Daily Archives: Kasım 14, 2021

“Varoluşumuzun Üzücü Gerçeği Ve Bu Konuda Yapabileceklerimiz” (Linkedin)

Pek çoğumuz eylemlerimizi neyin motive ettiğinin farkında değiliz. Hayatımızı adeta otomatik pilotta geçiriyoruz ve yaptığımızı yapmamıza, söylediğimizi söylememize ve düşündüğümüzü düşünmemize neden olan şeyleri nadiren düşünüyoruz. Bunun iyi bir nedeni var: Hiç kimse eylemlerimizin motivasyonunun korku olduğunu anlamak istemez. Sürekli kaçış modu içindeyiz ve bunun düşüncesi dayanılmazdır.

Yaşadığım apartmanda yan komşulardan birisi bankasından çok korkuyor. Korkunç bir borç içinde ve banka tüm ödemelerini ve bekleyen emirlerini her an bloke edebilir. Başka bir komşu polisten korkmuş bir halde. DUI’ye yakalandı ve polisin gelip dairesini aramasından korkuyor. Ama hepsinden önemlisi, polisin arama emriyle ofisine girmesinden ve iş arkadaşlarının önünde onu utandırmasından korkuyor.

Hepimiz böyleyiz, bir şeyden, pek çok şeyden korkarız. İnsanların bizim hakkımızda ne düşüneceklerinden ve bizim hakkımızda ne söyleyeceklerinden korkarız. Çocuklarımız için o kadar çok aşamada korkuyoruz ki, bunu tarif etmeye bile başlayamayız. Virüsten korkarız, iklimden korkarız, teröristlerden korkarız, tanıdıklarımız, iş arkadaşlarımız ve patronlarımız tarafından kullanılmaktan korkarız ve geleceğimiz ve çocuklarımızın geleceği için korkarız.

Kısacası, farkında olmadan hayatımızı her an şekillendiren ve belirleyen bir korkular ağı içine düşmüş durumdayız. Dahası, yaşadığımızı, var olduğumuzu bu ağ aracılığıyla hissederiz. Minerallerden bitkilere ve hayvanlara, insanlara kadar etrafımızda bulunan her şeyden aldığımız baskılar, bizim bu dünyayı ve kendimizi onun içinde hissetmemizi sağlar.

Ancak, bu olumsuz bir duygudur. Her şeyden korkarız. Hayattan zevk almaya çalışıyoruz ama tek aldığımız adını siz koyun hükümetten, bankadan, patrondan, çocuklardan, Sosyal Güvenlikten gelen baskılar. Hiç kimse ve hiçbir şey bizi rahatsız etmiyorsa, kendimizi mutlu sandığımız bir noktadayızdır. Ama bu mutluluk değil; acının yokluğudur.

Korkmayı bırakamayız; bu, dünyanın inşa edilme şekli ve bizim inşa edilme şeklimizdir. Ancak, bizi korkutan şeyleri değiştirebiliriz ki bu da duygularımızı değiştirecektir.

Bizler haz arayan varlıklarız. Yaralanabileceğimizi veya eğlenemeyeceğimizi hissettiğimizde korkarız. Bu nedenle, korkumuz haz almak istediklerimiz tarafından belirlenir. Şu anda istediklerimizden daha başka şeylerden haz almak istersek, daha farklı şeylerden korkacağız ve tüm dünya görüşümüz, hatta tüm dünyamız buna göre değişecektir.

Varoluşumuzun iç karartıcı, üzücü durumundan çıkmanın püf noktası, odağımızı kendimize yoğunlaştırmaktan başkalarına yoğunlaştırmaya doğru değiştirmektir. Çocuklarını büyütmeye odaklanmış annelere bakın. Hem hayvanlar âlemindeki anneler hem de insan anneler, başkalarına yani yavrularına bakmaktan aldıkları cesaret ve gücün harika bir örneğini oluştururlar.

Bundan ders çıkarmalıyız. Bir annenin sevgisi doğal olarak gelir, ancak yabancıları sevmek eğitim, pratik ve süreç için geniş bir toplumsal mutabakat gerektirir. Yine de, bugün ihtiyacımız olan şey bu ve umutsuzca böyle. Yeterince umursamamaktan, yeterince vermemekten korkmayı öğrenmeliyiz. Baskımız, düşmanlarını yok etmek isteyen düşmanların baskısı değil, hayatı yaratan baskı, sevgi dolu annelerin baskısı olmalı. İkincisi, şu anda hissettiğimiz baskı ve bu bizi ve içinde yaşadığımız dünyayı öldürüyor.

Çaresiz bir durumdayız. Ne gezegenimiz ne de insanlık birbirimize ve çevreye verdiğimiz olumsuz baskıya daha fazla dayanamayacak. Endişelerimizi ve korkularımızı kendimiz için endişelenmekten başkaları için endişelenmeye çevirmezsek, ben-merkezci odağımız bize kendi yıkımımızı getirecek.

Doğanın Düzeltilmesi Gereken Parçası

Yorum: Çok sayıda deney, bitkilere bakan bir kişinin onları düşünceleriyle ne kadar etkilediğini göstermektedir.

Cevabım: İnsan düşünceleriyle sadece bitki ve hayvanları değil, taşları bile etkiler. Bizler bunu henüz irdeleyemiyoruz.

Yaratılışın tüm parçaları arasında öyle mutlak bir karşılıklı bağlantı ve öyle mutlak bir etkileşim vardır ki, bu güçler ağını görseydik, bu güçler sisteminde yalnızca biz insanların olumsuz ve zararlı bir unsur olduğunu görürdük.

Maddenin ne cansız, ne bitkisel ne de hayvansal formları özgür iradeye sahip değildir, onlarda egoizm yoktur.  Onlar doğanın içlerine yerleştirdiği yasalara göre var olurlar. Ancak insan, özgür iradesi ve bencilliği nedeniyle doğanın tek zararlı parçası haline gelir.

Soru: Burada kişinin özgür iradesi nerede? Hayvanlar içgüdülerine göre; insanlar ise başkalarını kullanma ve alma arzusuna göre hareket ediyor.

Cevap: Özgür irade, önceki yolumuzun kusurlu olduğuna ikna olduğumuzda başlar. Aynı zamanda, içimizde daha yüksek bir şeye karşı bir arzu yani bu dünyanın ötesine geçme, onun üzerine çıkma arzusu ortaya çıkar. Bu “yüksek”  kendini bize ifşa etmelidir.

Kabala buna yardımcı olur. Kendimizi düzeltebilmenin tek yolu budur.

Kişisel Arzulardan Ortak Arzulara

Bunlar, Kâhin Elazar’ın, Nuh’un oğlu Yeşu’nun ve İsrailoğulları kabilelerinin atalarının (evlerinin) başları tarafından Şilo’da Yaradan’ın önünde, buluşma çadırının kapısında kura ile veraset olarak bölüştürülen miraslardır. Ve onlar toprakları bölüştürme işini bitirdiler. (Yeşu 19:51).

Yaradan’ın O’na ulaşabilmesi için yarattığı ve Kendine çektiği ortak arzu, Yaradan ile aynı şekilde, ihsan etme ve sevgi niteliği üzerinde çalışmalı ve grup içinde yaptığımız gibi hareket etmelidir. Bir grupta birleştiğimizde, ortak arzumuz, niyetimiz, çalışmamız ve deneyimimizin yardımıyla Yaradan ile nasıl ilişki kurduğumuzu anlayabiliriz.

Bu bağı fark etmeden Yaradan’a dönemeyeceğimiz anlaşılmakta. Neye ve nasıl hitap edeceğimizi bile bilemeyiz. Bu nedenle her grup, tam olarak ortak kolektif  arzusundan Yaradan’a dönmek ve bir araya gelmek için kendi görevi üzerinde  çalışmalıdır. Ardından, hepsi ortak bir ulusta birleşeceklerdir.

Kişi tüm arzularını düzenlemeli ve onları öyle bir şekilde inşa etmelidir ki, önce küçük arzularla başlamalı ve sonra onların yardımıyla tüm büyük arzulara doğru hareket etmeli, böylece kendisiyle diğerleri arasındaki bağa yönlendirilmelidir. Ve o zaman bu koşula göre, bu eylemlerden, bu deneyimden Yaradan’a nasıl döneceğini zaten anlayabilir.

Soru: “Küçük arzular” ne anlama gelir?

Cevap: Bunlar üstesinden gelebileceğim küçük egoist arzulardır. Ve henüz çalışamadığım ve yapamayacağımı bildiklerim de vardır. Ama tam da küçük arzularla çalıştığım için büyük arzulara yakınlaşırım.

“Kendimi Sevmiyorken Komşumu Nasıl Kendim Gibi Severim?” (Quora)

İnsan doğası tamamen kendine hizmet eder ve egoisttir. Bu nedenle kendimizi sevmekten başka bir şey yapamayız. Kendimizden nefret etsek bile, örneğin intihar etmek istesek bile, bu yine de kendi kendine hizmet eden bir hesaptan ortaya çıkıyor. Egoizm doğamızın temelidir ve onun üzerindeki her şey kendini sevmekten inşa edilmiştir. Tüm davranışlarımızın tek nedeni budur.

Varoluşun İki Kavramı

Soru: Dünyamızdaki tüm insanlık neden Yahudiler ve diğer uluslar olarak bölünmüştür?

Cevap: İnsanlığın iki parçaya net bir şekilde bölünmesi bir kere eski Babil’de gerçekleşti. Var olan küçük bir uygarlık birdenbire büyük bir egoizme daldı.

Babilliler, Yaradan’a ulaşmak, O’nunla yani doğa ile savaşmak için gökyüzüne bir kule inşa etmeye karar verdiler. O kadar egoist bir şekilde zıtlaştılar ki birbirlerini anlamayı bıraktılar.

Böylece ileri bir varoluşa ilişkin iki kavram ortaya çıktı. Bunlardan biri İbrahim’in önderliğinde oluşturulmuştu; ikincisi Kral Nemrut’un önderliği altındaydı.

İbrahim, kendini göstererek birbirimizi reddetmemize neden olan ve bizi ayrılmaya zorlayan egoizmin, onun üzerine çıkmamız için özellikle yaratıldığına inanıyordu. Bunu birbirimizle çelişmemize rağmen yaparsak ve tek yasa ve tek millet varken nasıl birlikte yaşadığımızı hatırlarsak, birbirimize bağlı tamamen yeni bir varoluş biçimi ifşa edeceğiz.

Ve o zaman, kendimizi maddi doğanın üzerinde hissederek, tamamen farklı bir yaşam hissedeceğiz: sonsuz, mükemmel ve hayvani varlığımızın sınırları içinde olmayan.

İbrahim, egoizmin bizim yükselmemizin bir aracı olduğunu söyledi. Ona bu şekilde davranalım, kendimizi ondan ayıralım, egoya dışarıdan bakalım ve onun üzerine yükselmeye başlayalım. Egoizm sürekli büyüyecek ve biz sürekli onun üzerine çıkarak doğanın ortak bir gücü gibi olacağız: sevgi, ihsan etme, birlik, uyum.

Bu, dönemin önde gelen kuramcılarından biri olan İbrahim’ın ortaya koyduğu bir metodolojiydi.

Ve Nemrut’un teorisi şöyle dedi: “Hayır, bizim içimizdeki egoizm bilim, sanat ve insan toplumunun ilerlemesi için gelişir. Ego ile birlikte gelişelim, üstüne çıkmayalım, egoist doğamıza dışarıdan bakmayalım, onun içinde yaşayalım.” Doğal olarak bu teori, kişinin kendisiyle savaşmasını gerektirmediği için büyük destek gördü.

Böylece insanlık iki kısma ayrıldı: küçük bir kısım İbrahim’le birlikte gitti (kelimenin tam anlamıyla birkaç düzine insan) ve geri kalanı Nemrut’u takip etti. İbrahim’in yöntemi bağ içindi ve ikincisi ise ayrılık içindi.

Ayrıca, birbirlerinden karşılıklı olarak nefret eden egoistler, küçük bir toprak parçası üzerinde nasıl geçinebilirler ki? Sonra Babilliler dünyanın her yerine yerleştiler. Bu, Genesis Rabbah kitabında, Josephus Flavius’un eserlerinde ve diğer eski kaynaklarda yazılmıştır.