Daily Archives: Eylül 12, 2021

Twitter’da Düşüncelerim / 11 Eylül 2021

Tüm dünyada, koronavirüs hükümetleri ve toplumları istikrarsızlaştırıyor. Ama her şey tersine: İnsanları ve toplumları daha manevi hale getirmek için değiştirmek gerekiyor ve bunlar değişmediği için korona virüsü ortaya çıkıyor. İyi yolu, nasıl kötü bir yola çevirdiğimiz açık.

Yalnızca iklim değişikliğini durdurma girişimlerinden hayal kırıklığına uğradıktan sonra, sadece aramızdaki iyi bir bağ ile iklim değişikliğini durdurabileceğimizi ve doğanın dengesini yeniden kurabileceğimizi, kurtuluşumuzun ancak orada yattığını anlayacağız.

Ancak bu arada doğa tüm kaynaklarıyla başımıza bela olacak.

İlerleme İçin Tek Kriter

Soru: Zaman zaman onludan kopup, sonra tekrar dahil oluyoruz, ve bunu yapma sıklığımız, çalışmamızın kalitesinin bir göstergesidir. Bunu hangi kritere göre ölçebiliriz?

Cevap: Onluya ve onun içinde ki Yaradan’a verdiğimiz öneme göre.

Onlarla sürekli bağ içindeyim çünkü onlar benim ruhum ve bu şekilde hayatta ilerliyorum. Fiziksellikte çalışırım, aileme bakarım, her türlü maddesel olaylara katılım sağlarım ama içsel olarak sürekli olarak onluya ve onun içindeki Yaradan’a tutunduğumu hissederim. Tek kriterim bu.

Soru: Bugün belli bir onluya, yarın başka bir onluya sahip olursam ne olur?

Cevap: Fark etmez. Tüm onlular eninde sonunda birleşecek. Genel anlamda yaratılan her şey, doğa, cansız, bitkisel ve canlı seviyeler de dahil olmak üzere tek bir onlukta birleşecektir.

Doğanın Dilini Anlamak

Ya yabancı bir gezegene geldiysek, yerel yaratıkların dilini konuşmadığımız ya da hareketlerini, kültürlerini anlamadığımız bir yere? Yapacağımız utanç verici gaflar şöyle dursun; asıl sorun bizi ve başkalarını ciddi tehlikelere sokacak hatalar yapmamız olurdu.

Bu teorik bir soru değil, bizim günlük hayatımızdır. Bizler, evimiz olarak düşündüğümüz bu gezegende uzaylılarız. Onun dilini, hareketlerini, ya da kültürünü anlamıyoruz. Bu nedenle yaptığımız hatalar kendimiz, başkaları ve dünya sakinlerinin geri kalanı için ciddi derecede tehlikelidir.

Daha da kötüsü, uzaylı olduğumuzu bilmiyoruz. Son birkaç bin yıldır burada olmamıza rağmen gezegenin yerlileri olduğumuzu düşünüyoruz. Tarih öncesi çağlarda, hominidler (insanlar da dahil olmak üzere Hominidae (büyük maymunlar) ailesinin üyeleri) yaşadıkları doğal sistemlerin ayrılmaz bir parçasıydı. Esasen ekosistemin dokusundaki başka bir hayvan türüydüler.

Zaman içinde geliştikçe, arazi tarım teknolojisini, endüstriyi ve ekonomiyi geliştirdikçe, giderek daha baskın hale geldik. Sonunda en azından kendi gözümüzde dünyanın “hükümdarları” olduk. Şimdi sanki gezegenin sahibiymişiz gibi yaşıyoruz. Ormanları gelişigüzel yerle bir ediyoruz, hayvan türlerini ayrım gözetmeksizin tüketiyoruz, narsist zihnimizin uydurduğu ideolojilere dayalı hükümetler ve rejimler kurup bunların uygulamasında araç olarak soykırımlar yapıyoruz. Bizim gibi düşünmeyen herkesi hor görüyor, onlardan nefret ediyor, iftira atıp şeytanlaştırıyoruz, adalet ve özgürlük adına onları hapsediyor ve öldürüyoruz.

Bizler, Dünya’nın üzerinde ağırladığı en son misafirler, ev sahibimizin evini, izin istemeden, hiç düşünmeden ve hiç pişmanlık duymadan dev bir çöplüğe dönüştürdük. Aslında, ev sahibimizin onayını almak isteseydik bile, doğanın dilinde nasıl iletişim kuracağımızı öğrenmek için hiç uğraşmadığımızdan, bunu yapamazdık.

Yine de, Dünya kendini bizim zehirli varlığımızdan korumak için bize yangınlar, seller ve depremler gönderdiğinde şikayet edecek kadar küstahız. Gerçekten de, insanın küstahlığı sınırsız ve tükenmezdir. Bu yaz tanık olduğumuz doğal felaketler Dünya’nın hastalığının belirtileri değil; iyileşebilmesi için kendisini insan parazitinden arındırma çabalarıdır.

Doğanın kültürü dengedir. Her şeye ihtiyaç vardır ve her şeyin zıttı vardır. Kış ve yaz, med cezir, tropikaller ve çöller, hatta yaşam ve ölüm bile birbirini tamamlayan karşıtlardır. Birlikte, her şeyin doğru zamanda ve doğru hızda gelişmesini ve sona ermesini sağlayan Doğa’nın dinamik dengesini yaratırlar.

Doğanın dili karşılıklı sorumluluk dilidir. Tüm yaratılanlar birbirine ihtiyaç duyar, karşılıklı cömertlikleriyle var olurlar ve gerçekten ihtiyaç duyduklarından fazlasını almazlar. Bu şekilde, herkes herkesi desteklemeye yardımcı olur ve gezegendeki küresel ekosistem gelişir.

Doğa onaylamadığını gösterdiğinde, aşırı hava koşulları, depremler ve aşırı yoğunluktaki diğer doğal afetler gibi “haberciler” kullanır. Bu habercileri anlamadığımız zaman, daha güçlü olurlar. Eğer yine de fark etmezsek, şiddete dönüşür. Eğer hala dikkat etmiyorsak, zarar verenleri yok eder.

Bugünlerde Doğa, bu gezegende istenmediğimizi gösteriyor. Doğanın düşünce ve denge dilini bir an önce öğrenemezsek, her birimize verdiği hayatı elimizden alacaktır. Sonuçta, hepimiz doğanın yarattıklarıyız, tam tersi değil.

Yemek—Üst Bolluğu Almak

Soru: Yemeğin manevi kökü nedir?

Cevap: Yemek harika bir eylemdir. Hayvanların birlikte beslenmeleri bile birbirlerine yakınlaştıklarını ve birbirlerine güvendiklerini gösterir.

Çok daha kurnaz ve birbirinden uzak olan insanlar için bu daha da geçerlidir. Birlikte sofraya oturduklarında, biri diğerini davet ettiğinde ya da birlikte yemek yediğinde, en azından geçici olarak yakınlaşma niyetinde olduklarını gösterir.

Bu nedenle, tüm uluslar, tüm kültürler için bir yemek, kaç kişi olursa olsun, -iki, üç, hatta bine kadar-  insanlar arasında kesin bir bağdır. Öte yandan, Kabalistik kaynaklardan biliyoruz ki iş yakınlaşmaya, bağa, neşeli bir şeye, hatta pek neşeli olmayan ama özellikle ağırbaşlı ve anlamlı bir şeye gelince, her zaman bir yemek düzenlenir.

Kabala’da yemek, Yaradan’dan üst bolluğu almayı temsil eder. O, tüm canlıların kaynağı olduğu için, her yiyecek alımı, Yaradan’a yönelmekle ilişkilidir. Bu nedenle, yemekten önce, yemek sırasında ve yemekten sonra, özel bir yakarışla Yaradan’a dönmek adettendir, böylece insanların yemekte yer alan ve çevreleyen her şeyle olan bağlantısı iyi bir sonuca, başarıya sahip olacaktır.

Bu nedenle, mutlu olduğumuzda hatta çok mutlu olmadığımızda, yani özel bir durumu kutlamak istediğimizde, her zaman yemek düzenleriz. Bununla birlikte, genellikle yemek neşeli ve hoş bir şeyi sembolize eder. Örneğin: Doğan bir çocuğun onuruna verilen yemek, on üçüncü yaş günü, nişan, düğün vb.

Genel olarak, tüm iyi zamanlarda yemekler bize eşlik eder. Ancak biri öldüğünde bile akrabaları yemek düzenler. Tabii ki artık ağır başlı veya neşeli bir yemek değildir ama yine de ölen kişiye saygı göstermek gerekir.