Daily Archives: Kasım 2, 2022

“Silah Sahiplerinin Hürriyetlerine Ve Özgürlüklerine Zarar Vermeden, Silahlı Şiddetin Çözümü Nedir?” (Quora)

İlk olarak, yüz milyonlarca insanı silahsızlandırmanın gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Silahlı şiddetin çözümü eğitimdedir. Birisi herkesin silahlarına zorla el koyma yetkisine sahip olsa bile, silah şiddeti bir sorun olmaya devam edecektir. Silah isteyen insanlar onları almanın yollarını mutlaka bulurdu.

Bizi en başta şiddete yönelten şeylerle ilgili olarak toplumun kademeli ve sistematik eğitimi dışında, silahlı şiddete karşı bir çözüm yoktur. Bir toplum olarak, başkalarını öldürmenin kötü olduğu bilincine ulaşmamız gerekiyor. Bu mesaj zaten geniş çapta anlaşılmış olsa da, örneğin genel olarak büyük dinlerin ve manevi uygulamaların merkezinde yer alsa da ve çeşitli şekillerde tekrar tekrar dile getirilse de, yine de silah şiddetinin günden güne daha büyük bir sorun haline geldiğini görüyoruz. Silah şiddetinin kötüleşmesinin nedeni, başkaları pahasına kendine hizmet etme arzusunun, toplumda birçok şekilde çoğalmasından ve daha sonra bazı insanların, bu görünüşte aşağılık egoistlerin topluma ateş açmak için silahlarına sarıldığı, insan egoizminin sürekli büyümesinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle küçük yaşlardan itibaren başlayan ve tüm hayatımız boyunca devam eden ciddi evrensel eğitimden başka bir çözüm görmüyorum. Böyle bir eğitim bizi şiddete yer olmayan bir duruma götürmelidir. Bir başkasına el kaldıran herkesin, cezalandırılması ve başkalarının hayatı üzerinde güç kullanmaya hakları olmadığını anlaması gerekir. Başkalarıyla yalnızca düşünceli ve sorumlu bir şekilde ilişki kurmayı ve örnek olarak liderlik etmeyi tercih etmeliyiz. Hiç kimsenin şiddete başvurma hakkı yoktur. Bu hiç bir şekilde bizim haklarımız dahilinde değildir. Yani, başkalarının iradesine karşı hareket etme hakkımız yoktur. Birçoğunun tarih boyunca bu tür ilkeleri öğrettiği doğrudur, ancak konuşmanın ve eylemin olduğunu görüyoruz ve sonra tam tersini yapan birkaç insan örneği görüyoruz.

Bu ilkelerin toplum bilincine yerleşmesine yönelik eğitim çabalarında eksik olan, doğanın pozitif gücüdür yani varlığımızı önceliklendiren ve doğuran sevgi, verme ve bağ kurma gücüdür. Bu gücü hayatımıza çekerek, başkalarına zarar vermeme ilkesini gerçekten içselleştirebiliriz. Bu nedenle, küçük yaşlardan itibaren istisnasız herkese karşılıklı saygı, özen, destek ve teşvik, diğer bir deyişle “Komşunu kendin gibi sev” ilkelerini öğretmemiz gerekiyor. Ayrıca, bu tür eğitim sürekli olmalı, günlük bazda olmalı ve tüm eğitim sistemlerinin ve etkin medyanın bu tür ilkelerin öğretilmesi ve tanıtılmasına dahil olduğu ülke çapında olmalıdır. O zaman, böyle bir eğitimin kalıcı bir olumlu etkisi olacağından, silahlı şiddette çarpıcı bir düşüşe tanık olacağız.

Böyle bir eğitim süreci toplumda başlarsa, o zaman doğada bulunan pozitif gücü hayatımıza çeker ve gerçekte kim olduğumuza, etrafımızda olup bitenlere, acı çekmemize ve sorunlarımıza neyin sebep olduğuna ve nereye doğru gittiğimize dair daha net bir algı ve his kazanırız.

Tekrar ediyorum, böyle bir eğitim, normalde eğitim hakkında düşündüklerimizin ötesindedir. Yani okullar, kolejler ve üniversiteler gibi yaygın olarak bilinen eğitim kurumlarımızda bu tür ilkelerin öğretilmesini içerir, ancak buna ek olarak her türlü etkili medya yapımcılarının, film yapımcılarının, radyo programı sunucularının, TV dizisi yapımcılarının, gazetecilerin ve tüm yazarların buna dahil olmasını gerektirir. Tüm sosyal ve çevresel etkileyenler, öncelikle bizi mutluluğa, barışa ve uyuma götüren mesajları iletmeye odaklanmalıdır. Aksi takdirde, egoizmimiz -başkaları ve doğa pahasına haz alma arzusu- kendine uygun formlar yaratmaya devam edecek ve böyle bir yaklaşımın yol açtığı trajedileri ve çıkmazları göreceğiz.

Bu nedenle, eğitimimizi – içiçe geçmiş sosyal ve medya etkileşim ağımızı – karşılıklı olarak saygılı, sorumlu, destekleyici ve teşvik edici üyelerden oluşan bir toplum yaratmak için düzenlersek, o zaman konuşma, iletişim kurma ve düşünme şeklimiz olumlu bir değişime uğrayacaktır. En azından, silahlı şiddetin aşırı trajedileri sona erecektir çünkü olumlu bir şekilde bağ kurmak için, temel insan egoist dürtülerinin üzerine çıkmanın neden bu kadar önemli olduğuna dair farkındalığı artan bir toplumda, bu tür eylemlere yer kalmayacaktır. Öyle ki, böyle bir toplumda silahla şiddet uygulama arzusu insanlarda ortaya çıkmaz. Eğitimin kendisi, insanlarda, değer verdikleri ve bildikleri her şeye aykırı olacağı için, silah şiddetini kullanmaktan kendilerini isteyerek kısıtlayacaklarına dair ortak bir anlayış ve duyguyu geliştirecektir.

Yaradan’la Buluştuğumuz Yer

Haz alma arzumuzu açıklığa kavuşturana kadar ve bütün bir bağ sistemini ve onun kurucu özelliklerini ifşa etmedikçe, bu sadece özel bir şeyi temsil etmeyen bir arzu gibi görünür.

Ancak onun derinliği ortaya çıkmaya başladığında, bu sistemin ne kadar karmaşık olduğunu görürüz.

Bu nedenle kuantum fiziğinde, bilim insanları maddenin daha da derinlerine inerler ve her seferinde önceden bölünemez olarak kabul edilen, daha küçük temel parçacıkların içindeki bütün bir dünyayı ortaya çıkarırlar.

Bu şekilde, bizler de haz alma arzumuzun daha da derinlerine ineriz. Ama içinde ne görürüz?  Haz alma arzusunu yaratan üst ışığın onu nasıl etkilediğini ve onda direkt ışığın dört safhasını nasıl yarattığını görürüz. Ve bu dört safha aracılığıyla, ışık, haz alma arzusuna girdiği için, kendi yapısını onun içinde inşa eder.

Haz alma arzusunun kendisinde, arzudan başka bir şey yoktur. Ancak ışık, arzunun Aviut’unun (kalınlığının) beş safhasına (Şoreş, Alef, Bet, Gimel, Dalet), Sefirot, Olamot, Partzufim ve Kavim’e göre, sonsuz sayıda bağ ve form farklılıklar yaratır. Her biri  kendine has özelliklere, sonsuz sayıda farklılığa sahiptir -ve hepsi ışıktan gelir.

Bu nedenle, haz alma arzumuzu ne kadar açarsak, ışığı, Yaradan’ı ve O’nun doğasını o kadar çok ifşa ederiz. Ama biz O’nu maddeden, haz alma arzusundan ifşa ederiz ve buna “maddede kıyafetlenmiş form” denir.

Bizler, Yaradan’ın kendisini değil maddede gerçekleştirdiği eylemleri ifşa ederiz ve eylemlerden O’nu ediniriz, yazıldığı gibi: “Biz, Seni yaptıklarından bileceğiz.”

Biz, maddenin kendisine gireriz. Yaradan Kendini maddenin içine koyar ve biz de kendimizi aynı maddede ifşa ederiz ve orada Yaradan ile buluşuruz. Bu nedenle, Atzmuto ulaşılamaz kalır.

“Neden Buradayız? Hayatın Anlamı Nedir? Neden Varız? Neden Bu Soruları Soruyorum?” (Quora)

Hayatın anlamı nedir? Bir noktada yaşamanın bir anlamı olmadığını, boşuna yaşadığımızı fark ediyoruz. Hayat her gün yanımızdan geçip gidiyor ve belki de en başından hiç var olmasak daha mı iyi olurdu?

Gerçekten, binlerce yıldır hayatın anlamını aradık ve insanlık olarak henüz hayatın nihai anlamını bulamadık. Sanki her nesilde bu en temel soruyu sormak ve cevabını bulamamak için yaşıyoruz.

Hayatın anlamı ile ilgili soru, istemeden içimizde ortaya çıkar. Hayatın anlamını sormamak daha iyi ve daha kolay görünse de, eğer öyle olsaydı, o zaman hayvan seviyesinde kalırdık. Oysa ki insanlar gelişmeye devam ediyor ve bu sürekli olan gelişimimiz, bir nesilden diğerine hayatın anlamını giderek artan bir şekilde sormamız ile ifade ediliyor.

Hayatın anlamını ve neden burada olduğumuzu sormadan edemiyoruz. Kendimizi sorgulamaya devam etmemiz, bizi bir gün hayatın en büyük sorusunun gerçek cevabını keşfetmeye başlayacağımız noktaya getirecektir. Umarım böyle bir gün çok yakında gelir.

O halde, hayatın anlamı nedir?

Hayatın anlamı, hayatın anlamını keşfetmektir.

Yine de, bu nedir? Onu keşfetmemiz gerekecek. Bu dünyada, özellikle bu sorunun cevabını aramak için yaşıyoruz ve yaş, milliyet, cinsiyet ve meslekten bağımsız olarak hepimiz bilinçaltında bunun cevabını arıyoruz. Sürekli hayatın anlamını aramaya kilitlenmiş durumdayız ve böyle bir arayışın arkasındaki temel motivasyon hakkında hiçbir fikrimiz yok.

Bazı insanlar, hayatın anlamını belirli bir arayışa girmeden, hayatı iyi yaşadıklarını ve çok şey başardıklarını söyleyerek, kendilerini bu hayatta bulmayı başarıyor gibi görünebilir, ancak bu insanlar kendilerini bu tür ifadelerle ikna ederler. Fakat hayatın anlamını bulma arzusu, herkeste olduğu gibi onların içinde de yaşar, aksi halde zaten hayatta olmazlardı.

Hayatımızın her anı, neden yaşadığımız sorusuyla başlar. Bunu fark etmeyiz ve böylece verilen anı yaşarız ve bir sonraki anda kendimize aynı soruyu sorarız – “Ben ne için yaşıyorum?” – ve bunu tekrar tekrar yaparız. Hayatımız boyunca bu şekilde yaşamaya devam ederiz, ancak yine de net bir cevabımız yoktur. Yine de her anı temelinde bu soruyla yaşayarak o arayışa yeniden girer ve hayatımız boyunca bu şekilde hareket ederiz. Hayatımızın akışı, hayatın anlamı hakkında sürekli bir soru ve asla keşfedemeyeceğimiz bir cevap için sürekli bir arayıştır.

Dahası, “Hayatın anlamı nedir?” sorusu, fizyolojik algımızdan önce gelir. Bu bizim en önemli ve temel sorumuzdur. Üstelik bu, manevi arayışımızla ilgili bir sorudur. Hayatımızın anlamını sorduktan sonra vücudumuz ve organlarımız canlanmaya, çiçek açmaya başlar ve bu şekilde gelişiriz.

Nihayetinde, milyonlarca farklı hayat yaşadıktan sonra, tüm yaşamların kaynağına dair net bir algı ve duyumsamaya ulaşmak olan hayatın anlamını sonunda gerçekten bulacağız. Hepimiz bu keşfe ulaşacağız. Gelişimimizin belli bir noktasında, hayatımızın anlamını her an bilinçsizce sormaktan, hayatın anlamını bilinçli olarak aramaya başlayacağımız bir duruma geçeceğiz. Yani hayatımızın kaynağının ne olduğunu, nasıl, hangi temelde, hangi nitelikler ve niyetlerle ona yaklaşacağımızı, bir bebeğin annesine sarılması gibi onu hayal etme yeteneğimizi geliştireceğiz. Bunu yaptığımızda, hayatımızın anlamı ile bağ kurmaya başlayabileceğimiz belirli bir araca sahip olacağız ve o aşamaya ulaştığımızda, aktif olarak hayatımızın kaynağını aramaya, bizden ne istediğini, bizim ondan ne beklediğimizi ve hayatın tüm anlamının neden sadece hayatımızın kaynağına çekilip ona bağlı kalmak olduğu bulmaya başlayacağız. Böyle bir noktada, hayatın anlamını gerçekten özümsemeye ve anlamaya başlayacağız.

Hayatın anlamını aramak, sonsuzluğa giden bir yoldur ve sonsuzluk, yaşamımızın kaynağına sürekli yaklaşma, ona giderek daha fazla bağlanma, tutunma ve bağlı kalma halidir.