Monthly Archives: Nisan 2021

Doğamızın Kötülüğünü Fark Etmek

Yorum: Kişi egoizminin kötü olduğunu fark ettiğinde, Musa (Limşoh kelimesinden, çekmek)  niteliği onun içinde ifşa olur ve onu egosundan çıkarmaya başlar.

Cevabım: Musa, Firavun’un kızı Batya tarafından büyütüldü. Bu ortamda büyümüş, Firavun’un bilgeliğini edinmiş ve hayata karşı tüm bencil tavrıyla Firavun gibi olmuştur.

Soru: Bu bizim özgecil eğilimlerimizin bile egoizme dayandığı ve ondan geliştiği anlamına mı geliyor?

Cevap: Neler olduğunu görüyoruz, tüm insanlık bencilce gelişiyor. Ancak şimdi güçlü egoist eylemlerimizin filizleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor: bu Dünya’ya yaptığımız şeyler, her şey ne kadar anlamsız ve sadece bizim zararımıza. Bu hayatı yaşıyoruz, birbirimiz için mahvediyoruz ve ölüyoruz. Bu bizim varoluşumuzdur.

Bu nesilde ifşa etmemiz gereken şey, egoist doğamızın kötülüğünün bu şekilde farkına varılmasıdır.

Maneviyatı Kendi Kendinize İfşa Etmek Mümkün Mü?

Soru: Kişi kendi başına maneviyatı içsel yansıma yoluyla ifşa edebilir mi?

Cevap: Hayır. Bu çok zordur. Yıllar ve yıllar süren bir araştırma gerektirir. Bunun mümkün olduğuna inanmıyorum. Prensip olarak, tarihte bu tür vakalar olmuştur, ancak ben bunu beklemezdim.

Sadece doğanın olumlu gücünü edinmiş olanların önerdiği yöntem burada bize yardımcı olabilir. Onu takip etmeli ve kendi içinizde ifşa etmelisiniz.

Soru: Tek bir kişi bunu yapamaz, ancak bir grup insan, üst doğaya bağlanabilir mi?

Cevap: Evet. Bu olumlu gücü, aralarındaki uyum arayışında bulurlar.

Twitter’da Düşüncelerim / 13 Nisan 2021

Grubu dünyadan daha önemli kılmalıyım ki beni yukarı çeksin, tıpkı dünyanın beni beş para etmez değerleriyle içine çekmesi gibi. Üst gücün grup içinde nasıl işlediğini hissetmek zorundayım.

O zaman grupta Yaradan’ın yüceliği hakkında konuşmalıyım çünkü büyük olanın önünde kendini iptal etmek kolaydır.

Pesah’ta Neyi Kutlarız?

Soru: Manevi çalışmada “Mısırlılar” ve “İsrailliler” kimlerdir?

Cevap: Tora, insandan, tüm dünyayı içeren bir nesne olarak bahseder. Her şey bir insanın içindedir.

İçimizdeki Mısırlılar egoist güçlerdir; İsrailliler özgecil güçler veya özgecil olmak isteyen ama Mısırlılar (egoizm) tarafından yönetilen güçlerdir.

Firavun, kendimizi içinde bulduğumuz tam egoizmi temsil eder.

Yaradan, Firavun’u, Musa’yı ve diğer herkesi yöneten üst güçtür. Görevi, tüm yaratılışı O’nun gibi, özgecil hale getirmektir. Ancak bu, egoizmin kötü olduğu ve bundan çıkış yolu olduğunun farkında olmayı gerektirir.

Musa, Yaradan’ın bir parçası olan, insanın içinde bulunan ve onu en yüksek manevi niteliklerin ifşasına ve anlaşılmasına doğru ileriye çeken bir güçtür.

Kişi, hangi arzularının egoist, hangilerinin özgecil, hangilerinin Yaradan ile bağ aradığını ve hangilerinin Firavun’a tutunduğunu hissettiğinde, bu güçler arasında etkileşimler meydana gelir.

Böylece onları ayıklar ve yaptığı çalışmalar sonucunda kendisine hangi sesin konuştuğunu, tamamen Firavun’un egemenliği altında olduğunu anlar. Kişi nereye dönerse dönsün, Firavun içinde gizlenir.

Tüm dünyevi egoistik arzularının üzerinde, zaten ihsan etme ve dost sevgisi uğruna çalıştığını düşünür, ama yine de onları sürekli olarak içinde ortaya çıkarmaya devam eder. Sonunda sadece umutsuzluğa kapılmakla kalmaz, Firavun’un her şeye yüzde yüz sahip olduğuna ikna olur.

Fakat aynı zamanda içinde Musa adlı özel bir nokta belirir ve Firavun’a karşı çıkar. Onunla bir kavgaya girer ve egoizmimizin üstesinden gelmek zorunda olduğu on Mısır vebasına mahkûm olur. Böylece insan, egosundan kurtulabileceğini anlamaya başlar. Ama nasıl? Henüz net değildir.

Bu hisle, bir yandan kurtuluşun nasıl gerçekleşeceğinin açık ve net olmadığı karanlık bir geceye girer, ancak diğer yandan bunu tutkuyla arzu eder. Bu geceye Pesah Bayramı’nda kutladığımız Mısır’dan çıkış gecesi denir.

“Sola, Sağa Ama Daima İleri” (Linkedin)

Nazizm’i yaşadık ve Komünizm’i yaşadık; Sosyalizmimiz oldu ve Kapitalizmimiz oldu. Otokrasimiz oldu, Demokrasimiz oldu, Monarşilerimiz oldu ve Cumhuriyetlerimiz oldu. Hayat zıtlıklardan oluşur: sol-sağ, güneş-ay, sıcak-soğuk, kış-yaz, nefret-sevgi, neşe ve üzüntü. Biri olmadan diğeri olmazdı; ikisi olmadan, varoluş olmazdı. Ama eğer biz var isek, bu her ikisine de sahip olduğumuz anlamına gelir.

Hayat durağan değildir; sürekli gelişiyor, daima ileri doğru hareket ediyor. Katman katman, yaşam gelişir. Yeni bir katman ortaya çıktığında, onun iki zıtlığı tezahür eder, bir süre birbirleriyle savaşırlar ve sonunda ikisi de diğeri olmadan var olamayacağını anlarlar ve böylece bir bağ oluştururlar. Daha sonra bu bağ, sıradaki bir sonraki katmanın başlangıcı için temel olur.

Evrimin fiziksel katmanlarının tümü mevcut olduğunda, zıtlıkların daha ince katmanları ortaya çıkmaya başlar. Bu insanlar âlemidir. İnsan seviyesinde, katmanlar fiziksel değil, entelektüel, duygusal, ideolojik ve manevidir. Ancak aynı kural her zaman geçerlidir; başka hali yoktur. İdeolojiler, ekoller ve uygulamalar her zaman birbirine zıt çiftler halinde gelir. Bazen eşzamanlı olarak ve bazen de dönüşümlü olarak tezahür ederler, ancak eğer biri varsa, diğeri vardır, olmuştur veya olacaktır.

Şimdi, savaş ve barış benzersiz bir çift zıtlık. Gerçekliğin evriminde belli bir yere sahip değillerdir. Buna karşılık, her bir katmanda tezahür ederler. Savaş, tarafların birbirlerinin varlığına karşı çıktıkları katmanın ilk aşamalarını temsil eder ve barış, kabul ettikleri ve sonunda birbirlerini kabullenip destekledikleri aşamayı temsil eder. Her iki taraf da diğerinin vazgeçilmez olduğunu anladığında, eski düşmanına karşı tutumunu, birbirlerinin hoşgörülü, kabul edilen ve hoş karşılandığı hale geldiği bir bağ oluşturana kadar değiştirir. Bu bağ, sırayla, sürecin yeniden meydana geldiği bir sonraki katmanın ortaya çıkışının temeli olur.

Bu arada, İbranice “barış” kelimesi Şalom’dur. Şalom, savaşın olmadığı anlamına gelmez, daha çok “haşlama” [kabul veya tamamlama] ve “şlemut” [bütünlük] kelimelerinin kökünden gelir. Dolayısıyla gerçekte her yeni tabakanın ilk aşaması savaş, yani hâkimiyet mücadelesidir ve taraflar arasındaki karşılıklı bağımlılığın kabulü ve ardından kurdukları bağın kabulüne işaret eden barışın tesisi ile tamamlanır.

Her spor takımı ve ordu birimi, üyeleri arasındaki bağın önemini bilir. Kurdukları bağ, genellikle zafer ile yenilgi, yaşamla ölüm arasındaki farktır. Bir toplum için barışı tesis etmek, yani içlerindeki çelişkileri ve zıtlıkları karşılıklı olarak kabul etmek ve aralarında bir bağ kurmak, daha fazla değilse de aynı derecede önemlidir. Bu şekilde çalışmak, böyle bir toplumu doğanın geri kalanıyla, gerçekliğin “motoru” ile senkronize eder.

Mevcut durumda insanlar, tükenene ve karşı tarafın varlığını gönülsüzce kabul edene kadar birbirleriyle ölümüne savaşıyorlar. Hayatın bir dizi işkence gibi görünmesi şaşırtıcı mı? Zıtların ortaya çıkma ve sonunda birbirine bağlanma mekanizmasının farkında olsaydık, hayatın nasıl olacağını bir düşünün. Hayatlarımız sadece sonsuz derecede hızlı ve tamamen acısız bir şekilde ilerleyip gelişmekle kalmaz, aynı zamanda her an bir kutlama olurdu. Zıtlıkları muhalefet olarak değil, mücadele anlarında ne kadar alçalırsanız, barış zamanlarında o kadar yükseğe zıpladığınız bir trambolin gibi deneyimlerdik. Trambolinde zıplamayı sevmeyen çocuk var mıdır? Ve bir kez sıçramanın zirvesine geldiğimizde, bir sonraki inişi önceden tahmin edip hoş karşılayacağız, hatta bunun eskisinden daha yüksek bir başka sıçramaya yol açacağını bileceğiz.

Öyle görünüyor ki, asık suratlı ve kederli bir toplum ile neşeli ve canlı bir toplum arasındaki fark, yalnızca gelişimin ilerleyişinin farkındalığı ve anlayışıdır. İnsan gerçekliğin nasıl çalıştığını ne kadar çok anlarsa, hayata olumlu ve yapıcı bir perspektiften bakacak ve o kadar mutlu olacaklardır. Sevdiklerinizi mutlu görmek, insanların bağ kurmaya çalıştığı uyumlu bir toplumda yaşamak istiyorsanız bu sözleri iletin; Tüm gerçekliği sola, sağa, ancak her zaman ileriye götüren zıtları tamamlama ilkesi olan, barış yapma ilkesini bilmelerini sağlayın.

Neslin İhtiyacı

Soru: Bir yandan, genç neslin bir hedefi var çünkü belirli bir küresel yönde gelişiyorlar. Öğrencilerden seçtikleri mesleğin amacını bildirmeleri istendiğinde, % 99’u insanlara yardım etmek istediğini söylemiş. Bunu yaparken farklı bir dünya yaratmak istiyorlar. Kendilerini sanal gerçekliğe kaptırıyorlar ve şöyle diyorlar: “Bu dünya benim için ilginç değil, acımasız ve kirli ve burada kendi dünyam var ve bu dünyada yalnız değilim.”

Böyle bir tavırları varsa bu hedefi nasıl gerçekleştirebilirler?

Cevap: Hiçbir şey yapamazsınız. Her şey, dünyamızla hayal kırıklığına uğramaları ve gerçekten farklı olması gerektiğini anlamaları için özel olarak düzenlenmiştir.

Bu bazı maddi nesnelere ve dünyevi ilişkilere değil, daha derin, içsel hislere ve ilişkilere dayanmalıdır. Bu, mevcut neslin ihtiyacı olan şeydir.

Bu nesil çok özel ve bir şekilde onlara hayran olmama neden oluyor.

Manevi yükselme metodunu öğrenmeye hazırlar, ancak metot onlar için henüz hazır olmayabilir. Metoda adapte olmaları ve metodun onlara adapte olması biraz zaman alır. Bu nedenle onların, bunun hakkında konuşmaya, göstermeye, önermeye ihtiyaçları var. Umarım bu bağ yakında gerçekleşir.

Mısır Karanlığı

Yorum: Sekiz Mısır vebasından sonra dokuzuncu darbe gelir: Mısır karanlığı. Eğer doğru anlıyorsam, bu, şu anki koşulu içinde bir kişinin tam bir haz eksikliği hissettiği anlamına gelir.

Benim cevabım: Daha ziyade umutsuzluk olduğunu söyleyebilirim; kişi önünde hiçbir şey olmadığını ve geride hiçbir şey kalmadığını anlar, ancak bu durumda kalmayı kabul eder.

Her veba, ihsan etme niteliğini, sizin için kabul edilebilir tek nitelik olarak kabul ettiğiniz bir koşuldur. Görünüşe göre, şimdi karanlıkta bir kimseden istenen tam ihsan içinde, kişi bunu kabul eder.

Soru: Karanlığı nerede hissediyor? Egoizminin içinde mi?

Cevap: Evet. Egoizm artık ona hiçbir şekilde ilham veremez, artık hiçbir şeye yönlendiremez. Kişi, bunun büyük bir kötülük olduğunu, onun sadece elimine edilebileceğini,  ondan beslenemeyeceğini, onun içinde gelişemeyeceğini anlar çünkü bu durum içinde hiçbir şey inşa edemez.

Prensip olarak on vebanın tümü, ruhumuzu oluşturan on egoist arzudan on vazgeçiştir.

Soru: Kişi karanlık hissettiğinde bu depresyon değil midir?

Cevap: Hayır. Asla! Yaradan’a ancak bu şekilde ulaşabileceğini anlayan bir kişinin ileri doğru güçlü bir hareketidir.

 

Kaynaklara Karşı Doğru Tutum

Soru: Kaynaklarla doğru bir şekilde bütünleşebilmek için, kaynakları okurken arzu edilmesi gereken doğru şey nedir?

Cevap: Bize verilen her şey, kişinin bilip bilmediğine, anlayıp anlamadığına, İbranice konuşup konuşmadığına veya bununla hiçbir ilgisi olmadığına bakılmaksızın, onu Yaradan’a bağlayabilmesi için gereklidir. Bu, ne bildiğinden veya anladığından bağımsız olarak herkes için geçerlidir.

Bu yüzden, ders sırasında kaynakları okuduğumuzda veya Kabala bilgeliğinin hangi bölümünü çalışırsak çalışalım, sadece şunu düşünmelisiniz: Bilge adamlar olmadan “Yaradan ile minimum bağa nasıl ulaşabilirim”! Göreceksiniz ki bu aslında çok basittir, hatta metne karşı, işe yarayan naif bir tavır diyebilirim.

Üst kaynağa tutunmak ve her yönden kendimize odaklamaya başlamak için kullanabileceğimiz daha fazla araçtan bahsediyoruz.

Dünyada Hiç Barış Olacak Mı?

Soru: Şu anda birçok insan Üçüncü Dünya Savaşının çoktan başladığına inanıyor.  Fütürologlardan Papa’ya kadar herkes bu konu hakkında açıkça konuşuyor.  Birçoğu bu savaşın bölümler halinde gerçekleştiğini kabul ediyor.  Henüz büyük resimde görünmedi, ancak birçok düzlemde zaten devam ediyor.

Virüsün insanlığa getirdiği sonuçlar, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının sonuçlarıyla karşılaştırılabildiğinden, Üçüncü Dünya Savaşı’nın Koronavirüs’e karşı bir savaş olduğuna dair daha da egzotik bir görüş var.

Üçüncü Dünya Savaşı’nın bizi gerçekten beklediğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Maalesef, olabileceğini düşünüyorum.  Bunun olup olmayacağı değil, bunun hakkında konuşmak istemiyorum.  Ama olabileceği gerçeği bulunuyor.

Gerçek şu ki, insanlık sürekli bir rekabet içinde, birbirleriyle rekabet henüz bir dünya savaşı değil.  Bir dünya savaşı, insanları yok ederek birbirimizi yenmek istediğimiz zamandır.  En azından şimdilik bunu görmüyoruz.

Ayrıca virüsten bir silah olarak bahsetmek de imkansız.  Biz onda herhangi bir yön göremiyoruz.  Bunu Çinlilere veya başka birine atfetmeye gerek yok.  Doğal olarak pek çok fikir, plan var ama bu bir savaş değil.

Üçüncü Dünya Savaşı, süper güçlerin devasa nükleer güçlerinin harekete geçirileceği bir nükleer savaş anlamına gelir.  Bunun olacağını düşünmek istemiyorum ama mümkün.

Soru: Dünyada hiç barış olacak mı?

Cevap: Bir gün olacak.  Bir gün, insanlara başka bir yol olmadığını fark ettirerek ve herkesi egoizmin üzerine çıkararak veya büyük bir ıstırap yüzünden, az sayıda insan Dünya’da kalacak ve gelişimlerine tamamen farklı bir seviyede, tam bir karşılıklı yardımlaşma, karşılıklı ihsan etme ve karşılıklı bağ içinde yeniden başlamaktan başka çarelerinin olmadığını anlayacaklar.

Musa’nın Elindeki Asa

Musa, bir kişinin tüm arzularını ortaya çıkarmak isteyen bir güçtür. İyi olmaya, maneviyat ve ihsan etme özlemine, dostlarımla bağ kurmaya, herkesi sevmeye ve bu dünyanın pisliği üzerine yükselmeye karar veririm. Karar verdim! Ama bir sonraki an iyi niyetimi unuturum ve her şey yine eskisi gibi devam eder. Bu herkesin başına gelir. Öyleyse ben ne yapacağım?

İlerlemeye ve insanların diğer tüm arzularını çekmeye karar veren güce Musa denir. Ve Musa diğerlerini kendisiyle birlikte çıkaramayacağını görür. Sonra Yaradan’a: “Ama bana inanmayacaklar!” diye yakınır.

Bedeninizi, çalışmak için yataktan kalkmanız, dostlarınızla bağınızı güçlendirmeniz ve bağlantınız üzerinde birlikte çalışmanız gerektiğine ikna edersiniz. Kalbimi ikna etmeye çalışırım, ama o beni dinlemek istemez. Ricalarımdan etkilenmez, yani bunun yapılması gerektiğine inanmaz.

O zaman Yaradan, Musa’ya asayı yere atmasını emretti, asa bir yılana dönüştü. Musa çok korktu ve kaçtı. Gerçek şu ki, sadece iki durum vardır: egoizm veya kutsallık ve orta yol yoktur. Eğer onu yere atarsan, aynı asa yılana dönüşür.

Maneviyata bu dünyanın değerlerinden daha fazla değer vermezsem, o zaman asam bir yılana dönüşür ve tabi ki manevi yoldan kaçarım. Bu nedenle maneviyatın değerini görmesem bile onu arttırmalı, yılanı kuyruğundan tutmalı, kaldırmalıyım ve o, asa haline gelecektir.

Asa mı yoksa yılan mı olduğu sadece kişinin kendisi tarafından belirlenir. Yani, ya maneviyata, bağa ve ihsan etmeye ya da bedenselliğe, dostlarımdan ve ihsan etmekten ayrılığa doğru, nasıl ilerleyeceğime ben karar veririm ve buna asa ya da yılan denir. Her şey neye daha çok ya da daha az değer verdiğime bağlıdır, yani öncelikler ölçeğime göre çalışmam gerekir.

Bu çalışma esas olarak dostlarımın maneviyata ne kadar değer verdiğinden etkilendiğim onlu içinde yapılır. Herkes, maneviyatın onun için bedensellikten çok daha önemli olduğunu dostlarına göstermekle yükümlüdür ve bu nedenle: “Her biri dostuna yardım etti.” denir. Bu en önemli şeydir.

Yılan, benim için tüm niyetleri temsil eder ve üstlerinde olmak için onları başından tutmalıyım.

Yaradan, Musa’nın gelişmesi ve ilerlemesi için, ona asayı vererek öğretir. Bu, bedenselliğin her zaman maneviyattan daha düşük önemi olacağı anlamına gelir ve bu da yolu açacaktır. Fakat maneviyatın önemini yüksek tutmazsanız ve asayı yere atarsanız ve maneviyatın özellikle önemli olmadığına, cennetin dünyadan daha önemli olmadığına karar verirseniz, o zaman asa hemen bir yılana dönüşecektir. Bu şekilde Yaradan, manevi yükselmenin korunması gerektiğini gösterir.