Monthly Archives: Aralık 2022

“Tek Başınalık Her Zaman Yalnızlık Değildir” (Medium)

Görünüşe göre sosyal medya, pandemiler ve modern yaşam, bizi izole edilmiş, birbirimize her zamankinden daha fazla yabancılaşmış ve esas olarak kendi kendimize eşlik etmekten keyif alan insanlar haline getirdi. İnsanların konuşma süresi, yaklaşık otuz yıldır düşüyor ve görüntülü aramalar bile bu eğilimi tersine çeviremiyor. Görünen o ki, diğer insanlarla iletişim kurmak giderek daha fazla insana çekici gelmiyor. Ancak giderek narsistleştiğimizi düşünürsek, bu eğilim bizi şaşırtmamalı. Gelecekte, devam etmesini ve hatta hızlanmasını bekleyebiliriz.

Ben de, beni pek ilgilendirmeyen insanlarla sosyalleşmektense, odamda kalmayı ve zamanımı istediğim gibi geçirmeyi tercih ettiğimi hissediyorum. Kitaplarım var; bilim haberlerim ve izlediğim başka haberler var; ve başka ilgi alanlarım var.

Hepimiz, giderek daha fazla kendimize odaklandığımızdan, sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarına ihtiyaç duymadıklarını hisseden insanları anlayabilirim. Birçok insanda karşılık görme, toplumdan onay alma ihtiyacı azalmaktadır.

Bununla birlikte, insanlar giderek daha fazla anti-sosyal hale gelmiyor. Giderek daha titiz hale geliyorlar ve zamanlarını veya enerjilerini kendilerine hiçbir gerçek fayda sağlamayan, boş bağlantılarla harcamak istemiyorlar.

İnsanlar diğer insanlara karşı kayıtsız kalıyor çünkü daha fazla hedef odaklı hale geliyorlar. Hayattaki hedeflerini seçiyorlar ve bu hedeflere ulaşmak için çaba harcıyorlar. Bu, insanları yaşam amacının peşinden gitmeye yöneltecek olumlu bir gelişmedir.

Bana gelince, münzevi doğama rağmen, hayatımın amacı, mümkün olduğu kadar çok insanla ve mümkün olan en derin seviyede, kalbimde bağ kurmamı gerektiriyor. Hedefime ulaşmak için, her bir kişiyle bağ kurmaya ve her bir kişiyi kucaklamaya hazırım. Ancak bu benim amacım olmasaydı, hayatımın amacı olan ve uğruna her türlü fedakârlığı seve seve yapacağım Kabala bilgeliğini dünyaya yaymaya başlamadan önceki gibi, hala odamda mutlu bir şekilde inzivaya çekilmiş olurdum.

Ve benim gibi, diğer birçok insan da giderek daha fazla hedef odaklı hale geliyor. Bu insanlıkta bir gelişimdir, gerileme değil. Gelecekte, giderek daha fazla insanın ortak hedefler etrafında bağ kurduğunu ve onlara anlamsız görünecek olan, sıradan etkileşimlerden kaçındığını göreceğiz. İki seviyede yaşıyor olacaklar: Yüzeysel seviyede mesafeli veya içine kapanık görünecekler ancak daha derin seviyede, hedeflerini paylaşanlarla derinden bağlı olacaklar.

Klipa’nın Faydası

Soru: “Yaradan’ın yüceliği” nedir? “O’nun yüceliği benden gizlenmiştir” ne anlama geliyor?

Cevap: Bu, O’nu hissetmediğiniz, O’nu görmediğiniz, O’nu anlamadığınız ve O’nu hiçbir şekilde etkileyemediğiniz anlamına gelir. Buna bağlı olarak, O, sizi görünürde sanki etkilemiyor.

Soru: Yani bu, Klipa’nın bizi Yaradan’ın ışığından koruduğu anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet, Klipa bizi Yaradan’a yaklaşmaktan korur. Bu olmazsa, kendimize çok zarar verebiliriz. Bu, bir çocuğu, ona zarar verebilecek bir tür cihaz veya koşullarla yalnız bırakmaktan nasıl korktuğumuza benzer bir durumdur.

Soru: Bizler Yaradan’ın sevgi, ihsan etme ve birlik gücü olduğunu öğreniyoruz. Sevginin gücü bana ifşa edilirse, onu kendi zararıma nasıl kullanabilirim ki?

Cevap: Elbette ki kullanabilirsiniz. O’ndan doğru şekilde kullanabileceğinizden daha fazlasını isteyeceksiniz. İşte o zaman, sınırlandırılmış olmak zorunda kalacaksınız.

Soru: Bu durum, Yaradan’ın yarattıklarına olan sevgisinin, kişinin kendi zararına kullanılabileceği anlamına mı geliyor?

Cevap: Elbette. Hem de nasıl! Bu korkunç bir güç olurdu! Bu nedenle, bunu yapmanıza izin vermeyen bir Klipa vardır.  O bu olasılığı kişiden gizler.

Eski Düzene Göre

Yorum: Bir keresinde, dünyanın felaketlerden ve çevre kirliliğinden değil, işsizlikten korkması gerektiğini; Dünya işsizlerle dolup taşacak, çevresel bir felaketten daha kötü bir kaos ve felaket olacak demiştiniz.

Cevabım: Gerçek şu ki ülkeler, işsizleri desteklemek zorunda kalacaklar. Belki de bu çok da büyük bir sorun olmayacak, tabii ki yine de büyük bir yük. Toplum, malların yeniden dağıtımına ve muhtaçları bir şekilde tatmin etmeye adapte olabilmiş değil. Her şey eski düzene, paraya ve sosyal yardımlara göre çalışıyor.

Sorun, sadece işsizlerin geçimini sağlayacak hiçbir şeyleri olmayan insanlar olması da değil.  Bu kimseler, herkesin gözünde gereksiz göründüklerini hisseden ve boşluk, değersizlik ve önemsizlik hislerini kendi içlerinde doldurmaları gereken insanlar. Çok kötü sorunlara sahipler.

İnsan, bir tür işe katılım sağlayabilmek için yaratılmıştır. Hayvanların sürekli yiyecek arayışı içinde olduklarını, birbirleriyle bir nevi iletişim içinde olduklarını, bir nevi açılım içinde, bir yerden bir yere hareket halinde olduklarını görüyoruz. Sürekli içsel ve dışsal hareket halindedirler. Aralarında kavga olsa da kasten birbirlerine zarar vermezler. Bütün bunlar gerekliliktir ve tüm canlıların yaşam döngüsünde yerleşiktir.

Çalışmadan ayrılan insan, bir nevi ölüdür. Twitter, Facebook ve diğer sitelerde ne kadar süre kalabilirim ki? Bugün televizyonda öyle programlar var ki izlenecek hiçbir şey yok. Yani insanlar o kadar çok bozuluyor ki, kesinlikle içlerindeki insani olan özellikler yok oluyor. Herhangi bir gelişim ile ilgilenmiyorlar.

Neden okula gidiyoruz? Biraz okuyup yazmayı, hatta kalemle yazmayı bile değil, bilgisayarda yazmayı öğreniyoruz,  işte bu kadar.

Başka neye ihtiyacım var? Bir yazışmada sadece “ha-ha” ve “ho-ho” gönderiyorum ve bunlar yeterli oluyor. TV şovlarını izliyorum ve bu da yeterli.  Ne okulu? Ne için?

Bir zamanlar okul, insanı işçi olmaya hazırlamak için tasarlanmıştı ve eğer üniversitede eğitimine devam ederseniz, o zaman bir memur veya bir çalışan olurdunuz, vb. Ama şimdi neden artık rahatsız ediyor? Yani okul ölüyor. Bütün kültür ölüyor. Bu televizyon ekranında kapanıyor ve bu da dedikleri gibi, “süpürgeliğin altına” atılıyor. İnsanlar işte böyle bir durumda. Onlara bundan sonra ne olacak?

Her şeyi şansa bırakabiliriz, ancak doğanın kendi yasaları, kendi planları ve kendi amacı vardır. Bu nedenle, sadece hayatın tadını çıkarmak çok zordur. O bizi her zaman sarsacaktır. Dünyada savaşlar, isyanlar ve vahşice şeyler olacaktır.

Hiçbir devlet bununla başa çıkamayacak çünkü tüm ülkelerde insanların %90’ı işsiz kalacaktır. Onlarla ne yapacaksınız?

Geriye kalan tek şey, küçükten büyüğe herkes için integral bir yetiştirme ve eğitim metodudur. Sadece bu metot, insanı bir üst seviyeye yükseltebilir ve o zaman doğa ile uyum içinde olur, çelişkiler yaşamazsınız. Bu harekette kesinlikle iyi işaretler bulacaksınız.

Zaman, Koşulların Değişimidir

Soru: On Sefirot’un Çalışılmasında, üst ışıkta, yaratılışın başlangıcında, ne başlangıç ne de son olduğu söylenir. Bunu nasıl anlayabiliriz?

Cevap: Zaman yoktu; yani hiçbir şey değişmiyordu.

Zamanın ortaya çıkması için, arzunun kendisini bazı koşullar içinde hissetmesi gerekir ve bu koşullar değişmeye başlar ve arzuya niteliklerini verir. Sonra arzu, bir koşulu diğerinden ayırmaya başlayacak ve ilk koşuldan ikinciye ve üçüncüye bir değişim hissi ortaya çıkacaktır. Zamanı karakterize eden şey budur.

Değişiklik olmasaydı, zamanı hissedemezdik. Yani bu, her birimizin öznel bir hissiyatıdır.

Esasen zaman, koşulların değişmesidir. Dolayısıyla maneviyatta zaman yoktur; sadece koşul değişikliği vardır.

Bizim dünyamızda zamanı hissediyoruz çünkü bedenimiz hem içsel hem de dışsal olarak, sürekli bir yere hareket ediyor. Etkileniyor ve etkiliyor. Tüm bu değişiklikleri, içinde yaşadığımız zamanın çerçevesi olarak hissediyoruz.

Başka bir deyişle, maneviyatta, bazı eylemleri kendim bilinçli olarak yapmazsam, o zaman koşullarım değişmez ve dolayısıyla zaman da olmaz.

Maddesel dünyamızda, benim bir şey yapıp yapmamam önemli değildir; değişiklikler hala içgüdüsel ve bilinçsiz olarak gerçekleşir yani otomatik olarak yerleşmiştir. Bu nedenle, bedenimizde bir zaman duygusu vardır.

Yer ve İçerik

Bu, yeni başlayanlar için zordur çünkü onlar meseleleri zaman, mekân, değişim ve mübadelenin maddi sınırları aracılığıyla algılarlar. Ancak, yazarlar bunları yalnızca üst köklerine işaret etmek için, simgeler olarak kullandılar (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Cilt 1, Kısım 1, Bölüm 1).

Burada şunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor ki bizim dünyamızda olduğu gibi, maddi bir yerden ve içeriğinden bahsetmiyoruz, yine de bu şekilde hayal ederiz çünkü alışılagelmiş klişelerimizden kurtulamıyoruz.

Ama en azından aklımızda olanlardan biraz geri çekilmeli ve yerin ne anlama geldiğini düşünmeliyiz.

Yer, yaratılmış ve bir çeşit dolgu ile doldurulmuş bir arzudur. Bu, arzunun istediği şeyle dolu olduğu anlamına gelir. Evrende sadece bu iki madde vardır. Arzu yer olarak adlandırılır, doldurma ise dolgu ya da ışık olarak adlandırılır.

“Eğer Doğru Soruyu Sorarsak, Cevap Bellidir” (Linkedin)

Nihayetinde, herkesin istediği şey, iyi bir hayata sahip olmaktır. İyi bir yaşam, herkes için aşağı yukarı aynı anlama gelir: yaşamak için iyi bir yer, sofrada yemek, sağlık, çocuklar için eğitim ve en önemlisi – parlak bir yarının kesinliği. Kendimize, böyle bir yaşam sürmekten bizi neyin alıkoyduğunu sorduğumuzda, çoğu insan için açıktır ki, yalnızca egomuzun tüm biçimleri (gurur, tiranlık, sömürü, zorbalık, zalimlik) iyi bir yaşam sürmemizi engeller. Ancak, egoyu nasıl yeneceğimizi sormak yerine, kendimizi diğer insanların egolarından nasıl koruyacağımızı, en iyi durumda ya da en kötüsünde, kendi egolarımızı diğer insanlara nasıl empoze edebileceğimizi soruyoruz.

Bu, bariz soruyu sormamamızın bir nedeni var: Mutluluğa giden yolumuzdaki tek engeli nasıl aşacağız? Bizi engelleyen şey yani ego, dikkatimizi dağıtır ve dikkatimizi başka şeyleri veya insanları sorun olarak görmeye yönlendirir. Ama bir an için duygularımızın üstüne çıkar ve mantıklı düşünürsek, eğer birbirimize yakın hissetseydik, düşman gibi değil de aile gibi hissetseydik, birbirimize karşı savaşmayacağımızı anlarız.

Egonun bize oynadığı oyunlar yeni değildir. Binlerce yıldır bizi birbirimize düşürüyor. Binlerce yıldır birbirimizi öldürüyor, sömürüyor, taciz ediyor ve komşumuzun acısına seviniyoruz. Bunu başka hiçbir varlık yapmaz, sadece insanlar çünkü “ego” denen içsel yılana sadece insanlar sahiptir.

Eski toplumlar bugün bizimki kadar zehirli değildi. Bazı durumlarda, gerçekten bir aile gibi yaşadılar. Ancak ego sabit kalmaz; yoluna çıkan her şeyi şiddetlendirir ve zehirler. İnsanlık her seçeneği denedi. Aşırı solu ve aşırı sağı, kapitalizmi ve sosyalizmi, anarşi ve katı düzeni, monarşiyi, demokrasiyi, teokrasiyi denedi, liste uzayıp gider. Hiçbiri işe yaramadı ve ego zihinlerimizi ve kalplerimizi yönettiği sürece, hiçbir şey işe yaramayacaktır.

İnsanlık bitmek bilmeyen bir savaşın içine gömülürken, yaklaşık 4000 yıl önce yaşamış bir adam doğru soruyu sordu: İnsanlık, kalbimizdeki egoyu nasıl yenebilir? Bulduğu cevap onu o kadar mutlu etti ki, insanlığa nasıl yardım edeceğini anladı ve gittiği her yere bunu yaymaya başladı. Bu adamın adı İbrahim’di ve tüm insanlığa verdiği mesaj, diğer insanların egolarını, hatta kendi egomuzu yenmeye çalışmak yerine, olumluya, egoist olmayan bağları beslemeye odaklanmamız gerektiğiydi.

Yeni fikri sayesinde “merhamet adamı” olarak tanınan İbrahim, haklı olduğunu anlayan taraftarlar toplamaya başladı. İbrahim, anavatanı Babil’deki egoist otoritelerin baskısıyla yola çıktı ve Kenan’a doğru yöneldi. Yol boyunca, fikrindeki güzelliği gören daha fazla taraftar topladı. Henüz bir ulus değildiler; onlar, öğretmenlerinin fikrine sempati duyan bir insan kalabalığıydı. Ancak İbrahim’in metodunu, yabancılaşma ve bencillik yerine, özen ve düşünceyi besleyerek kendi aralarında uygulamaya başladıklarında, daha önce görülmemiş bir birlik şekli oluşturmaya başladılar.

Bu insanlar, birliktelikleri sayesinde insanların daha önce bilmediği bir şeyi keşfettiler: Her şey birbirine bağlı. Ben-merkezci doğalarına, verme unsurunu ekledikleri için, gerçekte her şeyin sadece almakla kalmayıp, diğer her şeye verdiğini de hissedebiliyorlardı. Bu şekilde, dünyanın geri kalanı için bir model haline gelen, dengeli ve uyumlu bir toplum kurdular. Bu toplum “İsrail halkı” olarak tanındı.

Ancak dayanışmalarını koruyamadılar. Her insandaki ego büyüdükçe, onların da egoları büyümeye devam etti ve sonunda onlar da buna yenik düştüler. Bununla birlikte, İbrahim’in mirası onlarda kaldı ve aralarından çok azı bu öğretiyi kitaplarda ve öğretmenlerde canlı tuttu.

Bugün, dünya seçeneklerini tükettiği için bu bilgelik tüm dünyaya açılıyor. Egoyu yenmenin bir yolunu bulmaya yönelik bu boşuna çabalar, insanların zihinlerini egoyu bastırmaya değil, bağı güçlendirmeye çalışan bir bağ kurma bilgeliğine açtı. Öğretmenim RABAŞ ve babası Baal HaSulam böyle öğretmenlerdi ve onların öğretilerini her dilde ve her yerde erişilebilir kılmak için elimden geleni yapıyorum. Bugün, doğru soruyu sormaya hazırız: Egoyu nasıl yeneriz? Bugün, ego bizleri daha fazla sefaletten başka hiçbir yere götürmeyen, yanlış ideolojilere çekemeyecektir.

Öğretmen-Öğrenci İlişkisi

Soru: Öğrencilerinizin, sizi bir arkadaş olarak görebilecekleri bir zamanın geleceğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Bunu isterdim ama pek olası değil. Bunu henüz görmüyorum ve benim hakkımda öğrencilere özel bir fikir veren o enerjiyi bozmaktan korkuyorum.

Gerçek şu ki, bir öğretmen, öğrencinin gözünde, öğrencinin kendisi ile aynı olduğunda, sorun ortaya çıkar. Hareket enerjisini kaybeder; öğretmenden aldığı bilgilerle ilgili her türlü şüphe ortaya çıkar; onu önemsemez. Öğrencinin kendini öğretmene yakın hissetmesi için, öğretmenini tanrılaştırdığı duruma hazır olması gerekir. Bu kolay değil.

Bunu kendi deneyimlerimden biliyorum – öğretmen için yemek pişirdiğinizde, onunla denize, saunaya gittiğinizde, hastanede onunla ilgilendiğinizde ve o hasta ve çaresiz olduğunda sizin onu beslemeniz, yıkamanız ve temizlemeniz gerekir. Rabaş’ın iki eli ve yüzü yanmıştı ve ben birkaç hafta onunla birlikteydim.

Bunların hepsi, öğrenci ve öğretmen için yukarıdan gelen karmaşık süreçlerdir ve birbirleriyle bu şekilde çalışmalı ve kendilerine bunun neden verildiğini anlamalıdırlar. Öğretmen anlar. Ancak bir öğrenci için bu korkunç bir sorundur! Bu sırada ne olduğunu, öğrenciye hangi düşüncelerin, ipuçlarının ve korumaların verildiğini anlamamız gerekir.

Yorum: Tüm dünyamız, örneğin başkan ve çevresi gibi, hiyerarşi üzerine kuruludur. Ama onların ilişkisi, kesinlikle sizin öğretmenle tanımladığınızdan farklıdır.

Cevabım: Bir öğretmen ile size öyle düşünceler, arzular ve koşullar verilir ki, onu göz ardı etmek için bolca fırsatınız olur. İyi bir şeye uyum sağlamak sizin için çok zor. Çok zor. Çalışma budur ve bu bir mücadeledir.

Grupta dostlarınızı, onluyu ve Yaradan’ı gözünüzde yükseltmeniz gerektiğini söylüyoruz, amacın öneminin, ona doğru ilerlemek için harcayabileceğiniz enerjiyi belirlediğini söylüyoruz. Ama bir öğretmenle bu daha da zor. Bunun nedeni, grupta dostlarınızın desteğine sahip olmanızdır. Yaradan ile ilgili olarak, ayrıca grubun desteğine de sahipsiniz. Öğretmene gelince, dostlarının öğretmeni yücelttiğini görmek yeterli değildir.

Dahası, bu öğretmenin nasıl davrandığına bağlıdır. Bazıları, onu putlaştıracak, ona saygı duyacak ve ona bağlı olacak insanları çekmek için her şeyi yapar; bu bir kişiyi işlemede tamamen Doğu’ya özgü bir kurnazlık tekniğidir. Bu anti-Kabalistik bir varoluştur.

Ben onu yapmam. Şehrin sokaklarında hızlı adımlarla özgürce dolaşan, tamamen sade bir insan olan Rabaş ile çalıştım; dedikleri gibi hiçbir durumda insanlardan kopmadı.

Onun yanında, bir insanın tam olarak böyle olması gerektiğini hissettim. Hepimiz Yaradan’ın altında eşitsek bunun başka yolu yoktur. Ve bunun için ona saygı duydum.

Ancak şöyle söyleyenler oldu, “Peki, bu nedir? Bu bir öğretmen mi? Bu saygın bir manevi lider mi?” Nerede bu yüz elli kilo ağırlık, nerede bu iletişimdeki bu önem ve yavaşlık? Soru sorduğunuzda beş dakika sonra yavaşça size dönüyor, birkaç kelimeyi yanıtlıyor ve ondan bir tür yanıt duyduğunuzdan zaten memnun oluyorsunuz, konuşmadaki ihtişamı nerede? Bunun hiçbir şeyi yok! Çünkü her şey eylemlere dayalıdır.

Baal HaSulam için de durum aynıydı çünkü biz doğayla, bilimle, bir insanı değiştirme metodolojisiyle uğraşıyoruz. Bunun din ile alakası yok, manipülasyon yok; size bir yöntem verilir ve onu nasıl kullanacağınız öğretilir. Bu kadar.

Yorum: Yine de, birçok insan size büyük saygı duyuyor.

Cevabım: Tüm bunları, kişinin kendi üzerinde yaptığı çalışmada, kişiyi değiştirmenin açıkça pratik yollarına dönüştürmeye çalışıyorum. Bana sadece söylediklerimi dinlemesi gerektiği ölçüde saygı duymasına izin veririm. Hepsi bu. Ondan daha fazla bir şeye ihtiyacım yok!

İçsel Değerler Etkili Olduğunda

Yorum: Bizler öyle zannediyoruz ki eski zamanlarda insanlar ilkeldi. Ama siz, onların, aralarındaki bağın açıkça farkında olduklarını söylediniz.

Benim Yorumum: Ne yönden ilkeldiler? Âdem’den önce ve sonra yirmi nesil, Nuh’tan önce on ve Nuh’tan İbrahim’e kadar on nesil Yahudi, ilkel değildi. Onlar, aralarındaki bağ vasıtasıyla üst dünyaya ulaşıyorlardı. Bunun kaderleri olduğunu ve bu dünyada bu nedenle var olduklarını anladılar.

Bu nedenle onlar gereksiz hiçbir şey yapmadılar ve büyük anıtlar, saraylar, tanrı heykelleri yaratmamışlardır.  Onlar hiçbir şey inşa etmediler! Buna ihtiyaç duymadılar. Onlar içsel çalışma yapıyorlardı. Herkesin kalacak yeri, ekmeği, suyu, eti, sütü, ihtiyacı olan her şey vardı ve bu onlar için yeterliydi.

Burada, İsrail’de yaşamış eski uygarlığa bakın. Geride ne bıraktılar?

Hiç bir şey. Elbette şehirler ve yerleşim yerleri vardı ama çok basit şekilde.

Ve Tapınak! O Tapınakta ne vardı ki? Özel bir şey yoktu. İki yüz metreye iki yüz metre, hatta daha az.

Her şey çok basitti çünkü içsel manevi gelişime yönelikti. Ve insanlar buradan dünyanın diğer ülkelerine sürgüne gittiklerinde, esasen hiçbir şey kaybetmediler; yanlarına bir kitap alıp gittiler. Tamamen farklı değerlerle yaşadılar.

Yunanlılar ve Romalılar ise ne yaptılar? Washington’a ilk geldiğimde şöyle bir baktım: “Burası Roma – birebir aynı! Binalar ve sütunlar, bunların hepsi antik Yunan.” Berlin’de de durum aynı.  Bin yaşındaki Reich, Roma’nın varisi. Ve Rusya’da da benzer bir şey inşa ettiler.

Ancak burada o türden bir şey yok. Burada bir şey nerede inşa edilir ki? Ya da eski tarihe ait restore etmek istediğiniz bir şeyi nereden bulabilirsiniz ki? Hiçbir şey yok. Sadece sıradan binalar inşa etmek ve onlarda yaşamak gerekiyor, hepsi bu.  Diğer her şey ise içsellikte.

Modern yeni binaların bile, ne tip olmaları gerektiği kimsenin umurunda değil. Mimari yok, özel müzik yok, kültürel anlamda edebiyat yok vs. Hiçbir şey yok ve bunların hiçbirine gerek de yok! Bedenin varlığı için gerekli olan giysi, ayakkabı ve gıdayı sağlamak için, ihtiyaç olan tek şey normal bir yaşam ortamıdır. Diğer her şey ise sadece maneviyattır.

İnsani Gelişimde Yeni Bir Safha

Zamanımız harika bir zaman! Bu, insani gelişimde tamamen farklı bir safhadır. İnsanlara, gidecek hiçbir yerimizin olmadığını açıklıyoruz. Hepimiz, bizi etkileyen tek bir doğaya karşıyız.

Kötü bir uzay gemisinin, devasa bir uçan dairenin, Hollywood filmlerindeki gibi Dünya’ya geldiğini ve üzerinde gezinip onu örttüğünü hayal edin. Şu anda tam da böyle bir uçan dairenin altındayız.

Peki, bu konuda ne yapabilirsiniz? Tüm doğanın bize ciddi şekilde baskı yaptığı ve kendisi gibi, bizi birbirimize karşılıklı olarak bağlı olmaya zorladığı bir dünyada yaşıyoruz. Tüm hakkında konuştuğumuz şey budur.

Duyduğumuz kadarıyla, eğitimde sadece çocukların değil ama aynı zamanda yetişkinlerin de yetiştirilmesinde, her türlü ıslahlarda, dünyaya bakışın değişmesinde, her türlü sorunun hafifletilmesinde ilerlemeler görüyoruz. Hepsini görüyoruz!

Ve insanların bununla hemfikir olmaları, kabullenmeleri ve bunun üzerinde düşünmeye başlamaları o kadar kolay olmadığı kadar; aralarında sorunlar da çıkar, tüm bunları da ortaya çıkaran katılık/değişmezlik çatışmalarıdır.

Zaman bizim için işliyor. Her şeye rağmen birleşmemiz gerektiğinin, ne kadar yavaş yavaş farkına varıldığını görüyoruz.

Kabalistler Neden Gece Çalışırlar?

Soru: Gece neden zihinsel aktivite için en verimli zamandır? Prensip olarak, Kabalistler, her zaman düşüncelerin yoğunlaşmasının çok daha net olduğu geceleri çalışmışlardır.

Cevap: Birincisi, fizyolojik olarak şartlandırılmıştır çünkü kişi, bu süre zarfında yapacak başka bir şeyi olmadığını hisseder ve herkes uyurken bazı işlere konsantre olabilir.

İkincisi, o sırada kişide pek çok uyarıcı merkez aktive olmaz ve bu nedenle kişi tek bir şeye daha kolay konsantre olabilir.

Üçüncüsü, eğer manevi çalışmadan bahsediyorsak, o zaman bu, gerçekten manevi köke, kökten dala veya daldan köke bağlanmanız gereken zamandır. O zamanda, kişinin içinde bir edinim elde etmeye devam edeceği yeni arzular yaratılır.

Bu tür çalışmalar gece yarısından itibaren başlar. Bu nedenle Kabala, insanları gece saat on ikide kalkmaya ve çalışmaya başlamaya teşvik eder. Gece on iki yani gece yarısı, gecemizin yarısı değil, koşula bağlı gecedir. Bütün geceyi gün batımından ilk ışık huzmesinin görünümüne kadar on iki parçaya bölerseniz, o zaman orta kısım, altıncı, koşula bağlı saat, gece yarısı olacaktır.

Gece saati, kırk dakika, elli dakika veya bir saat yirmi dakika olabilir. Mekanik saatler kullanıyoruz, ancak genel olarak doğada saatler mekanik değil, güneş ve ay saatleridir. Bu nedenle saatler koşullara bağlıdır.

Vücudumuz da kendi içsel koşullu saatine göre aynı şekilde çalışır. İnsan vücudu kış ve yaz aylarında uyku sırasında tamamen farklı çalışır. Bütün bunlar Kabala’da dikkate alınır. Yani, gece ve gece yarısı tamamen astronomik değerlerdir ve nerede ve nasıl olursa olsun işleyen saate göre, mekanik değillerdir.

Yorum: Ama farklı bölgeler var.

Cevabım: İnsan doğayla bağlantılıdır; onun ayrılmaz bir parçasıdır ve ondan ayrılamaz.

Ve bölgeler gerçekten farklıdır. Bu nedenle, nasıl çalışılacağına dair bir sorun var. Ancak birlikte çalışmamızın bizim için yine de daha iyi olduğuna inanılıyor. Bu en önemlisidir.

Baal HaSulam, ortak çalışmanın, ortak yakarışın ve ortak eylemlerin diğer tüm parametreleri geçersiz kıldığını yazıyor.