Daily Archives: Mayıs 4, 2021

Medeniyetimizin Sonu Ne Zaman Gelecek?

Soru: Alman bilim adamları medeniyetin sonunun ne zaman olacağını merak ediyorlar? Çin İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu gibi medeniyetler neden çöktü? Ayrıca şu soruyu da soruyorlar: “Neden medeniyetimizin böyle bir kaderden kaçabileceğini düşünüyoruz?” Neden?

Cevap: Çökmediler; basitçe diğerlerine dönüştüler.

Yorum: Alman bilim adamları şu sonuca varmışlar: Modern toplumların zayıf noktası, sistemlerinin birbiriyle yakın bir şekilde iç içe olması ve bir yerdeki sorunların başka bir yerde anında tepkiye neden olmasıdır. Afet araştırmacıları uzun zamandır gıda gibi hayati öneme sahip ürünlerin yerel olarak üretilmesini savunuyorlar. Diyorlar ki: “Bütün sorun, bağlı olmamızdır!”

Cevabım: Alman bilim adamları ve onların diyalektiği ile gerçekten ilgilenmek istemiyorum. Sadece bir şey söyleyeceğim: nerede olduğumuzu ve hangi doğa yasalarına göre hareket etmemiz gerektiğini anlamamız gerekiyor. Doğanın kanunlarını bir şekilde kabul etmeye çalışsak veya darbelerden kaçınmak için içlerinde manevra yapsak bile, hiçbir şey bize yardımcı olmayacaktır.

Kaderimizin neye bağlı olduğunu anlamalıyız. Kaderimiz nihayetinde sadece kendimize bağlıdır. Bu, yalnızca genel doğa yasasına, yaratılışın tüm parçalarının birbiriyle mutlak bağ yasasına nasıl benzeyeceğimize bağlıdır. Amma velâkin, bu mutlak bağ insanlardan geçer ve insanlarda biter.

Cansız, bitkisel ve canlı doğa vardır ve bunların tümü dördüncü derece olan insan doğası ile de bağlantılıdır. Bu derece, bağı sağlayamaz, yalnızca kendi iyiliği için hareket eder, diğerlerini tamamlayıcı değildir. Doğanın hiçbir parçası, diğer kısımları öldüren bir şey yapamaz.

Cansız, bitkisel ve canlı doğa birbirini kullanır. Var olmak için birbirlerini tüketirler ve kullanırlar ve karşılığında başkalarını beslerler. Bu böyle yapılır. Ancak, bizler evrensel döngünün bu yasasını ihlal ediyoruz. Görünüşe göre insanlar doğanın ana zararlılarıdır.

Buna rağmen kendimizi doğanın ayrılmaz, iyi ve normal bir parçası haline nasıl getirebiliriz? Sadece bu doğayı inceler, yasalarını anlar ve onlara uyarsak. Bu, hayvansal seviyede tam olarak ihtiyaç duyduğumuz kadarını tüketmek anlamına gelir, sadece yaşamı sürdürmek için, daha fazlasını değil!

Çünkü bizim seviyemizde, vücudumuz seviyesinde bizler hayvanız. Eğer biz hayvan isek, o zaman onlar gibi davranmalıyız yani hayvansal bedenimizin gerektirdiğinden fazlasını tüketmemeliyiz. Ne daha fazla, ne eksik, sadece yeteri kadar. Bu ilk koşuldur.

İkinci koşul, etrafımızı saran doğaya hiçbir şekilde zarar vermememiz gerektiğidir. Bu, onun her seviyesi için demektir  (cansız, bitkisel ve canlı derece) insandan bahsetmeye bile gerek yok. Doğanın hiçbir yerine zarar vermemek!

Her tür gibi, sadece ihtiyacımız olanı tüketmeliyiz. Daha fazlasını değil. Daha fazla tüketirsek, bu bizim zararımıza olur. Su olmadan bir ağaç dikin, ona ne olur? Onu suda boğulacak şekilde dikin, ona ne olur? İhtiyaç duyduğu kadarına ihtiyacı vardır. Bizlerin de öyle.

Bu nedenle, çevremizdeki doğa ile aramızdaki bu içsel dengeyi bilmek ve sürdürmek, onsuz hayatta kalamayacağımız bir zorunluluktur. Bilim adamlarının ne söylediği ve bize ne tavsiye ettikleri bizim için önemli değil.

Yorum: Ama insanlar, mantığıyla akıl yürütürler. Birbirimize bağlıysak ve virüs bir yerden kaynaklanıyorsa, hemen tüm dünyaya yayılır.

Cevabım: Ne yapabilirsiniz? Diyalektiğe karşı gelemezsiniz, aramızdaki bağın sürekli gelişmekte olduğu gerçeğine karşı gelemezsiniz. Buna karşı çıkamazsınız. Sadece bu bağı insanlığa nasıl faydalı hale getirebileceğinizi bilmeniz gerekiyor. Hepsi bu.

Yorum: Bu düşünce yüzyıllarca insanların içinde yaşadı. Muhtemelen bu yüzden aşırı tüketimi yasaklayan dinler ortaya çıktı. Bu nedenle insanlığı eşitlemek isteyen diktatörlükler ortaya çıktı. Bundan hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey.

Cevabım: Ben  kişiyi bastırmayı teklif etmiyorum. İnsanlara doğanın ayrılmaz yasasını öğretmeyi öneriyorum. O zaman kişi doğru davranacaktır çünkü doğayı iyi ya da kötü olarak ne kadar etkilediğini görecektir. Ancak bu, insanların bu küçük gezegende yaşadığımız çevreye ilişkin farkındalığına bağlıdır.

Soru: Öyleyse, şu ya da bu şekilde buna getirilecek miyiz? Çoktan yaklaştık ve buna getirileceğiz, değil mi?

Cevap: Elbette.

Soru: Baskı ile değil, barış içinde ilerlemek istiyorsak doğru eğitim ne olmalı? Bir kişiye sadece ihtiyacı olan şeyleri nasıl kullandırtabilirim?

Cevap: Sadece, tüm insanların birbirleriyle tam, doğru ve iyi bir bağ içinde bütünsel gelişimi yoluyla. Herhangi bir şiddet kullanmadan!

Buna gelmezsek, o zaman doğa bunu bize farklı bir şekilde öğretecek.

“Omer Sayımı Nedir?” (Quora)

Omer hasat edilen ve birbirine bağlanan ürünlerden toplanan bir demettir. “Omer” in manevi anlamı, yedi ardışık bağlantı seviyesi olan, ulaştığımız seviyelerin bir paylaşımıdır (sayma, numaralandırma). Bağ, her seviyede daha güçlü ve daha sıkı hale gelir ve ve böyle bir süreçte yedi Sefirot’umuzu yani Hesed, Gevura, Tiferet, Netzah, Hod, Yesod ve Malkut’un Sefirot’unu sürekli olarak sayarız.

Bu Sefirot’ların her biri başka bir yedi Sefirot’tan oluşur örneğin, Hesed’in Hesed’i, Hesed’in Gevura’sı, Hesed’in Tiferet’i, Hesed’in Netzah’ı vb. Yedi kere yedi eşittir 49’ dur yani Tora’da Omer sayımıyla ilgili konuşulan 49 günün geldiği yer burasıdır.

Omer sayımı sırasında,  geri kalan her şeyle bir Omer’e nasıl bağlandıklarına dair içsel niteliklerimizin iç gözleminden ve incelemesinden geçeriz. Bu tür bir bağ, İsrail halkının Mısır’dan kaçmasına yardımcı olandan farklıdır. Omer sayımı, Pesah Bayramı’nın ikinci gününde başlar. Bu, her birimizin hangi Sefira’da ve koşulda, alma arzumuz üzerinde ıslahımızı gerçekleştirdiğimizi incelediğimiz bir zamandır.

Birbirimize gittikçe daha fazla bağlanıyoruz yani demeti demetimize ekliyoruz ta ki kendimizi Sina Dağı’nın eteklerinde dururken bulana kadar. Sina Dağı’nın manevi anlamı bir nefret dağıdır (“Sinah” [“nefret”] kelimesinden “Sina” ). Bizi birbirimize ve Yaradan’a bağlanmaktan ayıran, muazzam ego boyutunu keşfettiğimiz zamandır. Bu duruma Omer sayımının 50. gününde yani giderek daha fazla bağ kurabilmek için kendimizi ıslah etme sürecinde ulaşıyoruz.

Başka bir deyişle, ne kadar çok bağ kurarsak, doğuştan gelen egomuzun bizi gerçekten bağ kurmaktan alıkoyduğunu o kadar çok keşfederiz. Bununla birlikte, son derece bölücü egoist doğamızın keşfiyle birlikte, “Arvut” un (karşılıklı garanti) koşulu olarak ifade edilen, büyük bir bağlanma arzusu geliştiriri . Yani,  bir Omer’de  birbirimize bağlanmak isteriz ama egolarımızı iptal edecek gücümüz yoktur. Böylece, Tora’nın koşullarına ve yöntemine giderek daha fazla bağlanmak ve böylece egoyu kademeli olarak ıslah etmek için kabul ederiz ve ayrıca egoyu tamamen ortadan kaldırmayız.

Bu nedenle Omer sayımı, birbirimizle ve bizi bağlayan sevgi ve ihsan etme gücü olan Yaradan ile derin bir manevi bağa doğru ilerlememizin başlangıcını temsil eder. Birbirimiz arasında daha ıslah olmuş bir gelecek pozitif bağ durumuna doğru geçirdiğimiz bir süreci tanımlar, böyle bir duruma giden yolda, egomuzun büyüklüğünün bağımızın önünde durduğunu keşfederiz. Bu yolda birkaç içsel çelişki ve paradoks deneyimleriz ve nihayetinde içimizdeki küçük bir nokta – “kalpteki nokta” olarak adlandırılan manevi arzumuz – egoist benliğimizin yapamadığını, Sina Dağı’na tırmanmamızı sağlar.

Olumlu bir şekilde bağlanma yolumuzda duran ego biçiminde büyük bir engel düşüncesi de Babil Kulesi’yle ilgili hikâyede ifade edildi.  Bununla birlikte, Sina Dağı ile tamamen farklı bir biçim alır ve tamamen yeni bir seviyede var olur. Spesifik olarak, Babil koşullarından ve Mısır’dan çıkıştan geçtik ve eğer egonun üstüne çıkarsak, o zaman onun zirvesinde, bağımızın içinde Yaradan’ı keşfedeceğimizi anlamaya başlarız.

Maneviyat, aynı yerde bulunan zıt durumlar aracılığıyla elde edilir. Birbirimizle pozitif bağımızı artırmayı hedefliyoruz ve bu süreçte büyük bir egoyu yani gurur, kibir ve bu tür koşulları kontrol edememe durumumuzu keşfediyoruz ve ayrıca başımızı eğmeye razı oluyor ve Yaradan’a (bağımızın içinde bulunan sevgi ve ihsan etme gücü) gerçekten bağlanmak ve keşfetmek için egomuzu ıslah etme ihtiyacını kabul ediyoruz.