“Her Şey Derinin Ötesine Geçtiğinde Ne Olur?” (Linkedin)

Kişiyi derisinin ötesinde göremedikçe, o kişiyi görmezsiniz. İnsanların kim olduğu hakkında endişelenmek yerine, birbirleri hakkında ne hissettiklerini düşünmeleri gerekir.

Günümüz Amerikan toplumuna ve insanların zihnine yerleştirmeye çalıştığı fikirlere baktığınızda, bunda ciddi bir terslik olduğunu anlıyorsunuz. “Liberalizm” adı altında, kişi herhangi bir tıbbi müdahale bile olmadan, “içinde nasıl hissettiğine” göre kendi cinsel kimliği belirleyebilir ve ASÖB’e (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği) göre, “kamuya hizmet eden devlet kurumları, sizi cinsel kimliğinize uyan tuvalet veya cinsiyete göre ayrılmış diğer tesisleri kullanmaktan alıkoyamaz veya bir tuvaleti veya cinsiyete göre ayrılmış başka bir tesisi kullanmak için cinsiyetinizi kanıtlamak için kimlik sağlamanızı isteyemez”, işler böyle doğru yürümez. Bu basitçe doğal değildir.

Ancak Amerikan toplumunu rahatsız eden sadece cinsel kimlik sorunları değil. Kimlik siyaseti ile ilgili saplantılı meşguliyet, insanların kalplerinde ve zihinlerinde onları yerleştirdiğimiz kategorilerin ardındaki insanları gerçekten görmelerine yer vermiyor.

İnsanların derisi ve kimliğiyle meşguliyet çok uzun zaman önce başladı, ancak son on yılda oldukça hızlandı. Egonun yoğunlaşmasıyla birlikte, toplumun çeşitli çarpıtmaları sağduyuyu ele geçirdi. Örneğin, transseksüellerin kadın sporlarına katılımını ele alalım. Transseksüel hakları adına kadın hakları ezilmekte ve çiğnenmektedir. Bunun nasıl iyi sonuçlanabileceğini kestiremiyorum.

Bu durumu iyileştirecek sihirli bir formülüm yok, ama bana öyle geliyor ki Amerika’nın sorunlarından biri, kelimenin gerçek anlamıyla olmasa da, hiçbir zaman bir devrim yaşamamış olması. 1917 Rusya’sındaki Bolşevik Devrimi gibi bir devrimden bahsetmiyorum. O günlerde, Ruslar bir devrim için tamamen hazırlıksızdı ve sonuçlar dolayısıyla berbattı.

Aksine, bir devrimden söz ettiğimde, tüm ulusun yaşadığı ideolojik bir dönüşümü kastediyorum. Örneğin Fransız Devrimi’ni ya da çeşitli biçimlerde İngiltere ya da Almanya’da gerçekleşen benzer süreçleri ele alın ve ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Derinin ötesine geçemedikçe, size insanların ten rengine takıntıdan başka bir şey kalmaz. Bu tutum daha sonra insanların yaşamlarının her alanına yayılır. Başkalarıyla bağ kurmayı düşünmek yerine, başkaları üzerindeki güce odaklanırlar, bu da onları zenginlik ve güç üzerinde takıntı haline getirir. İşte bu yüzden Amerika’nın Tanrısı dolardır.

Büyümek için, insanların kalpleri özüne kadar sarsılmalıdır. Değerlerine meydan okunmalı ve doğru olduğunu düşündükleri her şeyi yeniden düşünmelidirler. Değişiklikler korkutucu olabilir, ancak olgunlaşmanın ayrılmaz bir parçasıdır.

İnsanlar gerçeği birden fazla açıdan görmeyi öğrendiklerinde, hayata ve özellikle de diğer insanlara karşı daha ciddi ve ılımlı bir tutum geliştirirler. Aksi takdirde, dünya görüşleri değişmeden kalır, tartışmasız kalır ve yüzeysel (ve bölücü) etiketlerden veya güç kazanmak için servet biriktirmekten başka bir şey düşünemezler, ihtiyaçların sağlanmasının ötesinde, daha fazla paranın onları daha mutlu etmeyeceğini fark etmezler.

Sonuçta, aşırı güç insanları yalnızlaştırır ve yalnızlık insanları mutsuz eder. Bu, hayatın amacı olan mutlu olmak ile çelişir.

Bu nedenle, Amerika’nın temellere dönme zamanının geldiğini düşünüyorum. İnsanlar oldukları gibi olmalılar çünkü oldukları gibi iyiler. Kim oldukları hakkında endişelenmek yerine, birbirleri hakkında ne hissettiklerini düşünmeleri gerekir.

Ne yazık ki, bu ögeye yorum yapma özelliği kapatılmış.

"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed

Sonraki yazı: