Monthly Archives: Mayıs 2021

Mağara Hem Koruyucu Hem De Muhafızdır

Soru: İlginçtir ki bir mağara dünyada yaşayabileceğiniz özel bir yerdir. Ne var ki esas olarak yeryüzünde yaşamak imkansızdır.

Kabala’nın bakış açısından dünya Ratzon’dur, arzudur ve orada hayat yoktur. Ve aniden, dünyada yaşayabileceğiniz bir yer olduğu ortaya çıkıyor. Bu nedir?

Cevap: Doğa (doğal olarak) veya insan (yapay olarak), bir insanın mağaranın dışındaymış gibi var olması için gerekli tüm koşullara sahip bir yer yaratır. Bu durumda mağara hem koruyucudur hem de muhafız.

Zohar Kitabı’nın yazarı Rabbi Şimon ve oğlunun uzun süre bir mağarada yaşadığını biliyoruz. Kaynakların bize söylediği gibi, atalarımızın çoğu bu tür yerlere yerleşmişti.

Ancak mağaranın anlamı, toprağın herhangi bir yerine kazmak ve birinden saklanmak değildir. Onun anlamı manevidir.

Yani, bir yandan, genel olarak kişi fesih olur ve herkesten gizlenir. Diğer yandan, Bina ve Malhut’un niteliklerini, üst dünyanın ihsan etme niteliğini ve alt dünyanın alma niteliğini, alçakgönüllülüğü içinde birleştirir.

Böylece, genel olarak insan yaşamına uygun hiçbir şeyin olmadığı yeryüzünde böyle bir yer oluşturur, onun içinde (Malkut’ta), havaya (üst dünyaya) eşit koşullar yaratır ve böylece yaşar. Diğer bir deyişle, İhsan etme niteliği, Bina sayesinde bir mağarada yaşayabilirsiniz.

Tora’yı Almadan Önce ve Sonra İsrail Halkı

Soru: Sina Dağı’nda Tora’yı almadan önce ve sonra insanlar arasındaki fark nedir?

Cevap: Tora’yı almadan önce, insanlar sadece bir insan topluluğu olarak kabul edilir.

Soru: Ama neden? Sonuçta, Mısır’da onlar zaten “İsrailliler” olarak adlandırılıyordu?

Cevap: Doğal özlemlerinden dolayı böyle adlandırıldılar. Ama ne anlama geldiğini bilmiyorlardı ve anlamadılar. Bu nedenle, manevi koşulları hakkında söylenecek hiçbir şey yok, sadece minimaldi.

Mısır’da kaldıkları sürenin ikinci yarısında ve daha sonra, oradan çıkma girişimlerinde kendilerini kısmen egoist bir esaret içinde hissetmeye başladılar.

Ancak Sina Dağı’na yaklaştıklarında, Tora’yı, üst gücü, ihsan etme ve sevginin niteliğini kabul etme ihtiyacı ile karşı karşıya kaldılar ve kendilerini ıslah etmek için bu niteliği kullanmaya başladılar, sonra yavaş yavaş Tora’nın ışığının anlamını ifşa ettiler.

Işık, tüm 620 egoist niteliğiyle insan doğasını,  “kendisi için almaktan”, kendini tatmin etmekten, başkalarını memnun etmek ve doldurmak için ihsan etme niteliğine dönüştürmelidir.

Böylece, başlangıçta İbrahim, ihsan etme niteliği için çabalayan insanları çevresinde topladı. Bu nedenle onlar, doğrudan Yaradan’a doğru “İsrail” (Yaşar-El) olarak adlandırıldılar.

Sonra, kendilerini, egoizmlerini incelemeye başladılar yani “Mısır’a girdiler”. Ve ancak Mısır’dan ayrıldıktan sonra egoizmlerinin ıslahı başladı, onlara Tora ve egoizmlerinin ıslahları için talimatlar verildi. Bu, Tora’yı almadan önce ve sonra insanlar arasındaki farktır.

Dünyanın Mükemmelliği İnsanın Mükemmelliğidir

Dünyanın mükemmelliği, insanın içsel mükemmelliğine yani insanların birbirleriyle olan bağına bağlıdır. Başlangıçta, bağ, bilinçli olarak ıslahları üzerinde çalışan onlularda gerçekleşir, ancak sonunda tüm dünya onlara katılmalıdır.

Genel ve eksiksiz bir bağdan bahsediyoruz çünkü tüm rahatsızlıkların ötesinde, bu bağın ölçüsünde genel bir ıslaha geliriz ve ancak bu koşullar altında herkes için iyi bir yaşam bekleyebiliriz.

Son ıslaha ulaşmak için, ıslah eden ışığı tüm dünyaya çekmemiz gerekiyor. Kabala’yı yaymanın bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Ve yaymak sadece materyallerin kitle iletişim araçlarında yayınlanması değil, dünyayı yukarıdan gelen özel bir ışıkla etkilemektir; ki bu da Kli’miz aracılığıyla, onlularımız aracılığıyla insanların geri kalanında manevi ilerleme, bağ kurma, üst dünyayı edinme arzusunu uyandırmak için, getirmek istediğimiz şeydir.

Bir insanın ne hissettiği ve ne yaptığı önemli değildir, ancak sonunda, istisnasız bu dünyanın tüm sakinleri en azından bir dereceye kadar genel ıslahlara katılmak ve böylece ruhlarını ıslah etmek zorunda kalacaklar.

“Neden Dünya’yı Koruyalım?” (Linkedin)

İklim krizi tırmanırken ve aşırı hava durumu giderek artarken, uzmanlar geri dönüşü olmayan noktaya ne kadar yakın olduğumuza ciddi şekilde kafa yoruyorlar. CBS News, 26 Nisan’da bir rapor yayınladı, iklim krizinde küresel bir lider olan Profesör Timothy Lenton’a göre, “Batı Antarktika buz tabakasının bir devrilme noktasını çoktan geçmiş olabileceğini” bildirdi. CBS News ayrıca diğer uzmanlarla da konuştu ve “Mesaj oybirliğiyle verildi: Değişiklikler beklenenden daha hızlı gerçekleşiyor ve iklim sistemindeki devrilme noktalarına ulaşma şansı, sadece on yıl önce uzak ve çok uzak görünüyordu, ama şimdi çok daha olası ve daha acil görünüyor. Lenton, “Bu yüzden tehlikeye dikkat çekiyordum,” dedi. “Sadece on yıl içinde risk seviyesi belirgin bir şekilde yükseldi – ki bu da acil eylemi tetiklemeli.””

Benim görüşüme göre, soru, yıkım noktasına vurup vurmadığımız veya bu noktaya ulaşmaya yakın olup olmadığımız değil. Sormamız gerekenin, Dünya’nın buna mahkûm olup olmadığı ve bizim buna mahkûm olup olmadığımız değil, daha ziyade neden şimdi biz buradayız sorusu olduğuna inanıyorum. İçinde yaşadığımız evren yaklaşık on dört milyar yıldır burada. Dünya yaklaşık 4,5 milyar yıldır varlığını sürdürmekte ve Dünya üzerindeki yaşam, Dünya’nın oluşmasından birkaç yüz milyon yıl sonra başlamıştır. Atomlardan moleküllere, moleküllerden tek hücreli yaratıklara ve tek hücreli yaratıklardan Dünya’daki suda, karada ve gökyüzünde sayısız yaşam biçimine evrimleştik. Sonunda, son birkaç yüz bin yılda insanlık ortaya çıktı. Yavaş yavaş, gezegenin yöneticileri haline geldik, toprağını, florasını ve faunasını sömürerek, havayı, toprağı ve suyu kirletiyor ve güç ve zenginlik kazanmak için elimizden geldiğince hızlı bir şekilde Dünya’nın kaynaklarını tüketiyoruz. Bu yüzden mi buradayız, tüm bu zararı vermek için mi? Belki de cevabı bilseydik, her saniye gezegene verdiğimiz bu akıl almaz zararı vermezdik. Bu nedenle, burada olma amacımız, cevaplamamız gereken anahtar sorudur. Eğer cevabını bilirsek tüm sorunlarımızı çözer ve gezegeni kurtarırız.

Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca, emisyonları azaltmak, kirliliği azaltmak ve gezegeni sömürmemizi azaltmak için sayısız taktik ve girişim denedik. Hiçbiri işe yaramadı. Dahası, sadece gezegenimizi değil, gezegendeki tüm yaşamı sömürüyoruz ve birbirimizi sömürüyoruz. Bizi karakterize eden “başkalarına kötü muamele” tüm alanlarda belirgindir, bu da sorunun, örneğin yenilenebilir enerjiye geçmekten veya ormansızlaşmayı engellemekten çok daha sistematik ve köklü olduğu anlamına geliyor. Tüm sıkıntılarımıza neden olan sorun biziz veya daha doğrusu doğamızdır – insan doğası. Bu gezegendeki diğer varlıkların aksine, birbirimize, tüm canlılara ve yuva dediğimiz gezegene karşı sömürücüyüz, kaba ve tacizciyiz. Aslında o kadar kalpsiziz ki yaptıklarımızın, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini mahvedeceğini bilsek bile açgözlülüğümüzü engelleyemiyoruz. Yaşayacak bir ev yerine, onlara gezegen büyüklüğünde bir çöp yığını veriyoruz. Hangi iyi ebeveyn bunu yapar? Elbette hiç biri, ama biz iyi ebeveynler değiliz.

Yine de her şey bitmiş değil. Koronavirüs salgınının başlangıcında neredeyse tüm dünyada empoze edilen ilk kapanmada, dünyanın dört bir yanından doğanın direncinin birçok örneği, Dünya’nın düşündüğümüzden çok daha güçlü olduğunu ve uzun süreli insan sömürüsünden bile kurtulabileceğini kanıtladı. Bu nedenle, tek sorunumuz olan insan doğasını çözersek, doğanın geri kalanı hızla iyileşecek ve gezegensel denge yeniden sağlanacaktır.

İnsan doğasını değiştirmek, ilk bakışta, kişinin kendini bir bataklıktan kendi saçından tutup çıkarması gibi imkansız görünebilir. Ancak bunu nasıl yapacağımızı doğadan öğrenebiliriz. Doğada işler kendi çevrelerine göre değişir. Adaptasyon, herhangi bir türün hayatta kalmasının anahtarıdır. Eğer bizler bir dostluk, karşılıklı sorumluluk ve şefkat ortamı yaratırsak, doğamız çevresine uyum sağlayacak ve aynı şekilde olacaktır. Kendimizi değiştirmemize gerek yok, sadece yüzeysel davranışımızı değiştirmemiz gerekiyor. O zaman, tüm toplum nazik davranırsa, insanlar gerçekten nazik olacaklar. Nasıl acımasız bir ortamda yaşamak, orada yaşayan herkesi doğası gereği acımasız olmasa bile acımasız olmaya zorlarsa, bunun tersi de geçerlidir.

Bir kez sosyal çevremizi dost canlısı ve saygılı hale getirdiğimizde, kendi doğamız dost canlısı ve saygılı hale gelecektir. Dostça ve saygılı olduğumuzda, sömürücü olmayı bırakacağız. Sömürüden vazgeçtiğimizde, birbirimizi, diğer canlıları ve bir bütün olarak gezegeni kötüye kullanmayı bırakacağız. Görünen o ki kendimizi ve gezegenimizi kurtarmak için tek odak noktamızın sosyal çevremizi düşmanca olmaktan dostça olmaya, istismarcı olmaktan saygılı olmaya dönüştürmek olmalıdır. Diğer her şey hızla takip edecektir.

Dahası, içsel doğamızın kodunu dönüştürmek, bize şu anda tasavvur edemediğimiz alemleri ifşa edecektir. Sadece kendimize konsantre olduğumuz sürece, gördüğümüz tek şey kendimiziz. Ancak burada bulunmamızın amacı, kendimizin çok ötesinde büyümek, tüm gerçekliği kavramak, neden var olduğumuzu, neden yaşam ve ölüm, yaratılış ve yıkım olduğunu ve her şeyin nasıl birbirine bağlı olduğunu en derin düzeyde anlamaktır. Sadece birbirimizi düşünmeye başlarsak kendimizi düşünmeyi bırakırız ve ancak kendimizi düşünmeyi bırakırsak çevremizdeki dünyayı gerçekte olduğu gibi algılamaya başlayabiliriz. Bu yüzden hayatlarımızı, gezegenin refahını ve hatta mutluluğumuzu güvence altına almak için sormamız gereken tek soru “Neden buradayız?”

Grubun Duası

Soru: Grubun duası nedir? Bir masa etrafında oturup, bir çalıştayda olduğu gibi birlikte mi çalışmalıyız yoksa Siddur’u veya kaynaklardan bir şeyler mi okumalıyız?

Cevap: Grubun duası, herkesin aynı şeyi hissettiği zamandır. Tüm dostların kalbinde tek bir duygu olduğu zaman.

Aylardır Yaradan ile temas halinde olmanın önemini, O’nu bize nasıl bağlayacağınızı, O’nun grup üzerindeki etkisini nasıl uyandıracağınızı ve O’nun dikkatini nasıl çekeceğinizi konuşuyorsunuz. Düşüncelerinizi sürekli olarak tek bir fikre odaklayarak, görünüşte O’na hitap ediyorsunuz. O’nunla temas içinde olmak istiyorsunuz ve bunu O’ndan talep ediyorsunuz. Dua budur.

Elbette Siddur’u okuyabilirsiniz. O, 2,500 yıl önce, büyük Kabalistler olan Büyük Knesset üyeleri tarafından yazılmış ve düzenlenmiştir.

Onlar hissettikleri ve gördükleri hakkında yazdılar. Bu dualar, bu nedenle mutlaktır ve herkes içindir. Bunları okuyan herkes en azından bazı eylemlerde bulunur, ancak O’na daha çok kalbimizden, grubun kalbinden dönmeliyiz.

Yaratılan Bağımsız Mıdır?

Soru: Yaratılış, Yaradan’ın eylemlerinin bir ifşası mıdır? Yaratılan bağımsız mıdır? Yaradan’dan özgür müdür?

Cevap: Kesinlikle hayır! Yaradan’dan herhangi bir şey özgür olabilir mi? Başlangıçta, ışığın etkisiyle alma arzusunu, egoyu yaratan üst güç vardır. Ego ikincildir ve Işık ilktir. Doğada bundan başka hiçbir şey yoktur.

Onların arasında her türlü farklı eylem gerçekleşir. Hepsi birbirlerine zıttır ve bağ ve iletişim içindedirler.

“Kaç Boyut Vardır?” (Quora)

Bizler sürekli yerine getirmeye çalıştığımız, kendine hedefli arzu ve ihtiyaçlarımızın olduğu egoist bir boyutta, alma niteliği içinde yaşıyoruz.

Çevremizde zıt bir niteliğin gizli bir boyutu vardır: ihsan etme.

Bu alma niteliği içinde yaşarken, ihsan etme niteliğinin farkında değiliz. Bu zıt niteliği, alma niteliğimize ekleyebilseydik, o zaman dünyayı net ve tam olarak resmedebilirdik.

Dahası, almanın egoist boyutunda var olsak bile, onu yalnızca sınırlı bir ölçüde hissederiz ve ihsan etme boyutuyla hiçbir bağ hissetmeyiz.

Alma ve ihsan etme, evrende var olan sadece iki boyuttur ve her ikisi de öznel olarak bizimle ilişkili olarak var olurlar. Birbirlerini tamamladıkları bir duruma ulaşırsak, o zaman n-boyutlu uzayı algılarız.

Üst Akıldan Beslenme

Soru: Kolektif bilinç olgusu maddi dünyada var mı?

Cevap: Gerçek şu ki, tüm dünya kolektif bilince sahiptir. Ancak Kabalistler ondan çıkarlar. Bu dünyada yaşayan diğerleriyle bilinç ortaklığını kaybedenler, kolektif egoist bilincin üzerine çıkmak ve başka bir tür bilince girmek istedikleri için Kabalistler’dir.

Kolektif bilinç formu, bu dünyada yaşayan herkese verilir çünkü hepsi üst akıldan beslenir. Bu doğaldır. Sonuç olarak, beynimiz nedir? -sadece üst bilince bir adaptör. Daha fazlası değil. İçinde hiçbir şey olmuyor. O, bizi üstümüzde olup bitenlere bağlayan devasa bir sistemdir.

Tek Bir Düşünceye Tutunmak

Soru: Tüm eylemlerimde ve yaptığım her şeyde Yaradan’a benzemek istediğim düşüncesine tutunmak doğru mu?

Cevap: Evet, ama bu düşünce size yardımcı olacak birçok başka düşünceye de yol açmalıdır. Örneğin, Yaradan’a benzemek için gruptaki dostlarımla bağ kurmak, herkesten aşağıda olmak ya da tam tersi, onları arkamda çekmek için herkesin üzerine yükselmek vb.

İlk düşünce ana düşüncedir, ancak onu bir ana düşünceye eklenen ikincil düşünceler takip eder. Kabala bilgeliğiyle ne kadar çok meşgul olursanız, Yaradan’a nasıl yakınlaştığınızı o kadar çok takip ederseniz, içinizde daha fazla ikincil düşünceler ve arzular ortaya çıkar, ama hepsi tek bir genel ortak integrale bağlanır.

“Balinalardan Ne Öğrenebiliriz (Ya Da Öğrenemeyiz)” (Linkedin)

Yıllar önce, Leningrad’daki (bugünkü St. Petersburg) Tıp Akademisi’nde üniversite öğrencisiyken, Karadeniz’de akademinin yürüttüğü özel bir proje vardı. Yunuslarla iletişim kurmak ve onların dillerini öğrenmeye çalışmakla ilgiliydi. Proje çok fazla bir sonuca ulaşmadı ve ders alındı.

Birkaç gün önce bir öğrenci bana İsrail’de balinaların dilini ileri teknoloji ekipman, dilbilim ve Yapay Zeka kullanarak öğrenmeye çalışmak için bir projenin başladığını söyledi. Bana bunun hakkında ne düşündüğümü sordu. Ona Leningrad’daki deneyden bahsettim ve bunun da fazla bir anlam ifade etmeyeceği sonucuna vardım.

Doğadan öğrenmek istiyorsak, bu hayvanlarla iletişim kurmak için değil, doğanın matrisini, nasıl işlediğini anlamak, yaratılışın sırlarını ve onu oluşturan yaratıcı gücün mekanizmasını anlamak içindir. Balinaların nasıl iletişim kurduğunu görmenin etkileyici olduğunun farkındayım, ama sonra ne olacak? Bu bizi nereye götürür? Bize birbirimizle nasıl iletişim kuracağımızı öğretecek mi? Hayır, öğretmeyecek. Ve birbirimizle iletişim kuramıyorsak, diğer türlerin ne kadar iyi iletişim kurduğunu görmenin bize ne yararı var?

İletişim çabalarımızı kendi ilişkilerimize, aramızda sağlıklı, dengeli ve düşünceli ilişkiler kurmaya odaklamalıyız. Bu bize yardımcı olacaktır, balinalara da yardımcı olacaktır, balina sesi B’ye kıyasla balina sesi A’nın anlamını öğrenmekten çok daha fazla. Onları değil, kendimizi çalışmamız ve düzeltmemiz gerekiyor!

Tüm doğa, zaten yaşamın ve ölümün, büyümenin ve çürümenin, vermenin ve almanın dengeli ve karşılıklı olarak destekleyici olduğu, denge yasasına göre işlemektedir. Yalnızca insanlar sadece almak, almak, almak ve karşılığında hiçbir şey vermemek isterler. Ve tüm yaratılışta egosantrik ve yıkıcı olan tek varlık biz olduğumuz için, kendi iletişimimize, birbirimizle kendi ilişkilerimize odaklanmamız ve birbirimizi önemsemeyi öğrenmemiz hayati derecede önemlidir!

Bir kez bunu öğrendikten sonra, tüm yaratılışı, diğer türlerle nasıl iletişim kuracağımızı ve Dünya üzerindeki tüm yaşamın gelişmesini nasıl destekleyeceğimizi de anlayacağız. Eğer bizler yüksek benliklerimize, tüm insanlarla kalpten kalbe bağlı olmaya bakarsak, diğer tüm türlere katkıda bulunabileceğiz ve burada Dünya’daki varlığımızın bir anlamı ve amacı olacak ve tüm yaratılanlara fayda sağlayacaktır.