Daily Archives: Ağustos 11, 2021

“İnsan Gelişiminin Eşsizliği” (Linkedin)

Fiziksel olarak insanlar diğer maymun türlerine çok benzer. Aslında diğer türlerden çok daha az yetenekliyiz: Çok daha zayıfız, daha yavaş hareket ediyoruz, hastalıklara karşı daha duyarlıyız ve ağaçlara tırmanamıyoruz. Peki nasıl oldu da “Dünyanın efendileri” haline geldik? Cevap yeteneklerimizde değil, sadece insanların sahip olduğu eşsiz bir arzuda yatıyor: bu dünyanın ötesine geçme arzusu, maneviyata duyulan arzu!

Maneviyata duyulan bu arzu, bizi, durumlarını veya koşullarını sorgulamayan diğer tüm türlerden daha akıllı yapan ve beynimizi geliştiren sorular sormamıza neden olur. Ancak sadece hayatı nasıl daha rahat veya kolay hale getireceğimizi sormuyoruz; en önemlisi hayatın ne için olduğunu soruyoruz. Sanattan teknolojiye, sanayiden bilime, dine ve felsefeye kadar geliştirdiğimiz her şey, bizi insan yapan her şey, hayatın amacını aramakla ilgilidir. Bu arayış bizi Dünyanın efendisi olduğumuz noktaya kadar geliştirdi.

Yine de, hayatın amacını arayış, bizi diğer tüm hayvanların çok ötesinde geliştirirken, aynı zamanda bizi yoğun bir şekilde hüsrana uğrattı. Dünyanın bu günlerde içinden geçtiği anlaşılmaz çılgınlık, hayatın anlamı hakkındaki ıztırap verici sorunun cevabını bulma arzusundan kaynaklanıyor. Genellikle bilinçsiz bir dürtü olan bu çılgınca arayışımızda, her yöne doğru koşuyoruz ve yolumuzdaki her şeyi yok ediyoruz.

Ama amacımızı kendi içimizde değil, aramızda bulabileceğimizi yavaş yavaş anlayacağız. Hayatın amacı, bizi her şeyin nasıl ve neden çalıştığını anladığımız yani yaratılışın arkasındaki düşünceyi anladığımız bir düzeye yükseltmektir. Bunu başarmak için, her bir parçayı özel olarak değil, tüm parçaların gerçekliği yaratmak için birlikte nasıl çalıştığını incelememiz gerekir. Başka bir deyişle, aramızdaki bağları anlarsak, gerçeği anlayacağız ve kendimizi anlayacağız. Ancak o zaman dünyanın çılgınlığı sakinleyecek.

Birbirimize olan bağları anlamak için doğanın yarattığı ağı yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Bu yüzden birbirimize sahibiz. Gerçekliğin geri kalanında var olan aynı türden bağları aramızda kurarsak, gerçekliğin geri kalanını anlayacağız. Gerçeği anladığımızda, bunun denge ve uyum üzerine kurulu olduğunu fark edeceğiz. Her parça yalnızca ihtiyaç duyduğu kadarını alırken, geri kalan işlemleri sistemin korunmasına yardımcı olur. İnsan toplumunda, bu ancak insanlar arasında karşılıklı bir sevgi gelişirse yapılabilir. Bu durumda, sadece ihtiyaçları kadarını kendilerine alacaklar, daha da önemlisi toplum yararına canı gönülden çalışacaklar.

Tıpkı aile üyelerinin birbirlerine karşı anlayışlı olmaları ve birbirlerini sevdikleri için birbirlerine yardım etmeleri gibi, gerçekliğin tüm parçaları içgüdüsel olarak saygılı olduğundan ve birbirinin devamlılığına yardımcı olduğundan, tüm insanlık bilinçli olarak bu tür bağları geliştirebilir ve böylece tüm varoluşu anlayabilir. Tüm yaratılmışlara içgüdüsel olarak gelenler, bize zahmetle ve çok geç geldiğinden, içgüdülerle hareket eden otomatik varlıklar değil, hayattaki amaçlarını ve bunu nasıl gerçekleştirebileceklerini bilen bilinçli insanlar olacağız.

Çevre Alışkanlıktan Daha Güçlüdür

Soru: Bir alışkanlık ile çevrenin insan üzerindeki etkisi arasında bir bağlantı var mı?

Cevap: Çevrenin insan üzerinde büyük etkisi vardır.

Soru: Hangisi daha iyi çalışır: çevre mi yoksa alışkanlık mı?

Cevap: Çevre daha güçlüdür. Alışkanlıklarımızı değiştirebilir çünkü bir insanda değiştirebileceğiniz pek çok nitelik vardır: nefret, sevgi, onur, ün ve özellikle utanç. Dolayısıyla çevrenin dış etkisi insanı değiştiren bir araçtır.

Çevrenin etkisi altında, kişi her şeyi hızlı ve doğru bir şekilde yapabilir.

Herkes Kabala Çalışabilir

Soru: Neden kadınlara Kabala öğretilmemesi gerektiğine dair bir görüş var?

Cevap: Kabala genel olarak kimseye öğretilmedi. Gelişiminin bin yılı boyunca, yaklaşık 3.500 yıl önce sadece küçük bir süre için kullanıldı. O zamandan beri, insanlar tarafından uygulanmayı bıraktı.

İlk Tapınağın yıkılmasıyla, Kabala yaygın kullanımdan düştü. Mısır’dan İsrail topraklarına giderken, çölde göçebeyken sadece birkaç on yıl boyunca var oldu.

İlk Tapınağın yıkılmasıyla, zaten insanlardan ayrılmaya başladı ve İkinci Tapınağın yıkılmasından sonra, ne olduğunun anlaşılması neredeyse tamamen son buldu ve sadece bireysel Kabalistler için bir kader olarak kaldı.

Ancak, çalıştıklarımızdan açıkça görülüyor ki, bir yandan, kişi (erkek veya kadın) bireysel olarak başkalarıyla ortak bir grup oluşturdukları bu tür temaslara girdiğinde, bu bireysel gelişimin yoludur.

Onun içinde, belirli bir metoda göre, kesinlikle eksiksiz bir içsel manevi bağa ulaşırlar, “ben”lerinin üzerine çıkarlar ve “ben” yerine “biz” gibi hissetmeye başlarlar. Yani, “biz” onların ortak, kolektif “ben”idir. Ve bu kolektif “ben”de, aralarındaki bu çok yönlü bağda, yeni bir güç, yeni bir nitelik görürler – karşılıklı ihsan etme ve sevgi niteliği.

Kabalistik İfşalar Tesadüfî Midir?

Soru: Bilimde birçok keşif tesadüfen yapılır. Yani, onlar bir şeyi keşfetmeyi beklerler ve bunun yerine tamamen farklı bir şey keşfederler. Örneğin Kolomb Asya’yı keşfetmek istedi ve Amerika’yı keşfetti. Penisilin, karanlık madde vb. de tesadüfen keşfedildi.

Kabala’daki ifşaların da tesadüfi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Bir yandan, Kabala çalışan bir kişi sürekli olarak yeni, beklenmedik ve tahmin edilemez bir şey ifşa eder. Diğer taraftan, bunun ifşa edildiği gerçek yöntem bilinmektedir.  Onun içinde tek bir koşul vardır – kişinin kendi egoizminin üzerine çıkması.

Dahası, sadece bu yükselişi gerçekleştiren kişi ifşa yapar. Onun edindiği her şey, diğer kişi de aynısını yapmadıkça başkası tarafından görülemez ve anlaşılamaz.

“Yaşamak İstediğimiz Yeri Seçme Hakkımız Var Mı?” (Quora)

Doğanın bizi geliştirme şekline göre, insan toplumunun maksimum yararı için ve maksimum etkinlikle kendimizi gerçekleştirdiğimiz bir duruma ulaşmamız gerekir. Hal böyle olunca da seçeneklerimizi iyice araştırırsak ve belirli bir yerde kendimizi insanlık için daha faydalı bir şekilde gerçekleştirebileceğimizi görürsek, o zaman elbette insanlığa daha faydalı olabileceğimiz bir yere taşınma hakkımız olmalı.

Ancak, böyle bir hareketin ancak hedef konumda insanlığa gerçekten daha fazla fayda sağlayabileceğimizi gördükten sonra gerçekleşmesi gerektiğini vurguluyorum. Bu, sırf öyle hissettiğimiz için ya da belli bir anda “doğru göründüğü” için taşınmaktan kaçındığımız anlamına gelir. Bunun yerine, genel doğa yasasına ve doğanın bizi nasıl geliştirdiğine dair farkındalığımıza göre taşınmaya karar veririz. Ayrıca, Kabalist Yehuda Aşlag’ın (Baal HaSulam) açıkladığı gibi, kendimizi en iyi nerede gerçekleştirebileceğimizi anlayan insanlardan özel izin almamız gerekebilir. O zaman taşınmak istediğimiz yerin, olmamız ve hareket etmemiz gereken yer olduğundan emin olabiliriz.

Sırf bir yerde sıkıldığımız için ve başka bir yerde daha fazla egoist tatmin elde edebileceğimizi düşündüğümüz için taşınırsak yani taşınma amacı sadece başkalarının diğer yerde hazırladıklarını bencilce sömürmek içinse, o zaman böyle yaparak elbette topluma faydalı olmayız ve ben de böyle bir hareketi haklı bulmuyorum.