“Amaçsız Bir Hayat Artık Hayat Değildir” (Medium)

“Life Overtakes Me” ile En İyi Kısa Belgesel Konusu dalında Oscar’a aday gösterilen John Haptas ve Kristine Samuelson,  4 Şubat 2020, Beverly Hills, California, ABD’deki Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nde bir resepsiyonda poz veriyor.  REUTERS/ Mario Anzuon

 

Bir öğrencim, İsveç’te yasal statülerindeki belirsizlikler nedeniyle “teslimiyet/vazgeçme sendromu” adı verilen, komaya benzeyen bir hastalığa yakalanan mülteci çocukların hikayesini anlatan “Life Overtakes Me” (Hayatın Tutsakları-Türkçe versiyon adı) filmini izlemiş. Öğrenci, ölüm korkusunun en derin, en ilkel duygu olduğu iddia edilse de, çocukların nasıl olup da yaşam yerine ölümü “seçtiklerini” merak etmiş.

Sanırım öğrencimin yanlış anladığı yer burası: En temel korku ölüm korkusu değil, yaşam korkusu ya da daha doğrusu amaçsız yaşam korkusudur!

Yaşamın kendisinden daha yüksek bir yaşama sebebi olmadan yaşadığımız o dakika, yaşamın altında bir duruma ineriz. Hayvanların böyle soruları yoktur; onlar sadece içgüdülerini takip ettikleri için var olurlar. Dolayısıyla onlar için varoluş yaşamdır.

Öte yandan insanlar, yaptıklarını neden yaptıklarını bilmeye ihtiyaç duyarlar. Aksi takdirde harekete geçme motivasyonları kalmaz ve madde bağımlılığından depresyona, teslimiyet/vazgeçme sendromundan intihara kadar her türlü gerileme olgusu ortaya çıkar. İntihar ve diğer kendine zarar verme davranışlarının insanlarda bu kadar yaygın ve hayvanlarda bu kadar ender olmasının nedeni, insanların bir hedefe, hayatta bir amaca ihtiyacı varken hayvanların buna ihtiyacı olmamasıdır. Amaçsız bir yaşam ölümden daha kötüdür, bu yüzden insanlar ölümü amaçsızlığa tercih ederler.

Bununla birlikte, hayatta hiçbir amacımızın olmadığı duygusu güçlü bir motordur. Her şeyi sorgulamamıza neden olur. İnsanlığın en büyük keşifleri, insanlar hayata cevaplar aradığında yapılmıştır.

Bugün insanlar harika bir hayat sürmek için ihtiyaç duydukları her şeye sahip görünüyorlar, ancak yaşamak için hiçbir nedenleri yok. Bu nedenle hayatın ne için olduğunu merak ediyorlar.

Bu soru, insanın sorabileceği en temel sorudur çünkü cevap içimizde değil, aramızdadır. Varlığımızın sebebi, insanlığı kapsayan ağdaki değerimizdir. Her birimiz bu ağın eşsiz birer parçasıyız ve birimiz eksik olduğunda oluşan boşluğu kimse dolduramaz. Bu ağın gücüne katkımız ne kadar büyük olursa, birey olarak değerimiz de o kadar büyük olur.

Bu nedenle bugün sosyologlar ve psikologlar mutluluğun anahtarının sosyal bağlarımızın niteliği olduğunu keşfediyorlar. Yalnızca olumlu sosyal bağlara sahip olduğumuzda, her birimiz tüm insan ekosisteminin yararına kendi potansiyelini fark ettiğinde, ancak o zaman gerçekten mutlu oluruz ve aynı zamanda topluluklarımıza, ülkelerimize ve dünyaya katkıda bulunuruz.

Ancak her birimiz başkalarını önemsediğinde, üyelerinin halinden memnun ve mutlu olduğu, diğer insanları veya çevreyi sömürmeyen dengeli bir toplum kurabiliriz ve mutluluğumuzu, toplumun ve tüm dünyanın yararına kişisel potansiyelimizi gerçekleştirebileceğimiz yer olan, başkalarıyla aramızdaki bağda buluruz.

Ne yazık ki, bu ögeye yorum yapma özelliği kapatılmış.

"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed