Daily Archives: Nisan 7, 2022

“Özgürlüğün Bedeli” (Medium)

Ukrayna’daki çatışmalar tırmandıkça ve siviller üzerindeki baskı yoğunlaştıkça, bir uzlaşmanın veya “makul” bir çözümün her ikisinin de ulaşılamaz olduğu ortaya çıkıyor. Sadece çatışma alanındaki sefalet artmakla kalmıyor, insanların ıstırabı yoğunlaştıkça iki ulus arasındaki düşmanlık da derinleşiyor. Günümüzde, diğer ulusları askeri güçle alt etmek uygulanabilir değildir. Bu nedenle taraflar eninde sonunda silahlarını bırakmak zorunda kalacaklardır. O anda, düşmanlar birbirlerine özgürlük vermenin gereğini anlarlarsa, yapıcı bir şekilde ilerleyebilirler. Şayet, yine de birbirlerine hükmetmeye çalışmakta ısrar ederlerse, sonunda özgürlük gelecek olsa da, özgürlüğün bedeli artacaktır.

Taraf olduğunuzda bir çatışmayı nesnel olarak incelemek zor olsa da, taraflar bu çabayı ne kadar uzun süre geciktirirse, acılarını o kadar uzatacaklardır. Sonunda onlar ve onlarla birlikte tüm dünya, bugün yapılan savaşın sadece ulusların özgürlüğü için değil, her insanın özgürlüğü ve sonunda ruhlarımızın özgürlüğü için bir savaş olduğunu anlayacaklar. Dolayısıyla bu mücadele, özgürlüğümüz için ödediğimiz bedeldir.

Bu savaşı kazanmak için neyle karşı karşıya olduğumuzu, gerçek düşmanımızın kim olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu savaşın arkasındaki itici güçlere ne kadar çok bakarsak, gerçek suçlunun tüm insanları şan, şöhret, güç ve zenginlik peşinde koşmaya iten insan egosu olduğunu o kadar çok anlayacağız. Hepimizin bir egosu vardır; o içimizde yaşayan bir canavardır ve içimizde tezahür edebilecekleri bir konuma ulaşıp ulaşamayacağımızı, yalnızca kavrayışımızın ötesindeki koşullar ve özellikler belirler. Ama bunlar dile getirilmese bile, hepimizin içinde egoist bir zorba hala yaşar.

Bu nedenle, savaşımız iki cephede olmalıdır: fiziksel ve içsel. Fiziksel cephede, hayatımızı kurtarmak için elimizden geleni yapmalıyız. İçsel, daha önemli olan cephede, içimizdeki zorbaya karşı durmalı ve bizi ayıran ve bizi ölümüne karşı karşıya getiren egonun üzerine çıkmaya çalışmalıyız.

Egoya karşı savaş, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde, farklı şekillerde gerçekleşir. Bazı yerlerde, savaşlar, terörizm veya diğer şiddet biçimleri yoluyla vahşice ortaya çıkar. Diğer yerlerde, ekonomik yaptırımlar, temel gıda kıtlığı, hızla artan enerji fiyatları ve hayatımızı etkileyen diğer ekonomik zorluklarla kendini gösterir. Yine başka yerlerde, savaş siyasi savaşlar yoluyla ortaya çıkar. Her iki durumda da, bu zorluklar, özgürlüğümüz için ödediğimiz bedellerdir.

Ego bazı yerlerde kazanabilir ve diğerlerinde kaybedebilir, ancak sonunda büsbütün kaybedecektir. Onun egemenliğinin devri, sona yaklaşıyor.

Büyük düşünür ve Kabalist Baal HaSulam, 1930’larda yazdığı “Özgürlük” adlı makalesinde, bir bireydeki her eğilimin ve niteliğin benzersiz olduğunu ve onu beslememiz ve yetiştirmemiz gerektiğini yazmıştır. Daha sonra sadece bireylerin değil, ulusların da özgürlüğünü korumanın önemine değinmiştir. Onun sözleriyle, “Yukarıdan anlatılanlardan, azınlıklara egemenlik kurmaya çalışan, onları atalarından miras aldıkları eğilimlere göre hayatlarını sürdürmelerine izin vermeden özgürlüklerinden mahrum bırakan ulusların, ne kadar büyük bir yanlışa düştüklerini öğreniyoruz. Onlar katillerden farksız olarak kabul ediliyorlar.”

Ve özgür olmak için, egomuzdan kurtulmuş olmalıyız. Bu başarıya ulaşmak için, aramızda karşılıklı ilgi ve karşılıklı desteğe dayalı yeni bağlar oluşturmalıyız. Toplum, birbirini bastırmak yerine, herkesi gerçek kendileri olmaya teşvik etmeyi öğrenmelidir.

Bireyler de egolarının üzerine çıkmayı öğrenmeli ve benzersiz beceri ve yeteneklerini kendi çıkarları için ve çoğu zaman başkalarının pahasına değil, toplumun yararı için kullanmalıdır. Bu şekilde herkes doğanın kendisine verdiği ile tüm insanlığın yararına katkıda bulunursa, gezegenimizde bolluk, barış ve uyum olacaktır. Bu nedenle, egodan kurtulmanın bedelini ne kadar erken ödemeyi seçersek, o kadar çabuk refaha ulaşırız.

“Çocuklar, Hayal Gücü ve Yaratıcılık” (Medium)

Çocuklar film izlerken ekrana yapışıp kalırlar. Çocuklar doğal olarak hayal gücüne sahiptir; gördüklerini “yaşarlar”. Yetişkinler gibi hayal ile gerçek arasında ayrım yapmazlar. Hayal güçleri onları her yere götürebilir – en harika yerlere ya da onları travmatize edecek yerlere. Bu nedenle onların iyi yerlere gittiklerini görmek bizim sorumluluğumuzdur.

Çocuklar bir film izledikten sonra, bunun onları ne kadar derinden etkilediğini sıklıkla görebiliriz. İzledikleri karakterlerin beden dillerini, ses tonlarını ve cümlelerinin spontane olarak çocuklara yansıdığını fark edebiliyoruz. Bunlar sadece geçici izlenimler değil, tüm dünya görüşlerini şekillendiren ve gelecekleri üzerinde önemli bir etkisi olan tesirlerdir.

Çocuklar doğal bir şekilde, örnek alarak öğrendikleri ve ekranda gördüklerini gerçek olarak algıladıkları için, filmdeki olayları gerçek hayattan örnekler olarak algılarlar. Sonuç olarak, filmde gördükleri kahramanların davranış ve tutumlarını gerçek hayatta taklit etmeye çalışacaklardır.                                                                                          

Dolayısıyla, çocuklarımızın sağlıklı ve akılcı bir şekilde yetişmelerini istiyorsak, onlara doğru örnekleri sağlayan eğlenceler göstermeliyiz. Çocuklara doğru örnekleri vermek söz konusu olduğunda dikkate almamız gereken birkaç şey var.

İlk olarak, çocuk filmlerinde mutantlar veya herhangi bir şekilde çarpıtılmış karakterler değil, gerçekçi karakterler yer almalıdır. Örneğin hayvanlar insan gibi konuşmuyorsa çocuk filmlerinde bunu yapmamalılar. Konuşan hayvanlar bizim için iyi bir eğlence olabilir ama çocukların gerçeklik algısını bozarlar.

İkincisi, iyi bir film ne öğüt vermeli ne de korkutmalıdır. Aksine çocukları etkilemeli ve kendilerine, arkadaşlarına, ailelerine ve çevreye karşı olumlu bir tutum aşılayacak bir yolculuğa çıkarmalıdır. Düşünce şu olmalıdır: İyi sosyal bağlar, iyi sonuçlar verir. Birlikte çalıştığımızda, verdiğimizde, sevdiğimizde, paylaştığımızda ve ilgilendiğimizde her şeyi daha iyiye doğru değiştirebiliriz.

Üçüncüsü, çocukları film izlemeden önce hazırlamalı ve sonrasında onlarla konuşmalıyız. Birlikte hazırlanmak ve sonuçlandırmak, mesajları doğru bir şekilde işlemelerine yardımcı olacak ve deneyimden en iyi şekilde yararlanacaklardır.

Son olarak, tercihen kardeşler veya sınıf arkadaşları gibi bir grup çocuğa bir ödev vermek iyi bir fikir olacaktır. Ödev şu şekilde olmalıdır: Temiz bir kâğıda yeni, mükemmel bir dünya veya mükemmel bir şehir çizin. İnsanlar arasındaki ilişkileri, evlerini nerede ve nasıl inşa ettiklerini, okulların, parkların ve mağazaların neye benzediğini ve hayatlarının bir parçası olan diğer her şeyi tasvir edin.

Daha sonra, ödevleri hakkında ciddi bir münazara yapın; bundan öğrenilecek çok şey vardır. Projenin sonunda çocukları uzmanlara götürebilir ve çalışmaları hakkında sorular sorabilirsiniz. Örneğin öğretmenlere, işlerini nasıl gördüklerini, polis memurlarının kendileriyle siviller arasındaki ilişki hakkında nasıl hissettiklerini, mimarların tasarladıkları evlerin çeşitli yönleriyle ilgili kararları nasıl aldıklarını ve bu kararların o evin içinde yaşayan insanların hayatlarını nasıl etkilediğini sorun, vb.

William Shakespeare’in yazdığı gibi, “Bütün dünya bir sahnedir ve tüm erkekler ve kadınlar sadece oyunculardır.” Çocuklarımızın korku filmi mi yoksa neşeli film mi izleyeceğine biz karar veririz. Bu, hayatın bir kabus mu yoksa harika bir macera mı olduğunu düşünerek büyüyeceklerini büyük ölçüde belirleyecektir.