Monthly Archives: Mayıs 2021

Manevi Kurtuluşun Başlangıcı

Soru: Diyelim ki kişi, Mısır’dan (egoizmden) çıktı.  Bundan sonra neyi düzeltmelidir?

Cevap: Kişi neyle karşı karşıya olduğunu, neye gelmesi gerektiğini anlamalıdır. Yavaş yavaş, egoizmden çıkmanın gerçekte ne anlama geldiği ona ifşa edilir.

Bu sadece egodan kopmak değil, onu özgeciliğe yani kişinin Mısır’da sürgün durumunda var olduğu tüm arzuları dönüştürmektir.  Bu, sözde Mısır’daki varlığının etkisi altında olan kişide büyüyen büyük bir egoizmdir.

Ruhsal kölelikte, kişi gerçeklerden, gerçekliğin doğru algılanmasından, Yaradan’ın ediniminden ne kadar uzak olduğunu fark eder ve bu onu o kadar üzer ki, bu durumda kalmayı kabul etmeyerek haykırır.  Bu andan itibaren manevi kurtuluşu, Mısır’dan çıkış başlar.

Kişi yavaş yavaş manevi kölelikten yükselir, egoizmden tam bir ayrılığa girmeyi kabul eder.  Buna “Kızıldeniz’i geçiş” denir.  Sonra daha da ileri gider. Yedi hafta olarak adlandırılan şey, kişinin bir anlayışa ulaşması için Mısır’dan çıkıp Sina Dağı’na yaklaşması, yani kendini tamamen değiştirmesi anlamına gelir ve bu dönem, bir kişinin geçmiş durumunun üzerine yükselişini temsil eder.

Onu değiştirecek bir metodolojiyi benimsemeyi kabul eder.  Karmaşık olmasına ve uygulanması hiç de kolay olmamasına rağmen, kişi buna hazırdır.  Bu yüzden yedi haftalık bu kadar uzun bir geçiş yaşar.

Yedi günden yedi hafta 49 gündür.  Sina Dağı’na ancak 50. günde ulaşır.  Tora hikayelerinde Sina Dağı ve Çöl, alegorik imgelerdir.  Ancak gerçekte bu, kişinin içsel durumunu tanımasıdır.  Sina Dağı, büyük egoizminden başka bir şey değildir ve onun önünde durur ve hiçbir şey yapamaz.

Dağın tepesinde, bu egoizmi Kendisi yaratan, onu kontrol eden ve gerekirse onu kişinin içinde geliştiren Yaradan vardır, böylece sonunda onunla nasıl çalışılacağını ve egoizmi zıt niteliğe yani ihsan etme, sevgi ve bağ niteliğine nasıl dönüştüreceğini anlar.

Medeniyetimizin Sonu Ne Zaman Gelecek?

Soru: Alman bilim adamları medeniyetin sonunun ne zaman olacağını merak ediyorlar? Çin İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu gibi medeniyetler neden çöktü? Ayrıca şu soruyu da soruyorlar: “Neden medeniyetimizin böyle bir kaderden kaçabileceğini düşünüyoruz?” Neden?

Cevap: Çökmediler; basitçe diğerlerine dönüştüler.

Yorum: Alman bilim adamları şu sonuca varmışlar: Modern toplumların zayıf noktası, sistemlerinin birbiriyle yakın bir şekilde iç içe olması ve bir yerdeki sorunların başka bir yerde anında tepkiye neden olmasıdır. Afet araştırmacıları uzun zamandır gıda gibi hayati öneme sahip ürünlerin yerel olarak üretilmesini savunuyorlar. Diyorlar ki: “Bütün sorun, bağlı olmamızdır!”

Cevabım: Alman bilim adamları ve onların diyalektiği ile gerçekten ilgilenmek istemiyorum. Sadece bir şey söyleyeceğim: nerede olduğumuzu ve hangi doğa yasalarına göre hareket etmemiz gerektiğini anlamamız gerekiyor. Doğanın kanunlarını bir şekilde kabul etmeye çalışsak veya darbelerden kaçınmak için içlerinde manevra yapsak bile, hiçbir şey bize yardımcı olmayacaktır.

Kaderimizin neye bağlı olduğunu anlamalıyız. Kaderimiz nihayetinde sadece kendimize bağlıdır. Bu, yalnızca genel doğa yasasına, yaratılışın tüm parçalarının birbiriyle mutlak bağ yasasına nasıl benzeyeceğimize bağlıdır. Amma velâkin, bu mutlak bağ insanlardan geçer ve insanlarda biter.

Cansız, bitkisel ve canlı doğa vardır ve bunların tümü dördüncü derece olan insan doğası ile de bağlantılıdır. Bu derece, bağı sağlayamaz, yalnızca kendi iyiliği için hareket eder, diğerlerini tamamlayıcı değildir. Doğanın hiçbir parçası, diğer kısımları öldüren bir şey yapamaz.

Cansız, bitkisel ve canlı doğa birbirini kullanır. Var olmak için birbirlerini tüketirler ve kullanırlar ve karşılığında başkalarını beslerler. Bu böyle yapılır. Ancak, bizler evrensel döngünün bu yasasını ihlal ediyoruz. Görünüşe göre insanlar doğanın ana zararlılarıdır.

Buna rağmen kendimizi doğanın ayrılmaz, iyi ve normal bir parçası haline nasıl getirebiliriz? Sadece bu doğayı inceler, yasalarını anlar ve onlara uyarsak. Bu, hayvansal seviyede tam olarak ihtiyaç duyduğumuz kadarını tüketmek anlamına gelir, sadece yaşamı sürdürmek için, daha fazlasını değil!

Çünkü bizim seviyemizde, vücudumuz seviyesinde bizler hayvanız. Eğer biz hayvan isek, o zaman onlar gibi davranmalıyız yani hayvansal bedenimizin gerektirdiğinden fazlasını tüketmemeliyiz. Ne daha fazla, ne eksik, sadece yeteri kadar. Bu ilk koşuldur.

İkinci koşul, etrafımızı saran doğaya hiçbir şekilde zarar vermememiz gerektiğidir. Bu, onun her seviyesi için demektir  (cansız, bitkisel ve canlı derece) insandan bahsetmeye bile gerek yok. Doğanın hiçbir yerine zarar vermemek!

Her tür gibi, sadece ihtiyacımız olanı tüketmeliyiz. Daha fazlasını değil. Daha fazla tüketirsek, bu bizim zararımıza olur. Su olmadan bir ağaç dikin, ona ne olur? Onu suda boğulacak şekilde dikin, ona ne olur? İhtiyaç duyduğu kadarına ihtiyacı vardır. Bizlerin de öyle.

Bu nedenle, çevremizdeki doğa ile aramızdaki bu içsel dengeyi bilmek ve sürdürmek, onsuz hayatta kalamayacağımız bir zorunluluktur. Bilim adamlarının ne söylediği ve bize ne tavsiye ettikleri bizim için önemli değil.

Yorum: Ama insanlar, mantığıyla akıl yürütürler. Birbirimize bağlıysak ve virüs bir yerden kaynaklanıyorsa, hemen tüm dünyaya yayılır.

Cevabım: Ne yapabilirsiniz? Diyalektiğe karşı gelemezsiniz, aramızdaki bağın sürekli gelişmekte olduğu gerçeğine karşı gelemezsiniz. Buna karşı çıkamazsınız. Sadece bu bağı insanlığa nasıl faydalı hale getirebileceğinizi bilmeniz gerekiyor. Hepsi bu.

Yorum: Bu düşünce yüzyıllarca insanların içinde yaşadı. Muhtemelen bu yüzden aşırı tüketimi yasaklayan dinler ortaya çıktı. Bu nedenle insanlığı eşitlemek isteyen diktatörlükler ortaya çıktı. Bundan hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey.

Cevabım: Ben  kişiyi bastırmayı teklif etmiyorum. İnsanlara doğanın ayrılmaz yasasını öğretmeyi öneriyorum. O zaman kişi doğru davranacaktır çünkü doğayı iyi ya da kötü olarak ne kadar etkilediğini görecektir. Ancak bu, insanların bu küçük gezegende yaşadığımız çevreye ilişkin farkındalığına bağlıdır.

Soru: Öyleyse, şu ya da bu şekilde buna getirilecek miyiz? Çoktan yaklaştık ve buna getirileceğiz, değil mi?

Cevap: Elbette.

Soru: Baskı ile değil, barış içinde ilerlemek istiyorsak doğru eğitim ne olmalı? Bir kişiye sadece ihtiyacı olan şeyleri nasıl kullandırtabilirim?

Cevap: Sadece, tüm insanların birbirleriyle tam, doğru ve iyi bir bağ içinde bütünsel gelişimi yoluyla. Herhangi bir şiddet kullanmadan!

Buna gelmezsek, o zaman doğa bunu bize farklı bir şekilde öğretecek.

“Omer Sayımı Nedir?” (Quora)

Omer hasat edilen ve birbirine bağlanan ürünlerden toplanan bir demettir. “Omer” in manevi anlamı, yedi ardışık bağlantı seviyesi olan, ulaştığımız seviyelerin bir paylaşımıdır (sayma, numaralandırma). Bağ, her seviyede daha güçlü ve daha sıkı hale gelir ve ve böyle bir süreçte yedi Sefirot’umuzu yani Hesed, Gevura, Tiferet, Netzah, Hod, Yesod ve Malkut’un Sefirot’unu sürekli olarak sayarız.

Bu Sefirot’ların her biri başka bir yedi Sefirot’tan oluşur örneğin, Hesed’in Hesed’i, Hesed’in Gevura’sı, Hesed’in Tiferet’i, Hesed’in Netzah’ı vb. Yedi kere yedi eşittir 49’ dur yani Tora’da Omer sayımıyla ilgili konuşulan 49 günün geldiği yer burasıdır.

Omer sayımı sırasında,  geri kalan her şeyle bir Omer’e nasıl bağlandıklarına dair içsel niteliklerimizin iç gözleminden ve incelemesinden geçeriz. Bu tür bir bağ, İsrail halkının Mısır’dan kaçmasına yardımcı olandan farklıdır. Omer sayımı, Pesah Bayramı’nın ikinci gününde başlar. Bu, her birimizin hangi Sefira’da ve koşulda, alma arzumuz üzerinde ıslahımızı gerçekleştirdiğimizi incelediğimiz bir zamandır.

Birbirimize gittikçe daha fazla bağlanıyoruz yani demeti demetimize ekliyoruz ta ki kendimizi Sina Dağı’nın eteklerinde dururken bulana kadar. Sina Dağı’nın manevi anlamı bir nefret dağıdır (“Sinah” [“nefret”] kelimesinden “Sina” ). Bizi birbirimize ve Yaradan’a bağlanmaktan ayıran, muazzam ego boyutunu keşfettiğimiz zamandır. Bu duruma Omer sayımının 50. gününde yani giderek daha fazla bağ kurabilmek için kendimizi ıslah etme sürecinde ulaşıyoruz.

Başka bir deyişle, ne kadar çok bağ kurarsak, doğuştan gelen egomuzun bizi gerçekten bağ kurmaktan alıkoyduğunu o kadar çok keşfederiz. Bununla birlikte, son derece bölücü egoist doğamızın keşfiyle birlikte, “Arvut” un (karşılıklı garanti) koşulu olarak ifade edilen, büyük bir bağlanma arzusu geliştiriri . Yani,  bir Omer’de  birbirimize bağlanmak isteriz ama egolarımızı iptal edecek gücümüz yoktur. Böylece, Tora’nın koşullarına ve yöntemine giderek daha fazla bağlanmak ve böylece egoyu kademeli olarak ıslah etmek için kabul ederiz ve ayrıca egoyu tamamen ortadan kaldırmayız.

Bu nedenle Omer sayımı, birbirimizle ve bizi bağlayan sevgi ve ihsan etme gücü olan Yaradan ile derin bir manevi bağa doğru ilerlememizin başlangıcını temsil eder. Birbirimiz arasında daha ıslah olmuş bir gelecek pozitif bağ durumuna doğru geçirdiğimiz bir süreci tanımlar, böyle bir duruma giden yolda, egomuzun büyüklüğünün bağımızın önünde durduğunu keşfederiz. Bu yolda birkaç içsel çelişki ve paradoks deneyimleriz ve nihayetinde içimizdeki küçük bir nokta – “kalpteki nokta” olarak adlandırılan manevi arzumuz – egoist benliğimizin yapamadığını, Sina Dağı’na tırmanmamızı sağlar.

Olumlu bir şekilde bağlanma yolumuzda duran ego biçiminde büyük bir engel düşüncesi de Babil Kulesi’yle ilgili hikâyede ifade edildi.  Bununla birlikte, Sina Dağı ile tamamen farklı bir biçim alır ve tamamen yeni bir seviyede var olur. Spesifik olarak, Babil koşullarından ve Mısır’dan çıkıştan geçtik ve eğer egonun üstüne çıkarsak, o zaman onun zirvesinde, bağımızın içinde Yaradan’ı keşfedeceğimizi anlamaya başlarız.

Maneviyat, aynı yerde bulunan zıt durumlar aracılığıyla elde edilir. Birbirimizle pozitif bağımızı artırmayı hedefliyoruz ve bu süreçte büyük bir egoyu yani gurur, kibir ve bu tür koşulları kontrol edememe durumumuzu keşfediyoruz ve ayrıca başımızı eğmeye razı oluyor ve Yaradan’a (bağımızın içinde bulunan sevgi ve ihsan etme gücü) gerçekten bağlanmak ve keşfetmek için egomuzu ıslah etme ihtiyacını kabul ediyoruz.

Ego Büyüdüğü Zaman

Soru: Kendimi çok iyi hissettiğimde ve yeni bilgi öğrenmek istediğimde ve maneviyata ilgi duyduğumda, aniden en düşük arzuların bir seviyesine atılıyorum ve nedenini anlayamıyorum?  Arzuları uyandırmak için bunun olması mümkün mü?

Cevap: Bu iyi bir şey!  Dostlara, gruba ve Yaradan’a, sizi dolduran içsel ruhun mutluluğuna doğru duyulan yüce arzuları, hayalleri ve dürtüleri hâlihazırda görüyorsunuz;  ani bir çöküş var anlamına gelir.  Bu sanki ciğerlerinizden tüm hava alınmış ve ilerlemek için hiçbir arzunuzun olmadığını ve hiçbir şekilde ilerleyecek hiçbir şeyin olmadığını hissetmeniz gibidir. Bu, size egonun başka bir kısmının verildiğinin bir işaretidir.

Maneviyatta iki çizgi, sağ çizgi ve sol çizgi boyunca ilerleriz ve aralarında orta çizgi vardır.  Sol çizgi egodur, sağ çizgi ihsan etmektir ve orta çizgi Yaradan’dır.

Her şeyin iyi olduğu 1. aşamada olduğunuzu varsayalım.  Sonra size egonun başka bir kısmı verilir ve 2. aşamaya yükselirsiniz, ancak bu egoistçedir.  Tüm dünya birdenbire boş, karanlık, değersiz, umutsuz, stresli ve iç karartıcı hale gelir.  Şimdi ışık seviyesinde benzer bir duruma yükselmek için grup içinde çalışmaya başlamanız gerekir.

Bunu yapmanın tek yolu, gruba bağlanma çabalarınızdır: ∑, toplam sembolü.

Aranızda belirli bir bağ kurduğunuz an, ışığı hemen alacaksınız.

Bu, zaten bir sonraki manevi seviyeniz olan duruma yükselme şeklinizdir;  sol çizgiyle başlarsınız ve ardından sağ çizgi boyunca orta çizgiye ilerlersiniz.  Bu seviyeden egonun başka bir kısmını almaya başlayacaksınız ve oradan, ihsan etme durumuna geçecek ve bir sonraki manevi seviyeye bir kez daha yükseleceksiniz.  Yaradan’ın aranızda ifşa olduğunu belirli bir noktada fark edene kadar bu şekilde yükselirsiniz.

O zaman gömleğinizi çoktan çıkardığınızı ve çamaşır sepetine attığınızı göreceksiniz, bu da manevi seviyeye girdiğiniz ve fiziksel bedeninizin aslında anlamsız olduğunu, Kabala yöntemini başkalarına yaymak için şimdilik bu dünyada bulunduğunuz ve orta çizgide Yaradan ile giderek artan bağı zaten hissettiğiniz anlamına gelir.

Herkes Yaradan ile Bağ Kurmak İster

Soru: Manevi çalışmaya ilişkin Kabala açısından bakıldığında, tüm toplum üç bölüme ayrılabilir:

“İsrail” – Yaradan için çabalayan insanlar.

“Mısırlılar” – maneviyatın hiç önemli olmadığı ve maddi ihtiyaçlarını karşılamakla meşgul olan insanlar.

“Karma çoğunluk” – bir taraftan Tanrı’dan korkan, diğer taraftan da Yaradan’la bağlantıyı kendi iyiliği için kullanmak isteyen insanlar ki bu Firavun için çalışmakla aynıdır.

Soru şu: Yaradan’ı veya O’nunla olan bağlantısını kişinin kendisi için kullanması nasıl mümkün olur?

Cevap: Etrafınıza bakarsanız, tüm dünya az ya da çok daha yüksek bir gücün yani Yaradan’ın olduğuna inanır. Yeryüzünde kaç tapınak inşa edildiğine ve her türden mezhep yaratıldığına bir bakın! Ve bunların hepsi, insanın Yaradan’la bağ kurma arzusunun bir ifadesidir. Aslında, dünyada kendilerini Yaradan’dan tamamen koparan gerçek bir ateist yoktur.

Yorum: Dünyadaki insanların sadece yüzde ikisinin ateist olduğunu söylüyorlar.

Cevabım: Eğer bu konuyu gerçekten derinlemesine incelerseniz, o zaman durum böyle değildir çünkü üst güç ile bağlantı noktası, başlangıçta içimizde yerleştirilmiştir. Herhangi bir kişi, Yaradan’a inanç talep ettiği bir duruma sürüklenebilir çünkü bu olmadan yaşamak için hiçbir nedeni olmayacak ve bir şekilde bu dünyaya tutunamayacaktır.

Bu nedenle, tüm insanlar açıkça iki sınıfa ayrılır. Bir tür, normal bir hayat yaşayan ve kendilerine güven ve her türlü duyguyu katmak için Yaradan ile bağlarını kullanan kişilerdir. Bunlar, ne tür olursa olsun, tüm renk ve mezheplerin sıradan inananlarıdır.

Onlar çok farklı, zıt hatta rakip olabilirler ama yine de bir üst güce inanırlar, onu farklı şekilde adlandırırlar ve onunla olan bağlarını farklı hikayelerde kıyafetlendirirler. Bütün bunlar, insanlığın Yaradan ile bağlantısının kültürel çerçevesine atıfta bulunur.

Ve bu bağlantıyı gerçekten ifşa etmek isteyen insanlar vardır. Bu yüzden talep ederler, görünmesini isterler, Yaradan’ın Kendisini ifşa etmesini isterler ki, tıpkı önümüze çıkacağını bildiğimiz bir kişi gibi içlerinde tezahür etsin.

Tıpkı etrafımızı saran dünyada cansız, bitkisel, hayvansal ve insan doğasını gördüğümüz gibi, onlar beşinci tür gerçekliğin – daha yüksek güç olan Yaradan’ın- daha az tezahür etmesini istemezler. Kendini göstermesi için hangi biçimde ve hangi koşullar varsa bu, açıklığa kavuşturulmalıdır. Fakat esas olarak, insanın içinde böyle bir arzu vardır.

Bu nedenle, Kabala Bilgeliği, kişinin içinde böyle bir istek varsa, o zaman onun yerine getirilebileceğini, sadece bunun nasıl yapıldığını bilmek gerektiğini söyler. Ve o zaman dünyamızda cansız, bitkisel, hayvansal ve insan türlerine ek olarak, daha yüksek bir seviyenin de olduğunu hissedeceksiniz – hepsini kontrol eden ve kesinlikle her şeyi: geçmişi, şimdiyi ve geleceği belirleyen bir güç. Bu kudretli, yüce, her yerde mevcut olan güç tezahür edebilir ve herhangi bir kişiye kendini ifşa edebilir.

Kabala Bilimi, bizi Yaradan’ın ifşasına hazırlayan bilgi sistemidir ve onu yavaş yavaş anlayabiliriz. Bu, onun çalışma ve uygulama konusudur.

Muhafız Amalek

Amalek bize çok yakın bir niteliktir. Ve mutlak bir kötülük, hafızasını bile silerek yok edilmesi gereken bir engel gibi görünse de Yaradan’ın gereksiz bir şey yaratmadığı bilinmektedir, her şey sadece gelişmemizin faydası içindir.

Bu nedenle Amalek, doğru bir şekilde büyümemize yardımcı olan ve bizi her zaman koruyan bir niteliktir. Sanki yol boyunca yürüyormuşuz gibidir ve nereye düşersek düşelim, yoldan sapsak da, dikenler çıksa da, oraya basmamamız için bizi uyarır. Amalek bu şekilde bizi sürekli doğru yöne yönlendirir.

Arzu, Amalek’ten gelir ve isteksizlik de ondan gelir. Amalek, kendi iyiliğim için (Al MenAt LEKabel), egoist bir arzu anlamına gelir. Şöyle yazılmıştır: “Kötü eğilimi ben yarattım; Tora’yı da şifa olarak yarattım.” Kötü eğilim doğrudan Tora’ya yani üst ışığa dayanır ve her ikisi de bizi ikisinin arasındaki orta çizgiye yönlendirmek için üzerimizde çalışır.

Amalek’i saygıyla, Yaradan’dan ayrılmayacağımız ve asla yaratılan olamayacağımız çok önemli bir nitelik olarak ele almalıyız. Sonuçta, bizi Yaradan’dan uzaklaştıran ve bizi O’na karşı kışkırtan kötü eğilim sayesinde, Yaradan’ı fark etmeye başlarız. Amalek, Yaradan’a karşı çıkarak, O’nun niteliklerini ifşa ederek ve Amalek’in nitelikleri egoist niyet yerine onları nasıl bulabileceğinizi göstererek bize yardım eder.

Amalek, bize sadece kendimizi ne kadar önemsediğimizi ustaca gösterir ve buna karşı hareket etmemiz gerektiğini bize kanıtlar. Böylece bize bu işteki beceriyi öğretir. Kötü eğilimimizle nasıl çalışacağımızı ve onu doğru bir şekilde nasıl kullanacağımızı öğreneceğiz çünkü Yaradan gibi olmamıza yardım eden bu eğilimdir.

Aşk Evlilikleri Neden Bitiyor?

Soru: Dünyada şu sorun var: İnsanlar güvenilir bir hayat arkadaşı bulamıyor. Yani birçok tanışma sitesi var, insanlar birbirlerini medyada arıyorlar. Yine de çoğu zaman kimseyi bulamıyorlar.

Japonya’da çiftleri karakter, genetik, duygular vb. göre eşleştirmek için yapay zeka bile geliştirdiler. Çöpçatanlık hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Olumlu. Bir erkeğin bir kızla aşk ilişkisine başlamasında iyi olan nedir? Orada ne olur? Çocukları var, zorla evlendiriliyorlar.

Önceden kimin kime uygun olduğuna baktıkları bir çöpçatanlık kaynağı varsa daha iyidir. İnsanlık, tüm kültürlerde sürekli ve binlerce yıldır bu şekilde var olmuştur. Bugün bunların hiçbirisi yok.

Yorum: İngiltere’de koku ile belirleme yöntemi var: içeri giriyorsunuz, bir şey kokluyorsunuz ve “Bu benim kokum” diyorsunuz. Ve diyorlar ki: “Bu koku bu kıza uyuyor. Ya da bu adama.”

Cevabım: Bu bizim için çok önemli. Kokuya tepki veren hücreler beynin büyük bir alanını kaplar.

Soru: Bu İngiliz yöntemi oldukça gelişmiş olabilir mi?

Cevap: Gelişmiş değil. Doğal ve eskidir.

Soru: Bu, eşimi büyük ölçüde koku ile belirlediğim anlamına mı geliyor?

Cevap: Şüphesiz!

Hiç şüphe yok ki, bununla birbirimizi çekiyoruz ya da bilinçsizce olsa bile birbirimizden uzaklaşıyoruz. Peki ya tüm o parfümlere ne dersiniz? Bu doğaldır.

Ancak bu kriter olmamalıdır. Bu da çok önemli olmasına rağmen koku düzeyinde ve diğer çeşitli tatlar düzeyinde değil, Yaratılış amacına yönelik doğru amacımızı anlama düzeyinde birbirimize yaklaşmalıyız. Hepimiz doğru yaratılış amacını hedefleseydik, bir eş bulmak bizim için çok daha kolay olurdu. Sonuçta, esas olarak birbirimizden ayrılmış olmazdık. Bölünmezdik. Bu amaç hepimizi birleştirirdi.

Yorum: Gençler için, yaratılışın amacı hakkında konuşmak fazlasıyla yücedir.

Cevap: Peki sonunda ne oluyor? Çok düşük seviyeye iniyor. Yeni bir şey icat etmeyecekler. Bir saatliğine aşk gibi bir şey yaşıyorlar, işte bu kadar.

Soru: Neyi anlamalılar?

Cevap: Neden evlendiklerini, neden hayatlarını belirli bir kişiyle bağlamaları gerektiğini anlamaları gerekir. Sonunda, hala evli çiftler oluşturamayacaksınız. Tanışacaklar, çocukları olacak ve birbirlerinden kaçacaklar.

Soru: Kişi nasıl ömür boyu sürecek bir eş bulabilir?

Cevap: Yalnızca nihai amaç bizi bir arada tutmalıdır.

Soru: Neden bir eş arıyorum? Neden evleniyorum?

Cevap: Eşimle birlikte, onunla doğru bağı kurarak nihai hedefe ulaşmak için. Bunun için dostlara da ihtiyacım var.

Yaratılışın amacı bizi yöneten üst gücü ifşa etmektir. Ne için var olduğumuzu, bize ne olduğunu, bizi kimin kontrol ettiğini ve nereye götürdüğünü, anlamak ve bunu elde etmek için. Gözlerimizi bulunduğumuz yerde açmamız için ifşa etmemiz gereken şey budur.

Soru: Bu ihtiyaç, onlarda, erkekte, kadında ve genel olarak tüm insanlarda olmalı mı?

Cevap: Evet. Bu ihtiyacı keşfetmeli ve eşinizle birlikte yavaş yavaş ona doğru ilerlemelisiniz.

“Doğada Kaç Kuvvet Vardır?” (Linkedin)

Bilim topluluğu, son zamanlarda olası yeni bir parçacığın keşfi ve hatta doğada bulunan yeni bir kuvvetin keşfi üzerine şaşkına dönmüş durumda.  Chicago yakınlarındaki yüksek enerjili parçacık fiziği konusunda uzmanlaşmış Enerji Bakanlığının ulusal bir laboratuarı olan Fermilab’da çalışan bilim adamları, atom altı seviyede çalışan, bilinmeyen bir kuvvetin güçlü kanıtlarını gördüklerini, “müon” adlı bu parçacığın, mevcut fizik anlayışına dayanarak beklemedikleri bir şekilde yalpalamasına neden olduğunu söylüyorlar. Deneyin baş bilim adamlarından biri olan Chris Polly, bunu “Mars gezginimizin iniş anı” olarak tanımladı.  Fermilab teorik fizik bölümünün başkanı olan Marcela Carena heyecanla ekledi: “Bu küçük yalpalamanın, bildiğimizi sandığımız şeylerin temellerini sarsabileceğini düşünüyorum.”

Fermilab yalnız değil.  Geçen ay, Avrupa’daki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ndaki (LHC) bilim insanları,  bilinmeyen bir kuvvetin ipuçlarını buldular.  “Güzel kuarklar” adı verilen parçacıkları bir araya getirdiler, çarpışmaların eşit miktarda elektron ve müon üretmesini beklediler, ancak müonlardan yüzde on beş daha fazla elektron ürettiler.  Johns Hopkins Üniversitesi’nden teorik fizikçi David Kaplan, Global News’e verdiği bir röportajda, “Komik bir şeyler oluyor,” dedi.  Kaplan’a göre deneylerin sonuçları, Standart Modelde olmayan yeni bir parçacık veya kuvvetle açıklanabilecek bir şeye işaret ediyor.  “Bu bir hata payı değil,” dedi ve ekledi, “yanlış bir şeyler var.”

“Standart Model” adı verilen model altında çalışan mevcut atom altı fizik anlayışı, doğada dört kuvvet olduğunu savunuyor: yer çekimi, elektromanyetizma, güçlü kuvvet ve zayıf kuvvet.  Şimdiye kadar, dört güç hemen hemen her şeyi açıklamayı başardı.  Görünüşe göre, Standart Model yeni olguyu açıklayamıyor ve bilim adamları dünya hakkındaki anlayışlarını sorguluyorlar.  Eğer beş kuvvet varsa, işlerin nasıl yürüdüğünü anlayamamaktalar.  Daha da kötüsü, hala bilmedikleri başka kuvvetler varsa veya keşfedilecek yeni bir kuvvet veya yeni bir parçacık varsa, bu gücün doğasını bilmemekteler.  Eğer bir fizikçiyseniz, bu oldukça kafa karıştırıcı olabilir, ancak aslında, bu çıkmazı düzene sokmanın kolay bir yolu var.

Küresel Çağda Kişisel-Çıkar ve Özgecilik adlı kitabımda bu konu hakkında kapsamlı bir şekilde yazdım, ama bu küçük pasajda, açıklamanın ana fikrini paylaşmaya çalışacağım.  Gerçekliğin en temel seviyesinde iki kuvvet vardır.  Bilimsel isimleri yoktur, ancak zıttırlar ve onların etkileşimleri gerçekliğin her zerresini oluşturur ve sürdürür.  Dengeli olduklarında, maddeler gelişir;  aralarında dengesizlik olduğu zaman maddeler çürür ve kötüleşir.  Pozitif ve negatif diyebileceğimiz bu kuvvetler, protonlar ve elektronlar arasında, yılın zıt mevsimlerinde, gece ile gündüz, doğum ile ölüm, büyüme ve çürüme, erkek ve dişi, sevgi ve nefret arasındaki zıt yükleri oluşturur.  Özellikle insanlarda, bu kuvvetler, arzular olarak tezahür eder: alma arzusu ve verme arzusu.

Sömürü/istismar olduğunda, bu açıkça alma arzusunun abartılmasıdır.  Öte yandan annelik, verme arzusunun en güzel örneğidir, anne verirken zevk alsa bile.

Bu arzular durağan değildir.  Onların gelişimi, evrim olarak bildiğimiz şeyi yaratır, ancak dengelerini ya da biyologların dediği gibi – homeostazı  yani kuvvetlerin baskın olduğu dinamik bir dengeyi korurlar.

Şu anda, evrimin zirvesi insanlıktır.  Bununla birlikte, insanlarda bir kusur vardır: Alma arzusu içimizde zorlayıcıdır ve verme arzusu ise oldukça siliktir.  Sonuç olarak, yaptığımız ifşaatların hemen hepsi alma arzusu tarafından kullanılır.  Bu nedenle, her bilimsel keşif hemen bencil amaçlar için kullanılır: servet kazanarak şöhret aramaktan, askeri silahlar ve teknolojiler geliştirmeye kadar.

Arzularımız gelişmeye devam ettiği için, doğada yeni parçacıklar, yeni kuvvetler ve yeni yasalar keşfetmeye devam edeceğiz.  Keşiflerimizin tek sınırı, arzularımızın yoğunluğudur.  Ne kadar büyürlerse o kadar çok keşfedeceğiz.  Ancak, bugüne kadar doğa hakkında öğrendiğimiz her şeyi kötüye kullandığımız gibi, keşfettiklerimizi de kötüye kullanacağımızdan emin olabilirsiniz.  Daha fazla kuvveti keşfetmenin tek olası sonucu, bunların insanlığa ve gezegenimize daha fazla zarar ve acı vermek için kullanılmasıdır.

Yapmamız gereken gerçek keşif, mantıksız alma arzumuzu, zayıf verme arzumuzla nasıl dengeleyeceğimizdir.  Doğada iki kuvvetin dengede olmadığı herhangi bir yapının kısa ömürlü olduğunu hatırlamalıyız.  Gezegenimizin tarihinde bir titreşimden daha fazlası olmak istiyorsak, alma ile verme arasında denge kurmayı öğrenmeliyiz.

Daha basit bir ifadeyle, sadece kendimizin değil, başkalarının ihtiyaçlarını da daha fazla düşünmeye başlamalıyız.  Üstelik bunu bireysel olarak değil toplum olarak yapmalıyız çünkü bireysel olarak ben merkezli olan bir toplumda bu işe yaramayacaktır.

Nükleer silahların neler yapabileceğini zaten keşfettik.  Şimdi, bir kez daha, tüm sonuçları için onları kullanacak kadar körleşiyoruz.  Bu nedenle, doğada sayısız güç varken, gerçekten keşfetmemiz gereken tek bir güç vardır: verme gücü, verme arzusu.  Bu bize mutluluğun fiziğini ifşa edecektir.