Monthly Archives: Nisan 2021

“Exodus (Göç) 12:38′ deki Karma Çokluk Kimdi?” (Quora)

Bir ulusu – bir insanın içinde ve dışında – üç kısma ayırabiliriz. Yaradan’ı arzulayanlara “İsrail (Yaşar-Kel)” denir. “Mısırlılar” olarak adlandırılanlar maneviyatla ilgilenmezler ve bunun yerine maddi yaşamlarıyla ilgilenirler. Karma çokluk, bir yandan Yaradan’dan korkan, diğer yandan da Yaradan ile bağlarını bencilce kullanmaya çalışanlardır.

Çoğu insan Yaradan’a veya daha yüksek bir güce inanır. Kişinin Yaradan’a olan arzusunu ifade eden değişik metot ve öğretiler vardır. Ateistlerin bile Yaradan’la bağlantı kurmayı arzulayan içsel bir noktası vardır ve bu, onların varoluş için en içte mantıklı düşünmelerini tanımlar.

İnsanlar iki türe ayrılır: Biri hayatta güven ve başarı kazanmak için, Yaradan ile bağlarını kullanan dinlere ve diğer inanç yöntemlerine bağlı olanları tanımlar. Diğeri ise, bu hayatta Yaradan ile bağlarını keşfetmek isteyenleri tanımlar. Yaradan’ın ifşasını talep ederler ve O’nu kendi içlerinde keşfetmek isterler. Beş duyuyla algıladığımız, cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinin üzerinde ek bir gerçeklik katmanı ortaya çıkarmak isterler.

En derin ruhsal özlemimiz, Kabala metodu ile gerçekleştirilebilir. Bizi gerçekte her şeyi belirleyen en yüksek yönetim gücünün hissine götürür. Kabala bilgeliği, biz bu dünyada hayattayken bizi böyle bir edinime hazırlayabilir.

Öyleyse insanlar, tek arzuları kendilerine hizmet etmek olduğunda, karma çokluğun Yaradan’dan – mutlak sevgi ve ihsan etme niteliğinden – korktuğunu nasıl düşünebilirler?

Yaradan’la bağımızı bencilce veya özgecil bir şekilde kullanabiliriz. Yaradan ile bencil bir bağ, bizi Yaradan’a doğru tüketiciler olarak konumlandırır. Böyle bir bağ sürekli olarak kendimizi hedefleyen bir tatmin talep etmemize neden olur. Bu yalnızca, yaşama karşı doğamız gereği bencil eğilimimizin bir devamıdır. Yaradan’ı bencilce hedeflerken, gerçekte korktuğumuz her şeyi kapsayan bir güç olduğunu kabul ederiz, ancak bilinçli olarak böyle bir kabul için bir ödül talep ederiz. Öyleyse bu hayatta ve / veya sözde öbür dünyada ödüllendirileceğimizi umarız. Yaradan’la böylesine bencil bir ilişkiye “karma çokluk” denir.

Mısırlılar (Tora’da), Yaradan ile bağı olsun ya da olmasın sadece iyi bir yaşam isterler. Bu dünyada gözlemlediğimiz basit tüketici tutumu budur. Belirli emirleri ve eylemleri yerine getirebilirler, ancak bu tamamen özgecil olmak için değildir yani “Komşunu kendin gibi sev” ana buyruğunu gerçekleştirmek için değildir.

Karma çokluk, Mısır’dan çıkışı yani bencil egodan çıkıp başkalarıyla sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı içeren bir hayatı yaşamayı reddeden egoist arzulardır, Kızıldeniz’i geçemezler ve Mısır’a dönmek isterler. Mısır’daki kölelikten kaçmak isteyenleri yani ego tarafından kontrol edilenleri durdurmak için ellerinden geleni yaparlar. Yaradan kadar özgecil ve sevgi dolu olmaya çabalayanlarla aynı doğrultuda yaşarlar.

Yaradan gibi özgecil ve sevgi dolu olma yolunda olanlar, yolda “karma çokluk” olarak adlandırılan arzularla karşılaşmak zorundadır çünkü bu arzular sonuçta Yaradan’la bağ kurma konusundaki gerçek arzumuzu diğerlerinden ayırt etmemize yardımcı olur: tüm memnuniyet ve iyiliği Yaradan uğruna olmasını istemek dışında,  kendimize yönelik bir ödül istemeyiz.

Her insanda, her manevi derecede geniş bir arzu yelpazesi ortaya çıkar. Bu arzuları nasıl kullanacağımızı ve bunları Kabalistik kaynakların yardımıyla nasıl çözeceğimizi öğrenebiliriz, yani, Malhut (alma) ve Bina’nın (ihsan etme) niteliklerini ayırmak ve ihsan etme niteliklerinin değerini almanınkilere göre yükseltmek için. Bu, Yaradan gibi özgecil ve sevgi dolu olmak için, birbirimize olumlu bir şekilde bağlanmayı hedeflediğimiz, manevi olarak destekleyici bir ortama girerek yapılır.

Kadınların Hedefi

Soru: Bir kadının kendine ait bir şeye sahip olması önemlidir. Bir erkek de artık herhangi bir çerçeveye tahammül etmemekte. Neden?

Cevap: Kadın da sınırlarının ötesine geçmekte. Daha önce onun için esas şey ev, aile, çocuklar ve bir kocaydı. Evden ayrılmak zorunda bile değildi.

Soru: Çevrenin, onu bunu yapmaya zorlaması mümkün mü?

Cevap: Hayır, kimse onu bir şey yapmaya zorlamadı. Bu gerçekten böyle. Kadının çocukları varsa ve ailede her şey normalse, o zaman bu onun için doğru varoluştur.

Bugün çocuklarından, kocasından veya ailesinden herhangi bir tatmin almıyor. Bir insan bir şey için hala var olmalı, haz almalıdır. Bu nedenle, tatmin olmadığını hisseden bir kadın, söyleyebilirim ki umutsuzluktan, ailede tatmin olmamaktan dış dünyaya gider.

Yorum: Araştırmalar, evli kadınların çok dengesiz bir ruhuna sahip olduğunu söylüyor. Sürekli bir psikoloğa danışmak zorunda kalıyorlar.

Cevabım: Bu korkunç. Kadın, aile ve çocuklar için yaratılmıştır. Bu her zaman böyleydi, özellikle de damatsız hiçbir kızın kalmamasına özen gösterdikleri Yahudi toplumunda, çiftin her zaman en azından bir miktar geçim ücreti vardı. Bu aslında bize emredildi.

Toplumun görevi kadını yalnız bırakmak değil, ama onun için doğanın yarattığı ortamı yaratmaktır. Bu nedenle, çok önemli bir sosyal işlev çöpçatanlık, vasilik ve genç çiftlere bakmaktı. Toplum bunu sadece ebeveynlerin omuzlarında bırakmadı.

Çöpçatanlık sadece ilginç bir meslek değil, aynı zamanda çok çeşitli sosyal sorunlara bir çözümdür. Bu bakım kurumu eski zamanlardan beri devam ediyor, zaten binlerce yaşında. Çok ciddi nedenlere dayanıyor – içinde var olması gereken, düzgün bir şekilde inşa edilmiş ailesinin içinde olmadan tek bir kişi bırakmamak.

Pesah – Dünyanın Özgürlük Kutlaması

Soru: Pesah kutlaması. Yahudi halkının Mısır köleliğinden nasıl çıktığını anlatır. Aslında Kabalistler için farklı görünür. Bizler egoizme sahibiz- doğamız ve bizler burada bu egoizmden nasıl çıktığımız hakkında konuşuyoruz.

Şimdi bunun bir Yahudi bayramı değil, özellikle dünyada yaşanan olaylar göz önüne alındığında, bir dünya bayramı olduğunu hissediyorum.

Pesah dünya için ne anlama geliyor? Onun hakkında ne hissediyorsunuz?

Cevap: Dünya kötü hissediyor. Ama bunun sebebini bilmiyor. Kendini kötü hissetmesinin tedavisini de bilmiyor. Bir çocuk gibi, kendini kötü hissediyor ve hepsi bu kadar. Konu hakkında kötülüğün farkına varılması yani acının nedeni yok.

Acı çekmenin nedeni, egoizmin, bazen biraz donup sonra aniden bir sarsıntıyla büyüyen büyük, ani artıştır.

Soru: Öyleyse, dünyanın artık Mısır köleliğinin içinde, egoizmin köleliği altındaymış gibi hissettiğini söyleyebilir misiniz?

Cevap: Bu sadece insanların nasıl hissettiğine bağlıdır. Onlar sadece kendilerini kötü hissediyorlar.

Soru: Yani Pesah kutlaması sonunda insanlığa ulaştı mı?

Cevap: Buna kutlama demenin pek doğru olduğunu düşünmüyorum. Dünya, egoizmimizin tüm ıstırabının nedeni olduğunu düşünmüyor.

Bu gerekli! Egoist doğamıza, birbirimize nasıl davrandığımıza yakından bakmaya başlarsak, o zaman tüm dünyamızın kötü olduğu sonucuna varabiliriz çünkü çok egoistiz çünkü birbirimize kötülük diliyoruz, zıtlık içindeyiz, çelişki içindeyiz, birbirimizle çatışma içindeyiz: içsel, dışsal vb. Bize rehberlik eden, bizi eğen ve bizi iten bu egoist gücün köleliğindeyiz.

Doğamızın kötülüğünü anlamak en önemli şeydir. Çünkü bundan sonra, ondan nasıl kurtulacağımızı zaten anlayabiliriz.

Soru: Bir kişinin bunu hissetmeye başladığını varsayarsak, düşünceleri nelerdir? Bundan nasıl kurtulur? “Ondan kurtulmak istiyorum! Egoist olmak istemiyorum! ” diyerek, içsel haykırış dışında. Başka neye ihtiyacım var?

Cevap: Hiçbir şey! Sadece doğanın bizi değiştirmesini talep edin. Başka bir şey değil. Fazladan çaba sarf etmemize gerek yok, çünkü gerçekten yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Egoizmin içindeysek, girişimlerimizden ve eylemlerimizden herhangi biri yine de egoist olacaktır ve bununla sadece kendimizi kandıracağız.

Yapabileceğimiz şey, bir araya gelmek, durumumuzu tartışmak, bunun sadece korkunç olduğu ve doğamızı bizi yalnız bırakmaya, egoizmin egemenliğine girmek istemediğimize ikna edemediğimiz sürece ondan kendi başımıza kurtulmamızın bir yolu olmadığı sonucuna varmaktır. Bu yabancı iradeyi, bu üst gücü bizden uzaklaştırın ki, her birimize komuta etmesin ve bizi birbirimizle çarpıştırmasın!

Soru: O zaman kişi, Firavun yönetimi altında olduğu hissine kapılacak mı?

Cevap: Evet. Doğanın kötü gücünün köleliğinde. Sonra bu hikayeyi doğru bir şekilde anlamaya başlayacak. Ona doğru bir şekilde davranmaya başlayacak, aslında bu kötü doğa, pozitif bir güç olan Yaradan tarafından özellikle yaratılmıştır. Sonra bizzat O’na yöneliriz ki, bu kötü doğayı bizden uzaklaştırsın.

Yaradan’ı, bizi birbirimize karşı iten ve bize huzur vermeyen bu kötü egoist gücü bizden uzaklaştırmaya ikna edersek, o zaman bu, herkesin birbirine bağlı olduğu, herkesin birbirine doğru bir şekilde, sevgiyle, farkındalıkla, tek bir sistem olduğumuz anlayışıyla davranmaya başladığı, gerçekten küresel bir kutlama olacak.

Soru: “Halkın kölelikten çıkışı” denilen nedir? Halk- tüm dünya mı?

Cevap: Kesinlikle tüm dünya.

Soru: Onlara liderlik eden lider kim? Tora, Moşe-Musa diyor- bu nedir?

Cevap: Bu, “Moşeh” kelimesinden geliyor- dışarı çekmek. İnsanları egoizmlerinden çıkaran bir güçtür. Bu güç yukarıdan gelir. İçinde bulunduğumuz kötülüğün farkındalığının gücü ve içinde olabileceğimiz iyiliğin gücü.

Soru: İnsanlığın bu güce ulaşması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Herkes haykırışlarını, istediklerini hissetmelidir. Daha fazlasına gerek yok. Herhangi bir insanı, lideri, kurtarıcıyı, mesihi vb. takip etmeye gerek yoktur. Hiçbir şeye gerek yok.

Soru: O halde özgürlük nedir? Sonuçta, bu bir özgürlük kutlamasıdır.

Cevap: Egoizmden bağımsızlık, her zaman kötülüğün etkisi altında olduğunuz gerçeğinden bağımsızlık ve sizi başkalarına kötü olmaya iten içsel kötülüğünüzdür. Bunların hepsi bir kurtuluş kutlamasıdır. Bu bahar şenliğidir.

Acı çekmemizin nedeni sadece egoizmdir. Başka bir şey yok. Dünyada sadece iki güç vardır: olumlu ve olumsuz.

Soru: Neden bu noktaya gelemiyoruz?

Cevap: İstemiyoruz, sırf ona yaklaşmamak için ellerimizi ayaklarımızı yukarı kaldırıyoruz çünkü hepimiz egoistiz. Sadece egoizmin içinde kendimi ve tüm dünyayı hissediyorum. Bu niteliğin dışında dünyayı nasıl hissedeceğimi hayal edemiyorum.

Soru: Prensip olarak, Kabala bilgeliği sadece bundan mı bahsediyor- kim olduğumuz, doğamızı nasıl hissedeceğimiz ve ondan nasıl kurtulacağımız?

Cevap: Evet.

Soru: İnsanların bunu yapmaya başlaması nasıl sağlanabilir?

Cevap: İstemiyorsak, bunu yapmaya zorlanacağız. Ama her şey yoluna girecek.

Birlikte Haykırmak

Eğer Yaradan’a tek başıma haykırırsam, yakarışım kaçınılmaz olarak egoist olacak ve cevapsız kalacaktır. Ancak grubun içinden haykırırsam, mutlaka oraya başkalarının arzuları da eklenecek ve bu ölçüde talep duyulacaktır. Bu nedenle, tek başına Yaradan’a dönmenin bir anlamı yoktur çünkü bu şekilde kişi kendini inşa değil yok eder.

Birlikte Yaradan’a dönmemiz ve O’ndan bağımızı gerçekleştirmesini istememiz gerektiği açıktır. Bu bağdan, O’na daha büyük bir güçle dönebiliriz ve birbirimize karşı ve bizden Yaradan’a karşı, karşılıklı ihsan etme için güç isteyebiliriz.

Aramızdaki Mısır’dan çıkarız, aramızdaki Son Deniz’i (Yam Suf) geçeriz, aramızdaki çölün içinden geçeriz, aramızda olacak olan Tora’yı alırız. Böylece, hepimiz karşılıklı ihsan içinde bağ kuruncaya kadar ilerleriz ve bu ihsanın ışığında, şimdiki dünyamız gibi değil, milyarlarca kez daha büyük, sonsuz genişlikte yeni bir dünya görmeye başlarız.

Ayrıca bu, sonsuz ve mükemmeldir, her şeyi hissettiğimiz, anladığımız ve asla yorgun hissetmediğimiz, hiçbir zorluk ve engel olmadan ilerlediğimiz bir dünya. Bütün bunlar sadece aramızdaki bağa bağlıdır.

Pesah, Mısır’dan çıkış, Firavun, Nahşon’un denize atlaması – bunların hepsi onlunun içinde gerçekleşir. Her bir durum dostlar arasındaki ayrılıkla başlar ve birliğimizin ölçüsünde, üst gücü, Yaradan’ı ifşa ettiğimiz onluda tam bir bağ ile sona erer.

Büyük olaylardan – Kızıldeniz’in ayrılması, yaşam ve ölüm, sert savaşlar hakkında – konuştuklarında tüm bunlar sadece onlunun içinde var olur. Tüm bu durumlardan geçen On Sefirot‘un bir manevi Partzuf’undan başka hiçbir şey yoktur.

“Covid-19 Nasıl Sonlandırılır?” (Linkedin)

Dünyadaki her ülke Covid-19’un dertleriyle tek başına boğuşuyor. Almanya, başka bir tecrit yolunda ilerliyor; Fransa zaten tecrit altında; Hindistan yeni doğrulanmış vakalarda rekor kırdı ve Brezilya Covid ölümlerinde rekor kırdı. Salgının herkesin sorunu olduğunu hissettiğimiz bir zaman vardı ve o zaman başkan adayı Joe Biden “Her hangi bir yerdeki enfeksiyon, her yerdeki enfeksiyondur” dedi. Şimdi, her ülke kendi başına virüsle savaşıyor. BM Genel Direktörü aşıların uygulanmasındaki eşitsizlikten şikayet etti ve bazı ülkeler nüfuslarının yarısını aşılamışken, diğerleri aşıların hiçbirinden tek bir doz almadı.

Bu tutuma devam edersek, bu salgının sonu gelmeyecek. Varyantlar ortaya çıkmaya devam edecek ve yayılma devam edecektir. Bu krizi çözmek istiyorsak, salgının küresel bir sorun olarak algılanmasına geri dönmeli ve ona öyle davranmalıyız. Küresel bir aşı bankası olmalı ve tüm insanlık için yeterli aşı üretmeliyiz. Daha sonra, ilk önce kimin alması gerektiğine öncelik vermeliyiz: yaşa göre, ülkeye göre vb. Mümkün olduğunca tarafsız olunması gerekir.

Şu anda her ülke kendi çıkarını düşünüyor ve her zamanki gibi bencil davranıyor. Aynı zamanda, Covid-19’un küresel doğası, her ülke diğer tüm ülkeleri etkilediği için, sağlığımız hakkında yerelden çok, küresel olarak düşünmeye başlamamızı gerektirir. Ayrıca, aşıların karşılanması için mali yeterlilik, aşıların uygulanmasında dikkate alınmamalıdır.

Basitçe söylemek gerekirse, insanlığa kendi ailemize davrandığımız gibi davranmalıyız. Bunu yaparsak, en azından aşıları en çok ihtiyaç duyulan yerlere göndermeye çalışacağız ve bu şekilde hepimiz pandemiden çok daha hızlı kurtulacağız. Hepimiz iyileşene kadar kimsenin güvende olmadığını unutmamalıyız. Bir bakıma salgın, doğanın bize verdiği, dikkate alınması gereken bir derstir. Şimdiye kadar bizler kötü öğrencilerdik.

Pesah Bayramı’nın Yol Gösterici Işığı

Görünüşe göre Tora’da maceralar ve büyük yolculuklar hakkında yazılmıştır: Eski Babil’den bugün İsrail’in bulunduğu Kenan topraklarına, oradan Sina çölüne, çölden Mısır’a ve içinde geçen tüm olaylarla birlikte uzun yıllar orada yaşayış ve sonra Mısır’dan kaçıp Kızıldeniz’i geçiş.

Bütün bunları, coğrafi yerlerden ve tarihi olaylardan yavaş yavaş ayırarak, bir insanın içinde meydana gelen durumlar olarak onun içine yerleştirmeliyiz.

Herkes kendi içinde, Mısır, çöl, Firavun ve Musa olarak adlandırılan nitelikleri – hikayenin tüm ayrıntılarını ve karakterlerini tasvir etmelidir. Bu hikaye, kişinin içinde ve onludaki ilişkilerin içinde ortaya çıkmalıdır.

Bunu onlu içinde hayal etmek daha zordur, çünkü maneviyata daha yakındır. Bu süreci içimizdeki hisler içinde inşa etmeliyiz ki böylece herkes, Tora’nın cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerine atıfta bulunan tüm isimlerin nasıl bir kişinin hislerine, düşüncelerine, içsel süreçlerine ve başkalarıyla olan bağlarına yansıması olduğunu hissedebilsin.

Kişi yavaş yavaş Pesah ışığının onun üzerinde nasıl çalıştığını, yani bir grupta çalışırken, ama şimdiye kadar her şeyi egoist bir şekilde yaparken, fiziksel durumundan geçiş ışığını hissetmeye başlar. İhsan etme niyetinin ne olduğunu bilmez, çünkü ikinci bir doğa elde edene kadar onu açıklamak ve tasvir etmek imkansızdır.

Pesah hikâyesi Firavun için zorlu çalışmanın getirdiği çaresizliği anlattığı gibi, kişi de egoizminin kontrolünden çıkıp komşusuna sevgiyle bir şeyler yapmaktan ümidini keser. Kendi içinde böyle güçleri, eğilimleri ve arzuları bulmaz.

Aniden içinde bir şeyin uyandığını hisseder ve özgecil ihsan etmek denen, bir kişide gerçekten böyle bir niteliğin olabileceğini anlamaya başlar.

Çünkü onu etkileyen ve ona yeni bir nitelik aktaran özel bir aydınlatma vardır. Özlememiz gereken değişiklik budur. Elbette, bu yalnızca kişinin çabasından değil, sadece yukarıdan gelen ışıktan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle tüm çalışmamız, bağımızı kurarken yaptığımız tüm açıklamalarla ilgili olarak, onluda doğru bir şekilde organize edilmesi gereken bir dua, bir taleptir.

Mısır’dan göçün tüm süreci on Sefirot içinde, onluda gerçekleşir. Bu nedenle her şeyin, duanın gücüyle elde edildiği giderek daha açık hale gelir ve tüm çabalarımızı sadece buna yönlendirmeliyiz: Birlikte dua etmek, böylece herkes dostunu hisseder ve ona yardım etmeye hazır olur.

Sonra üst güce yakarışımızda bağ kurarız, bağ gücünün aramızda ortak bir nokta bulmamıza yardım etmesini isteriz, böylece herkes kendisinden çıktığını ve üst Malhut denilen, ortak arzuya dahil olduğunu hisseder.

Eğer kişi sadece kendi içindeyse, alt dünyadadır. Ortak arzuya yükselirse, kendisini zaten üst dünyanın Malhut’unda bulur. Kişi böylelikle Pesah’ın ikinci aşamasına yani “geçiş” e girerek Mısır’dan çıkışa doğru bir adım atar. Kişi zaten Firavun’un değil, Yaradan’ın kendisine hükmetmesini istemektedir, böylece Yaradan kişinin içinde hüküm sürer. Bu nedenle, üst otoriteyi, Firavun’dan üst güce değiştirmek için, özel bir geçiş yaşayacaktır.

Kişi, egoizmine ne kadar bağımlı ve bağlı olduğunun giderek daha fazla farkına varır, bilinçli veya bilinçsiz olarak sürekli kendi çıkarına hareket etmektedir. Şimdi, Yaradan’ın yararına ve onlunun yararına nasıl hareket edebileceği hakkında giderek daha fazla düşünmeye başlar. Bu zaten Mısır’dan çıkışa yakın olduğu ve Pesah ışıklarının kişi üzerinde çalıştığı anlamına gelir.

“Musa Tarafından Kızıldeniz’i Geçişin Gerçekten Olduğunu Düşünüyor Musunuz?” (Quora)

Kabala bilgeliğine göre, Kızıldeniz’i geçiş, kişinin egoist arzularını geride bırakıp sevgi, ihsan etme ve bağ için manevi arzularına girmesinin, içsel bir manevi durumunu tanımlar. Esasen bu dünyadan manevi dünyaya geçiştir ve kendisini manevi yükseliş metoduna veren her insanda ortaya çıkan bir süreçtir.

Bu dünyanın egoist sınırlarından yani yalnız kendi çıkarımız için zevk alma arzusundan çıktığımızda, onu bir kez ve sonsuza dek terk etmeliyiz. Böyle bir değişimde geçtiğimiz sınır, “Kızıldeniz’i geçmek” olarak tanımlanır.

Egodan çıkma süreci, daha önce olduğu gibi egonun kölesi olmak için Mısır’a geri dönme arzusu (yani kendimize yönelik taleplerimizin kontrolü altında yaşamak) olarak ifade edilen güçlü egoist direnci gerektirir. Mısır’dan çıkmak isteyen ulus, daha özgecil, verici ve sevgi dolu olmak için nasıl ilerleyeceği konusunda hala bir fikre sahip değildir.

Bu durumlar, her insanın ve bir grup insanın içinde birbirleriyle bağ kurmak için egosunun üzerine çıkmaya çalışırken canlanır. Kızıldeniz’in ayrılması, Kabalistlerin Musa’nın değneğiyle sembolize edilen “mantık ötesi inanç” dedikleri bir süreçle gerçekleşir. Genel olarak, “mantık ötesi inanç”, manevi yolda ilerlemenin- sevgi, ihsan etme ve pozitif bağ yolu – öneminin, egoist ve materyalist arzularımıza kalan hizmetkârların önemi üzerine yükseltilmesi anlamına gelir. Normalde, maneviyatın önemi, egoist arayışlar için doğal olarak taşıdığımız önemden daha düşüktür ve bu nedenle maneviyatın önemini artırmak, manevi edinimi hedefleyen benzer düşünen insanların destekleyici bir ortamını gerektirir.

Kızıldeniz bölümleri, mantık ötesi inanç içinde olanlar içindir. Kızıldeniz’i geçmek, egoist arzuların kontrolü altındaki maddi geçici dünyadan, karşıt özgecil bir işletim sistemi tarafından yönetilen, ebedi manevi dünyaya geçmemiz anlamına gelir. Firavun’un orduları “mantık altında ” olarak adlandırılan, içsel durumu temsil eder. Onların boğulmaları, maneviyata geçerken geride kalan egoyu temsil eder.

Bu eylem, Nahşon’un denize atlamasıyla sembolize edilir. Nahşon neden önce Musa yerine denize atlıyor? Bunun nedeni Musa’nın zaten bu durumun ötesinde, Bina niteliğinde olmasıdır. Başka bir deyişle, sevgi, ihsan etme ve bağın manevi nitelikleri zaten Musa’yı yönetmektedir. Onun bu manevi niteliklerle bağı, ulusu yönlendirir yani egodan çıkmayı ve manevi bir bağa girmeyi amaçlayan arzular, onları yavaş yavaş egodan salıverir ve manevi bağa götürür.

Mantık ötesi inanç yoluyla ilerleme arzusu olmayan, ancak egoda kalmak isteyen arzular, mantık ötesi inanç koşulu tarafından öldürülür. Bu, onların egoları üzerinde sevgi ve ihsan etme niteliğini edinemedikleri için, Kızıl Deniz’i geçemeyecekleri manevi edinime giremeyecekleri anlamına gelir. Egoist arzular denizde ölür, egoist ve özgecil arzular arasında bir bölünmeye neden olur.

Deniz veya genel olarak su, yaşamı- Bina niteliğini, ihsan etme ve sevgiyi temsil eder. Biz suda doğarız. Su hayatın temelidir, ancak hem iyi hem de kötü sular vardır. Su hala egonun sınırları içindeyken zararlıdır, içinde bulunanları boğar.

Kızıldeniz’i geçme hakkındaki tüm hikaye, doğaüstü bir yeteneğin kazanılmasını, başkalarını kendi çıkarları olmadan önemsemenin niteliğini ve başkalarına fayda sağlamanın kendi çıkarından daha önemli hale geldiği tamamen farklı bir varoluş sistemine geçişi anlatıyor. Bir sınırı aşarız ve daha önce sıradan ego aracılığıyla sadece kendimiz için yaşarken, başkalarına sevgi ve ihsan etme hayatına geçeriz.

Kızıldeniz’i geçmek, böylece hayata karşı tutumumuzun tamamen tersine döndüğünü – egoizmden özgeciliğe, dünyevilikten maneviyata, bölünmeden bağa ve alma arzusundan ihsan etmeye – ve sadece Yaradan gibi sevgi ve verici olma arzusu tarafından yönlendirilir: hiçbir kişisel çıkarı olmayan saf ihsan gücü.

Çocukları İntihardan Nasıl Koruruz?

Soru: Bir yazar soruyor, “Lütfen bize çocuklar arasındaki intiharı anlatın. Bir çocuğa bunun yanlış olduğunu ve böyle düşüncelere sahip olmaması gerektiğini nasıl açıklayabilirim? Yakındaki bir okulda, bir kız yüksek katlı bir binadan atladı. Bunun neden meydana geldiğinin iki yorumu var: Birincisi karşılıksız aşk, ikincisi internetin etkisi ve kız buna yönlendirildi. Ergenlik dönemindeki gençlerle nasıl konuşmalıyız? Bunun olmasını nasıl önleyebiliriz? Yoksa bu bir kişinin kaderi mi? ”

Cevap: Bir gencin, dünyayı yavaş yavaş edinmesi gereken, küçük bir insan olduğunu anlamalıyız. Tıpkı doğduğumuz zamanki gibi. İlk başta tamamen annenin içindeyiz. Sonra “başımızı dışarı çıkarırız.” Beşiğimizin içini, odamızı, daireyi vb. biraz anlamaya başlarız.

Günümüzde, daha yürümeye bile başlamadan ve ancak küçük bir alanda sürünerek bir şeye ulaşabilen bir çocuk, etrafındaki kocaman dünyaya maruz kalmaktadır. Arabaya bindirilir ve etrafta gezdirilir, bebek arabasında itilir, ebeveynler televizyonu, müziği ve videoyu, her neyse, açar. Her türlü karmaşık oyuncak ona verilir.

Yani hazır olmadığı ve istemediği halde dünyanın sınırları ona açılmış olur! Doğa onu henüz buna hazırlamamıştır. Yani kafası karışır ve ne yapacağını bilemez. Bu nedenle, etrafındaki henüz hazır olmadığı bu yeni kavramların baskısı altındadır. Sorun da budur.

Bu nedenle birçok çocuk bunu kaldıramaz. Yeterli içsel güce sahip değillerdir. Tüm bu dış uyaranlar, çocukları kontrolü kaybedecek şekilde onları etkiler. Ve bununla birlikte bazı olumsuz filmlere veya başka bir şeye maruz kaldıklarında, onları gerçek olarak algılarlar ve çok kolay şekilde intiharı düşünürler.

Onları yasaklamalı ve kısıtlamalıyız! Ben bir çocuğu ilk iki yıl dış uyaranlara maruz bırakmazdım. Etrafında görebildiği ve duyabildiği doğal şeyler, sadece maruz kalması gereken şey budur. Etrafındaki sesler ve görüntüler, orada olan her şey, her şeyi görmesine izin verin. Ama ekranlar yok. Bilgisayar veya TV yok.

Soru: Öyleyse siz, çocukların bu hayata dikkatli ve yavaş yavaş maruz kalmasının büyük bir savunucusu musunuz?

Cevap: Bir çocuğun içinde bulunduğu dünyanın boyutuna göre normal bir ruh geliştirmesini istiyorum. Neye ulaşabilirse ulaşsın, onunla birlikte rahat etmesi gereken şey bu.

Gerisi sonrası içindir. O zamana kadar, her türlü mekanizma zaten yerinde olur. Ona zaten bir şeyler açıklayabilir, onunla konuşabilir, ona belirli yayınlar verebilir ve ona bir şeyler gösterebilirsiniz. Yine de o zaman bile tarih, coğrafya ve bazı dünyevi şeylerle başlardım. Tamamen korkunç, çarpıtılmış kurgu üzerine inşa edilen bu korkunç çocuk programlarından ziyade. Şiddet ve öfke gösteriyorlar. Bu tam anlamıyla inanılmaz!

Çocuk programları en şiddet içeren programlar. Çocuk buna bakar ve bunun bizim dünyamızın gerçeği olduğunu düşünür. Öyleyse neden onuncu kattan atlanmasın? Bu atlamaları her gün çocuk programlarında televizyonda görüyor.

Yani, onun dünyasına ne kadar çarpık bir gerçeklik resmi getirdiğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bu yüzden ne bekleyebilirsiniz ki? Hepsini kaldırmamız gerekiyor. Tamamen!

Soru: Bu kadar sert önlemlerden yana mısınız?

Cevap: Sağlıklı bir nesil yetiştirmekten yanayım.

 

Islahın Dört Aşaması

Herkes İçin Zohar, Şemot, Madde 81: Kuşun sol kanattan attığı oku aldı ve kokladı. O zaman solun rengi, Nukva’yı belirten siyah ateş ortaya çıktı. Ve o, HGT’ın üç çizgiden gelen gökkuşağının üç rengine (beyaz, kırmızı ve yeşil) dahil değildir ve içlerinde siyah yoktur.  O, solun ışığını yukarıdan aşağıya doğru uzatan Mısırlıların yönetimini kaldırdıklarını ve bir Roma kralının tüm Mısır topraklarını geçip, Mısır’da bakanlar ve savaş kışkırtıcıları atayacağını söyledi. Ayrıca sol tarafta inşa edilip genişletilen binaları yıkacak, sağdan geldiği için yıkılan kalıntıları, Mısırlılar hiç arzulamadığı için, inşa edecektir.

Mısır ana egoistik niteliktir. Mısır’a inen İsrail, özgecil niteliğiyle, bu egoist niteliğe dalmak ve sanki oradan kişinin daha da yükselebileceği egoist arzuları toplamak amacıyla kendini ona daldırmak için, orada kendini gösterir.

Gerçek şu ki, insanlık ve insan, içselegoizme sahip değilse, manevi olarak yükselip büyüyemez. Egoyu geliştirerek büyüyebilirsiniz, ama onu sadece ihsan etme ve sevgi için kullanabilirsiniz. Şöyle söylenir: “Kötü eğilimi ben yarattım…” çünkü onsuz yapamazsınız. Bu nedenle, tüm yaratılış yılandan, egoizmin ifşasından başlar; aksi takdirde imkânsızdır. Bu insan doğasıdır, bu bizim özümüzdür.

O zaman “Mısır” denen bu egoist köken, manevi olarak büyüyen bir kişide, sürekli kendini gösterir. Ancak bunun modern bir devlet olarak Mısır veya eski krallık ile ilgisi yoktur. Mısır, kişinin yükselmek için her seferinde daldığı, çeşitli nitelikler içindeki egoizm anlamına gelir.

Diyelim ki, belli bir seviyede olduğum için, belirli bir egoizme düşüp yükseliyorum.  Buna,  Mısır köleliğinde olmam ve ondan çıkmam denir. Bir dahaki sefere, Babil veya Nebukadnetsar denen farklı bir egoizme düşerim. Ondan yükseldikten sonra sanki “Antik Roma” ya düşüp yeniden yükselirim. Ve sonra son sürgüne düşerim.

Bunlar, egoizmin, insanın içinde ifşa olan ve onların üzerine çıkmak için kullanmam gereken kısımlarıdır.

Sonuç olarak, içimizdeki “İsrail” (Yaradan’a doğru) niteliğinin, çeşitli egoizm türlerinin kullanımı sayesinde sürekli olarak yükseldiği ve büyüdüğü anlaşılmaktadır.

Bu, her birimiz tüm egoizmi, bu dünyada yaşam için çabalayan tüm insanlığı, birlik içinde, komşunu kendin gibi severek, Yaradan’ı anlama, O’nu kucaklama ve birleşme çabasıyla, onun üzerine çıkmak için kullanana kadar devam eder.  Bu sadece egoizme dört dalma ve onun üzerine dört yükseliş sırasında mümkündür.

Her insan bundan geçmek, tüm bu durumlardan çıkmak ve sonunda ruhun tam olarak ıslahını sağlamakla yükümlüdür. Bu dünyadan üst dünyaya çıkış, yaratılışımızın hedefidir.

“Egoist Dünyamızda Bazı Hayatlar Daha Değerli” (Linkedin)

Covid-19, Brezilya’da yaklaşık 350.000 kişinin hayatına mal oldu, aşılar çileden çıkaracak kadar yavaş ve her gün çeteleye binlerce kayıp ekleniyor. Bu arada, Avrupa ülkelerinin aşılara erişimi var ve günlük rakamları üç haneli rakamların altında. Yine de, Brezilya’da yaşanan trajedi medyanın ilgisini çok az çekerken, bu arada, Avrupa’daki bürokratik yetersizlik olmasaydı daha da başarılı olabilecek mücadele tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Brezilyalıların yaşamları daha az mı değerli?

Medyada yer alma durumuna bakılırsa cevap açıktır. Ancak gerçekte cevap “Evet, daha az değerlidir” den daha da kötüdür. Brezilya’da ve Güney Amerika’daki diğer birkaç ülkede yaşanan trajediye, eşit olmayan ilgi, ulaştığımız sadece kendimizle ilgilenme seviyesini göstermektedir. Günümüzde bu, hayatın değeri sorusuna basitçe cevap vermenin imkansız olduğu bir noktada çünkü kimse tek bir düşünce bile belirtmiyor. Öyle görünüyor ki yalnızca reyting ve medyada yer alma dışında hayat tartışmaya değmez.

Bu elbette haber değil, ama bu kadar patentli hale geldiğinde, sadece kendimize varlığımızın doğasını hatırlatmak için bile olsa, bahsetmeye değer. İnsanların tamamıyla/her yönüyle bencil olduğunu bir kez daha görüyoruz.

Kendimize bir soru soralım: Farz edelim ki istediğimizi, ne zaman istersek yapabilseydik ve hiç kimse, kesinlikle kimse bilmeseydi, parmağını bize doğrultmasaydı, bizi cezalandırmasaydı veya herhangi bir şekilde kınamasaydı, dünyamız nasıl olurdu? Durum böyle olsaydı nasıl davranırdık? Tahmin edebileceğinizden emin olduğum gibi, doğamız hakkında ifşa edilenden daha da fazla öğrenecek şeyimiz var. Belki de onun tezahür etmesini beklemek yerine ne yapacağımızı hayal etmek akıllıca olacaktır çünkü yavaş yavaş, hayal etmediğimiz şeyin realitede gerçekleştiğini görüyoruz.

İnsanlığa en güzel hediyeyi verebilseydim, herkesin gerçek insan doğasını olabildiğince çabuk ve zararsız görmesini sağlardım. Bu, iltihabın acı verici bir şekilde patlayana kadar daha da kötü bir şekilde şişmesine neden olan geçici düzeltmeler uygulamak yerine, doğamızın bir düzeltmesini içtenlikle aramamıza neden olurdu.

Yine de pandemi pes etmeyecek. Sayısız kez belirttiğim gibi, aramızdaki karşılıklı bağların her şeyi kapsayan bir çözümü dayattığı farklı bir zamandayız. Egoizmimizi iyileştirene kadar, virüsten, bir mutasyondan veya diğerinden iyileşemeyeceğiz. O zamana kadar onun kırbacından kurtulmak kısa ömürlü olacak ve onu izleyen her darbe öncekinden daha acı verici olacaktır.