Monthly Archives: Mayıs 2022

Yaradan’ın Edinimine Doğru

Yorum: Dostlardan biri kendini kötü hissettiğinde otomatik olarak ona destek olmak isteriz ve “Bunun kimden geldiğini hatırla” deriz. Aynı zamanda, her şeyin aynı kaynaktan geldiğinden o kadar emin olmadığımızı da biliriz çünkü henüz manevi edinim içinde değiliz.

Cevabım: Fark etmez. Çabalarımız öyle olmalıdır ki, içimizde Yaradan’ın edinimine götürecek duygular geliştirelim. Duyu organlarımızı geliştirmeye ihtiyacımız var, o zaman O’nu edineceğiz.

Sorun şu ki Yaradan’ı hissetmek için duyu organlarına sahip değiliz, çünkü bizler ihsan etme modunda değiliz, sadece alma modundayız. İhsan etme moduna geçmemiz gerekiyor ve ancak o zaman, bu ölçüde O’nu hissetmeye başlayacağız.

“Dualarıma Nasıl Cevap Alırım?” (Quora)

Yaradan her isteği, her talebi ve her haykırışı – her duayı duyar. Ama O gerçekten, hangilerine cevap verir?

Dualarımız, Yaradan’ın planı ve bizim için dilekleriyle uyumlu olduğu ölçüde yanıtlanır.

Yaradan bizim için ne diler? O, bizlerin O’nun kendi gerçek sevgi niteliğiyle eşdeğerde, birbirimizle olumlu bir şekilde bağ kurmamızı diler.

Birbirimize karşı ne kadar çelişkili, bölünmüş ve nefret dolu olursak olalım, hepimizin olgunlaşması ve bizim için hazırlanmış en yüce durumun farkına varmamız gerekecektir: Birbirimize karşı mutlak sevgi.

Sevgi, birbirimize karşı tutumlarımızda devrim niteliğinde bir değişim yaşadığımızda ortaya çıkar. Bu, birbirimizi desteklediğimiz ve cesaretlendirdiğimiz ve birbirimizi tamamlamayı amaçladığımız zamandır. Başka bir deyişle, sevgi, sadece kendimizi düşünmekten, dışımızdaki herkese fayda sağlamayı düşünmeye geçtiğimiz zamandır.

Böyle bir sevgiye ulaşmak için yapılan dua cevaplanır. Ancak bu, başkaları için gerçekten en iyisini istediğimiz sadece aynı doğrultuda sözler söylememizden değil, kalbin derinliklerinden gelmelidir.

“20. Yüzyılın Bazı Özellikleri Nelerdir?” (Quora)

20. yüzyılın ortalarında insanlık anlamsız bir varoluş dönemine girdiğini hissetmeye başladı. Sosyal bilimciler ve siyaset bilimciler, insanlığın bir zamanlar sahip olduğu daha mutlu, daha iyi ve daha kolay bir gelecek için umudunu kaybettiğini anlamaya başladılar.

O zamandan önce, insanlar bir tür ruhsal doyum için hiçbir özleme sahip değillerse, o zaman maddi doyum için özlem duyuyorlardı. İnsanlar sanata ve kültüre daha fazla ilgi duydular ve sonraki yıllarını korumak için toplumsal düzende bir değişiklik olmasını umdular. Başka bir deyişle, insanların hayattan ve dünyadan birkaç ihtiyacı vardı ve gelecekte tatmin ve mutluluk bulacaklarına güveniyorlardı.

20. yüzyılın ortalarına kadar insan egosu sürekli bir büyüme yaşıyordu ve bu, insanları düzenli olarak yeni ve farklı tatmin türleri aramaya motive etti. İnsanlık böylece kuyruğunu kovalayan bir köpek gibi koşturdu. Ancak, 20. yüzyılın ortalarından itibaren umutlar söndü. Köpek artık kovaladığı kuyruğu görmüyordu. Artık nereye koşacağını bilmiyordu. Kafası karıştı. Bu dönem, 20. yüzyılın ortalarından itibaren öne çıkmaya başladı ve insanlığın mevcut durumunun belirleyici bir özelliği haline geldi.

Dünyanın Dinamikleri

Soru: Hegel, savaşın tarihsel ilerlemenin motoru olduğunu yazmıştır. Savaşlar olmadan durgunluk ve hareketsizlik olacağına inanıyordu. Ebedi barış, evrimsel gelişimde durgunluğa yol açacak mı?

Cevap: Tabii ki hayır!

Gerçek barış, savaştan bile daha dinamik bir varoluştur. Savaş sırasında nasıl kaçacağınızı, nereye saklanacağınızı, ne yapacağınızı araştırıyorsunuz ama gerçek barışta her zaman arayışta ve yükseliştesiniz.

Filozofların dediği gibi bu durgunluk değildir. Sonuçta barışı korumanın, kendinizi ve başkalarını geliştirmenin, onları yakınlaştırmanın, birleştirmenin sürekli yollarını ararsınız.

İnanç Doğal Bir İnsan İhtiyacıdır

Soru: İnsanın bir şeye inanmaya, idollere sahip olmaya, bir şeye hayranlık duymaya, bir şeye tapınmaya doğuştan ihtiyacı vardır. İnanç, doğuştan doğamızda var mı yoksa toplumun gelişiminin bir sonucu mu?

Cevap: İnanç, son derece gelişmiş bir organizmanın bir özelliğidir. Bazı ilkel canlıların ya da hayvanların inançlı olduğunu söyleyemeyiz. İnanç güvensizliklerinden kaynaklandığı için kişinin doğal bir ihtiyacıdır.

İnanç, kendini bir şeye güvenebileceği, bazı köklü doğal veya bilimsel temellerde bir tür kaide üzerine koymak isteyen bir kişinin içsel hareketidir.

Soru: Bir Kabalist olarak neye inanırsınız, neye taparsınız?

Cevap: Genel olarak hiçbir şeye inanmam ve hiç kimseye ve hiçbir şeye tapmam. Ancak, öte yandan yücelttiğim, saygı duyduğum, seviyesine ulaşmaya çalıştığım şeyler var. Onlara taptığımı söyleyebilirsiniz ama bu tapınma daha çok saygı gibidir.

Firavun’a Birlikte Gideriz

Yorum: Tora’da yazılmıştır ki; Yaradan Musa’ya, “Firavun’a doğru gel’’ der.  O, “Onunla savaşmak için Firavun’a git’’ demiyor.

Cevabım: Dahası, Musa, Firavun’a hiç de gitmek istemez, korkar. Ancak Yaradan “Korkma, seninle gideceğim’’ der. O, Musa’ya güvence veriyor gibi görünüyor: “Korkacak bir şey yok, hadi birlikte gidelim.’’

Aslında, bu iyi bir yaklaşım değildir, çünkü o andan itibaren Firavun, Musa’ya ve hatta Yaradan’a saldırıya başlar ve der ki: “Dinlemek zorunda olduğum Yaradan kim ki?’’

Soru: “Firavun’a gel” ne demektir? Bir kişi bunu nasıl hisseder?

Cevap: Kişi Yaradan’a dönmek ister, böylece, Yaradan kişiye, onun egosundan; ihsan etme, sevme ve özgecilik seviyesine yükselmesine yardım etsin. Bu, Mısır’daki sürgünden çıkışın ve Firavun’dan kaçışın yoludur.

Soru: Bu süreç nasıl olur? Kişi, kendisine “Firavun’a gel, beraber gidelim” diyen bir ses mi duyar?

Cevap: Burada hiçbir ses yoktur. Kabala’dan psikolojik bir mesele çıkarmayın.

Firavun, sizin egoist durumunuzdur. Bunu çözmek için, onu almalı, özgecil durumunuzun önüne koymalısınız ve birini diğerinin yardımıyla düzeltmelisiniz. Siz, alma ve nefret niteliğini düzeltmek için ihsan etme ve sevgi niteliğini kullanmaya hazırlıklısınız.

Soru: Ama biz bunu hissedecek araçlara sahip değiliz. Bu sanki, annesinin karnında, bir dünya, alan, zaman ve hareket olup olmadığını anlayamayan bir çocuk gibidir. Bu, buradakiyle aynı olabilir mi? Bazı kelimeleri söyleyebilirsiniz ama içlerinde bir anlam yoktur. Bu hisleri nasıl ediniriz?

Cevap: Hisleri, ancak bunu kendi içinizde ifşa etmeye başlarsanız elde edebilirsiniz.

Güç Arzusu – Ne Uğruna?

Soru: Bir liderin güç arzusu olmalı mı? Onsuz yapabilir mi?

Cevap: Bu, gücün ne için olduğuna bağlıdır. Çocuklarımı doğru bir şekilde yetiştirmek istiyorsam, onlar üzerinde gücüm olmalı. Ama bu onların yararına ve bana doğanın verdiği çerçeve içinde olmalı.

Diğer her şey gücün kötü kullanımıdır. Bu da zaten olmaması gereken bir şeydir.

Soru: Genel olarak, güç arzusu bir kişinin doğuştan gelen bir özelliği mi yoksa sonradan edinilmiş bir özellik midir?

Cevap: Doğuştan gelen bir arzudur. Bir insan diktatör doğar ve bir diktatör yetiştirmek imkânsızdır. Toplum sadece koşulları sağlar.

Duvardan Geçme Arzusu

Negatif bir güç, hedefe giden yolda, doğru yön için gerekli bir unsur olarak algılanmalıdır. Bu hedefte olumlu ve olumsuz güçler bir araya gelir ve aralarındaki bağlantı sayesinde hedef bize görünür hale gelir.

Maddi dünyada, önce hedefi görürüz ve sonra ona nişan almaya çalışmalıyız. Ama maneviyatta bu tamamen farklıdır: Eğer hedefe doğru bir şekilde nişan alırsam, o zaman onun önümde olduğunu görürüm.

Maneviyatta kendimizi her zaman önce bir duvarın önünde buluruz ve ancak bir çözüm bulursak, duvarda bir kapı olduğunu görebiliriz. Ve çözüm, bizi neyin engellediğini veya bize yardımcı olduğunu bulmak değil, tüm ön koşulları, birbirlerini tamamlayacak ve gereksiz hiçbir şey olmayacak şekilde toplayabilmektir.

Bu nedenle, her karar mükemmelliğin edinimidir. Ve mükemmellikte iyi ya da kötü bileşen yoktur, olumsuz ya da olumlu bileşen yoktur, ancak her şey birbirini tamamlar.

Maddi dünyada kapalı bir kapı görebilirsiniz, ancak manevi dünyada kapı ancak açıksa görünür. Açık bir kapı ancak tam bir inancın gözünden görülebilir. Kusursuz inanca ulaştığımız an bir geçit açılır.

Önümde hiçbir kapının görünmediği boş bir duvar varsa ama ben gerçekten geçidin açılmasını istiyorsam, o zaman açılacaktır.

Maddi dünyada önce kapalı bir kapı görürüz ve ancak o zaman onu açmaya çalışırız. Ama maneviyatta kapalı kapılar yoktur: ya kapı açıktır ya da sadece boş bir duvar vardır. Ve tam inanca ulaştığımda, anında açık kapıyı görürüm.

Tam inanç, hiçbir şeyin beni duvarın diğer tarafında olandan ayırmadığı anlamına gelir. Kendimde bu nitelikleri edinirsem, o zaman ayıran bariyer ortadan kalkar.

Sevginin Geliştirilmesi

Soru: Gücün bir birey ve bireyin davranışı üzerindeki olumsuz etkisiyle mücadele etmek için etkili mekanizmalar var mı?

Cevap: Uzun yıllar ve hatta belki nesiller boyunca, herkesin içinde, diğer herkes için yavaş yavaş bir sevgi gelişimi vardır. Başka hiçbir şey! Ancak bu şekilde egoist özümüzün üzerine çıkıp sevgi tarafından kontrol edilir hale gelebiliriz.

Yorum: Ancak bu uzun bir eğitim sürecidir.

Cevabım: Başka hiç bir şeyimiz yok.

Doğa Bizi Neye Doğru İtiyor?

Yaşamın amacı sorusu bir insanın içinde ortaya çıkar çünkü doğa bizi buna, evrenin tüm boyutunu kavrayana ve bugün sadece hayvan kişiliğimizde kendimizi hissettiğimiz dünya algısının ötesine geçen ortak bir dünyanın çerçevesini hissedene kadar geliştirmemiz gereken programına doğru iter.

Şu anda biz cansız, bitkisel ve hayvansal maddelerden oluşuyoruz. Ancak artık bir adım daha ileri gitmek zorundayız.

Biz sadece hayvanız. Ben var olduğum sürece, fiziksel bedenim var. Yani benim “ben”im bu hayvana dahildir ve onun içinde yaşar.

Ve bu “ben”i hayvani koşulumdan nasıl çekip çıkarabilirim ve onu hayvanımdan ayrı ve ondan bağımsız olarak nasıl geliştirebilirim ki bu hayvan ölse bile benim “ben”im var olmaya devam etsin? Bağımsız olarak var olması için bu “ben”i nasıl ayırabilirim? Esas olarak, Kabala’nın  düşüncesi budur çünkü bu durumda yaşamak için bir şeye sahibizdir.

“Ben”inizden ayrılmak, bağımsız olarak var olmanızı engellememek için, hayvan koşulunuzun üzerine çıkmanız demektir. Dünyamızda, bedenin nasıl bastırılacağı, pratik olarak nasıl öldürüleceği, her türlü acı, işkence, açlık grevi, meditasyon vb. ile nasıl yok edileceği hakkında uzun zamandır çok sayıda teori geliştirildi.

Kabala, kişinin bu yaşamda mevcut bedeninde iken, bedeninin üzerinde, ondan bağımsız olarak, kendi “ben”inin var olduğu hareketsiz ve engin bir dünyayı hissetmeye başlaması gerektiği gerçeğine dayanan özel bir metottur.