Monthly Archives: Temmuz 2021

“Şiddet, Öfke ve Nefretle Nasıl Mücadele Edersiniz?” (Quora)

Her ülkede, her ülkenin kültürüne uygun, bağları zenginleştiren eğitimlerle hareket etmeliyiz. Böyle bir eğitim, doğanın ve gerçekliğin yapısını, dünyayı saran genel doğa yasasını ve bu yasaya uymak için geliştirmemiz gereken ilişki türlerini öğretir. Böyle bir eğitimin yaygın olarak uygulanmasıyla, doğa ile dengede, uyumlu bir duruma ulaşacağız.

Çağımız giderek artan bir şekilde insan bilincinde bir yükseltme çağrısı yapıyor: İnsanlığa dışarıdan etki eden bir yasanın olduğunun farkına varılması ve bu yasaya göre insan toplumunun karşılıklı bağımlılığını ve birbirine bağlılığını olumlu bir şekilde gerçekleştirmesi ve bunu yaparak sağlıklı çalışan bir organizmaya benzer hale gelmesi gerekiyor. Bizler, insanlık genelinde böyle bir formu gerçekleştirene kadar, doğanın özgecil gücüne zıt kalacağız, bu nedenle doğaya karşı zıt kaldığımız sürece, sorun ve krizlerin sayısının artmasını da bekleyebiliriz.

Yaşadığımız sorunlar ve krizler doğayla olan dengesizliğimizi yansıtmaktadır. Bağları zenginleştiren eğitim insanlara ulaşana kadar, bu eğitim biçimini geliştirmedikçe ve insan bilincini yükseltmedikçe, kendimizi dünyaya giderek daha fazla acı getirirken bulacağız.  Aksine, bağları zenginleştiren eğitimi başarılı bir şekilde uygularsak, dünyayı daha iyiye doğru değiştirebileceğiz. Özünde, ancak dünyayı doğru bir şekilde eğiterek şiddet ve nefretin gücüne karşı koyabiliriz.

Dinler, Üst Dünyanın Gizlenmesinin Bir Sonucudur

Bütün dinler Kabala’nın gizlenmesiyle ortaya çıkmıştır.

Bir zamanlar, İbrahim’in zamanından İkinci Tapınağın yıkılmasına kadar, İsrail halkı yani tüm insanlıktan küçük bir grup, en yüksek yasaya benzeme metodunu öğrenmek ve daha sonra bunu kendi üzerlerinde göstermek ve tüm insanlığa iletmek için Kabalistik ilkelere göre yaşadılar.

Bu, esasen bir ulus olmayan, ancak Kabalistik metodolojiyi kendileri için öğrenmek ve başkalarına aktarmak için Babil’den gelen küçük bir grup insan olan İsrail ulusunun misyonudur.

İlk başta bu grup manevi koşullar içinde yaşadı: karşılıklı ihsan ve sevgi içinde, üst dünyanın idrakinde, tek bir yasanın (Yaradan’ın) en yüksek gücü içinde. Sonra, 2000 yıl önce bu seviyeden düştüğünde, egoizm İsrail halkını ele geçirdi, o zaman Kabala bilimi yerine din ortaya çıktı; Yahudilik, Hıristiyanlık ve ardından İslam ondan kaynaklandı.

Yani, üç din de üst dünyanın anlaşılmasının değil, gizlenmesinin sonucudur. Onlar, küreselleşme yasası, tüm insanların birleşmesi, insanlık içinde tamamen tezahür edene kadar var olacaktır.

Şimdi, bu kendini göstermeye başladığında, dinler yavaş yavaş dünya sahnesini terk etmek zorunda kalacak ve onların yerine, Kabala gerçek evrenin 2.000 yıllık gizlenmesi sırasında ihtiyaç duyduğu genel ahlaki desteği olarak değil, kişiyi ıslah etmenin bir metodu olarak yeniden yükselecektir.

“Covid ile Yaşamak” (Linkedin)

Bana göre uzmanların Covid-19’un hiçbir yere gitmediğini fark etmelerinin haberleri, iyi haber. En başından beri, Covid’i tedavi eden bir aşı veya ilaç olsa bile, virüsün mutasyona uğrayacağını veya başka bir böcek ortaya çıkıp çabalarımızı boşa çıkaracağını söyledim. Salgının başlangıcından bu yana muhtemelen yüzlerce kez söylediğim gibi, doğayı teknoloji ile alt etmeye çalışmak işe yaramayacak. Biz doğanın ürünleriyiz, bu yüzden üreticimizi alt etmeye çalışmak, en hafif tabirle akılsızlıktır.

Şahsen doğanın bizi bu şekilde yönlendirmesinden memnunum. İnsanların acı çekmesinden hiç mutlu değilim ama onlar doğadan dolayı değil, insanlık inatçı olduğundan ve doğanın gitmediği yere gitmekte ısrar ettiğinden dolayı acı çekiyorlar. Başınızı gerçeklik duvarına çarptığınızda, büyük bir baş ağrısı çekmeniz kaçınılmazdır. İnsanlık söz konusu olduğunda bu baş ağrısı, bizim inatçılığımız nedeniyle milyonlarcasının gereksiz ölümlerinde ve sayısız insanın uzun süren semptomlarında kendini gösterir.

Hoşunuza gitsin ya da gitmesin, Covid bize yavaşlamamızı söylüyor. İçinde bulunduğumuz teknolojik fare yarışı insanlığı neredeyse mahvetti ve sakinleşip onu kontrol altına almamız gerekiyor. İnsanların kavga etmeyi bırakması ve gerçekten önemli olan şey hakkında konuşmaya başlaması gerekiyor: ilişkilerimiz.

Fiziksel dünyada birbirimizle pozitif iletişim kuramadığımız için doğa bizi sanal olana kaydırdı. Bu dünyada olumlu iletişim kurmayı öğrenirsek, Covid’in etkilerinin azaldığını ve fiziksel olarak da birbirimizle iletişim kurmamıza izin verdiğini göreceğiz.

Doğa, gerçek bağışıklık sistemimizin bedenlerimizde değil kalplerimizde, birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzda ve birbirimiz hakkında nasıl hissettiğimizde olduğunu öğretmek için Covid’i kullanıyor. Hepimiz birbirimize bağlı olduğumuz için, bir kişinin kötü niyeti herkese sızar ve olumsuz duygularımız virüs gibi yayılır ve bizi hasta eder. Olumlu duygular da sızar ve yayılır, ancak bunlar insanlığın zavallı durumundan dolayı son derece azdır.

Aşılar pandemiyi uzak tutmaya yardımcı oluyor, ancak ilişkilerimizde gerekli değişiklikleri yapmaktan kaçındığımız sürece, yeni bir aşıdan daha temel bir değişikliğe ihtiyacımız olduğunu anlayana kadar, virüs çeşitli biçimlerde ve yoğunluklarda geri dönmeye devam edecek. Covid bir grip türü değil. Bunu ortadan kaldırmanın yolu fiziksel değil, duygusaldır. Ancak bunu anladığımızda, kötü ilişkilerimizi iyileştirdikten sonra kendimizi iyileştirebileceğiz. O zaman Covid ile yaşamaya devam etmek zorunda kalmayacağız.

“Afrikalılar Amerika’ya Köle Olarak Veya Başka Bir Şekilde Getirilmeseydi Dünya Nasıl Farklı Olurdu?” (Quora)

Dünya, tamamen farklı görünen ve hissettiren Amerika dışında, neredeyse aynı olurdu. Amerika daha çok Fransa, Almanya ve İngiltere gibi bir Batı Avrupa ülkesine benzerdi.

Bir yandan Amerika bugün olduğundan daha kapalı olurdu. Öte yandan, doğanın belirli bir plana göre geliştiğini ve dünyayı bir denge durumuna getirdiğini anlamamız gerekir. Bu nedenle tarihi sübjektif bir tarzda tartışmanın bir anlamı yoktur çünkü yaşadığımız gelişme mutlaktır. Dün olanların olması gerektiğini ve başka bir şekilde olamayacağını söylemeliyiz. Ayrıca, geçmişten asla pişmanlık duymamalıyız, ama buna karşılık her zaman bugünü ve geleceği göz önünde bulundurarak düşünmeli ve hareket etmeliyiz.

Belirli bir tarihsel olay akışından pişmanlık duymak, hayata sağlıksız, etkisiz ve zararlı bir yaklaşımdır. Neden? Bunun nedeni, tarihin gelişimi değiştirilemezdir ve olan her şey çok özel bir amaç içindi – bizi doğa ile son bir denge durumuna yönlendirmek. Bu nedenle, şu andan itibaren kendimizi “Ben kendim için değilsem,  kim benim için?” şeklinde ayarlarsak ve geçmişle ilgili olarak “O’ndan başkası yok” yani doğa her şeyi tam da gerektiği gibi yapmıştır dersek,  çok daha iyi oluruz. Geliştiğimiz yolu bu noktaya kadar değiştiremeyiz ve bu yüzden ona odaklanmamalıyız.

Bu nedenle geçmişe dair pişmanlık duyacağımız bir şey yok. Böyle bir yaklaşımla geçmişe bakarsak, böyle yaparak tuz direğine dönüşen ve bununla hiçbir şey elde etmemiş olan Lut’un karısı gibi oluruz.

Bu nedenle geleceğimize odaklanmalıyız. İnsanlık için olumlu bir gelecek neye benzer? Kendimiz ve doğa için olumlu bir gelecek inşa etmeye odaklanırsak, ancak doğa yasalarını anlayarak, doğanın nasıl çalıştığını bilerek ve bu yasalara riayet ederek sonuca varacağız, o zaman herkes için çok daha iyi bir geleceği gerçekleştirme yolunda olacağız.

Doğanızı Anlayın

Yorum: Kabala, evrensel doğa yasasının, onu başkalarıyla ilişkilerini düzeltmeye zorlamak için kasıtlı olarak insanın hayatını mahvettiğini söyler.

Cevabım: Elbette. İhsan ve sevgi dolu bu ebedi, bilge yasa, bizi öyle etkiler ki, tam tersi olan egoist yaşamımızı dayanılmaz kılar. Bunu bizi iyice sarsmak için yapar ki gidecek hiçbir yerimiz olmadığını görebilelim.

Hayatta kalmamız, bir şekilde var olmamız ve kendimizi beslememiz gerekiyor çünkü yakında bu dünyada nefes alamayacağız. Biz ne yapacağız? Görünüşe göre kaçınılmaz olarak kendimizi düzeltmemiz gerekecek.

Soru: Bir yandan, başkalarına karşı tutumumuzu düzeltmek zorundayız. Öbür yandan, hayır işleri yapmanın kötü olduğunu söylüyoruz. O zaman neyi değiştirilmeli? Sonuçta, herkes başkalarına çok iyi davrandığını ve her konuda yardımcı olduğunu düşünüyor.

Cevap: Hiçbir şeyin değiştirilmesi gerekmez. Sadece doğanızı anlamanız gerekiyor.

Kendimizi ve içinde var olduğumuz dünyayı – bizim dünyamızı değil, üst dünyayı – içinde bulunduğumuz tüm evreni incelemeliyiz. Onu anlamalı, Yaradan’ın seviyesine yani tek yasanın seviyesine yükselmeli, onu hissetmeli ve kendimizi ona uyacak şekilde değiştirmeliyiz. Ve o zaman gerçekten üst dünyanın varlıkları olacağız.

Kabala bunun nasıl yapılacağını açıklar.

Konuşmadan Önce

Soru: İnsanın nedenli ve nedensiz çok konuştuğu bir sır değildir. Bu durum başkalarını, toplumu ve kendini etkiler mi?

Cevap: Elbette, etkiler. Bu yüzden sükût altındır.

Soru: Kişi, söyledikleriyle ilgili bir tür hesap yapmak zorunda mıdır?

Cevap: Doğal olarak! Sonuçta, insanlar sürekli sohbet ettikleri için birçok sorun ortaya çıkıyor.

“Bilge geleceği görür” denir. Bu nedenle, ağzımızı açmanın ne gibi sonuçlar doğuracağını anlamalıyız. İlk olarak sonuçları önceden analiz edip tahmin etmeli, sonra konuşmalıyız.

Soru: Bunu öngörmeyi nasıl öğrenebiliriz? Çoğu zaman, kişi sonuçların ne olabileceğini görüyor gibi görünüyor, ancak değerlendirmelerinde hata yapıyor. Buna nasıl doğru bir şekilde yaklaşabiliriz?

Cevap: Kabala’da bu, çevrenin yardımıyla çözülür. Etrafımda, tercihen on kişiden oluşan doğru ortamı yaratmam gerekir. Ben onların önünde kendimi feshedersem ve onlunun görüşüne göre hareket edersem, o zaman yaptığım şey genellikle olumlu olur.

Dışsal Güçlerin Etkisi Altında Islah

Soru: Eğer zamanı geldiyse ve tüm insanlık, gelişimin bu aşamasında, duyusal olarak, örneğin “38” seviyesinde bağlı olmalıysa ve onlar “36” seviyesinde bağlıysalar; o zaman bu iki eksik adım aktive olur mu ve bazı dışsal güçler mi ıslaha başlar?

Cevap: Kendi içimizde duyusal düzeyde yeterince çalışmazsak, o zaman bu işi yapan dışsal güçler harekete geçer, elbette, arzumuz olmadan ve bizim irademiz ve isteğimiz dışında gerçekleştiği için bu çalışma kalitesiz olur.

Bu nedenle, çok uzun bir ıstırap döneminden geçmemiz, onların anlamlarını kavramamız ve ıslah etmemiz gerekecektir. Bu çok kötü, uzun bir yolculuktur.

Ve eğer birbirimize daha yakın olabilmek için nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlasaydık ve bilseydik, o zaman doğadan gelen en küçük olumsuz dürtü bizi iter ve tüm işimizi yapardı.

Soru: Yani güçler ve niyetler seviyesinde, ıslah bir anda gerçekleşebilir ve eğer hali hazırda dünyamızın şartlarında kendini gösterirse, yıllarca, yüzlerce ve hatta binlerce yıl sürebilir mi?

Cevap: Evet, tarihte gördüğümüz budur.

“Özgürlük Nerede Yaşadığınıza Bağlı Mıdır?” (Quora)

Özgürlük nerede yaşadığınıza bağlı değildir.

Yaşadığınız çevre size doğadan yani kontrolünüz dışındaki güçlerden verilmiştir. İçine doğduğunuz toplumu, aldığınız yetiştirilme tarzını ve birlikte büyüdüğünüz değerleri seçmediğiniz gibi, çevrenizi de seçmezsiniz.

Özgürlüğümüzü tek bir koşula göre gerçekleştirebiliriz: egoist insan doğamızdan özgürleşme. Kendimizi başka hiçbir şeyden özgürleştiremeyiz.

Egoist doğamızdan özgürleşmek, egoizmin bize her an dikte ettiği yasaların ve kısıtlamaların yani insan doğasının içten gelen dürtülerinin dışında yaşamak anlamına gelir. İnsan toplumuna fayda sağlamayı kişisel çıkardan daha öncelikli hale getirirsek, böyle bir özgürlüğü gerçekleştirmek mümkündür. Başka bir deyişle, özgürlük, başkalarına fayda sağlamak için otomatik olarak ve sürekli olarak kendi çıkarları doğrultusunda işleyen egoist doğamızın üzerine çıkmaktan gelir.

Başkalarına fayda sağlama arzusu içinde yaşadığımızda, hayatın egoist seviyesinden özgecil seviyeye yükseliriz ve sonra doğanın mükemmelliği ve sonsuzluğundaki akışına erişiriz. Böylece kendimizi mükemmel, sonsuz ve özgür hissederiz.

Bilinçteki bu değişimi gerçekleştirmek, nerede yaşadığımıza, uyruğumuza veya cinsiyetimize bağlı değildir.

Bu, doğuştan gelen egoist doğamızın üzerine çıkmak için kendimizi nasıl organize ettiğimize bağlıdır.

Her Şey Özneldir

Zohar Kitabı, Ki Tissa, Madde 54: Birbirini sevmeyen tüm o dostlar, vaktinden önce dünyayı terk ederler. Raşbi’nin zamanındaki tüm dostların arasında sevgi ruhu ve maneviyat sevgisi vardı. Bu yüzden onun neslinde Tora’nın sırları ifşa oldu. Rabbi Şimon, “Birbirini sevmeyen bütün dostlar kendilerini doğru yoldan saptırırlar” derdi. Dahası Tora’da sevgi, kardeşlik ve hakikat olduğu için Tora’yı lekelerler.

Soru: Tora nesnel bir gerçeklik, kusursuz bir nesne midir?

Cevap: Nesnel bir şey yok. Yaradan bile nesnel değildir. Her şey bize göre kendini gösterir.

Tüm evreni hislerimden, zihnimden ve kalbimden algılarsam burada nesnel olan ne olabilir ki? Eğer değişirsem, bu bana göre her şeyin değişeceği anlamına gelir çünkü tüm resim benim içimde özneldir. Yaradan da benim içimdedir. Tora da benim içimdedir. Her şey benim içimdedir. Benim dışımda bir şey var mı? Hissederim, algılarım, değerlendiririm.

İnsanların değişerek Yaradan ve Tora hakkındaki, kendileri ve dünya hakkındaki, her şey hakkındaki fikirlerini nasıl değiştirdiğine bakın.

Ve “kalıcı dünya” (bizim dışımızda olan) ne anlama geliyor? Bilmiyoruz, hissetmiyoruz ve bu yüzden burada konuşacak bir şey yok. Her şeyin yalnızca gözlemciye göre olduğunu açıkça kabul etmemiz gerekir. Tıpkı kuantum fiziğinde olduğu gibi, Einstein’ın teorisine göre. Yani mutlak bir şey yoktur.

Tora bir ıslah metodudur. Kendimi nasıl ıslah edeceğimi anladığım ölçüde, kendi Tora’ma sahibimdir.

Tora dört bölümden oluşur: PaRDeS. Şimdi ıslah etmekte olduğum egoizme uygun olarak, fark eder ve onun parçalarından birini uygularım.

Yaradan derecelere sahiptir. O ihsan etme niteliğidir, benim onu algıladığım kadarıyla tüm evrenin tek bir küresel sisteme bağlanmasının niteliğidir.

Egoizmin Gelişiminin Başında

Soru: Yaratılış’ta İbrahim ile ilgili hikaye, Eski Babil’de insanların tek bir ulus olarak yaşadığı ve aynı dili konuştuğu gerçeğiyle başlar.  Kimse diğerlerine hükmetmedi. Bu nasıl olabilir? Ne de olsa ondan önce on binlerce farklı kabile birbiriyle savaşmıştı.

Cevap: Mezopotamya’da Dicle ile Fırat arasında, Babilliler’in yaşadığı yerde, her şey bol olduğu için karşıtlıkların olmadığı bir dönem vardı. Nehirlerde balıklar vardı, verimli topraklar iyi bir hasat veriyordu ve insanların hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. Birbirlerini kıskanmıyorlardı bile ve rekabetçi değillerdi.

Her şey çok iyiydi. Kimse diğerine hükmetmezdi, herkes eşitti. İnsanlar sanki korunmuş bir halde sakin bir şekilde yaşıyorlardı. Bu, egoizmin sıfır (kök) derecesini gösterir. O zaman, insanlıkta gelişmeye yeni başlıyordu.

Esas olarak, insanların henüz kendi içlerinde egoizm, açgözlülük, kıskançlık vb. hissetmedikleri Eski Babil’i,  insanlığın ilk hali olarak görüyoruz.

Kök derecesi ölü egoizmdir. Sahip olduğundan fazlasına ihtiyaç duymaz. İnsanlığın ilk hayvansal durumunu temsil eder.