Monthly Archives: Aralık 2021

Egoizme Karşı Biyolojik Savaş

Pandemi dünyayı kargaşaya sürükledi çünkü insanlar neler olduğunu anlamıyorlar, bundan sonra ne olacağını bilmiyorlar ve kendilerini nasıl koruyacaklarını bilmiyorlar. Bu nedenle, insanlarda neşe yok ve şehirdeki yaşam artık hareketli ve eğlenceli değil. Kasvetli bir atmosfere dönüştü. Herkes sadece nasıl sağlıklı kalacağını ve enfekte olmayacağını düşünüyor.

Ancak bunun geçici bir dönem olduğunu varsaymak hata olur. Koronavirüs pandemisi uzun süre burada kalacak çünkü bu çok özel bir darbe. Virüs hayatımızın tüm alanlarını nasıl etkileyeceğini biliyor: aile, tüm toplum, çocuklar ve yetişkinler, gençlerden yaşlılara kadar. Toplumun her biçiminde ve onun her bağlantısında her türlü ıslahı yapabilir.

Eski olan her şeyi yok edecek ve aramızda yeni bağlar kuracak böyle Koronavirüs türleri de olacaktır. Bu virüs çok akıllı. Biyolojik bir parçacık ve egoizmimize karşı bizimle biyolojik bir savaş yürütüyor.

Bu nedenle bu virüs, tüm yeni küresel tezahür biçimleriyle ıslahın sonuna kadar bize eşlik edecektir. Egoizm, Koronavirüs denilen bu canavarın yanında yaşamaya uyum sağlamaya çalışacaktır. Ama bu işe yaramayacak çünkü bu, doğanın bize karşı yürüttüğü biyolojik bir savaştır. Bu savaşa, bizi egoizmin ıslahına yönlendiren bir şeye doğru bir şekilde tepki verirsek, başarılı olacağız.

Yaradan bize bu biyolojik virüsle saldırıyor ve bizi düzene sokmaya çalışıyor. Ancak insanlık henüz olanları tedavi etmesi gereken doğru formu kavramadı.

Virüs çok yüksek ve özel düzeyde bir faktördür çünkü biyolojik seviyede, doğru bağın eksikliğini etkilemektedir. Bu artık cansız veya bitkisel derece değil, canlı ve manevi seviyeye ait olan bir derecedir. Yani virüs, maneviyata atlamak istiyormuş gibi davranmaktadır. Bu sıçramayı biz yapmadığımız için, virüs bizi manevi dereceye yükselmeye itiyor. Ve o, işini yapacaktır.

Sonunda, hiçbir çözümümüzün olmadığını ve yalnızca hepimizin ortak çalışmasıyla Koronavirüsü ortadan kaldırabileceğimizi keşfedeceğiz. Bunun ancak ortak çabalarımızla yapılabileceği bizim için netleşecek. Virüs bizi birbirimizle bağ kurmaya zorlayacak ve hayatta kalabilmemizin tek yolu bu.

Virüs bizi maneviyata doğru ilerletiyor ama şimdiye kadar olumsuz bir biçimde. Birbirimize doğru bir şekilde bağda olsaydık, virüse karşı birlikte daha doğru hareket ederdik. Bizi nerede daha çok, nerede daha az bağ kurmamız gerektiğine yönlendirir, bize rehberlik ederdi.

Henüz bunu yapmadığımızdan ve doktorların tüm hastalıkların insan davranışlarına bağlı olduğunu, aramızda dengenin olmamasına bağlı olduğunu açıklamamasından dolayı, daha fazla acı çekmek zorunda kalacağız.

Yakında başkalarından virüs kapmamak için değil, virüsünüzün başkalarına bulaşmaması için kendimizi maskelerle kapatmanın gerekli olduğunu anlayacağız. Bu zaten insan seviyesinde bir faktördür çünkü sadece yüzümdeki maskeyle değil, bu korumaya karşı tavrımla da belirlenir: Kendi iyiliğim için mi yoksa başkaları için mi gayret ediyorum. Kim için yüzüme maske takmaktayım?

Salgın bitmeyecek, sadece büyüyecek. Doğa bizi rahat bırakmayacak. Doğada milyonlarca farklı virüs var. Virüs, doğanın genetik sisteminde neden olduğumuz genetik bir kusurdur. Tüm sistem, tüm seviyelerde, tüm formlarda, tüm alt sistemlerde birbirine bağlıdır.

İnsanlar arasında doğru bağı, komşunu kendin gibi sev yasasını oluşturmuyoruz, bunun yerine ondan gittikçe uzaklaşıyoruz. Bununla, virüslerin yayılmasını, biyolojik parçacıkların yanlış gelişimini, doğanın gelişiminin en yüksek derecesindeki bizler teşvik ediyoruz ki bu sadece manevi derecedir. Bu virüslere kendimiz sebep oluyoruz. Onlar bizim ıslah edilmemiş egoizmimizin bir sonucudur.

Dolayısıyla salgın o kadar kolay bitmeyecek. Her şekilde büyüyecek ve yayılacak. Doğa, bizi dizginleyecek ve bizi hedefe doğru bir şekilde yönlendirecek araçlara sahiptir.

Sihirli Arzu

Yorum: Birçok filozof ve psikolog kendimizi değiştirmemiz gerektiğini yazmışlardır.

Cevabım: Ama bunu ahlak açısından yazmışlar. Bu hiç de aynı değildir. Kabala bilimi, sadece diğer insanlara karşı iyi bir tutumdan değil, kişinin doğasını değiştirmekten bahseder.

Biz kendimiz doğamızı değiştiremeyiz. Ve filozofların akıllarında insanlar arasındaki ilişkilerde bir tür düzeltme vardı: “Kendimizi güzelce sınırlayacağız, kendimizi bir tür çerçeveye koyacağız.” Bu sözde eğitimli egoizmdir.

Ve burada fikir tamamen farklıdır. Burada bizi değiştirecek özel bir güce ihtiyacımız var. Egoizmimizi böyle katı bir biçimde yaratan güç: haz almak, almak, yönetmek, kendimizi doldurmak ve özümsemek, bizi tersine çevirmesi gereken bu güçtür. Başka bir şeye gerek yok.

Soru: Doğa bizi ilk etapta neden böyle yaratmadı? Bizi tersine çevirmek neden gerekliydi?

Cevap: Böylece hayatın egoist temelinin kusurlu, zararlı ve kötü olduğuna ikna oluruz ve ondan, onun izine, bir sonraki, ters formuna geçmek isteriz.

Arzumuzun yapacağı şey budur. Soracak kimsemiz yok, çevremizde hiçbir şey yok. Sadece doğada böyle bir tetikleyici, bir anahtar vardır, bu işi üzerimizde yapacaktır. Kötülüğümüzü gerçekten tanır ve varoluşun bir sonraki düzeyine geçmek istersek, bu gerçekleşecektir.

Bu yasa doğada vardır. Kabala ve Kabalistlerin bahsettiği şey budur. Kabala bu yasayı ortaya koyan bilimdir. Bu, onun tüm metodunun temelidir: doğanın bizi küçük bencil varlıklardan, özgecil varlıklara dönüştürmesini sağlama (sadece gerçekten özgecil, dünyamızdaki gibi sözde özgecil değil). O zaman gerçekten tamamen farklı bir doğa, farklı bir biz ve farklı bir dünya hissetmeye başlayacağız.

“Netflix’in Squid Game Adlı Yeni Dizisi Hakkındaki Görüşleriniz Nelerdir?” (Quora)

Öğrencilerimden biri “Squid Game”in insan doğasının nasıl tamamen egoist olduğunun en önemli örneği olduğunu anlattı. Yani ciddi borç ve mental stres içinde olan birkaç yüz kişi bu oyuna getiriliyor, çeşitli zorluklar yaşatılıyor ve kaybeden kişi öldürülüyor. Oyunu yöneten, katılımcılar arasında çeşitli entrikalar ve çatışmalar yaratıyor ve onları sonuna kadar yanlarında olan kişiyi öldürmeleri gereken durumlara sokuyor.

Bu, egoist insan doğamızı çok keskin bir şekilde örnekliyor yani kendi hayatta kalmamızı sağlamak için diğer insanları öldürme isteği.

Herkes hayatta kalabilmek için her şeyi egoistçe yani başkaları ve doğa pahasına kişisel çıkar gözeterek yapıyor ve günlük hayatımızda, bu dünyada hayatta kalma yolumuza çıkanları ortadan kaldırmak istiyoruz. Egoist bir yaklaşıma göre yaşarken, bize öyle geliyor ki, bugün hayatta kalmamıza ve mutluluğumuza tehdit olarak algıladığımız insanları ortadan kaldırmazsak, yarın bize üstün gelebilirler ve mutluluk ve güvenlik duygusu yolumuza çıkabilirler.

Böyle bir farkındalıkla, bu durumu nasıl düzeltebiliriz ve dünyayı nasıl daha iyi bir yer haline getirebiliriz sorusunu gündeme getirebiliriz. Bunu yapmak için önce kötülüğümüzün farkına varmamız gerekir: başkalarına fayda sağlamaktan çok kendi çıkarına öncelik veren egoist varlıklar olduğumuzu ve bu da bizi kendi çıkarları için başkalarını kullanmaya ve sömürmeye yönlendirir.

Böyle bir ifşanın sonucu olarak, egoist doğamızı onun karşıtı olan özgecil doğaya nasıl değiştirebileceğimize yönelik açıklamalara da açık hale gelirdik. Egoizmden özgeciliğe dönüşüme rehberlik eden eğitime katılarak, o zaman bu değişikliği gerçekleştirebileceğiz ve karşılıklı destek, ilgi ve bağ ile dolu farklı bir dünya hissedeceğiz.

 

Doğa İle Uyuma Geri Dönüş

Soru: Zohar Kitabıyla ilgili derslerden birinde, iki gücün prototiplerinin (eril ve dişil, ihsan etme ve alma) iki ışık kaynağı, ay ve güneş olduğu gerçeğinden bahsettiniz. Bir kadın neden aydan daha çok etkilenir? Hamileliği bile ay takvimine göre belirlenir.

Cevap: Bu konuda sadece Zohar Kitabında değil, diğer Kabalistik kaynaklarda da çok şey söylenir.

Tüm manevi özümüz, alma ve ihsan etme arasındaki bağ üzerine, dünyamızda güneş ve ay tarafından temsil edilen Zeir Anpin ve Malhut’un gücü üzerine inşa edilmiştir. Dolayısıyla, Dünya üzerindeki bizler, bu iki gücün yönetimi altındayız.

Doğanın tamamı çok keskin bir şekilde eril ve dişil kısımlara ayrılmıştır. Eril kısmı güneş, dişi kısmı ay ile tanımlanır. Bu, doğanın bu iki gücünün karşıtlığından gelir ve insan onları birbirine bağlamak için vardır.

Bir zamanlar, insan gelişiminin ilk aşamalarında, o kadar egoist değildik ve doğaya ve onun uyumuna direnmezdik. Ona yakındık, daha fazla içindeydik. Bu nedenle doğada olan her şey aynı sırayla, aynı hızla, aynı dalgalanmalarla başımıza geldi. Özellikle, kadın döngüsü dünyadaki her kadın için yeni ayda başladı.

Ve o açıkça ay döngülerine uygun olarak inşa edilmişse neden böyle olmasın ki? Alt seviye hayvanların aksine, insanlar yıl boyunca gebe kalabilirler. Ancak gelişimimizde, kadınların yalnızca belirli bir zamanda gebe kalabilecekleri ve doğumun tam olarak dokuz ay sonra gerçekleştiği aşamalardan geçtik.

O günlerde erken doğum yoktu. Bu, günümüzde sık görülen bir olgudur çünkü egoizm, içimizde bizi doğadan uzaklaştıran bu tür çarpıtmalar ortaya çıkartır. Artık vücudumuzun ne kadar doğaya uyum sağlamadığını biliyoruz. Artık plastik olmadan yaşayamayız ve muhtemelen doğal ürünlerle zehirleneceğiz.

Bu nedenle, bugün sıradan yollarla doğa ile bir tür uyuma nasıl geri döneceğimiz hakkında konuşamayız. İnsanlar bir şekilde bağlantılarını sürdürmeye çalışsalar da, bu artık mümkün değil.

Ve geçmişte, doğayı gerçekten tam olarak hissettik, havayı, her türlü iklim değişikliğini, doğanın nefesini önceden hissettik.  Doğanın içinde olan ve onlara ne olacağını bilen insanların hissettikleri şey budur. Yani doğa aslında çevremizdeki dünyaya baktığımızda görmeye alıştığımızdan daha derin, daha büyük ve daha şeffaf bir şeydir.

Soru: Kabalistler doğa ile denge hakkında konuştuklarında, bizi geçmiş duruma dönmeye mi teşvik ediyorlar?

Cevap: Bu onunla ilgili değil, doğanın doğru seviyesine gerçekten nasıl yükseldiğimizle ilgilidir.

Mevcut durumumuz esasen doğrudur. Bizi doğanın içinde olduğumuz gerçeğinden çıkarır ve onun üzerine yükselmemizi sağlar ve bir tür yapay yaşam alanı yarattığımızdaki gibi yapay bir biçimde değil, bu doğayı yöneten gücün düzeyine yükseltir.

Buna Yaradan, ihsan etme gücü, sevginin gücü, doğanın tüm parçaları arasındaki ilişki denir. Bu gücün seviyesine yükselmeli ve ona uygun hale gelmeliyiz.

Doğanın Bozulması

Soru: Günümüzde bazı araştırmacılara göre her onuncu evli çift, tıbbi yardım almadan çocuk sahibi olamıyor. Evli çiftlerin %40’ında kısırlığın nedeninin bir kadının hastalığı olduğunu ve vakaların %45’inde sorunun bir erkekte olduğunu belirtmekte fayda var.

Günümüzde bir insanın çocuk doğuramamasının manevi kökleri nelerdir?

Cevap: Bu, egoist gelişimimizin bir sonucudur. İhsan eden, hayat veren kısım erkekten gelir. Ancak egoizmimizle kendi içimize o kadar kapalıyız ki bunu bile yapamıyoruz. İçsel, zihinsel, manevi niteliklerimiz fizyolojik düzeyde kendini göstermeye başlar.

Bugünlerde cinsiyetlerle, birbirleriyle etkileşimleriyle, ne kadar kendi içlerine çekildiklerine bakın: kadınlar kendilerini kendi toplumlarına, erkekler de kendi toplumlarına kapatıyorlar. Bazı ikincil, alternatif cinsel tatmin biçimleri buluyorlar. Yani her şey doğal değil, her şey doğadan çok uzak. Ve bu büyümeye devam edecek.

Soru: Bu neden oluyor?

Cevap: Bu, tüm insan ırkının gelişimi boyunca devam eden uzun bir hikâyedir. Bir zamanlar Antik Yunanistan’da, Doğu’da vs. kadınlar arasında veya erkekler arasında karşılıklı çekim kültürlerinin tamamı vardı. Ancak bu mutlak bir norm değildi ve örneğin aristokrasi veya haremler gibi çok dar bir insan çevresi arasında geliştirildi.

Kişi buna ihtiyaç duyar, çünkü egoizmi nedeniyle karşı cinsle normal teması, sıcaklığı, en azından karşılıklı anlayış ve destek duygusu bulmak için gerçekten tatmin edici, zevkli bulmaz.

Bunun özellikle sinir sistemini, kalp sistemini ve diğerlerini etkileyen çok sayıda hastalığın nedeni olduğuna inanıyorum. Cinsiyetler arasındaki doğru ilişki insan doğasını dengeleyecek, stres, psikosomatik ve kalp hastalıklarında azalmaya yol açacaktır.

“Hayatı Gerçekten Anlamlı Kılan Nedir?” (Linkedin)

Kalkıyoruz, güne başlıyoruz, çocukları okula hazırlıyoruz ya da bekârsak işe gidiyoruz. Gün telaş içinde geçiyor. Daha sonra, yorgun bir şekilde eve dönüyoruz ve bir sonraki güne yeniden başlamak için ertesi sabaha kadar yatıyoruz. Hayatı anlamlı kılan şey bu olabilir mi? Yakın zamanda yapılan küresel bir araştırmanın tam olarak incelediği şey buydu. Katılımcıların %39’u, anlamlarını inanç ve maneviyatta bulan %2’ye kıyasla, ailenin yaşamlarındaki birincil anlam kaynağı olduğunu söylemiş.

Pew Araştırma Merkezi tarafından, dünya çapında 17 gelişmiş ülkede 19.000 yetişkin arasında yapılan yakın zamandaki bir araştırmaya göre, kişinin hayatındaki en önemli faktörler ailesi, kariyeri ve finansal refahıdır.

Ailenin mutluluğun ana kaynağı olmasına şaşmamalı. Aile, en yakın ve en etkili çevre olduğu için kişinin gelişiminde doğrudan ve en önemli rolü oynar. Çemberlerin geri kalanı da zamanı niteliklerle doldurur ve etkiler, ancak bunlar daha uzaktır, daha az durağandır ve bir günden diğerine değişebilir. Bir kişi işini, arkadaşlarını veya bir eğlence yerini değiştirebilir ancak ailesini değiştiremez. Zaman zaman yaşanan zorluklara rağmen kişi aileye bağımlı ve bağlıdır. Bu yüzden çok önemlidir.

İki yıllık COVID-19’dan sonra, insanların hayatın anlamı hakkında daha fazla soru sormaları ve dolayısıyla maneviyata daha fazla ilgi duymaları beklenebilirdi. Ama nihayetinde, insanlık bu küresel salgın konusunda özellikle dikkatli veya düşünceli değil. Bunun yerine, yurt dışına özgürce seyahat edemedikleri, maske takmak zorunda kaldıkları ve virüsün yayılmasını önlemek için fazladan aşılara ihtiyaç duydukları için ve ayrıca bir dizi külfetli kısıtlamalar nedeniyle kendilerini baskı altında hissediyorlar.

Ancak genel olarak bu salgın ile yaşamayı öğrendik. Yakında insanlık, yaşamlarımızı işgal eden yeni varyantı da unutacak. Bizim insan doğamız, kendimiz için ve sadece kendimiz için gönüllü olarak haz ve neşe almaya isteklidir. Gün geçtikçe bu bencil doğa büyür, kabalaşır ve kalınlaşır, o kadar karmaşık ve kurnaz olur ki kişi artık hiçbir şeyden etkilenmez. Savaşlar, kitlesel kıtlık ve yeni virüs çeşitleri hakkında sürekli bilgi bombardımanına tutuluyoruz, ancak böyle bir gerçekliği tüm duyularımızla deneyimleyene kadar, bunun olduğuna inanmıyoruz ve değişim için harekete geçmiyoruz.

Yine de, Koronavirüs’ün bizleri etkilemediğini söyleyemem. Bize, küçük bir küresel köy olduğumuz için birbirimize ne kadar bağımlı olduğumuzu gösterdi. Ama aramızdaki iletişim ağında, içsel duygularımızda birbirimize kayıtsız kalıyoruz ve birbirimizden kopuyoruz. Yani doğal olarak olacak olan şey, egoizm güçlenecektir; yalnızca karşılıklı garanti içinde bir aile gibi hissettiğimizde gelişebileceğimizi anlayana kadar, daha fazla küresel darbe ortaya çıkacaktır.

Yaşamlarımızı yalnızca yakın insan bağımız aracılığıyla anlamlı olarak algılayacağız. Toplumun çehresini ideal bir aile deseni ile şekillendirseydik, hayatımızı güzelleştirir, kendimize iyi, sıcak ve samimi bir ortam yaratırdık. Bizi sevgi dolu bir anne gibi kucaklayan iyi bir çevre inşa etmiş olurduk. Birbirimize duygusal olarak ne kadar çok bağlanırsak, bağın gücünü, doğanın yüce gücünü, verme ve sevme niteliğini, iyi ve yardımsever bir gücü o kadar çok hissedeceğiz. Sadece doğanın niteliklerine ve niyetlerine tutunursak, tam bir bütünlük için yaşamın anlamını hem bedensel hem de manevi olarak keşfedeceğiz.

“Önümüzdeki Zor Zamanlar” (Linkedin)

Geçiş dönemleri her zaman sıkıntıya eğilimdir. Ben merkezli bir zihniyetten, birbirimize bağımlı olduğumuz, birbirimize bağlı olduğumuz ve eylemlerimizde başkalarının iyiliğini göz önünde bulundurduğumuz daha bütünsel bir zihniyete yükselirken, insanlık tarihinin en değişken geçiş dönemlerinden birini yaşıyoruz. Ne yazık ki, geçiş döneminde, asi egolarımız bizi ve tüm toplumu riske atan giderek daha tehlikeli uç noktalara sürüklüyor. Geçişte olduğumuzun ne kadar erken farkına varırsak, değişimi barışçıl ve hızlı bir şekilde yaşama şansımız o kadar artar.

Geçiş sürecinde olduğumuzu, başkalarının ihtiyaçlarını görmezden gelemeyecek kadar birbirimize bağlı olduğumuzu kabul etmek için, onun farkındalığına bizleri ulaştıracak eğitim sistemleri kurmalıyız. Bu nedenle, insanlığın şu anda en büyük sorunu eğitimdir.

İdeal olarak, dünya liderleri,  geçişin liderleri olmalıydılar. Onlar süreci başlatmak ve yönetmek için doğal bir durumdalar. Ne yazıktır ki, günümüzün liderleri o kadar taş kalpli ki bu fikirleri duymayacaktırlar bile. Vazgeçtiğimden değil ki vazgeçmedim ama şu an nerede olduğumuzu da kabul etmemiz gerekiyor. Ama aynı zamanda devam etmemiz gerektiğini biliyorum.

Hepimiz haz arayan varlıklarız; bu bizim doğamızdır. Bu nedenle, şimdiki zamanda acı çekmedikçe ya da büyük bir ödül bizi çağırmadıkça ve onu alacağımızdan emin olmadıkça yaşam tarzımızı değiştirmeyeceğiz.

Sadece iki şeyi anlıyoruz: haz ya da acı. Bu yüzden insanlık ya mutlak bencillik durumu içinde acı çektiği için ya da karşılıklı sorumluluk ve başkalarını önemseme durumunda garantili bir ödül gördüğü için değişecektir. Şu anda insanlar, onları daha işbirlikçi bir eğilime geçmeye ikna etmek için daha fazla acıyı beklemeyi tercih ediyor.

İşte bu yüzden eğitim çok önemlidir. Eğer insanlar çektiğimiz tüm darbelerin bencilliğimizin bir sonucu olduğuna ikna olurlarsa, bundan kurtulmak isteyeceklerdir. Eğer, egonun bize başka hiçbir şeyin veremeyeceği faydalar sağlayabileceğine inanırsak, acı bizi onu terk etmeye ikna edene kadar egolarımızla birlikte kalacağız.

Çocukları Doyumu Hissetmek İçin Eğitmek

Soru: Okuldaki çocuklar herkesin yeni şeyler aldığını görüyor ve onlar da yeni şeyler almak istiyorlar. Çocukları nasıl eğitebiliriz ve onları tüketim dünyası seviyesinden nasıl yükseltebiliriz?

Cevap: Bu tamamen bizim bir şeye verdiğimiz öneme bağlıdır. Çocukları önceden eğitmeliyiz ve onlarla birlikte çalışmalıyız ki böylelikle hayattaki önemli şeyin içsel nitelikleri olduğunu bileceklerdir. Sonuç olarak, yeni bir bulaşık makinesi almaktan haz almam çünkü onu normalleştiririm ve onu almaktan aldığım hazzı yutarım. Böylece Okuduğum kitaplar veya gördüğüm şeyler gibi para ödemem gerekmeyen şeylerden zevk alabilirim.

Soru: İçsel niteliği nasıl tanımlarsınız, o ne içerir?

Cevap: Genel olarak oyunlar, sporlar ve arkadaşlıklar, parayla satın almayla ilgili olmayan her şey. Bütün bu şeyler insanı alışveriş yapmaktan daha çok tatmin eder.

Soru: Kişinin içsel nitelikleri, o kişinin içsel olarak yeni bir şey satın alma veya alma içsel ihtiyacını tatmin eder mi?

Cevap: Biz izlenimlerden, doyum hissinden yaşıyoruz. Eğer biriyle karşılıklı ilişki içindeysem ve biz birbirimizi sohbet aracılığıyla doldurursak, bir bilgi, bir akıl ediniriz. Biz, birlikte film izleyerek, müzik dinleyerek doyuma geliyoruz. Haz almak için bir objeye para vermek zorunda değilim.

“İlişkilerde Çatışmaların Üstesinden Gelmek – Gerçekten İşe Yarayan (Ve Kimsenin İstemediği) Bir Çözüm” (Linkedin)

Her ilişki çatışmalardan geçer. Bunlar hoş değillerdir ama kaçınılmazlardır. Bir ilişkiyi derinleştirmek ve güçlendirmek için çatışmanın üstesinden gelmek gereklidir. Bir ilişkinin ancak bir takım çatışmaların üstesinden gelmesi durumunda kalıcı olacağına güvenebilirsiniz. Sorun şu ki, çatışmalar tatsız ve genellikle korkutucu olduğundan, onlardan uzak durmaya çalışırız. Şayet onları nasıl kabul edeceğimizi bilirsek ve onların üstesinden gelerek bağımızı daha yüksek bir seviyeye yükseltirsek, onlardan korkmayacağız ve hemen hemen her çatışmayı çözebilecek güçte olacağız.

Çatışmalar, çatışan çıkarlardan kaynaklanır. Bu açıktır. Ben bir şey istediğimde ve eşim başka bir şey istediğinde, öfkelenirim. Bu her ilişki için geçerlidir – insanlarla, evcil hayvanlarla ve hatta makinelerle (soğuk bir sabahta arabanız çalışmadığında attığınız küfürleri düşünün).

Eşler söz konusu olduğunda çözüm basittir ama yapması çok zordur: Birbirinizi dudaklarınızdan öpün. Tam da öfke anında, tam tersini yapın.

Daha derin bir seviyede, her insanın farklı arzuları, farklı düşünceleri ve hayata farklı bir yaklaşımı olduğunu anlamamız gerekir. İlişki, iki veya daha fazla farklı insanın bir bütün halinde birleşmesidir. İyi bir ilişkide, aralarındaki farklılıklar, her bir tarafın, ilişki olmasaydı geliştirmeyecekleri nitelikleri ve bakış açılarını geliştirmesine yardımcı olur. Negatif bir ilişkide, güç mücadeleleri tarafların büyümesini engeller, ezilen ve ezen durgunlaşır ve düşüncelerine yerleşir ve aralarındaki sevgi dağılır.

İyi bir ilişki emek gerektirir. Negatif ilişki doğal olandır. Olumlu bir bakış açısı oluşturmak için, benim bakış açımdan öyle olmasa bile, diğer bakış açısının da değerli olduğunu kabul etmeliyim. Eğer bunu kabul edersem, ki bu “kavga” konusunda biraz deneyim gerektirir, diğer bakış açısının bana kendi başıma geliştiremeyeceğim fikir ve bakış açıları sağladığını fark edeceğim.

Eşinizi tam kızgınken öpmek, artık kızgın olmadığınız anlamına gelmez ama kızgın olsanız bile eşinizi takdir ettiğiniz ve önemsediğiniz anlamına gelir ve öfkeniz sevginizi uzaklaştırmaz. Bu, bağınızın gücünün bir onayıdır.

İnsanların en bilgesi olduğu söylenen Kral Süleyman, bu yaklaşım hakkında şunları söylemiş: “Nefret çekişmeyi kışkırtır ve sevgi tüm suçları örter” (Özd. 1012). Başka bir deyişle, nefretinizi koruyun ama onu sevgiyle örtün; sevgiyi geçici öfkenizden daha önemli hale getirin.

Elde edeceğiniz faydalar çok büyüktür. Çatışmaları bu şekilde ele aldığımızda sadece kendimizi değil, eşimizi de değiştirmiş oluruz. Tek kelime etmeden, öğüt vermeden, nasihat etmeden, basitçe kendi örneğimizle sağlıklı bir ilişkinin yolunu açarız.

Kader Nedir? (Quora)

Kader, duygularımızda, yaşamlarımızda ve koşullarımızda yaşadıklarımızdır. Doğanın üzerimizdeki etkisinin ve doğa ile etkileşimimizin bir sonucudur.

Kaderimizin ne olduğunu öğrenebilme ve bunu yaparken de belirli bir miktar ve nitelikte çaba harcarsak kaderimizi yönetme yeteneğine sahip oluruz. Yani hem kaderimizi net bir şekilde anlayabilir hem de eğer istersek onun kontrolünü ele alabiliriz.

Kaderimizi anlamak ve onu kontrol etmek için öncelikle kendi işletim programımızı keşfetmemiz gerekiyor. Bunu yaparak, içinde bulunduğumuz süreci ve bunun bizi bir nesilden diğerine nihai bir hedefe ulaşmaya nasıl teşvik ettiğini net bir şekilde anlıyoruz.

Bu süreç, evrenimizin ortaya çıkmasından önce, yaratılışın başlamasıyla başlamıştır ve yavaş yavaş, şimdi içinde bulunduğu formdan tamamıyla başka bir forma geçeceği bir duruma doğru gelişmektedir.

Kabala ilminde “bu dünya” olarak adlandırılan mevcut realitemizde var olurken, kaderimizi değiştirme ve etkileme yeteneğine sahibiz. Kabala çalışmasıyla, kaderimizi her an etkilememize izin veren güçleri çekebilir ve bunu yaparak, maruz kaldığımız sayısız durumun doğasını değiştirebiliriz.

Örneğin, bir çocuğun ebeveynleri çocuğu okulda birinci sınıfa gönderdiyse, o zaman o çocuğun mezun olmadan önce birkaç yıl eğitim görmekten başka seçeneği yoktur. Soru, çocuğun bu yılları öğrenmekten ve başarmaktan zevk alarak mı geçireceği yoksa gereksiz bir yük taşımakla cezalandırılmış olarak mı hissedeceğidir.