Monthly Archives: Nisan 2021

Erkekleri ve Kızları Yetiştirmek

Soru: Günümüzde, insan sosyal davranışının tüm kuralları, tamamen birbirinin yerini almaktadır. Bir erkek evde kalmayı ve ev işi yapmayı tercih etmekte ve kadın da kariyerinde kendisinin farkına varmaktadır. Bu neden oluyor?

Cevap: Çünkü yanlış bir şekilde gelişiyoruz. Cinsiyetlerin yetiştirilme tarzı değişti. Erkekler kadınlar tarafından yetiştiriliyor ki bu yanlıştır.

Oğlanlar, erkekler tarafından yetiştirilmelidir çünkü bir çocuk örnekler vasıtasıyla büyür. Ve annesinin yanındayken sürekli eteğinin etrafında döner ve sonra anaokulundaki, okulundaki öğretmeni yanındadır, o zaman öğrendiği her şey bir kadından gelir, bir kadın tarafından verilir.

Bu nedenle, bir erkek evde kalmayı, çocukları büyütmeyi tercih eder; gerçek bir erkeğin sahip olması gereken o temelden, dünyaya, hayata karşı bu tutumdan yoksundur. Bugün ne olduğunu bile anlamıyoruz. Bütün dünya böyledir- yarı kadın.

Bunu bir sitem olarak söylemiyorum. Bu sadece bizim ihmalimizdir. Her iki cinsiyet, zıtlıklarını hissetmeleri ve birbirlerini nasıl düzgün bir şekilde tamamlayacaklarını bilmeleri için eğitilmelidir. Ve bu olmuyor.

Bir çocuk sürekli olarak kadınlar tarafından büyütülüyorsa, o zaman erkeksi bir temeli yoktur, gücünü, kendine özgü özelliklerini, bazı kadın özelliklerini, ihtiyaçlarını, isteklerini yerine getirdiğini anlayamaz. Bu büyük bir problemdir.

İki Tür İçsel Analiz

Soru: Sina Dağı, Hasadim’i, merhamet niteliğini sembolize eder.  Hermon Dağı, Hohma, bilgelik niteliğidir.  Zohar Kitabı neden dağlardan bahsetmektedir?

Cevap: Dağ, “Irurim” (şüpheler) kelimesinden gelir.

Bir insanda şüpheler ve sorunlar ortaya çıktığında, ancak ilerlemek istiyor ve nasıl yapılacağını bilmiyorsa, o zaman önünde bir dağ belirir.  Eğer kişi, dağa tırmanmayı yani egoist problemlerinin, niteliklerinin ve şüphelerinin üzerine çıkmayı seçerse, o zaman ışığın kaynağına sahip olur.

Zohar Kitabı iki dağda bahseder çünkü mevcut gerçekliğin iki tür analizi vardır: tatlı ya da acı, gerçek ve yalan. Bizler, merhamet ışığının (iyi veya kötü) yardımıyla tatlı veya acıyı ve bilgelik ışığının yardımıyla gerçek ve yalanları analiz ederiz.  Bundan şu sonuç ortaya çıkar ki insan her zaman bu iki analiz arasındadır; tatlı ama yalan veya acı ama doğru olabilir.

Soru: Maneviyattaki tatlılık ve acılıktan mı bahsediyoruz?

Cevap: Önemli değil.  “İnsan” dediğimiz şeyin, içimizde büyümesini sağlamak için bu iki tür hissiyata ihtiyacımız var.  Egoizmimize dayanarak baktığımızda, biz insan değil, sadece hayvanız.  Belki bazı yönlerden maymunlardan biraz daha akıllıca, ama onlardan çok daha mutsuz diyebilirim.

Gerçek şu ki, hayvansal büyüme, gelişme ve varoluş işareti, acı yerine tatlı seçeneğidir.  Ve gerçek ya da yalan olması önemli değildir.  Gerçek her zaman tatlılığın olduğu yerdir.  Ve eğer acı ise, kendime bunun bir yalan olduğunu söylerim.

Ahlakımız sadece bunun üzerine inşa edilmiştir.  Dünyada neler olup bittiğini görüyoruz: benim için yararlı, iyi ve tatlı olan, gerçek budur.

Bunun içinde, insanlar sürekli olarak birbirleriyle çatışmaktadır çünkü herkes kendi tatlılığını istemektedir.  Dahası, herkes diğer bir kişiyi, haklı olduğuna ikna etmek ve bir şekilde onu kendi tarafına çekip kazanmak ister.

Bu nedenle, manevi dünyaya giriş, kişinin,  “acı-tatlı” analizinin üzerine çıkması ve kendisini yalnızca gerçek ve yalanlara göre analiz etmeye ve tamamen gerçeğe bağlı kalmaya başlaması, yalan tatlı görünse de gerçek acı olsa da kendini yalanlara tamamen yabancılaştırması gerçeğinde yatmaktadır.

Diğer bir deyişle, kusursuz bir doğru-yanlış analizini ancak acı-tatlı analizi de beraberinde getirirseniz yapabilirsiniz. Ve bu analizlere doğru bir şekilde hakim olursak, o zaman kendimizi, doğamızın üzerinde inşa edebiliriz.

İki dağın ya da iki yaklaşımın anlamı budur. İsmail (Esav, merhamet niteliği) bilgeliğin niteliğidir.  Ve bu iki niteliğin birleşimi gerçekleştiğinde, tatlı gerçeğe dönüşecektir çünkü her iki niteliğin de sizin içinizde çakışması için kendinizi ıslah ettiniz. Bu, kişinin içsel gelişimi ile ilgilidir.  Sadece bu.

Dinle, Oku ve Gör

Soru: Baal HaSulam’ın Şamati (“Duydum”) adlı kitabında, cehennem hissi içerisinde olan bir kişinin, onu bu histen çıkarabilecek tek şeyin, her şeyin ondan kaynaklandığı üst güç olduğunu anladığı yazılmıştır. Ama kişi bunun için önce bu üst gücü hissetmek zorunda mıdır? Çünkü ancak o zaman gerçekten talep edebilir.

Cevap: Elbette. Kişi bunu hissedene kadar her şey anlamsızdır.

Bu nedenle Kabala bizden herhangi bir ön koşul talep etmez. Sadece dinleyin, okuyun ve bu bilimin bahsettiği her şeyi görün. Kabala, dünyamızda her geçen gün büyüdükçe ve farklılaştıkça yeni nitelikler edinen bir çocuğun değişmesi gibi, sizi de değiştiren gücü ifşa eder.

Bir yetişkin değişmez. Kendini her türlü yeni izlenim ve hazla doldurur. Ama bir çocuk değişir, gittikçe daha fazla ve daha fazla kazanır.

Bu, Kabala’nın bize yetişkinler gibi davranarak, içimizde yeni bir insan yetiştirme şeklidir. Bu nedenle, yeni özellikler, yeni bir zihin edinir ve her gün yeni hissederiz. Bu, bizi -Yaradan’la eşit, benzer hale getiren “Adam (Adem)” denilen özel bir niteliktir.

Bu kesinlikle olacak. Sadece kitabı açmanız ve sistematik bir şekilde çalışmanız gerekir. İnternette bunun için her olasılık var. Herkesi davet ediyorum. İnsanlar, içlerinde tam anlamıyla günden güne veya en azından haftadan haftaya ne gibi değişiklikler olduğunu görecekler.

Kabala, bize ifşa olması gereken, yeni gerçekliğin algılanmasına yaklaşmamız için, bizi çocuklar kadar saf olmaya davet eder. Ve bu şekilde davranırsak, gerçekten yetişkin olacağız.

 

Bilinç Nedir?

Soru: Bilinç, zihin ve akıl gibi kavramları ayırmak mümkün müdür? Yoksa hepsi bir midir?

Cevap: Bilinç, sadece bilgi alanını değil, onun kaynağını da hissettiğimizde mümkündür. Bu kaynağı hissettiğimiz ölçüde, onun imgelerini oluştururuz ve buna bilincimiz denir.

Bilinç yüksek olabilir ve sıradan olabilir, daha düşük olabilir, çocukluğumuzdan itibaren bize yetiştirilme yoluyla, çevrenin etkisi vasıtasıyla vb. aşılanabilir. Ve içimizde geliştirebileceğimiz bilinç, sadece alma arzumuzda değil, aynı zamanda edinilmiş ihsan etme niyetimizde de hissedilen ek algılardır.

Ve sonra bilgi alanını hissetmeye başlayacağız. Neredeyse araştırdığımız ve ilgilendiğimiz her şey, hangi alanda olduğumuza bağlıdır çünkü içimizdeki dünyanın bütün resmini oluşturur; benim ve dünyanın resmini.

Sizi hissederim, etrafımdaki dünyayı, olan her şeyi hissederim. Bu nereden gelir?

Bunun benim içimde olduğu açıktır. Şu an pratikte kendimle bir ayna karşısında konuşuyormuşum gibi konuştuğum açıktır. Bilincin ne olduğunu bilmekle ilgileniyorsam, öncelikle kiminle uğraştığımı ve bu alanın ne olduğunu bulmalıyım. Özellikleri nelerdir, üzerimdeki temel etkileri nedir, benden ne ister, neden beni böyle sınırlı bir algıyla yarattı?

Onu daha fazla hissetmek için neden bu tür gelişim aşamalarından geçmeliyim? Bilincin yanı sıra neden hisler de var? Neden bu alana yaklaşırken ya da uzaklaşırken, belki de araştırmamı engelleyen olumlu ya da olumsuz hisler bende ortaya çıkar?

Bir bilim adamının kimya ya da fizik alanındaki araştırmasını belirli hislere bağlarsanız – bunu sever, sevmez, bundan hoşlanır ya da hoşlanmaz şeklinde – o zaman bu hisler ona müdahale edebilirler mi?

Tüm bu olguları objektif olarak inceleyebilmesi için hislerinin üzerine çıkması gerekir.

Bilinç, çevredeki alanın etkisi altında kendimi nasıl algıladığımdır. Bilinç, beni etkileyen alanın bir imgesidir. Arzusu, niyeti ve planları, doğanın benden ne istediğini bulmak için ondan almaya çalıştığım her şeydir.

Eğer sonunda tüm bunları kendi içimde bir şekilde biçimlendirirsem, buna bilincim diyebilirim.

Soru: Bazı araştırmacılar temel olarak bilgi alanından bahsederken, diğerleri bilinç alanından bahsediyor. Ama bilgi alanı nesnel olarak var ise, o zaman bu bilgiyi algılayan bir nesne olmadan bilinç hakkında konuşmak imkansız mıdır?

Cevap: Bir Kabalist olarak hiçbir şeyin objektif olmadığını söylemeliyim. Her şey, sadece onu algılayan kişiye göre var olur. Ve bir kişinin dışında ne olduğunu söyleyemeyiz bile. Kendimizden çıkıp dışımızdakileri algılamaya başlayacak ne araçlarımız ne de yeteneklerimiz vardır. Bu bize verilmemiştir.

Yaratılışın Zıt Nitelikleri

Soru: Kabala’ya göre, doğada erkek ve dişi kısımların temel farkı nedir?

Cevap: Kesinlikle her şey. Doğada bir erkek ve bir kadından daha zıt hiçbir şey yoktur. Üstelik bu fark her geçen gün artıyor; önce cansız maddelerde, hatta minerallerde, sonra bitkilerde, hatta  hayvanlarda ve hatta daha fazla insanlarda belirgin olmaya başlıyor.

Yani, gelişmiş bir erkek ve kadın, eğer kişilik olarak gerçekten çok gelişmişlerse, yaratılışın en zıt niteliklerini temsil ederler. İçlerinde hiçbir şey aynı olamaz. Bu nedenle, herhangi bir anlaşmaya varmaları çok zordur, basitçe birbirlerini anlamazlar ve hiçbir şekilde birbirlerine benzemeye yaklaşamazlar.

Soru: Yani, esasen birbirlerinin dünya görüşünü anlama çabalarının tümü başarısız mı olur?

Cevap: Sonunda evet. Yavaş yavaş büyük bir krize girdiğimizi görüyoruz: çocuklar evden ayrılıyor, anne babalar boşanıyor, birbirlerine katlanamıyorlar, insan kendinden nefret ediyor.

Kişi sadece karşı cinsle anlaşamamak değil, aynı zamanda her türlü anormal dürtü ve cinsel ihtiyaçların farkına varıyor. Genel olarak, bizim zamanımızda cinsiyet, evlilik, aile ve çocuklar, tüm bunlar, tam anlamıyla parçalanmaya ve bir önceki kanunların ve koşulların kontrolünden çıkmaya başlıyor.

Bu nedenle, gerçekten nasıl birliğe gelebileceğimizi açıklayan Kabalistik bir metodoloji var. O, bütün bir bilgi sistemidir.

Hayatlarımızın Ötesine Geçelim

Soru: Neden bugün erkekler ve kadınlar birbirlerine karşı herhangi bir sorumluluk almak istemiyorlar?

Cevap: Neden? Geçmiş yaşam döngülerinde, ben önceki döngülerden çok daha büyük olan yeni bir egoizmle doğdum. Bir insandaki bencillik her gün, her dakika büyür ve biz bu sebepten ötürü gelişiriz. Dünyada sürekli olarak yeni bir şeyler yaratıyoruz, bilimde, sanatta, kültürde ilerliyor, yeni ilişkiler kuruyor, devrimler yapıyoruz. Hayvanlarda bu yoktur; onların egoizmleri sabittir. Beş yüz yıl önceki bir hayvanı ele alalım ve bugün bunlar hemen hemen aynıdır.

Bir önceki kuşaktan ve bugünün kuşaktan birine bakarsanız, çok büyük bir fark vardır. Çocuklarımız artık bizi anlamıyor. Biz bile on yıl öncesini ve bugünü birbiriyle karşılaştırsak, kendimizi anlamayacağız.

İçimizde her zaman değişen ve bütünlük arayışı içinde kendimizi geliştirmeyi isteyen egoist temel, niteliksel olarak farklıdır. Örneğin, geçmiş nesillerde, hayvansal koşul denen bir durumda yaşıyorduk – doğduğumuz gibi, olmamız gerektiği gibi.

Diyelim ki ben bir çiftçi, demirci, terzi ya da kunduracı ailesinde doğdum. Bu, babamın mesleğini, aletlerini ve hatta kıyafetlerini bile miras alacağım, yakınlara bir ev inşa edeceğim, bir komşunun kızıyla evleneceğim anlamına gelir.

Her şey uyumludur. Bir adam buna ihtiyacı olduğunu hissetti, bu da ona yardımcı oldu. Bunu; bu benim yapım, bu benim için sağlandı ve bu beni korur diye hissetti. Kendini iyi hissetti.

Büyükbabamın bile evlilik kaydı olmadığını hatırlıyorum. Milli geleneğe göre evlendiler, bir huppah yaptılar ve hepsi bu kadardı. Sonra, büyükbabam öldüğünde ve medeni durumlarını yeniden yazmak gerektiğinde, aynı yaşta birkaç tanık aldılar ve onların karı koca olduklarına dair tanıklık ettiler.

Evlilik insani bir zorunluluk değildi. Onun için doğal bir iletişim ortamıydı. Kişi kendi etrafında evini, ailesini, avlusunu, bahçesini, ebeveynlerinin yanında, bir tür topluluk, şehir, hatta bir ülke, devlet yarattı.

Yani, o zamanlar kişi kendi etrafında var olabileceği bir tür kabuk yaratmak istedi. Bir hayvan da kendi etrafında koruyucu sistemler oluşturarak böyle davranır.  Ancak 20. yüzyılda birdenbire bu çerçeveyi kırdık ve ilerlemenin hayvansal seviyesinden,  insan seviyesine geçmeye başladık. Birkaç bin yıl önce Kabala’da böyle bir devrimin 20. yüzyılda gerçekleşeceği söylenmişti.

Kişi, herhangi bir çerçeveye tahammül etmeyendir, onlardan çıkması gerekir. Bu nedenle yeni bir kültür, bilim, ailede ve toplumda ilişkiler ortaya çıkar. Şimdi hepsi eşit, sınır yok, artık kimseyi dinlemiyorum. Adam her şeyden kurtulmaya çalışıyor. Uzaya gitmek bile, daha yüksek bir duruma, dış boyuta geçme arzumuzun göstergesidir.

Hâlâ hissetmesek bile, bu, içinde yaşadığımız yetmiş yıl olan insan yaşamımızın çerçevesinin ötesine geçme arzusunun yönüdür. Beni kısıtlıyorlar, başını ve sonunu görüyorum ve bu nedenle tüm bu hayat bir hapishane gibi. Bu hayatın dışında daha yüksek bir şey bulmalıyım.

Bir kişi şu soruların cevabına ulaşmazsa: neden ve ne için?, o zaman diğer her şeyi ihmal eder. Onun için artık hiçbir şey önemli değildir. Olabildiğince basit var olur, hepsi bu.

Verme Arzusu

Soru: “Verme arzusu” diye bir ifade var. Bunun kökü, niteliği ve gelişimi nedir?

Cevap: Bu vermek istediğimde duyduğum arzudur, ihsan etme arzusudur. İhsan etme arzusundan (Yaradan) ve alma arzusundan (yaratılmış varlık) başka bir şey yoktur.

Etrafımızda somut eşyalar ve nesneler görmemiz bir yanılsamadır ve bütün bunlar aslında mevcut değildir. Başlangıçta tek bir arzu vardı, daha sonra alma arzusu yaratan Yaradan, ihsan etme arzusu. Bu iki arzu birbirinin karşısında yer alır.

Alma arzusuna bağımsızlık vermek için, o kendisi için niyetiyle yaratılmış ve geliştirilmiştir. Kendi iyiliği için arzu hissettiği ölçüde yani ego, Yaradan’dan ayrıdır.

Kişi Yaradan’dan uzaklaştıkça, alma arzusu aynı zamanda bir şeyden kopuk olduğunu hisseder ve şunu merak eder: “Neden varım? Bana neler oluyor? Beni kim yönetiyor? ”

Bütün bu sorular boş, cevapsız kalır ve sonra şöyle bakmaya başlar: “Beni kim, ne için ve neden yarattı?” Yavaş yavaş harekete geçmeye, onun kaynağını aramada ilerleme kaydetmeye başlar ve sonunda ihsan etme arzusunu bulur.

Kişi, çevresinde başka bir arzunun, bir ihsan etme arzusunun var olduğunu anlamaya başladığında, ancak kendi içinde var olduğunu ve ihsan etme arzusunda olduğunu hissetmediğinde, onda her türlü çatışma ve kararlar gerçekleşir. O zaman kendisinden çıkmak ve Yaradan ile temas içinde olmak isteyen yaratılmış bir varlık hakkında konuşabiliriz.

Soru: Gruba girene, kişiye başlangıçta, orijinal arzu olan verme arzusu mu verilmiştir?

Cevap: Yaradan, bir kişiyi Kendisine doğru ittiğinde ve onu Kendisine yaklaştırmak istediğinde, ona böyle arzular verir. Bir tür insanı cezbeder, onunla flört eder.

 

Son Islaha Ulaşmayı Başarabilecek Miyiz?

Soru: Yıllarca Kabala ilmini çalışmayla meşgul olan, hayatlarını ona adayan, ancak 125 seviyenin tamamını geçme hedefine ulaşmayı başaramayan insanlar var. Son ıslaha ulaşmak zor, hatta imkansız gibi görünüyor ve son ıslaha sadece iki yüz elli yıl kaldı.

İnsanlar bu süre zarfında son ıslaha ulaşmayı başaramazlarsa insanlığa ne olacak?

Cevap: Yanılıyorsunuz. Gerçek şu ki, toplumsal gelişim süreci ve ileriye dönük hareket bugün büyük ölçüde hızlanıyor.

Örneğin, AB’de 20 yılın ardından hiçbir şey olmadı! Burası dünyanın en gelişmiş, en ilerlemiş ve eğitimli bölgesi olmasına rağmen. Amerika değil, Rusya bile değil, Avrupa! Her şeyin yoğunlaştığı eski, tarihi, kültürel ve teknolojik bir bölgedir: Sanat, müzik, bilim ve eğitim; bunların hepsi Avrupa’dır!

Amerika nedir? Kaç yaşında? Yüz elli yıl önce, hala orada insanların kafa derisini topluyorlardı. Sadece bize uzun zaman önceydi gibi görünüyor ama aslında öyle değil, çok hızlı gelişiyoruz.

Rusya nedir? Yüz yıl önce, hala atlarla tarlaları sürüyorlardı ve açlıktan ölüyorlardı.

Avrupa hala Avrupa! Son yirmi yılda orada neler oldu? Birleşmeye çalışıyorlar, hepsi bu; şimdi zaten düşüyorlar. Liberalizm ve demokrasi Avrupa’yı hızla yok ediyor!

Bunu yirmi yılda yaptılar ve önümüzde hala iki yüz yıl var. Bu yüzden, ıslaha ulaşmayı başaracağız. Bundan kesinlikle eminim.

Doğa, aslında her şeyi, son aşamalarda ilerlememizin niceliksel değil niteliksel hale gelmesi için hazırlamıştır. Şimdi her yıl nasıl ileriye doğru itildiğimizi ve nasıl ileriye doğru atılmaya yönlendirildiğimizi göreceğiz.

Bunu yapmayı başaracağız!

Tüm İnsanlık İçin Çalışın

Yorum: Bugün birçok ülke, yaklaşan kitlesel işsizlikle ne yapılacağı sorusuyla karşı karşıyadır. Sonuçta bu, desteklenmesi gereken çok büyük bir insan kitlesidir.

Cevabım: Onlar için zaten bir iş var: kendilerini tek bir kolektifte nasıl bir araya getireceklerini, maddesellik ve maneviyatta var olmak için tam olarak neyin gerekli olduğunu, nasıl tatmin olunacağını, “komşunu kendin gibi sev” içinde birleşmeyi ve bu harekette dosta dost olmayı öğrenmek, üst gücü anlamayı başlamaktır.

Yani, herkesin birleşmesi için çalışma var. Çok sayıda bireye bölünmesi daha iyidir. İnsanların bunu yapması gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle en önemli şey herkesle birlikte yapılması gereken toplumsal çalışmadır.

Soru: Toplumun kalburüstü tabakası, kitlelerin bu çalışmasından ne gibi bir fayda görecek?

Cevap: Elbette elit kesimin de yeniden yapılanması gerekiyor. Onlar, kar, güç, rahatlık, birbirlerini destekleme, sözde “Hollywood” u yaratma vb. arzularla çılgına dönene, doğalarının kötülüğünün, varlıklarının değersizliğinin farkına varıncaya kadar daha birçok sorun olacaktır.

Bunun için onlara kendilerini kandırdıklarını göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Sadece kitlelere uyuşturucu dağıtmakla kalmıyorlar, aynı zamanda, temelde, kendileri de zenginlik, güç ve gösterişli lüks yaşamın etkisi altındalar.

Hayatlarının geçici, değersiz olduğu gerçeğiyle onları sarsmalıyız. Tamam, diğerlerinden 10 ila 20 yıl daha uzun yaşayacaklar, peki sonra ne olacak?  Burada onlara, sahte özgürlüklerini, güçlerini ve kibirlerini sonsuzluk  ve mükemmellikle değiş tokuş etmeleri için tamamen farklı bir şey sunulur.

“Kitlesel İşsizliği Çözmenin İyi Yolları Nelerdir?” (Quora)

Kitlesel işsizliğin çözümü, her bireyin topluma yaptığı belirli bir katkı karşılığında alınması koşuluyla, tüm insanlara temel bir gelir sağlamaktır.

Başka bir deyişle, temel gelir yani düzenli bir ödenek almak kendi başına çalışamaz. Aksine, , eğer insanları topluma katkıda bulunmaya teşvik etmeye gerek kalmadan toplumda temel gelir uygulanırsa, toplum durgunlaşırdı. Bunun nedeni, bizi her türlü şekilde başarılı olmaya, ilerlemeye ve performans göstermeye iten rekabet ve sosyal sorumluluk faktörlerinin hayatımızdan çıkarılmış olurdu ve kendimizi gittikçe daha fazla ot gibi yaşamın içinde bulurduk.

Bu nedenle, temel gelir sağlayan bir sistemde, rekabet ve sosyal sorumluluk unsurlarının yeni ve olumlu bir biçim bulmasından endişe etmemiz gerekir.

Bu, toplum yanlısı değerlerin eğitimi yoluyla yapılabilir.

Geleceğe doğru ilerlerken, artan karşılıklı bağımızı ve birbirine bağlılığımızı olumlu bir şekilde gerçekleştirmemiz gerektiğini giderek daha fazla göreceğiz. Birbirimize karşı tavırlarımızı iyileştirmeyi başaramazsak, ne kadar harici bir şekilde bağ kurarsak, o zaman her türlü stresin, baskının ve gerilimin, bizi olumsuz yönde etkilemesini o kadar çok bekleyebiliriz. Bu nedenle, topluma, yeni birbirine bağımlı ve birbirine bağlı çağımızda nasıl olumlu bir şekilde bağ kurulacağını öğreten ve destekleyen yeni bir eğitim türü aşılanması gerekecektir.

Toplu işsizlik, bu parçaları birbirine bağlamamız için bize bir fırsat sunuyor. Otomasyon ve yapay zekanın geleneksel olarak insanların doldurmasına ihtiyaç duyduğumuz işleri aldığını ne kadar çok görürsek, bu tür insanlar için o kadar çok çözüm sağlamamız gerekecek. Topluma olumlu katkıyı teşvik eden, bağ zenginleştirici eğitimle birleştirilen temel gelir, toplumu giderek daha olumlu bir şekilde bağ kurmaya yönlendirmeyi hedefleyeceği için, insanların mutluluğunu, güvenini ve motivasyonunu artırmayı amaçlayan bir çözüm olacaktır.

Bu nedenle, günümüzde yaptığımız gibi, başkaları adına başarılı olmak için motive olmak yerine, başarımız, topluma katkıda bulunabileceğimiz ve farklılıklar ve bölünmenin üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurabildiğimiz ölçüde yeniden tanımlanacaktır.