Daily Archives: Ocak 2, 2023

Durmak Mı Yoksa Hareket Etmek Mi?

Hareket çokluğunun insana acı verdiği bilinir çünkü bu O’nun özünden dolaylı bir uzantıdır. Ancak maldan ve varlıktan mahrum kalmak da imkânsızdır, bunun için de köke zıttır, çünkü kök bollukla doludur. Bu nedenle, servet elde etmek için hareket etmenin azabını seçeriz.

Ancak, tüm malları ve servetleri yalnız kendileri için olduğundan ve “yüzü olan iki yüz ister” olduğundan “kişi, arzusunun yarısı elinde ölür.” Böylece her iki taraftan da acı çekerler: artan hareketin ızdırabından ve yarısından yoksun oldukları malların eksikliğinin üzüntüden dolayı acı çeker. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, “İç Gözlem,” Bölüm 4, Madde 21)

Egoizmimiz yani doğamız, öyle bir şekilde düzenlenmiştir ki ya tam bir dinlenme halinde olmak ya da eksiğimiz olan şeyle dolmak isteriz. Tüm hayatımız, arzuladığımız şeyle nasıl doldurulabileceğimizi aramakla geçer.

Burada her zaman iki seçeneğimiz vardır: ya hareketsiz kalmak ya da bizi tatmine götüren bir harekete girmek. Ve zaten hareket etmeye karar verdiyseniz, o zaman önünüzdeki hedefi net bir şekilde görmelisiniz.

Nuh’un Gemisi Hiç Var Oldu Mu?

Türkiye, Nuh’un Gemisi adlı yeni bir ziyaretçi merkezinin açılışını yaptı. Ağrı Dağı’ndaki merkez, dünyanın her yerinden Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlardan gelen bağışlarla inşa edildi. Merkez, bölgede bulunan buluntuları ve fosilleri sergilemekte. Gemiyi aramak birçokları için çok heyecan verici ve gerçekten de şu soruyu gündeme getiriyor: Nuh’un Gemisi hiç var oldu mu?

Nuh’un Gemisi hikâyesinden bugün bizim için ana çıkarım, bizim de büyük bir tufanın eşiğinde olduğumuzu ve bunu önleme yeteneğine sahip olduğumuzu anlamamızdır. Yaradan’ın söylediklerini dinleyerek veya başka bir deyişle, doğanın kanunlarına uyarak büyük bir tufanın önümüze çıkmasını engelleriz, bu da nihayetinde olumlu bir şekilde bağ kurmamız gerektiği anlamına gelir.

Olumsuz insan bağları, doğadan aldığımız her darbeyi beraberinde getirir. Aksine, birbirimize iyi davranırsak, doğal afetleri ve diğer darbeleri önlemeyi başarırız.

Bu nasıl çalışır? Doğanın dengesini olumsuz insan ilişkilerimiz aracılığıyla bozmamızı engelleyen doğa yasaları vardır. Doğanın cansız, bitkisel, hayvansal ve insan olmak üzere dört seviyesi vardır ve insan seviyesi, doğanın en yüksek niteliksel seviyesidir. İnsan seviyesinde, birbirimizle olan bağlarımızda belirlediklerimiz, tartışmasız bizimle ilgili olarak doğada ne olacağını belirler.

Bu nedenle, bugün dünyamızda gerçekten önemli olan şeylere -doğanın kanunlarıyla dengeye ulaşmanın bir yolu olarak pozitif insan bağları geliştirmek için- nasıl daha dikkatli olacağımızı öğrenmeliyiz ve bunu yaparak, doğal afetlerden ve daha birçok darbeden kendimizi koruduğumuzu görecek, dahası benzerlerini henüz yaşamadığımız barışçıl ve uyumlu yeni bir dünyanın kapılarını açacağız.

2022 Kötüydü, 2023 Daha İyi Olmayacak

Önümüzdeki hafta 2023 yılı başlıyor. 2022’ye baktığımızda sevinecek çok az şey var. Her şeyden önce, Ukrayna’daki savaş dünyayı birçok düzeyde altüst etti. Bir ülkeyi harap etti, diğerini tüketti, dünya çapında enerji fiyatlarının fırlamasına neden oldu ve tüm gezegenin ekonomisini alt üst etti. Savaş olmasa bile ekonomi kötü durumdaydı ve endüstri Covid’in etkisinden kurtulamadı, ancak iki darbenin birleşimi hepimizi ağır bir şekilde etkiledi. Ek olarak, uçsuz bucaksız uluslararası ilişkiler, aşırı hava olayları, yayılan madde bağımlılığı ve sosyal yozlaşma, her şeyin küresel düzeyde hızla yokuş aşağı gittiğine dair sağlam temellere dayanan bir duyguya katkıda bulundu.

Bir insan hasta olduğunda, en önemli görev ve çoğu zaman en büyük zorluk, hızlı ve net bir tanıya ulaşmaktır. Genellikle sorunu teşhis ettiğinizde prognoz netleşir ve olası tedavi planlarını bir araya getirmek daha kolaydır. Ama nedense, toplum olarak, patojenin insanlığın tüm kesimleri arasında husumet olduğunu gösteren tüm belirtilere rağmen, bunu görmezden gelmeye devam ediyoruz. Sebebini aramak yerine, semptomları hafifletmeye çalışmakta ısrar ediyoruz. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, semptomlar kötüleşiyor ve düşmanlık hastalığı yayılıyor ve yoğunlaşıyor. İnsanların birbirlerinin varlığına tahammül edemeyecekleri seviyeye gelindiğinde 3. Dünya Savaşı çıkacaktır.

Düşündüğünüzde, şaka, bizimle ilgili olmasaydı komik olabilirdi. İnsanlığın kaderinden sorumlu eğitimli yetişkinler, kum havuzundaki anaokulu çocukları gibi çekişiyor. Öğretmenleri onları kibar ve düşünceli davranmaya, birbirlerine karşı daha nazik olmanın hepsinin yararına olacağını açıklamaya çalışıyor, ancak çocuklar kalın kafalı, inatçı ve çoğunlukla taş kalpliler.

Böyle bir durumda öğretmenin çocukları yani ulusları, bir sonraki derste, 2023 dersinde daha da sert cezalandırmaktan başka çaresi kalmayacak. Örneğin, Covid’in ortaya çıktığı Çin, acımasız “sıfır Covid” politikasını terk etmek zorunda kaldı ve oradan gelen raporlar, her gün on milyonlarca kişinin virüse yakalandığını ve hastanelerin çökmekte olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki birkaç ay içinde milyonlarca kişinin ölmesi bekleniyor.

Ukrayna’daki savaş yakında bitecek gibi görünmüyor, Ukrayna’nın enerji altyapısı neredeyse tamamen yıkılmışken, yıkıcı Rusya zaten yıpranmış olan rezervlerini zorunlu askere alma yoluyla tüketiyor. Sonuç olarak, yüzbinlerce Rus, Ukrayna’ya top yemi olarak gönderilmekten kurtulma çabasıyla ülkeden kaçtı.

Ekonomi de toparlanıyor gibi görünmüyor ve 2023’ün bu açıdan da zor bir yıl olmasını bekleyebiliriz.

Ve belki de bir başlangıç olarak, Kuzey Amerika, Noel’i donma sıcaklıkları, şiddetli rüzgarlar ve yoğun karla mücadele ederek milyonlarca kişinin tatili elektriksiz, ısınmadan veya kaçış yolu olmadan geçirmesine neden olarak geçirdi. Meteorologların tabiriyle bu “bomba kasırgasının” ölü sayısı henüz bilinmiyor ancak düzinelerce insanın mahsur kalan arabalarda donarak öldüğü, ulusal muhafızların birçok şehirde kapı kapı dolaşarak kendi evlerinde hipotermiden ölen yaralıları aradığı biliniyor.

Öğrenmediğimiz için, tıpkı öğretmenlerin kötü ve asi çocuklara yaptığı gibi, durumu düzeltmeye başlamak için yapmamız gereken ilk şeyin herkesi susturmak ve kavga etmeye devam etmesinler diye, herkesin elini bağlamak olduğunu düşünüyorum. Bunun kolay olduğunu söylemiyorum ve bunu kimin yapması gerektiğinden veya yapabileceğinden emin değilim, ancak eğer birbirimizle mantık yürütebilmek istiyorsak, o zaman kabadayı gibi davranan herhangi bir ülke, açık ve basit bir şekilde, uluslar ailesinden koparılmalıdır. Yalnızca korku, ülkeleri saldırganlığa başlamadan önce iki kez düşünmeye zorlayabilir.

Aynı zamanda, ancak birlikte çalışırsak durumumuzu iyileştirebileceğimiz mesajını yaymaya devam etmeliyiz. Saldırganlığın işe yaramadığını gösterebilsek de göstermeliyiz. Son olarak, işbirliğinin faydalarını elimizden geldiğince göstermeye çalışmalıyız. En azından, insanların akıllarında saldırganlığa bir alternatif olması gerekir. Belki de insanlar yeterince uzun süre acı çekerlerse, zihinleri kaba kuvvet dışında başka eylem biçimlerine ve “en güçlü olanın hayatta kalması” dışında başka paradigmalara açılacaktır.

Optimist değilim; İnsanlığın dinlemeye hazır olduğunu düşünmüyorum, ancak yapabildiğimiz sürece savaş ve nefret yerine, insanlığa ıstırap ve yıkım getirmek yerine herkesin yararına olan alternatifler olduğunda ısrar etmek bizim görevimiz.

 

Asıl Düşmanla Nasıl Başa Çıkılır?

Yorum: Psikologlar, saldırganlığın, kişinin kurtulamayacağı bir parçası olduğunu söylüyor.

Cevabım: Evet. Hiçbir yolu yok.

Yorum: Bunun kökenlerinin, insanların hayvansal geçmişinde olduğunu söylüyorlar.

Cevabım: Egoizmin içinde.

Soru: Psikologlar, saldırganlığın yaşayan varlıkların, hayvanların ve insanların hayatta kalma arzusundan kaynaklandığını söylüyorlar. Bunun anlamı, saldırganlığın açlık, korku veya savaş olduğu zamanlarda ortaya çıktığı mıdır?

Cevap: Genellikle hayatın her anında ortaya çıkar. Bu insanoğlunun temelidir. Hayatımın her anında bir şeylerin üstesinden gelmek zorundayım.

Soru: Saldırganlık, barışçıl amaçlara yöneltilebilir mi? Barışçıl olmayan amaçları herkes anlar. Peki ya barışçıl amaçlar?

Cevap: Barışçıl amaçlara doğru demek, kendime karşı demektir.

Soru: Yani saldırganlık mevcut durumda kendimden dışarıya doğru mu yönlendiriliyor? Bu vektörün kendime doğru dönmesi gerektiğini mi söylüyorsunuz?

Cevap: Yavaş yavaş, azar azar, bunu bir şekilde kendime doğru döndürmem gerekiyor.

Soru: Bu, saldırganlığın var olduğu ve böylece onu yavaşça kendime çevirebileceğim anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet.

Soru: İçimdeki saldırganlığı neye karşı yönlendiriyorum? Kendimde neye saldırmalıyım?

Cevap: Gerçek şu ki, başkalarına saldırmak istemem benim doğamda var.

Ama eğer bunu kendime karşı çevirmek istersem, o zaman bu kendimle gerçek bir kavgadır, içinde ihsan etme niteliğinin, başkalarıyla bağ kurma niteliğinin inşa edildiği bir savaştır.

Soru: Öyleyse bu, benim asıl “ben”ime saldırdığım anlamına mı geliyor? Bende kendini doğrulayan bana ait “ben” mi?

Cevap: Senin “ben”in, başkalarından nefret etme, başkalarına hükmetme arzusudur. Bunu zıt arzuya çevirirseniz, böyle bir nitelikte kalmanın imkânsız olduğunu fark ederseniz, bunun yerine ihsan etme ve sevgi niteliğini, manevi bir niteliği alırsınız.

Soru: Peki öyleyse, kendime karşı saldırganlık iyi midir? Kötü olandan – başkalarına karşı saldırganlıktan – kendime karşı saldırganlığa dönüşüyor ve bu iyi bir şeydir. Saldırganlık bu yüzden mi var?

Cevap: Evet. O zaman kendine gerçekten bir düşman gibi davranmaya başlarsın. Ve bu iyidir.

Yorum: İnsanlığın çok fazla çabalaması gerekiyor.

Cevabım: Bu zor olacak; başka seçeneği olmayacak. Öyle acılar yaşanacak ki insanlar bunu isteyecek.

Soru: İnsanlık için etrafta sadece düşmanlar var. Herkes etrafta sadece düşmanların olduğunu hissediyor. Ama siz düşmanların içinizde olduğunu söylüyorsunuz. Bu formül benim için net. Ama bu bir insanın zihnine ve kalbine girebilir mi?

Cevap: Eğer sen bunu anlıyorsan, başkaları da anlayacaktır.

Başkalarını Önemsemek Bizi Birleştirir

Soru: Kendimizi dağıtım aracılığıyla inşa etmemiz için, dağıtımın dünyadan çok bizim için daha önemli olduğunu sık sık vurguluyorsunuz. Ama bazen tam tersi oluyor ve bunun dünya için daha önemli olduğunu söylüyorsunuz. Dağıtım ne içindir?

Cevap: Hepimiz, tüm insanlık, görünmez iplerle birbirimize ve tek bir sisteme bağlı olduğumuz için, dağıtım yapmamız gerekiyor. Bu sistem başından beri var, hiçbir yerde kaybolmaz ve değişmez; sadece şimdi bizim daha fazla aktif katılımımızı gerektiriyor.

Bu nedenle insanlara bu sistemi beslememiz ve içinde aktif rol almamız gerektiğini söylüyoruz. Yani dışsal olanın içsel olana yardım etmesi için, bizim birbirimizle içsel ve dışsal bağlar kurmamız gerekiyor. Bu esas olarak içsel bir bağdır, ancak bizi desteklemek ve daha fazla içsel bağ kurmanın ön koşullarını yaratmak için, dışsal bağa ihtiyacımız var. Bu şekilde basitten karmaşığa, dıştan içe doğru gidiyoruz.

Tüm dağıtım yöntemi ve kendi üzerimizdeki çalışmamız burada yatar. Başka bir şey yok. Kabala bilgeliği, birbirimize bağlı olduğumuz sistemi, bu sistemin nasıl çalıştığını ve aramızdaki bu bağı kademeli olarak nasıl ortaya çıkardığımızı anlatır.

Bu sistemin çalışmasına girdiğimizde ve onu açmaya ve hissetmeye başladığımızda, aniden dünyamızın nasıl çözüldüğünü görürüz. Aslında, dünyamız yoktur; sadece bu bağ sistemi vardır. Artık modemli bilgisayar yok, telefon yok; aramızda doğrudan bir bağ var ve diğer her şey sabah sisi gibi eriyip gitti.

Soru: Bu, kişiyi ortalıklarda dolanmaması için meşgul etmek adına dağıtım yapmaya ihtiyacımız olmadığı anlamına mı geliyor?

Cevap: Hayır, doğa bizi zorluyor ve yeni bir dereceye geçmeliyiz. Bu, olan her şeyin bir sonraki derecesidir. Bizim doğamız yok olacak. Her şekilde, bugün birçok fizikçi ve psikoloğun yazdığı gibi, bu bizim içimizde, duyu organlarımızda var. Şimdi duyu organlarımız belirli bir gelişimin aşamalarından geçecek ve tam olarak bu evreni, bu matrisi hissetmeye başladıkları bir sonraki seviyeye yükselecekler.

Dağıtım, birleşmemize yardımcı olan en gerekli çalışmadır. Başkalarını önemsemek bizi birleştirir.

Korkunun Üstesinden Gelmek Mümkün Mü?

Soru: Birçok insan her şeye nüfuz eden korku hakkında bize yazıyorlar, insanın kendisi için duyduğu korku, sevdikleri için korku, çocuklar için korku, ölüm korkusu var. Dahası, bu durum değiştirilemez ve bu korkutucu.

Asıl soru, korkunun üstesinden nasıl gelineceği. Bu mümkün mü?

Cevap: Bu durumu bırakın gitsin. Bir sonraki anda ne olacağını düşünmeyin. Yapabileceğimiz bir şey yok. Bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz. İşte bu yüzden bırakmamız en iyisi.

Soru: Ama bu bir insanın gücü dahilinde midir?

Cevap: Evet, öyledir. Bu biraz eğitim ile elde edilir, ancak prensip olarak bu gereklidir.

Soru: Öyleyse gerçekten dramatik, ölümle tehdit edilmiş bir durumun içinde, sadece hayal edebileceğiniz herhangi bir şeyle, sanki bu yokmuş gibi var olabilir miyim?

Cevap: Evet. Dramatik bir durumu sen icat ediyorsun, sözlerini kullanıyorsun ve onu iptal ediyorsun. Ya da başka şeyler: bunun olamayacağını söylüyorsun, çünkü olamaz. Ben iyi olacağımı zaten biliyorum, öyleyse iyi olacağım. Ya da hiç ilgilenmiyorum, şimdi bile! Bu en iyisidir – dizginleri bırakmak ve hiçbir şeyi kontrol etmemek.

Soru: Yani korkunun, bir kişinin bu durumu yönetmeye çalışmasından kaynaklandığını mı düşünüyorsunuz?

Cevap: Kişi bunu yönetmek istiyor ve yapamaz. İşte burada korku devreye girer.

Soru: Ve bıraktığımda, onu kontrol ediyor gibi görünüyorum, ama anlaşıldığı üzere farklı bir taraftan mı?

Cevap: Kesinlikle. Elbette öleceksiniz, elbette her şey peşinden gelecek ve sizden sonra da bir şeyler olacak gerçeği hakkında düşünün. Bu dünyayı kilitleyip dışarıda bir yere gidemezsin. Bunun nasıl hayal edilebileceği bilinmiyor. Bu yüzden bu sorun değil. Bunun normal olduğunu hayal edin; bununla hemfikir olun ve hepsi bu.

Soru: Bırakmam gereken genel durumu anlıyorum. Herhangi bir durumdan nasıl kurtulacağına dair birkaç adım önerebilir misiniz?

Cevap: Hayır, farklı insanlar bunu farklı şekillerde yapar. “Benden sonra dünyaya ne olacak?” “Sevdiklerim ve akrabalarım nasıl olacak?” “Mirasıma ne olacak?” “Yaratıcı mirasıma ne olacak?”. Ve şöyle böyle, düşünmeye başlayan insanlar var.

Soru: O zaman soru şu: Bir insana neden korku verilir?

Cevap: Böylece ek bir şeyi ıslah edebilir: yaşama ve ölüme karşı olan tutumunu.

Soru: Bu korku neye dönüşmeli? Eğer yukarıdan verildiyse, bu korku neye doğru akmalıdır?

Cevap: Her Şeye Gücü Yeten’in, Yaradan’ın iradesine ve kişinin dünyevi yolculuğunu gerçekten tamamlayana kadar o anlarda (bunlardan çok fazla sayıda olabilir) hala yapacak bir şeyleri olduğu gerçeğinin mutlak teslimiyete akmalıdır.

Soru: Temel olarak, bir kişi bu şekilde veya başka bir şekilde bir şey yapmak zorunda mıdır? Kişi Ne yapmalı?

Cevap: Sakin olmalı. Başka hiçbir şey. Bir insanın yapması gereken şey budur.

Yorum: Bir keresinde Yaradan’ın huzur içinde olduğunu ve insanin da aynı huzura gelmesi gerektiğini söylemiştiniz.

Cevabım: Evet.

Yorum: O zaman bize huzurun tanımını verin.

Cevabım: Huzur, bir sonraki anın sizi rahatsız etmediği zamandır. Bu kesinlikle sizi rahatsız etmez! Bunun içinde yaşadığın için değil. Eğer içinde yaşıyorsan bu seni rahatsız etmez, çünkü içinde yaşıyorsun. Ama bu seni rahatsız etmiyor. Bizler buna gelmeliyiz.

Soru: O zaman ben şu anda mı yaşıyorum?

Cevap: Ve böyle bir an yok. Kendinin var olduğunu da düşünme.

Soru: Yani, nehirde yüzüyor gibiyim, yüzüyorum ve hepsi bu mu?

Cevap: Bu da aynı zamanda hayata karşı kötü bir tutumdur. “Kürekleri kaldır” ve “suyun üstünde yüz” de iyi değil.

Yorum: Bu nokta çok açık değil.

Cevabım: Bu kimse için anlaşılır değil. Bu mutlak sakinliği elde ettiğimiz noktadır.

Başka bir deyişle, sadece bu şekilde olabilir. “Yaradan’ın kontrolüne güveniyorum. Benim  varlığımın her anındaki ben dahil olmak üzere, O her şeyi kontrol eder. Ve genel olarak, tüm evreni ve herkesi O kontrol eder. Öyleyse endişelenecek bir şeyim yok. O’nun ıslahına, O’nun yönetimine, tüm bunlar üzerindeki O’nun gücüne girmek istiyor muyum? Hayır.” Eğer değilse, o zaman otur ve hayatına devam et.

Nasıl var olman gerektiğine karar verdiğinde, şimdi ve sonrasında nasıl var olduğunuz arasında hiçbir fark olmamalıdır.

Soru: Böyle bir durgunluk noktası mı?

Cevap: Evet. Bu anlaşmayı gösterir. Bu, Yaradan ile aynı fikirde olduğunuz anlamına gelir. Ve bu kolay değildir. Sonuçta, biz her zaman O’nun elini tutmak, orada neyin planlandığını kontrol etmek ve belki de biraz farklı yapılması gerektiğini tartışmak isteriz.

Soru: Burada kimseyi tutmaya gerek yok mu? Aynen bu şekilde ve bu kadar mı?

Cevap: Serbest bırakın.