Monthly Archives: Aralık 2021

“Manevi Dünya ve Maddesel Dünya Aslında Nedir?” (Quora)

Kabala ilminde basitçe “bu dünya” olarak adlandırılan maddesel dünya, gerçeklikle ilgili içsel hissiyatımızdır. Sanki içsel duyumuzun dışında bir dünya varmış gibi görünür ama hepsi içeridedir.

Galaksiler ve yıldızlarla dolu uçsuz bucaksız bir evreni, hatta cansız, bitkisel, hayvansal ve insani seviyeleriyle gezegenimizin uçsuz bucaksızlığını görsek de, hepsini zevk alma arzumuzda algılarız. Egoist arzumuz bizim doğamızdır ve ondan kopsaydık kendimizi ve dünyayı hissetmezdik.

“Bu dünya”, doğuştan gelen zevk alma arzumuzda algıladığımız resimdir. Gerçekte arzuya göre hareket eden daha yüksek bir gücün sonucudur. Gördüğümüz sayısız değişiklik ve hareketler sadece bizim arzumuzda gerçekleşir. Hiçbir şey bizim dışımızda hareket etmez ama daha ziyade arzularımızda hareketler meydana gelir, bu da bize değişim ve hareketi dışarıdan algılamamızı sağlar.

Buna karşılık manevi dünya, doğuştan gelen gerçeklik izlenimimizi içerir, ancak biz de bu izlenimle birlikte hareket ederiz. Eğer bu dünya arzuya etki eden daha yüksek bir gücün sonucuysa, o zaman manevi dünya etkileşimin sonucudur, kişinin eylemi ile üst gücün eylemi arasındaki bağlantıdır.

Üst güce ne kadar benzersek, manevi dünyayı o üst güçle eşdeğerliğimizin ölçüsünde o kadar çok keşfederiz.

Yaradan’ın Doğasını Edinin

Soru: Sık sık, kişinin kendisi için isterse, bunu yaparak ruhuna zarar verdiğini söylüyorsunuz.

Yaradan’dan kaderimi değiştirmesini istemeye değer mi?

Cevap: Ne için? Gerektiği gibi davranın, giderek daha iyi olmaya çalışın ve o zaman Yaradan’ın Kendisi her şeyi değiştirecektir. Siz O’nun kurallarına uymaya çalıştığınız ölçüde, O da sizinkine uyacaktır.

Soru: Diyelim ki bir seçim yaptım ve Yaradan’ın niteliğini edindim, O’nun niteliklerinde hala O’nun gücü altında mı olurum?

Cevap: O’nun değil kendi niteliklerinizin. O’nun doğasını alıyorsun. Senin oluyor. Bu durumda, kendi gücünüzü ve kendinizi gerçekleştirme fırsatını elde edersiniz. Ve zaten kendi gücünüz altındasınız, O’nun  değil.

Egoist doğanın üzerine çıkarak, özgecil doğanın yardımıyla kaderinizi kontrol edersiniz ve böylece sonsuza kadar en iyi durumda var olursunuz.

Psikolojinin Bittiği ve Kabala’nın Başladığı Yer

Soru: Bir Kabalist, bir psikologdan daha iyi bir karakter uzmanı mıdır?

Cevap: Bir Kabalist, insanların özünü bir psikologdan daha iyi anlar. Ancak öte yandan, bir psikoloğun kişinin küçük özel sorunlarını bir Kabalistten daha iyi çözmesi mümkündür.

Soru: Hangi durumlarda psikoloğa başvurmayı önerirsiniz?

Cevap: Kabala çalışmayan herhangi bir kişiye, başkalarıyla iletişim kurmakta veya belki de kendini anlamakta zorluk çekiyorsa, bir psikoloğa başvurmasını tavsiye ederim.

Ama ne için var olduklarını, hangi amaca ulaşmaları gerektiğini keşfetmeleri gerektiğini hisseden insanlar zaten bir Kabalist öğretmene ihtiyaç duyarlar.

Soru: Psikolojinin nerede bitip Kabala’nın nerede başladığı nasıl anlaşılır?

Cevap: Kişi dünyamızın çerçevesi içinde yaşıyorsa, onunla baş edebiliyorsa ve tatmin oluyorsa, o zaman Kabala’ya ihtiyacı yoktur; psikoloji ona yeter.

Fakat eğer kendisinin ve çevresindeki dünyanın içsel güçlerini edinmeden ve anlamadan doğru bir şekilde gelişemeyeceğini anlarsa, bu onu çeker ve insanlığın içsel mekanizması hakkında bilgi eksikliği tarafından engellenirse,  o zaman zaten Kabala bilimine ihtiyaç duyar.

 

Kader Kontrol Edilebilir

Soru: Kader, önceden belirlenmiş ve öncelikle kişiyi veya tüm milleti etkileyen tüm olaylar ve koşulların toplamıdır. Bu tanıma katılıyor musunuz?

Cevap: Hayır, katılmıyorum çünkü kaderden bazı koşulların birleşimi olarak bahsedemezsiniz. Kader, bize duyularımızda, hayatımızda, koşullarımızda olan şeydir ve doğanın veya (onunla aynı olan) Yaradan’ın üzerimizdeki etkisinin ve onunla etkileşimimizin bir sonucudur.

Soru: İnternette bulduğum bir şeye göre kaderin üç ana özelliği var: bütünlük, bilinmezlik ve insan iradesinden bağımsızlık. Sizce bu doğru mu?

Cevap: Hayır. Bütünlükle ilgili olarak, kişisel kaderler ve ortak kaderler ve aynı zamanda mutlak kaderler olduğunu söyleyebilirim.  Bilinmezlik ve bağımsızlık konusuna gelince, tam aksine, elbette istersek kaderimizi öğrenebilir ve onu yönetebiliriz ve bunun için belirli bir miktar ve nitelikte çaba gösterebiliriz. Yani hem algılanabilirlik hem de kontrol bizim elimizde olabilir. Bize bağlıdır.

Yorum: Farklı halkların tarihine ve kültürüne bakarsanız, çoğu durumda kader olumsuz, kasvetli, anlamsız, kör ve acımasız olarak tanımlanır.

Cevabım: Böyle söylüyoruz çünkü olup bitenlerin özünü ve amacını anlamıyoruz.

Yorum: Bu arada, Yahudi dininde de peygamberlerde de iyi bir şey yazılmamıştır.

Cevabım: Bu nasıl baktığınıza ve kime göre söylendiğine bağlıdır. Esasen, insanlığın kaderi kendisine bağlıdır. Burada bir tür ölümcül kader hakkında hiçbir şey söylenemez.

Soru: Kadere hangi sıfatı verirdiniz?

Cevap: Yönetilen.

İki Uyaranla Hareket

Yorum: Peygamberler kitabında, görevini tamamlayan Yeşu’nun, insanlara Yaradan’ın tüm güzel sözlerinden tek bir kelimeyi kaçırmamalarını ve O’na hizmet etme ahdini bozmamalarını vasiyet ettiği söylenir, aksi takdirde Tanrı’nın onlara verdiği bu topraktan kaybolacaklardır.

Bu talimatlar ve tehditler orada sürekli tekrarlanır.

Cevabım: Bunlar tehdit değil, bir şarttır, bir kural açıklamasıdır ki bunu yaparsan iyi bir duruma geleceksin, yapmazsan tam tersi. Bu bir doğa yasasıdır ve her seviyede, birbirine karşı böyle çalışır.

Soru: Açıklamalarınızda her zaman bir ızdırap unsuru var. Ve eğer kendimizi düzeltmeye başlamazsak, öyle ya da böyle yoğunlaşacaklar mı?

Cevap: Bu gereklidir. Bunun hakkında konuşmamız gerekir. Manevi seviyede ıslahlar yaparak, hayvan seviyesinde acı çekmeyi bırakacağız.

Soru: Kişinin sürekli korkması gerektiğini mi düşünüyorsunuz?

Cevap: Onları korkutmanıza gerek yok! Sadece onu ifşa etmeniz gerekiyor! Artık bir çocuk değil, bir yetişkin olduğu için, ona doğanın ve toplumun doğru resminin gösterilmesi gerekiyor.

Soru: İnsan bir uyaran tarafından arkadan itildiğinde hareket edebilir ve küçük bir aydınlatma ile öne doğru çekilebilir mi?

Cevap: Evet, ikisi de aynı anda. Sadece iki kuvvet tarafından.

Bu hareket çok basittir. Tek sorun, onun uygulanmasıdır. Hareket edeceğiz ve umarız ki uygulayacağız. Zamanımızda, Kabala biliminin kendisi bizim tarafımızdan ve bizim içimizde ifşa edilmektedir. Ve sonra kim onu doğru uygulamak isterse, o kişi için her şey iyi olacaktır.

 

Hayatın En İyi Yılları

Soru: Bazı araştırmacılar, bir insanın hayatının en iyi yılları olarak 30-34 yaş arasını kabul ediyor. Yaklaşık 45 ile 55 yaşları arasında, insanlar üzerlerinde ağır bir yük olan en büyük stresi tecrübe ediyor. İnsanlar 45 yaşından önce ve 55 yaşından sonra kendilerini memnun hissediyorlar. 75 yaşında memnuniyet eğrisinde keskin bir düşüş oluyor. Şaşırtıcı bir şekilde, ankete katılanların neredeyse hiçbiri çocukluklarını hayatlarının en iyi yılları olarak adlandırmamış.

Siz, hayatın hangi dönemini en iyi olarak adlandırırsınız?

Cevap: Ben farklı bir ölçme aracına, farklı değerlere sahibim, o yüzden söyleyemem. Ne çocukluk, ne gençlik, ne ergenlik, ne de yetişkinlik. En iyi yıllar, öğretmenimle tanıştığım, finansal olarak tamamen bağımsız olduğum ve yalnızca manevi gelişimim üzerinde çalışabildiğim zamanlardı.

Yorum: Bu, yükselişlerin ve düşüşlerin olduğu bir zaman olmasına rağmen, en iyi yılları gösterir.

Cevabım: Ama maneviydiler, başka türlü değil. Fiziksel ya da maddi değillerdi.

Soru: Yani insan, hayatının amacını belirlediğinde, hayatının en güzel dönemi o andan itibaren başlar ve devam mı eder?

Cevap: Evet ve yaş önemli değildir.

Soru: Bu sürekli devam mı eder?

Cevap: Ben öyle inanıyorum, evet. Bu dönem benim için henüz bitmedi. Umarım hayatımın sonundan önce bitmez. Hâlâ bir şeyler planlıyorum, bir şeyler bekliyorum, vs. Bu anlamda neyin iyi neyin kötü olduğunu belirleyen çoğu insanla karşılaştırıldığında, benim belli bir avantajım var.

Bir insanın, çevresinde var olan tüm durumu göz önünde bulundurarak ve genel olarak da mutlu olduğu bu yerde, hayata karşı böyle bir tavır alması gerektiğine inanıyorum. Eğer kişi bazı kalıcı değerlere tutunuyorsa, mutlu olduğunu söyleyebiliriz.

Soru: Ve başına bir hastalık gelip gelmediği ya da Tanrı bilir başka neler olduğu önemli değil mi?

Cevap: Evet. Üst yönetimle ilişki içindedir, bu nedenle bu onu zedelemez ya da mahvetmez,  düşmez. Bunu içsel gelişimi için gerekli bir koşul olarak algılar.

Soru: Başka bir deyişle, bu kişiye iyi bir tavsiye midir: sonsuz ve kalıcı bir şey bul, ona tutun ve o zaman hayatta iyi ya da kötü bir dönem diye bir şey olmayacak?

Cevap: Hayır. Bu bize bağlı değil, ruhumuzun köküne bağlı. Şikayet edecek bir şeyimiz yok. Basitçe, kendini gösteren herhangi bir koşul altında, içsel programımızın belirli bir idrak sürecini sürdürmeye çalışmalıyız.

Soru: Her insanın kendi hayat amacı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bunu nasıl belirleyebiliriz?

Cevap: Ruhunuzun kökünü idrak ederek. Çünkü etrafımızdaki beden ve tüm çevre sadece sözde bize müdahale etmek için oradadır ama aslında kendimizi, manevi kökümüzü fark etmemiz için vardır. Bu herkese verilir. Ama sadece kişi bunu isterse.

Arzu ve Niyet

Kabala bilgeliğine göre, başlangıçta yalnızca Yaradan vardı – ihsan etme ve gerçekleştirme arzusu. O, bu arzuyu gerçekleştirebilmesi için, alma, yerine getirme arzusunu yaratmıştır. Bu yaratılışın özüdür.

Sonuç olarak, tüm evren iki zıt nitelikten oluşur: Yaradan’ın nitelikleri olan ihsan etme, tamamlama, sevme arzusu ve yaratılanın nitelikleri olan alma arzusu, başkalarının pahasına da olsa sadece kendini tamamlama arzusudur.

Alma arzusu, değişmek ve Yaradan’a benzemek için ihsan etmek zorunda değildir.  Kendinden bir şey yaymaz. Ancak, bir çocuğun annesini memnun etmek için yediği gibi, ihsan etmek için alabilir ve fiilen fiziksel olarak almasına rağmen, aslında onu memnun etmek için hareket ederken ihsan ediyordur. Bizler de Yaradan için aynı şeyi yaparız.

Biz her şeyi O’ndan alırız, ancak kendimizi kısıtlar ve sadece O’na memnuniyet vermek için alacağımızı kabul edersek, o zaman Yaradan’a eşit, ihsan eden oluruz. O bize ihsan eder çünkü O ihsan etme niteliğidir, biz O’na memnuniyet vermek niyeti ile alırız ve o zaman O’na eşit oluruz.

O’nunla olan niteliklerin denkliği bize Yaradan’ı ifşa eder ve biz O’nu hissetmeye, anlamaya, keşfetmeye ve O’nunla mutlak bağ içinde olmaya başlarız.

Yani, Yaradan sadece ihsan etme arzusuna sahiptir. Yaratılışın hem bir arzusu hem de bir niyeti vardır: “Yaradan’ın hatırı için” de dahil olmak üzere “kendi iyiliğim için” veya “başkalarının iyiliği için” alma arzusu ve niyeti.

Kişi, arzularını büyükten küçüğe ve niyetlerini “kendi iyiliği için” veya “başkalarının iyiliği için” olarak değiştirerek Yaradan’a göre kendini yükseltebilir veya alçaltabilir, O’na yaklaşabilir veya uzaklaşabilir. Bu durumda niyetin kendisi, eylemin özünü değiştirir. Islahımızın amacı budur.

Eylemi değiştiremeyiz, ancak niyeti “kendi iyiliğimiz için”den “başkalarının iyiliği için”e çevirerek, eylemimizin anlamı tersine değişebilir ve almak yerine ihsan etme haline gelebilir. O’nu memnun etmek için Yaradan’dan alırsam, bu durumda O’nu memnun eden yani ihsan eden sayılırım.

Çalışmamızı bu şekilde anlamaya başlarız: alma arzusunu ihsan etme niyetiyle doğru bir şekilde birleştirerek, kişi kendini doğru bir şekilde oluşturur, Yaradan’a göre uyum sağlar. Buna üç çizgide çalışma denir.

Yaradan’a Benzeme

Soru: Sebep sonuç arasındaki ilişkinin anlamı nedir? Bir hastalığın düzeltilmesi değil de, hastalıkla mücadele ile aynı şey midir?

Cevap: Hayır. Hastalığın kendisini düzeltiriz. Egomuzu düzelttiğimizde, onu tamamen farklı bir sisteme, bir alma sistemi yerine bir ihsan etme sistemine dönüştürüyoruz.

Her biri kendi egosunu kısıtlar ve sonra bir Masah (perde) ve yansıyan ışık vardır, bu da kişinin görünüşte kendisi için alabileceği tüm iyiliği almak istemediği anlamına gelir. Kişi onu yalnızca var oluşunu sürdürmek için alır ve diğer her şeyi diğerlerine verir.

Bu duruma ihsan etme denir. Ortak bir genel sistemde bağ kurabildiğimiz ölçüde, aramızda akan ve içimizde Yaradan olarak ifşa olan ihsan etme niteliğini bu bağ içinde hissedeceğiz.

Aramızdaki karşılıklı ilişkiler yoluyla üst kuvvete benzeyerek, bir şekilde diğerlerinin içinde de ifşa olmasını sağlarız. O bizim için dışsal olarak mevcut değildir, ancak O’nu hissetmek istiyorsak, birbirimize ihsan etme nitelikleri, arzuları ve eylemleri aracılığıyla aramızda bağ kurmaktan başka bir yol yoktur. Dahası, bu şimdi hayal ettiğimiz ihsan etmeyle aynı değildir.

Bu, kendi üzerinize, kendinize karşı yükseldiğiniz çok karmaşık bir eylemdir. Bunu yaparak, bir dereceye kadar Yaradan’a benzer olursunuz.

Elbette gücün kendisi O olduğundan, Yardan’da böyle Tzimtzum (kısıtlama), gerginlik ve diğer tüm çabalar yoktur. Fakat O’nu içinizde hissetmek için çabalarsınız, bu da Yaradan’a benzerlik koşulunu koruduğunuz anlamına gelir ve sonra O size bu şekilde ifşa olur. İnsanın, İbranice “Yaradan’a benzemek” kökünden gelen “Âdem” olarak adlandırılmasının nedeni budur.

Yaradan kendi başına var olmaktadır ve bizler nasıl olduğunu bilmiyoruz ama O, içimizde ihsan etme gücü, sevgi, bağ ve aramızdaki karşılıklı eylemlerin gücü olarak ifşa olur. İşte Kabala bilgeliğinin tüm ilgili olduğu konu budur. Biz Yaradan’a benzeriz ve O da içimizde ifşa olur. Bu, Yaradan’ın kişiye ifşasına vesile olan form eşitliğinin koşuludur.