Daily Archives: Şubat 20, 2022

Yaradan Ne Zaman İfşa Olacak?

Soru: Gruptaki herkesin bağ ve birliğe çekildiği noktaya nasıl geliyoruz? Ve tüm insanlık için bu özlemi nasıl güçlendirebiliriz?

Cevap: Önce en azından kendi grubunuz içinde, sonra dünya grubunda ve daha sonra tüm insanlıkta, yavaş yavaş, adım adım birleşmeniz gerekiyor.

En azından grup içinde bunu sürekli konuşmalı ve bağlantı kurmadan Yaradan’a ulaşmak için bir aletiniz olmayacağını anlamalısınız. O, Kendisini nerede ifşa edecek ki?

Tek kalp, tek adam olarak O’nun huzurunda olmalısınız. Ve bunu başaramazsanız, Yaradan Kendisini ifşa etmeyecektir. Bu bir fiziksel yasadır.

Yaradan ortak bir Kli (kab) yarattı ve bu Kli daha sonra kırıldı. Ve şimdi içinde ne olduğunu ortaya çıkarmak istiyorsunuz ve onu minimum ölçekte bir araya getirmek zorundasınız. Yani grubunuzdan bir bütün oluşturmanız, küçük bir kab oluşturmanız gerekiyor.

Ve bağınız ölçüsünde Yaradan’ı ifşa edeceksiniz. O zaman bu kabı ne kadar büyütürseniz, Yaradan’ı her türlü iyi niteliklerle, daha mükemmel olarak ifşa edebileceksiniz.

Sadece Sevgi

Soru: Mantık ötesi inanç ve komşunu sevmek, aynı şey mi yoksa farklılıklar var mı?

Cevap: Mantık ötesi inanç, bizim yaratmamız ve onun içinde ihsan etme, sevgi ve Yaradan ile aramızdaki bağın niteliklerini ifşa etmemiz gereken Kli’dir (kap).

Soru: Aramızda sadece sevgi olduğunu mu hayal etmeliyiz?

Cevap: Evet, hayal etmeniz gereken şey budur. Ve ne hissettiğin önemli değil. Hiç bir anlamı yok! Bu tek yoldur. Ve daha sonra her zaman bozan ve yalan söyleyenin sadece egoizm olduğunu göreceksiniz.

Soru: Bazen bir çalıştay sırasında büyük bir sevgi yaşıyormuşuz gibi geliyor. Başlangıçta mantık ötesi inanç, o anlarda olduğu gibi gelebilir mi?

Cevap: Bunun size böyle olması oldukça olasıdır. Ve aynı zamanda doğrudur.

 

“Bilimin Açıklayamadığı Sevgi” (Linkedin)

“Fillere Fısıldayan” olarak bilinen ünlü çevreci Lawrence Anthony, 2012’de vefat ettiğinde şaşırtıcı bir şey oldu: Uzun süre vahşi doğada kaldıktan sonra, Anthony’nin yıllar önce kurtardığı filler, ölümünün yasını tutmak için 12 saat onun evine geri yürüdüler. BBC One’a göre filler “orada iki gün boyunca sessiz kaldılar.” Daha da dikkat çekici olan, “Ölümünden tam bir yıl sonra, aynı gün, sürü tekrar evine yürüdü. Bu bilimin açıklayamadığı bir şeydir.”

İçinde yaşadığımız dünya anlamadığımız şekillerde birbirine bağlı ama bizler yavaş yavaş öğreniyoruz. Sadece kendisiyle ilgilenen doğamız yalnızca kendimize odaklanmamızı istiyor ama gerçeklik bizi dışarıya bakmaya zorluyor ve bize bulunacak daha çok şey olduğunu öğretiyor.

Anthony’nin fillerinin gösterdiği gibi, tüm doğa bağlılığını hisseder ve prensiplerine göre yaşar. Bununla birlikte, insanlar bu duygudan yoksundurlar ve bu nedenle dünyada yalnızmış gibi davranırlar.

Bununla birlikte, medeniyet, tüm gerçekliğe uygun olarak giderek daha fazla birbirine bağlı hale geliyor ve bizi de birbirimize bağımlı olduğumuzu ve birbirimize bağlı olduğumuzu kabul etmeye zorluyor. Bugün fiziksel bağlantının ötesinde sanal bağlantının da olduğunu öğreniyoruz. Yarın, duygusal olarak da bağlı olduğumuzu, yalnızca eylemleri veya veri parçalarını değil, aynı zamanda düşünce ve arzuları da, onları sözlü olarak ifade etmeden paylaştığımızı ve yansıttığımızı öğreneceğiz.

Sonunda, bağlantımızın duygulardan bile daha derin olduğunu: manevi olduğunu keşfedeceğiz. Hepimiz, organları ve hücreleri hepimiz, tüm yaratılış olan tek bir varlığız. İşte bu yüzden filler, kurtarıcılarına saygılarını göstermek için ne zaman geleceklerini ve ertesi yıl oraya ne zaman döneceklerini biliyorlardı.

Hepimiz birbirimizi hissettiğimizde, bu, herkese fayda sağlayacak şekilde uyum içinde çalışmamızı sağlar. Asıl gerçekliğimizi hissetseydik, asla hata yapmazdık, kimseye zarar vermezdik ve kendimizi bir olarak hissedeceğimiz için kimse bize zarar veremezdi. O halde neden bizim dışımızda tüm doğanın sahip olduğu bu hayati bilgiyi inkar ediyoruz?

Bütün doğa içgüdülerle hareket eder. İnsanlar, hayvanların sahip olduğu içgüdülerin çoğundan yoksundur. Bunun yerine, her şeyi kendi çabalarımızla, ebeveynlerimizin ve öğretmenlerimizin öğretimiyle sıfırdan öğrenmeliyiz. Bunun bir nedeni vardır: Kendi çabalarımızla öğrendiğimizde, dünyamız ve gerçeklik hakkında daha derin bir anlayış kazanırız.

Aynı şey, birbirimize bağlılığımız ve bunun ne anlama geldiği bilgisi için de geçerlidir. Kendi çabalarımızla geliştirebilmemiz için, karşılıklı birbirimize bağlı olma duygusundan yoksunuz. Fillerin doğal olarak hissettiklerini, emek vererek geliştirmeliyiz. Bununla birlikte, bunu yaparak, her şeyin nasıl çalıştığını anlarız ve varlığımız hakkında derin bir algı kazanırız. Başka bir deyişle, cehaletimiz, hayatımızın amacına ulaşmamıza olanak sağlar, ancak bunu başarana dek, dünya için bir tehdidiz.

Hayatımızın amacına ulaşmamızın iki yolu vardır: Birincisi doğanın kendi seyrinde gitmesine izin vermektir. Bizi sellerde boğmasına, ateşlerde yakmasına, deprem yıkıntıları altında ezmesine ya da birbirimize karşı ölümüne rekabete sokmasına izin verebiliriz. Başka bir yol da doğanın yollarını, her şeyin bağlılıkta ve uyum içinde nasıl işlediğini öğrenme görevini üstlenmek ve ilişkilerimizi doğadan öğrendiklerimize göre değiştirmeye başlamaktır. Nezaketi “uyguladıkça” daha nazik olacağız ve çevremizdeki insanlar ve dünya için daha derin duygular geliştireceğiz.

Uygulama yapmak gerçekten mükemmelleştirir. Karşılıklı bağlılığı ve karşılıklı ilgiyi “uygulayacağımız” küçük gruplar şeklinde sosyal yapılar inşa edebiliriz. Bu becerileri ruhumuzda geliştirdikçe, birbirimizi giderek daha derin seviyelerde hissetmeye başlayacağız.

Bunu yaparsak, fillerin başkalarının nasıl hissettiğini bu kadar iyi bilmelerini sağlayan şeyin ne olduğunu keşfedeceğiz çünkü biz de duyarlı ve bilinçli hale geleceğiz. Buna ek olarak, yaratılışı bu kadar karmaşık ama bir o kadar da amansız biçimde birbirine bağlı hale getirmenin ardındaki “düşünceyi”, “mantığı” ve onu anlayanlara ne kadar büyük bir bilgi ve güç kazandırdığını anlayacağız.

“Ortak Kaynakların Trajedisi Bizim Gerçekliğimizdir” (Linkedin)

“Ortak kaynakların trajedisi” en azından akademide yaygın olarak bilinen bir terimdir. “Ortak” terimi, hava gibi herkesin ücretsiz olarak kullanabileceği bir kaynağı tanımlar. Harvard Hukuk Okulu’nda Hukuk Profesörü Lawrence Lessig  şöyle açıklar; trajedi şudur ki, sınırlı miktarda ortak kaynak olduğunda, insanlar kendi çıkarları için çalıştıkları için bunun üzerindeki rekabet onun tükenmesine neden olur, oysa düşünceli olsalar herkes yeteri kadar sahip olur.

Yakın zamana kadar, atmosfere istediğimiz kadar gazı sonuçları olmayacakmış gibi yayabileceğimizi düşündük. Sonuç olarak, Dünya’nın tüm atmosferini kirlettik. Okyanusları süresiz olarak çöpe atabileceğimizi düşündük ama Dünya’nın tüm okyanuslarını kirlettik. Dünya’nın tatlı su rezervlerini tükettik, topraklarını kirlettik ve tüm gezegenimizi zar zor yaşanabilir bir yere dönüştürdük. Dünya çapında bir ortak kaynak trajedisini kendimize yaşattık ve şimdi bunun bedelini ödüyoruz. Son çaremiz davranışlarımızı değiştirmek için ortak bir çabadır, ancak davranışlarımızı değiştirmek için varlığımızın en temelinden kendimizi değiştirmek zorunda kalacağız.

Ekolojist Garrett Hardin, kamusal mülkiyet trajedisi kavramını “Ortak Kaynaklar Trajedisi: Nüfus sorununun teknik bir çözümü yoktur; bu, ahlakta temel bir gelişme gerektirir.” adlı makalesiyle popülerleştirdi. Lessig, Fikirlerin Geleceği adlı kitabında Hardin’in şu açıklamasını aktarıyor: “’Herkese açık bir mera hayal edin,’ ve o merada dolaşan ‘çobanların’ beklenen davranışlarını düşünün diye yazıyor Hardin. Her çoban, sürüsüne bir hayvan daha ekleyip eklemeyeceğine karar vermelidir. Hardin şöyle yazıyor: Bunu yapmaya karar verirken, çoban bir hayvanın daha faydasını görür ama merada bir tane daha tüketen inek olduğu için herkes zarara uğrar. Ve bu sorunu tanımlar: Başka bir hayvan eklemenin maliyeti ne olursa olsun, bu başkalarının katlandığı maliyetlerdir. Bununla birlikte, faydaları tek bir çobana yarar sağlar. Bu nedenle, her çoban, bir bütün olarak meranın taşıyabileceğinden daha fazla sığır eklemek için bir dürtüye sahiptir… İşte trajedi budur. Her insan, sınırlı bir dünyada, sürüsünü sınırsız olarak arttırmaya zorlayan bir sisteme kilitlenir. Yıkım, ortak kaynak özgürlüğüne inanan bir toplumda, her biri kendi çıkarlarının peşinde koşan tüm insanların koştuğu hedeftir.  Ortak kaynaklarda özgürlük herkese yıkım getirir.”

Ancak Hardin, makalesinde şu sonuca varıyor: “Eğitim, yanlış şeyi yapma doğal eğilimine karşı koyabilir, ancak nesillerin amansız ardıllığı, bu bilginin temelinin sürekli olarak yenilenmesini gerektirir.”

Hardin, makalesini 1968’de, insanlığın pervasız davranışının bedelinin farkına varmanın emekleme dönemindeyken yazdı.  O zamandan beri hiçbir ders almadık. Eğitimimizi yenilemedik, hiç başlamadık bile.

Biz tam tersine inanmak istesek de, dünyanın bedava kaynakları sınırlıdır. ABD’deki ilk beyaz yerleşimcilerle ilgili olarak Hardin, “ortak kaynakları bir çöplük gibi kullanmak, sınır koşulları altında halka zarar vermez çünkü halk yoktur” diye yazıyor. Ancak “bir metropolde aynı davranış tahammül edilemez”

Artık Dünya’nın temiz havasını, tatlı su havuzunu ve besin kaynaklarını tükettiğimize göre kıtlık etkisini göstermeye başlıyor. Alegorik olarak, sahibi yokmuş gibi görünen bir dükkandan borç alıyorduk ama yanıldık ve şimdi sahibi borcu topluyor.

Ancak, ortaya çıkan tüketim felaketini önleyebiliriz. Eğer (nihayetinde) uygulamaya çok ihtiyaç duyduğumuz öz eğitimi uygularsak, herkes için bol miktarda yiyecek, temiz hava ve tatlı su olduğunu göreceğiz. Zaten tükettiğimizden çok daha fazlasını üretiyoruz. Karşılıklı sorumluluk duygusuna sahip olsaydık ve ürünler gerçekten onlara ihtiyacı olan insanlara gitseydi, üretimi o kadar dramatik bir şekilde azaltırdık ki, emisyon kotaları ve diğer sınırlamalar hakkında endişelenmezdik.

Sorunumuzun kökü, Dünya’yı tüketmemiz değil, birbirimizi yok etmeye ya da en azından kontrol etmeye çalışmamızdır. Sonuç olarak, tüm doğaya ve kendimize varoluşsal bir trajedi yaşatıyoruz.

Çalışma şeklimizi, ancak motivasyonumuzu başkalarını yok etmekten, onları geliştirmeye dönüştürürsek değiştirebiliriz. Sadece gelişen bir sosyal ortamda çiçek açabileceğimizi fark ettiğimizde, başkaları hakkında yapıcı ve toplum yanlısı yollarla düşünmeye başlayacağız ve sonra dünyamızı dönüştüreceğiz.

Bu nedenle bugün, hepimizin birbirimize her şekilde bağımlı olduğumuz gerçeğini yerleştirmeye yönelik bir eğitim süreci, depresyondan ormansızlaşmaya kadar her sorunu azaltmayı amaçlayan her bir programın en temel bileşeni, temel taşı olmalıdır.