Monthly Archives: Haziran 2021

Maddi Olaylar ve Manevi Kökler

Yorum: Büyük Kabalist ARİ, gelecekte Purim hariç tüm bayramların iptal edileceğini yazmış.

Cevabım: Bütün bayramlar, saf egoizmden tamamen sevgi dolu özgeciliğe doğru, ıslah yolunda ara manevi koşullardan bahseder ve bu nedenle son koşul iptal edilmeyecektir. Bu Purim’dir.

Soru: İnsanlar “Ester Parşömeni”ni nasıl yazdılar?

Cevap: Onlar manevi olarak bu koşulun içindeydiler.

Yorum:  Ama parşömen bir çocuk hikayesi gibi yazılmış.

Cevabım: Sadece bize öyle geliyor.

Soru: Biraz derinlik olduğu açık ama basit bir gözle bakarsanız ziyafetin yüz seksen gün sürdüğünü söylüyor. Bu nasıl olabilir?

Cevap: Neden olmasın? Bütün gün masada oturmadılar. Tüm bağımlı devletlerin liderleri toplandı, birlikte tartıştılar, bir şeyler çalıştılar, dansları izlediler, ava gittiler ve akşam yemeği yediler. Bütün bunlara ziyafet denir.

Bütün bunların arkasında manevi koşullar vardır, bu yüzden böyle tarif ettiler.

Soru: Dünyamızın olaylarını temel mi aldılar?

Cevap: Evet. Gerçek şu ki, dünyamızdaki herhangi bir olayın kökü manevi dünyadadır. Böylece özel olayları anlatırken köklerine dikkat çekmişlerdir. Bugün de böyle yapıyorlar. Bu nedenle, bunun böyle olduğunu ve böyle olması gerektiğini biliyoruz.

Ruhun İç Haritası

Soru: İsrail Toprağı cansız seviyede bir arzuya karşılık gelir ve insan seviyesinde de bir arzu vardır. Biri diğeriyle açıkça örtüşmeli mi?

Cevap: İdeal olarak, evet. Ve gelecekte de öyle olacak. Niyet arzuyla örtüşür, onu şekillendirir ve arzu böylece dünyanın belli bir kısmına denk hale gelir. Bu, kişide ikamet yerini değiştirme veya başka değişiklikler yapma ihtiyacı yaratır.

Soru: Kişi manevi gelişimle meşgul olduğunda, içindeki tüm yerleri içeren bu İsrail haritasını keşfeder mi? Bu böyle mi olur?

Cevap: Ruhun türüne göre değişir ve her insan tarafından hissedilmez. Ama genel olarak, insanlar evrende nereye ait olduklarını, manevi köklerinin nerede olduğunu hissedeceklerdir.

Soru: Dünyamızda az çok bilgi sahibi olan insanlar var. Hiçbir şey bilmeyenler de var. Maneviyatta da durum aynı mı?

Cevap: Evet, bunu hissetmeye başlayacağımız ve manevi niteliklere göre hareket etmemiz gerektiğini anlayacağımız zaman gelecek.

“Bağa Doğru Hareket Etme Şansı” (Linkedin)

Ben hükümeti değiştirme taraftarı değildim ama bir kez olduysa, bunu mevcut durumu gözden geçirmek ve bağa doğru ilerlemeye başlamak için bir fırsat olarak görmeliyiz. Bağ, yalnızca ilgili tüm taraflar bağ kurmak istediğinde gerçekleşebilir. Bağı yaratmak için iki adım vardır: 1. Tarafların bağ kurmak istemesi ve 2. Bağ kurmak için yapılması gerekenleri yapmaları gerekir.

İlk adım aslında en zorudur. Nerede olduğumuzu gözden geçirmeyi, ne kadar kopuk olduğumuzu fark etmeyi ve ulusun her kesiminden her rakip birimine yayılan nefretin kabul edilemez olduğuna karar vermeyi gerektirir. Başka bir deyişle, sıkıntılarımız için başkalarını suçlamanın, kendi nefretimizin durumu düzeltmeye katkıda bulunmadığını kabul etmeye geçmeliyiz. Herkes bu sürece katılırsa, bu kendi içinde işleri daha iyiye doğru değiştirmeye başlayacak. Ancak bu bizi çok zor bir sonuca götürecek: İkinci adımı uygulayamıyoruz. Diğer tarafla, tüm sorunlarımızdan sorumlu olduğunu düşündüğümüz tarafla bağ kuramıyoruz. Nefret etmekten vazgeçemiyoruz.

Ancak çaresizlik duygumuz tam da ihtiyacımız olan şey; bu 2. adımın başlangıcıdır. Bu noktada, nefretimizin üstesinden gelemeyeceğimizin farkındayız çünkü o ruhumuzda kök salmıştır; bu bizim doğamızdır, yazıldığı gibi “Bir adamın kalbinin eğilimi gençliğinden beri kötüdür” (Yaratılış 8:21). Bunun Kutsal Kitap’taki bir özdeyiş olmadığının farkına varırız; bu hayatın bir gerçeğidir; o bizim kim olduğumuzdur!

Bu sürecin güzelliği şu ki, o kriz anında, bağ kurmak için hiçbir şey yapmıyormuşuz gibi hissettiğimizde ya da nefretimiz bizden daha güçlü olduğu için bu konuda hiçbir şey yapamayacağımızı hissettiğimizde, gereken tek şey budur – bağın kurulmasını istemek ve bunu gerçekleştiremeyeceğimizin farkına varmak. Hepimiz ya da en azından yeteri kadarımız, onu yeterince çok istediğimizde, görünüşe göre kendiliğinden gerçekleşecek; kalplerimiz birbirimize açılacak ve yeni bir duygu gelecek.

Gerçekliği eylemlerle belirlediğimizi düşünüyoruz, ama aslında onu arzularımızla belirliyoruz. Başkalarının zarar görmesini istediğimizde, berbat bir dünya yaratırız. Başkalarının sevincini istediğimizde, güzel bir dünya yaratırız. Nefret ettiğimizde ama sevmek istediğimizde, kendimizi düşmandan sevgiliye değiştiririz ve etrafımızdaki dünya da bizimle birlikte değişir.

Bu nedenle, ihtiyacımız olan tek şey, iyi bağlar, dostluk, dayanışma veya aklınıza gelebilecek herhangi bir olumlu duygu geliştirmenin önemini zihinlerimize ve kalplerimize yerleştirmek ve bunu ülkenin tüm kesimlerini kapsayan toplum genelinde geliştirmektir. Bu duyguları hissetmek bizim için yeterince önemli hale geldiğinde, onları gerçekten hissetmek isteyeceğiz. Ve gerçekten istediğimizde, bu olacaktır.

Arzunun Farklı Seviyeleri

Soru: Bazen İsrail topluluğunun doğrudan Yaradan’a yönelik bir niyet olduğunu, bazen de vermek için olan bir arzu olduğunu söylüyorsunuz.

Ayrıca Kudüs’te inşa edilen Tapınağı da (Beit HaMikdash) kutsallık kabı veya ihsan etme arzusu olarak nitelendiriyoruz. Bunların hepsi farklı arzu seviyeleri mi?

Cevap: Bunlar, alma arzusunun ya da ihsan etme arzusunun farklı seviyeleridir.

Soru: Örneğin, Tapınak olarak temsil edilen ihsan etme arzusu ile İsrail Toprakları olarak temsil edilen arzu arasındaki fark nedir?

Cevap: Bunlar arzunun farklı seviyeleridir. Türlü türlü arzularınız varsa, iyi veya kötü bir şey için fark etmez, ve nasıl ki bu arzular farklı seviyelerdeyse, bu da öyledir. Yalnızca ihsan etme arzuları, doğadaki beş seviyenin tümüne karşı doğru tutumu içerir: cansız, bitkisel, hayvansal, insan ve Yaradan.

“Bir Büyükbabanın Kalbi” (Linkedin)

İlk kez büyükbaba olduğumda ve torunumu ilk gördüğümde kalbim sevgiyle doldu. Onu kollarımda tuttum; onunla oynamak, onu iyi hissettirecek bir şeyler yapmak istedim. O zamana kadar hiç böyle bir duygu yaşamamıştım.

Sevgi, bu dünyada olmamızın sebebidir; dünyanın yaratılma sebebidir. Ancak büyükbabanın toruna olan içgüdüsel sevgisi gibi doğal sevgiden farklı olarak, yabancılar arasında sevgiden ziyade doğal direnç, yabancılaşma ve düşmanlık vardır.

Ancak hayat tam da bu duyguların üstesinden gelinerek şekillenir. Her canlı, dirençleri ve zorlukları aşarak gelişir. Bu “engeller” büyüme ve gelişme ihtiyacını yaratır. Zorluklar ve dirençler olmasaydı, evrim olmazdı ve insanlar asla var olmazdı.

Bu nedenle başkalarından ayrılma, onlara yabancılaşma ve düşmanlık duyguları olumsuz duygular değildir; onlar büyüme için kaldıraçlardır. Onların üzerine yükselmek ve büyümek istemediğimizde onları olumsuz olarak görüyoruz. Onları reddetmek ve onlardan korkmak yerine, büyümek ve kendimizi geliştirmek için fırsatlar olarak görseydik, onları memnuniyetle karşılar ve onlardan çok faydalanırdık. Üstelik onların üzerine yükselerek, o “engellerin” ortaya çıkmasından önce sahip olduğumuzdan daha büyük ve daha sıkı bir bağ oluşturabilirdik.

Örneğin, insan vücudunun karmaşıklığına kıyasla tek hücreli bir yaratığın karmaşıklığını düşünün. Onlar kıyaslanamaz. İnsan vücudu gibi karmaşık bir sistemin yaratılmasının nedeni, tam da tüm karmaşıklık düzeylerinin insan organizmasını oluşturmaya gelmeden önce karşılaştıkları engellerdir. Bu nedenle, bir anlamda, yaşamlarımızı, varlığımızı, bizden önceki seviyelerde ortaya çıkan nefret ve ayrılığa “borçluyuz”.

Bu bize, bugün aramızda ifşa edilen nefretle yüzleşme görevimizden kaçamayacağımızı öğretmelidir. Nefret, evrimi ve daha büyük birliği teşvik etmekten başka bir nedenle ortaya çıkmaz. Direnişimizle yüzleşmekten ve yeni ve daha sert nefret seviyesinin üzerinde birleşmekten kaçınırsak, kendi türümüzün evrimini engelleyeceğiz ve bunun bedelini ağır ödeyeceğiz.

Gezegenimizi saran toplumsal krizlere karşı tavrımız bu nedenle aile içinde olduğu kadar doğal değil, bilinçli ve niyetle olmalıdır. Kendimizi aile gibi hissetmediğimizi kabul etmeli, aile ilişkilerini örnek almak için çaba göstermeli ve aramızda bu tür ilişkiler kurmak için birlikte çalışmalıyız.

Buradaki anahtar kelime “birlikte”dir. Karşılıklı yabancılaşmanın üstesinden gelmek, nüfusun tüm kesimlerinin katıldığı karşılıklı bir çaba ile olmalıdır. Aksi takdirde, bir parça diğerini sömürecek ve tüm başarı bir iskambil destesi gibi yuvarlanacaktır. Gerçekten tek bir aile gibi hissedene kadar, ayrılığımızın üzerinde birlik oluşturmanın ne kadar önemli olduğunun bilincini yerleştirmeliyiz. Bugün hayatlarımız ve sevdiklerimizin hayatları buna bağlıdır.

Gel, Hisset ve Başar

Yorum: Tüm Kabalistik kaynaklarda, her zaman iki güç düşünülür, örneğin, Haman ve Mordecai, Musa ve Firavun, vb.

Cevabım: Doğada artı ve eksiden başka bir şey yoktur.

Soru: Prensipte, bunu basitçe iki kuvvetin etkileşimi olarak tanımlayabilir miyiz?

Cevap: Hayır, onu iki fiziksel kuvvet olarak tanımlayamazsınız. Aralarında birçok olası eylem, ifşa edilemeyen koşullar vardır ve bu nedenle dünyamızın imgelerinde alegorik olmaktan başka bir şekilde tanımlanamazlar. Artı ve eksiyi alıp, “Birbirlerine şöyle yaklaşıyorlar, böyle uzaklaşıyorlar…” diyemezsiniz.

Bu nedenle, Kabala, insanlara ıslahımızın tüm sorunlarını açıklamak için dünyamızın dilini kullanır. Kişi kendini ıslah etmeye başladığında bu nitelikleri hisseder ama ona “Ne hissediyorsun?” diye sormaya çalışır—söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Çünkü kişi güçleri hisseder ve onları ancak bizim dünyamızdaki somut örnekleriyle açıklayabilir. Sorun budur.

Önemli olan bunu yaşamamız, bunu hissetmemiz ve bunu başarmamızdır.

Maneviyat – Yaradan İle Bağ

Soru: Maneviyat ne demektir?

Cevap: Maneviyat, Yaradan’a insanlar aracılığıyla ve bazen de doğrudan bağlı olduğum zamandır.

Ancak başkaları aracılığıyla Yaradan ile bağ kurmam daha iyi ve daha güvenilirdir.

Maneviyat,  Yaradan ile doğru bağdır. Eğer bu gerçekten doğruysa, insanların içinden geçer ve Yaradan denen nitelik onda tezahür eder.

Atzmuto—Var Olan Her Şeyin Kökü

Soru: Atzmuto’nun sonsuzluk dünyasından daha yüksek olduğunu anlamakta haklı mıyım? Eğer öyleyse, Kabala Tora’nın hangi sırlarından bahsediyor?

Cevap: Gerçek şu ki, Yaradan’ın isimleri dahil, edindiğim her şeyi, bilinmeyen bir şeye benzerliğim ölçüsünde edinirim.

Ama aynı zamanda Atzmuto denilen, edinemediğim bir şey vardır ve bu beni etkileyen her şeyin köküdür. Sonsuzluk dünyasını ortaya çıkarmamızın nedeni budur ancak onun üstünde olanı değil.

Kabala’da, ışığın yukarıdan indiğini ve 0 safhası olan Keter’i yarattığını öğrenmekteyiz. Ardından, zaten bir kap olan 1. safha Hohma gelir. Sonra sonsuzluk dünyasının Bina, Zeir Anpin ve Malhut safhaları vardır.

Kabalistler tüm bu aşamaları edinirler ama ışığın indiği asıl kaynağı edinemezler. Onlar, ışığın 0 sahasını, Keter’i oluşturduğunu söylüyorlar. Ama nereden geldiği, doğasının ne olduğu hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.

Biz sadece “Seni yaptıklarından biliriz” diye biliyoruz.

Bu nedenle, Atzmuto, O’nun Kendisi, ulaşılamaz. Tek kelimeyle – edinilemez.

Soru: O halde Tora’nın sırları nelerdir?

Cevap: Tora’nın sırları, Atzilut dünyasının başında edindiğimiz şeylerdir.

Onlu Ve Öğretmen

Soru: Ders sırasında önce öğretmene mi yoksa onluya mı içsel olarak bağlanmamız gerekiyor, yoksa aynı anda mı olması gerekiyor?

Cevap: Siz ve onlu bir bütün olmanız için onlu ile bağ kurmanız gerekir ve sonra öğretmeni dinleyebilir ve söylediklerini onluda uygulayabilirsiniz.

Onlu asıl şeydir ama onluda ne yapacağımızı bilmek için bir öğretmene ihtiyacımız vardır.

“İnsanlığın Karşı Karşıya Olduğu Görev” (Linkedin)

İnsanlığın karşı karşıya olduğu sayısız görev var: İklim üzerindeki olumsuz etkimizi dengelemeli, herkesin temiz içme suyuna, asgari sağlık hizmetine ve temel gıdaya sahip olduğundan emin olmalıyız. Ayrıca dünyanın her yerindeki milyonlarca, hatta milyarlarca ezilen insana, sahip olanlar ve olmayanlar arasındaki artan eşitsizliğe, her şeye sahipmiş gibi görünen ama hayattan tatmin alamayan birçok insanın depresyonuna ve benzerlerine yönelmeliyiz. Tüm bu sorunlarla nasıl başa çıkabiliriz? Kısa cevap “Yapamayız!” (Kısmen), daha uzun cevap, “Yapamayız çünkü ortak köklerini aramak yerine sorunlarla ayrı ayrı ilgileniyoruz. Bununla ilgilenmiş olsaydık, hepsini hızlı bir şekilde çözerdik.”

Şimdiye kadar, olup biten her şeyin kökenindeki temel nedeni ciddi olarak araştıran birini görmedim. Sosyal, duygusal, çevresel ve politik tüm sorunlarımızın ortak hiçbir yanı olamaz mı? Yani, onlar için açıkça ortak olan tek şey insan, peki bu sorunlara neden olan insan hakkında ne var? Farklı sorunlara neden olan farklı şeyler mi var, yoksa bunlar bir tek kök kusurdan mı kaynaklanıyor?

Bilimde ve Kabala’da öğrendiğim her şeye göre, her şey birbirine bağlı. Çalıştığım bilim dalı olan sibernetik, sistemlerle nasıl başa çıkılacağını öğretir. Parçaları birbiriyle ilişkili ve birbirine bağımlı olan bir sistem olarak her şeyle ilgilidir. Kabala bilgeliği de tam olarak aynı şeyi söyler. Bu nedenle doğal sonuç, sorunun hepimizi birbirine bağlayan, içinde yaşadığımız sistemde olduğu olmalıdır.

Başka bir deyişle, sistemdeki parçalar arasındaki bağları düzeltirsek sistem daha iyi işleyecek, dengeyi ya da daha bilimsel bir dil kullanırsak homeostaziyi sağlayacak ve hayatımız sorunsuz işleyecektir. Bu nedenle, sorunlarımızın temel nedeni, her bir parçada ayrı ayrı değil, aralarındaki bağlantılardadır.

Şu anda, bu bağlar olumsuz. Bu, parçaların sistemden ayrılmaya veya sistemi ele geçirmeye çalıştığı anlamına gelir. Beynimizi örnek alırsanız, beynimizdeki nöron sanki diğerlerinden ayrılmaya ya da alternatif olarak onlara hükmetmeye çalışmış gibi olur. Böyle bir beyin işlevsel olabilir mi?

İnsanlık, yaşadığımız dünyanın beyni gibidir. Oysa biz de az önce verdiğim örnekteki beyin kadar işlevsiziz; bu yüzden gezegenimiz ve yaşamlarımız çok sıkıntılı görünüyor.

Eğer yaşadığımız dünyayı değiştirmek, toplumumuzu değiştirmek ve kendi geleceğimizi şu anda bizi bekleyen sefil gelecekten, sahip olabileceğimiz muhteşem geleceğe değiştirmek istiyorsak, bağlarımızı onarmalıyız. Ve düzeltmemiz gereken bağlarımız olduğundan, bunu ancak karşılıklı bir değişim kararıyla birlikte yapabiliriz. Negatif bağlarımızda sorununun ciddiyetini anlayan insan sayısı arttıkça, hepimiz onu değiştirmek isteyeceğiz. Ve bağlarımızı ne kadar değiştirmek istersek, başarmak o kadar kolay olacak.

Dolayısıyla iyileşme sürecinde iki aşama vardır: 1. Farkındalık, 2. İyileşme. Şu anda yeterli sayıda insan, birden çok sorunumuzun tekil nedeninin farkında değil. Bu nedenle şu anda ana görevimiz, bağlarımızı olumsuzdan olumluya dönüştürerek dünyayı ve hayatımızı değiştireceğimizi duyurmaktır. Yeterince insan bunu fark ettiğinde 2. aşama başlayacak ve bu, 1. aşamadan çok daha kolay ve hızlı olacak.