Daily Archives: Ocak 1, 2023

Duadan Daha Önemli Bir Şey Yoktur

Duadan daha önemli bir şey yoktur çünkü tüm kaderimiz ve tüm geleceğimiz buna bağlıdır. Dualarımızı Yaradan’a yükseltebildiğimiz ve bu O’nun içine, “Yaradan” denen bu sisteme girdiği ölçüde, taleplerimize cevap alacağız.

Bu nedenle Yaradan’ın bizim için bir şey yapmasını bekleyemeyiz; bu da ancak istek ve dualarımızı tekrar tekrar dile getirirsek mümkündür.

Kişi Yaradan’a dua ederken, kurtuluşunun gelip gelmediğine bakmamalıdır, çünkü baktığında, birçok davacı onun eylemlerine bakmak için gelir. (Herkes için Zohar – “Miketz – Ve Benjamin’i Gördüm,” Madde 209)

Dualarımızı Yaradan’a yükseltmeliyiz. Soru, bir yanıt bekleyip beklemememiz gerektiğidir. Belki de bu kadar beklememeliyiz; asıl mesele talebi yükseltmektir ve Yaradan buna nasıl cevap vereceğini ve hiç cevap verip vermeyeceğini zaten seçecektir.

Bu nedenle asıl mesele, Yaradan’a talepleri nasıl ilettiğimiz hakkında sürekli olarak düşünmektir.

Bir cevap alıp almadığımıza gelince, Yaradan’ın her zaman cevap verdiğini anlamalıyız ama belki de O’nun cevabını tam olarak anlamıyor ve hissetmiyoruz ve O’na tekrar tekrar sormaya devam etmeliyiz. Denildiği gibi: “Keşke bütün gün dua etsen!”

Esas olarak, dua sırasında Yaradan’dan herhangi bir tepki beklememeliyiz çünkü Yaradan şüphesiz gerekeni yapacaktır ve talebimiz yalnızca bizden yükselmelidir.

“Yaslı Bir Eşe Cevap” (Linkedin)

Bir öğrencim bana aşağıdaki (kısaltılmış) mektubu yazdı: Sevgili öğretmenim, bana Yaradan ile nasıl konuşulacağını öğretmenizi rica ediyorum. 12 yıldan fazla bir süredir sizinle birlikte çalışıyorum ve yaklaşık iki ay önce kocam vefat etti. 28 yıldır birlikteydik, bana her zaman destek oldu ve çalışmama yardım etti. O bir melek gibiydi. İçimde kalbim kırılıyor. Kalbimin içinde onunla konuşuyorum; ondan tavsiye istiyorum. Bu bir çeşit diyalog. Ama o gitti; sadece Yaradan var. Bir kişinin görüntüsüyle konuşmaktan, doğrudan Yaradan ile konuşmaya nasıl geçebilirim? Lütfen bana yardım edin.

Sevgili …,

Öncelikle, kocanızın kaybı için başsağlığı diliyorum. İkincisi, fiziksel olarak vefat etmiş olması bir şey ifade etmez. Aksine, onunla bağın şimdi daha da güçlü, ancak ne kadar güçlü olduğunu hissetmiyorsun. Bu nedenle, kocan ile olan bağının kesilmiş olduğunu düşünme. Aksine, onun içsel, duygusal, manevi olarak seninle birlikte olduğunu hayal et. Onunla bu şekilde ilişki kurmalısın.

Onunla konuş ve Yaradan ile konuş; tek ihtiyacın olan bu. Nasıl istersen öyle konuşabilirsin. Basitçe konuş, hem o hem de Yaradan seni anlayacaktır. Yapabileceğin en iyi şey, olabildiğince en basit terimlerle konuşmaktır.

Kocan, tıpkı diğer her şeyin onun içinde olduğu gibi, üst kuvvete, Yaradan’a dâhil edilmiştir. Ne zaman birisiyle konuşsak, farkında olmasak da aslında Yaradan ile konuşuruz.

En büyük sorunumuz, Yaradan’dan başka hiç bir şey olmadığını idrak etmektir. İyi insanlar, kötü insanlar, etrafımızdaki her şey üst gücün, Yaradan’ın görünmesidir.

Kalpten gelen samimi sözlerin, en güzel ve en doğru duadır; ihtiyacın olan tek şey bu. En etkili dualar, bilgece de olsa başkaları tarafından yazılan metinlerden değil, kalbin derinliklerinden gelen dualardır.

Bu nedenle, sevgili…, kocanla ve Yaradan ile kendi sözlerinle konuşmaya devam et. Kendin için yapabileceğin en iyi şey bu.

“Sessiz İstifa – Daha İyi Bir Dengeye Doğru Bir Adım” (Medium)

İşaretler uzun süredir oradaydı, ancak karantinalar onlara büyük bir destek verdi. Birçok insan hala evden çalıştığı ve özellikle çalışma zamanı ile boş zaman arasındaki sınır bulanıklaştığı için, “sessiz istifa”, şimdi işverenler için büyük bir sorun. “Sessiz istifa” teriminin net bir tanımı olmamasına rağmen, temelde insanların daha az iş yapmaya, daha az saat çalışmaya ve ofisten çıktıktan sonra işi unutmaya çabaladıkları anlamına geliyor. Kısaca bu, kovulmadan mümkün olduğunca az çalışmak demektir.

Bazı uzmanlar, insanların tembelleştiğini savunarak, bu unsurda çalışanları suçluyor. Diğerleri bunu patronlara yüklüyor ve yöneticilerin onlardan daha fazlasını elde etmek istiyorlarsa Y kuşağı ile nasıl çalışacaklarını öğrenmeleri gerektiğini savunuyorlar.

Bence insanlar sadece bir denge bulmak istiyor. İş ve dinlenme arasında sağlıklı bir denge, iyi bir yaşam sürmenin anahtarıdır. Bu katı bir çizgi değil, herkesin tek bir ilkeye dayanarak kendisi için belirlemesi gereken bir şey: sadece gerektiği kadar çalışın. Gerekli olanın ötesindeki her şey ihtiyaç fazlasıdır ve bu nedenle yorucu, nahoş ve zararlıdır.

Bu yaklaşım işten çok daha fazlasıyla ilgilidir. Sürdürülebilir tüketim seviyelerine ulaşmanın tek yolu, dünyanın, havanın ve suyun tükenmesi ve kirlilikten kurtulmasının tek yolu budur.

Eğer zaman ve çabamızı, iş ve dinlenme arasında dengelersek, bu bize duygusal olarak daha tatmin edici faaliyetler için zaman ve enerji verir. Kısacası, çalışma zamanı ve boş zaman arasındaki doğru dengeyi bulmak hepimize fayda sağlayacaktır.

Üretim talepleri ve ekonomik büyüme ile ilgili endişelere gelince, bence zaten çok fazla üretiyoruz. Yaptığımız ve satın aldığımız ürünlerin çoğu hayatımıza değer katmıyor. Bizi daha mutlu etmiyor ve hayatımızı kolaylaştırmıyor. Geri kalanımız sonuçta ortaya çıkan kirlilikten, trafik sıkışıklığından ve gereksiz şeyleri inşa etmek için harcanan sayısız saatten mustaripken, bunlardan yalnızca yapımcıların hissedarları faydalanıyor.

Ekonomistler ve geçimleri ekonomik makineyi çalışır halde tutmaya bağlı olanlar, sessiz istifa alarmı verebilirler, ancak geri kalanımız için bunun iyi bir haber olduğunu düşünüyorum. Sağlıklı yaşamaya başlamanın zamanı geldi. Bu bizim için daha iyi, çocuklarımız için daha iyi ve Dünya Gezegeni için daha iyi olacak.

Yeni Değerlere Odaklanın

Soru: Eski Babil’deki karşılıklı bağlar nasıl düzenlenmişti? İnsanlar orada ne yapıyordu?

Cevap: Sıradan, ilkel bir toplumdu. Çok sade yaşadılar. Babilliler, Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği bir vadide yaşadıkları için ağırlıklı olarak balık yerlerdi. Karabuğday ve biraz sarı buğday yetiştirdiler.

Esas olarak, buğdayın doğum yeri İsrail’dir. Ancak ilk ortaya çıkışı, belgelerde belirtildiği gibi eski Babil’de oldu. Babilliler arpa ekmeği pişirdiler, balık, sarımsak, zeytin ve zeytinyağı yediler, su ve şarap içtiler. Bu onlar için yeterliydi.

Soru: Ve genel olarak ne yaptılar? Hayvanlar gibi mi var oldular?

Cevap: İnsan, mevcut sisteme göre aniden çalışmaya başladığı son yüz yıl dışında, genel olarak çok az şey yaptı.

O günlerde pek çok verimsiz iş vardı ve her şey yavaş ve sakin bir şekilde akıyordu. Bu bütün ülkelerde böyleydi. Ve Hintliler ne yaptı? Asyalılar veya Afrikalılar ne yaptı?

Günümüzde her şey dakikalar ve grafiklerle geçiyor çünkü mekanizmaların durmadan çalışması daha da iyi ve bu nedenle doğal olarak işsizlik sorunu ortaya çıktı. İnsanlar bu kadar hızlı çalışmadığı için bu daha önce hiç olmamıştı.

Hatta 150 veya 200 yıl önce, insan ne yaptı? Bir günde ne kadar üretebilirdi ve hangi hızda çalıştı? Doğal olarak dünyada şimdiki gibi bolluk ve aşırı üretim (ki bununla ne yapılacağı belli değil) yoktu.

Yorum: Sovyetler Birliği günlerinde çok dar bir ürün yelpazesi olduğunu hatırlıyorum. Ardından Amerikan, Çin ve Türk ürünleri ortaya çıktı, ürün çeşitliliği arttı.

Cevabım: Bir dönem hepsi çok güzel ve çekiciydi. Ve bugün hem erkekler hem de kadınlar “çaputlar” giyiyor, spor ayakkabılarla yürüyor ve kimse güzel, düzgün kıyafetlere dikkat etmiyor. Hatta biraz da kışkırtıcı oluyor çünkü dışarıdan çok şık iseniz, bu içinizin ne kadar boş olduğunu gösteriyor. Her yerde, her türlü diplomatik resepsiyonda bile.

Bir üniversite hocası neredeyse şort giyerek ders veriyor. Bu parlatılmış, ceket, kravat ve beyaz gömlek nerede? Öğrencilerden bahsetmiyorum bile. 50’li ve 60’lı yıllarda öğrencinin takım elbise ve kravat takmaması diye bir şey yoktu. Kendimi hatırlıyorum! Böyle giyinmek zorundaydım. Ve bugün…

Ancak tüm bunlar doğrudur çünkü odak, dıştan içe doğru, farklı değerler için değişmektedir. Artık insan dış görünüşlere göre yargılanmıyor.

Her Şey Ein Sof’a (Sonsuzluk) Dahildir

Dünyaların yaratılışından önceki zamandan bahsettiği için kafa karıştırıcı görünüyor. Öyleyse, burada üst ışığın doldurması gereken hangi gerçeklik var?

Durum şudur ki, var olan ve ıslahlarının sonuna kadar tüm olayları ile yaratılması kaderinde olan tüm dünyalar ve ruhlar, tam ölçü ve ihtişamıyla Eyn Sof’tadır. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Bölüm 1, Kısım 1, Kısıtlama ve Çizgi) 

Bu, tüm realiteyi dolduran üst ışığın, olmuş, olan ve olacak her şey hakkında tüm bilgileri  mutlak olarak taşıması gerçeğiyle ilgilidir. Bu yavaş yavaş önümüzde açığa çıkıyor ve biz ona dünyamız diyoruz.

Yaratılışın en başında, her şey tek bir basit ışıkla yani Yaradan’ın gelecekteki yaratılanlara olan tam sevgisinin yayılmasıyla doldu.

Diğer bir deyişle, Yaradan yönünden bir yaratılış düşüncesi vardır ve her insanın son safhasına kadar kesinlikle her şey buna dâhildir.

Yaşamsız Bir Durumdan Yaşamı Hissetmeye

Soru: Benim dışımda olan kötü niteliklerden nasıl nefret edebilirim? Kendi içimde olanlardan nasıl nefret edebilirim?

Cevap: Bu kademeli olarak yapılır. Çok zordur. Bu yıllar alır çünkü biz en zor içsel oluşum döneminden geçiyoruz. Ne de olsa evren, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerin oluşumundan önce milyarlarca yıldır mevcut.

Ve şimdi, biz insanlar gelişmeye başlıyoruz. Ve önceki kozmik ve jeolojik dönemlere kıyasla ne kadar hızlı geliştiğimize bir bakın. Bu muazzam bir fark! Günümüzdeki bir yıl, geçmiş seviyeler için yüz milyon yıl veya daha fazlası gibidir.

Biz şimdi cansız seviyede, evrenin geliştiği şekilde gelişiyoruz. Bu, bir piramidin en alt seviyesidir, ancak en geniş ve en kalın olanıdır ve içinde gelişirken sonuçları görmeyiz.

Nebula, gezegenler, Güneş ve galaksiler çarpışır. Her şey girdap gibi döne döne gider, ters döner, biçimlenir, patlar, dağılır ve yeniden birleşir. Bunların hiçbirini henüz görmüyoruz çünkü her şey, bir tür anlaşılmaz yığının içinde oluyor ve bize göründüğü gibi, bu mutlak bir karmaşa.

Sonunda, her şey yeryüzünün göründüğü ve yaşam koşullarının ortaya çıktığı bir sonraki seviyede kademeli olarak bir araya toplanır. Yani şimdi tüm bu koşulların oluşum safhasındayız. Bizler zaten manevi yaşamımız için koşulların yaratıldığı Dünya’dayız. Manevi Dünya zaten bir şekilde var, sadece yaşamın koşulları henüz belirlenmedi.

Hayatın anlamını bulma ihtiyacı olan insanların bir araya toplandığı uluslararası bir grup, hâlihazırda oluşturuldu. Yani destek zaten orada ama henüz bizim tarafımızdan şekillendirilmedi. Bu konuda daha aktif rol almalıyız. O zaman meydana gelecek şey şu ki, bitkiler yerden yetişmeye başlayacak, güneşe ve göğe doğru yükselecek. Bunlar bizim eylemlerimiz olmalıdır. Bu henüz sahip olmadığımız bir şeydir.

Yaşamsız bir durumdan yaşam ve ışık hissine geçiş en hassas, en ince ve en çarpıcı dönemdir çünkü cansız maddenin kademeli olarak yaşama gelmesi, bitkisel, hayvansal olana – yaşayan bir maddeye, dönüşmesi gerekir.

Yaşamın gücü onda görünür olacak çünkü o, iki nitelikten oluşur: ihsan etme ve alma. Aralarında olan şey, enerjinin ve maddenin akışıdır, ihsan etme niteliği (Yaradan) ile alma niteliği (Yaratılan) arasındaki bağdır ve bu karşılıklı iletişimde orta kısım olan, Adam denilen bir sonraki safha ortaya çıkacaktır.

Soru: Öyleyse, kendi içimizdeki dışsal niteliklerden nasıl nefret edebiliriz?

Cevap: Cevap basit: “İstemek zorundasın.” Bu ancak dostlar sayesinde mümkündür. Ama biz hala bundan kaçıyoruz.

Yaratılışa Hediye Olarak Sevgi

Yaradan’da sevgiden başka bir şey yoktur. Ancak Yaradan, alma arzusunun içinde, sevginin ne olduğunu anlamamızda ve sevgiyi edinmemizde bize yardımcı olacak çeşitli koşullar yaratır çünkü bu, bizim için tamamen anlaşılmaz bir şeydir

Sevgi, egomuz için yabancı ve belirsiz, doğamıza aykırı bir şeydir. Nasıl oluyor da önümde sunulan farklı ikramları tattığımda, onların lezzetlerinden ev sahibini gerçekten hissedebiliyorum? Biriyle diğeri arasındaki bağ nedir?

Bu, yaratılışın özüdür, “yoktan varoluştur” ve bu “yokluğun” içerisinde “varoluş” tan bir şey vardır.

Bu nedenle, yokluktan, haz alma arzusundan, var olana gelebilirim. Bu, haz alma arzusu içerisindeki izlenimden, yaratılıştaki tüm her şeyde tamamen kopuk bir nitelik olan sevgiye ulaşabilirim demektir.

Birdenbire, haz alma arzusu içindeki bazı eylemler ve süreçler sonucunda bir mucize gerçekleşir ve o, üst, ilahi doğaya ait olan niteliğe ulaşır.

“Verme-alma” eylemlerinin, sevgi denilen bir mucizenin doğuşuna nasıl yol açtığı, bizim için belirsizliğini bütünüyle koruyor. Sevginin herhangi bir şekilde haz alma arzusuyla hiçbir ilgisi yoktur.

Her defasında ve her basamakta, haz alma arzusunda deneyimlediğimiz eylemlerimizi ve izlenimlerimizi, hepsini bir araya toplamak ve yükseltmek suretiyle sevgi niteliğini edinmek için yenilemek zorundayız.