herkesi birbirine bağladığı bir duruma geliyoruz ve bir anda bir makine ile çalıştığımızı görüyoruz, ilginç olan da bu. Bir kişi, diğer insanlarla onlar aracılığıyla iletişim kursa bile, bağlantısının esas olarak makinelerle olduğunu keşfetmeye başlıyor.

Bunlar makine tepkileri, bu otomasyon ve burada hiçbir şey yok. İnsan herhangi bir yere gitmek istiyor, kaçmak için! Ama hangi yöne gidebilir?

Ve olmazsa, o zaman tekrar: uyuşturucuya, bir tür güvenceye, sadece unutmak için geri dönüş. Bugün spor oyunları neden bu kadar geliştirildi? Bütün hükümetler kitlelerin dikkatini futbola ve diğer oyunlara kaydırmak istiyorlar. İnsanları işgal edin! Ana şey kendini unutmak. Bu nedenle bu kadar çok sayıda medya kuruluşu buna yönelmiştir.

Ve ileriye doğru bakarsanız, teknolojinin gelişimi durmuyor ve dünyada milyarlarca daha fazla işsiz ortaya çıkacak, milyonlarca değil, her şeyi yapabilecek iyi niteliklere sahip milyarlarca. Peki ne yapmalı?

Yeni teknolojilerin de yardımıyla, çok yakında dünya nüfusunun %5’inin diğer herkesin ihtiyacını karşılayabileceği bir duruma geleceğiz. Sırada ne var? Bir yanda fazlalık. Diğer tarafta dağıtım eksikliği.

Genel olarak, hayatın anlamını yanlış anlama durumundayız. Cevap vermemiz gereken en önemli şey budur.

Dünyanın Dinamikleri

Soru: Hegel, savaşın tarihsel ilerlemenin motoru olduğunu yazmıştır. Savaşlar olmadan durgunluk ve hareketsizlik olacağına inanıyordu. Ebedi barış, evrimsel gelişimde durgunluğa yol açacak mı?

Cevap: Tabii ki hayır!

Gerçek barış, savaştan bile daha dinamik bir varoluştur. Savaş sırasında nasıl kaçacağınızı, nereye saklanacağınızı, ne yapacağınızı araştırıyorsunuz ama gerçek barışta her zaman arayışta ve yükseliştesiniz.

Filozofların dediği gibi bu durgunluk değildir. Sonuçta barışı korumanın, kendinizi ve başkalarını geliştirmenin, onları yakınlaştırmanın, birleştirmenin sürekli yollarını ararsınız.

Anlaşmazlığın Gerçek Nedeni

Anlaşmazlıkların olması gerekir. Sonuçta o zaman, tam olarak çatışmanın olduğu yerde, dünyamızdaki gibi düşmanı öldürmeye, kırmaya, onları yok etmeye değil ama birbirini tamamlamaya çalışırken farklılıkların üzerine çıkmak için çaba gösterme fırsatına sahip oluruz.

Tamamlama koşulu,  her zaman karşılıklı ihsan etmede, Yaradan’ın niteliğinin itilaf halindeki taraflar arasındaki yani yaratılanlar arasındaki çekiminde açığa çıkar. “Barış” anlamına gelen doğru tamamlamayı elde etmenin tek yolu budur.

Bu nedenle Yaradan, herkes arasında açığa çıkacağı gerçeğinden dolayı, aramızda barışı tesis etmek için, onları orta çizgide karşılıklı tamamlama formunda ıslah etmemize fırsat vermek için tüm savaşları ve sorunları uyandırır. Ve bu dünyadaki tüm savaşların sonu olacaktır.

O zamana dek savaşlar ve çatışmalar bitmeyecek ve “Yukarıda barışı yaratmak ve bize barışı getirmek” için orta çizgiye nasıl ulaşacağımızı giderek daha da iyi öğrenmemiz gerekecek.

Genellikle sorun şudur ki, her iki taraf da egoizmi içinde iken, Yaradan’ın ifşasının eksikliğinden oluşan anlaşmazlığın gerçek nedenini belirleyemez. Ve eğer tüm çatışmaların bize üst gücü ifşa etmek için daha fazla arzu, fırsat ve yetenek vermek için tasarlandığını bilirsek, o zaman zaten doğru yönde hareket edeceğiz. Ve sonra giderek daha fazla yeni çatışmalar ortaya çıkacak, ancak bunlar bizi Yaradan’ın ifşasına daha doğru ve daha kesin olarak yönlendireceklerdir.

“Günümüz Savaşı, Geçmişteki Savaştan Nasıl Farklı?” (Quora)

Günümüz savaşında, savaşın ve çatışmanın üzerine çıkma ve iki karşıt tarafı birbirini tamamlayacak şekilde birleştirme imkânına sahibiz.

Mevcut savaşta da, önceki dünya savaşında olduğu gibi, dünya, bir gücün diğerlerini zorla kontrol etme arzusuna karşı yükseldi.

Savaşın fiziksel dünyada tezahür etmesine ek olarak, tam da kontrolün elimizde olduğunu kabul ettiğimiz noktada, bu savaş düşünce ve arzularımızda psikolojik olarak da kendini gösteriyor. Yani, varlığımızın merkezinde, yalnızca kendisi için haz almaya dayanan kendi kaderini tayin eden öz, egoizm var. Bu, hazzın ihsan edilişi üzerine inşa edilmiş ve egoist özden önce gelen, doğanın özgecil gücüne zıttır.

Egoist güç (alıcı), özgecil güce (verici) göre daha düşük statüde olduğundan, alıcı olarak statüsünü kabul etmez hale gelir ve bunun yerine verenin statüsünü elde etmeyi, onu yaratan özgecil gücün formuyla eşit olmayı seçer. Buna göre, bugünün dünyasının, bir gücün bir başkasını zorla kontrol etme arzusuna karşı nasıl genel bir karşılıklı fikir birliğine sahip olduğunu görüyoruz.

Her iki tarafın da bugün sahip olduğumuz, giderek artan birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bağları, doğada bizi daha birleşik durumlara ilerleten güçlerin nasıl olduğunu ve nihayetinde yaşadığımız bu savaşları uyandırdığını daha iyi anlayacaklarını umuyorum. Üstelik bu güçler bize, içinde bulunduğumuz mevcut savaşları aşma ve birlik olma fırsatı da veriyor.

Ayrıca, bu anlayışın bizi, çatışan tarafların her ikisinin de nasıl tatmin edilebileceğini keşfedecekleri -ki gerçekten keşfetmeleri gerekiyor- bir duruma götüreceğini umuyorum, üstelik, doğada bulunan pozitif güçleri kurdukları bağa çekeceklerinden, bir tarafın diğerini yenerek aldıklarının, iki katını alacaklar.

Bugünkü savaş, geçmişteki savaştan bu nedenle farklı, günümüzde, savaşın ve çatışmanın üzerine çıkma ve iki karşıt tarafı karşılıklı tamamlayıcılık içinde birleştirme araçlarına sahibiz.

Bu nedenle, bugün çatışan tüm tarafların, bölünmenin ötesinde birliği aramasını ve keşfetmesini ve bunu yaparak, karşılıklı olarak yepyeni bir barış, uyum ve refah düzeyinin keyfini çıkarmasını diliyorum.

“Özgürlüğün Bedeli” (Medium)

Ukrayna’daki çatışmalar tırmandıkça ve siviller üzerindeki baskı yoğunlaştıkça, bir uzlaşmanın veya “makul” bir çözümün her ikisinin de ulaşılamaz olduğu ortaya çıkıyor. Sadece çatışma alanındaki sefalet artmakla kalmıyor, insanların ıstırabı yoğunlaştıkça iki ulus arasındaki düşmanlık da derinleşiyor. Günümüzde, diğer ulusları askeri güçle alt etmek uygulanabilir değildir. Bu nedenle taraflar eninde sonunda silahlarını bırakmak zorunda kalacaklardır. O anda, düşmanlar birbirlerine özgürlük vermenin gereğini anlarlarsa, yapıcı bir şekilde ilerleyebilirler. Şayet, yine de birbirlerine hükmetmeye çalışmakta ısrar ederlerse, sonunda özgürlük gelecek olsa da, özgürlüğün bedeli artacaktır.

Taraf olduğunuzda bir çatışmayı nesnel olarak incelemek zor olsa da, taraflar bu çabayı ne kadar uzun süre geciktirirse, acılarını o kadar uzatacaklardır. Sonunda onlar ve onlarla birlikte tüm dünya, bugün yapılan savaşın sadece ulusların özgürlüğü için değil, her insanın özgürlüğü ve sonunda ruhlarımızın özgürlüğü için bir savaş olduğunu anlayacaklar. Dolayısıyla bu mücadele, özgürlüğümüz için ödediğimiz bedeldir.

Bu savaşı kazanmak için neyle karşı karşıya olduğumuzu, gerçek düşmanımızın kim olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu savaşın arkasındaki itici güçlere ne kadar çok bakarsak, gerçek suçlunun tüm insanları şan, şöhret, güç ve zenginlik peşinde koşmaya iten insan egosu olduğunu o kadar çok anlayacağız. Hepimizin bir egosu vardır; o içimizde yaşayan bir canavardır ve içimizde tezahür edebilecekleri bir konuma ulaşıp ulaşamayacağımızı, yalnızca kavrayışımızın ötesindeki koşullar ve özellikler belirler. Ama bunlar dile getirilmese bile, hepimizin içinde egoist bir zorba hala yaşar.

Bu nedenle, savaşımız iki cephede olmalıdır: fiziksel ve içsel. Fiziksel cephede, hayatımızı kurtarmak için elimizden geleni yapmalıyız. İçsel, daha önemli olan cephede, içimizdeki zorbaya karşı durmalı ve bizi ayıran ve bizi ölümüne karşı karşıya getiren egonun üzerine çıkmaya çalışmalıyız.

Egoya karşı savaş, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde, farklı şekillerde gerçekleşir. Bazı yerlerde, savaşlar, terörizm veya diğer şiddet biçimleri yoluyla vahşice ortaya çıkar. Diğer yerlerde, ekonomik yaptırımlar, temel gıda kıtlığı, hızla artan enerji fiyatları ve hayatımızı etkileyen diğer ekonomik zorluklarla kendini gösterir. Yine başka yerlerde, savaş siyasi savaşlar yoluyla ortaya çıkar. Her iki durumda da, bu zorluklar, özgürlüğümüz için ödediğimiz bedellerdir.

Ego bazı yerlerde kazanabilir ve diğerlerinde kaybedebilir, ancak sonunda büsbütün kaybedecektir. Onun egemenliğinin devri, sona yaklaşıyor.

Büyük düşünür ve Kabalist Baal HaSulam, 1930’larda yazdığı “Özgürlük” adlı makalesinde, bir bireydeki her eğilimin ve niteliğin benzersiz olduğunu ve onu beslememiz ve yetiştirmemiz gerektiğini yazmıştır. Daha sonra sadece bireylerin değil, ulusların da özgürlüğünü korumanın önemine değinmiştir. Onun sözleriyle, “Yukarıdan anlatılanlardan, azınlıklara egemenlik kurmaya çalışan, onları atalarından miras aldıkları eğilimlere göre hayatlarını sürdürmelerine izin vermeden özgürlüklerinden mahrum bırakan ulusların, ne kadar büyük bir yanlışa düştüklerini öğreniyoruz. Onlar katillerden farksız olarak kabul ediliyorlar.”

Ve özgür olmak için, egomuzdan kurtulmuş olmalıyız. Bu başarıya ulaşmak için, aramızda karşılıklı ilgi ve karşılıklı desteğe dayalı yeni bağlar oluşturmalıyız. Toplum, birbirini bastırmak yerine, herkesi gerçek kendileri olmaya teşvik etmeyi öğrenmelidir.

Bireyler de egolarının üzerine çıkmayı öğrenmeli ve benzersiz beceri ve yeteneklerini kendi çıkarları için ve çoğu zaman başkalarının pahasına değil, toplumun yararı için kullanmalıdır. Bu şekilde herkes doğanın kendisine verdiği ile tüm insanlığın yararına katkıda bulunursa, gezegenimizde bolluk, barış ve uyum olacaktır. Bu nedenle, egodan kurtulmanın bedelini ne kadar erken ödemeyi seçersek, o kadar çabuk refaha ulaşırız.