Monthly Archives: Mart 2021

Sürgündeki Kardeşler

Bizi ileriye iten ve bizi birbirimizle bağ kurabileceğimiz ve sonra Yaradan ile bağımızı ifşa edebileceğimiz onlunun merkezini aramaya zorlayan, sürgün duygusudur. Sürgünün acıları bizleri, etrafı kurtlarla çevrili olduğu için bir araya toplanmış koyun sürüsü gibi birleşmeye zorluyor.

“Ego Bozulduğunda” (Linkedin)

Hatırlayabildiğimiz sürece, ego bizim müttefikimizdi. Bize büyük başarılar kazandırmıştır: Mağaralardan çıktık, tarımı geliştirdik ve kendi yiyeceğimizi üretmeyi öğrendik, yeryüzünün ve gökyüzünün efendileri olduk, vebaları yendik ve yalnızca iki yüzyıl önce yeryüzündeki her insanın potansiyel olarak krallara layık bir yaşama sahip olmasını sağladık.

Ama bizler bu noktaya gelemedik. Bazılarımız hayal bile edilemeyecek bir refahın tadını çıkarırken, diğerleri atalarından hiç olmadığı kadar kötü durumda; yiyeceksiz, susuz ve haysiyetsiz sinekler gibi ölüyorlar. Vebaları yenebilirdik, ama öyle görünüyor ki sanki biz kendimiz dünyayı kin ve nefretle ile istila eden bir veba haline geldik, hemcinslerimiz için, tüm yaşam için ve gezegenimiz için. Sahip olduğumuz her şeyi bize kazandıran ego, bozulmuş görünüyor ve şimdi onunla başardığımız her şeyi yok ediyor.

Büyümek ve gelişmek için egoyu kullandığımız sürece, ego bizim lehimize çalıştı. Egoyu her zaman sadece gelişim için değil, aynı zamanda düşmanları ve rakipleri yenmek için de kullandık, ancak onun ele geçirmesine izin vermedik. Geçtiğimiz birkaç on yılda, ego yaptığımız her şeyi devraldı ve başkalarıyla ilişkilerimiz artık sadece kendimizi inşa etme arzusuna değil, çoğunlukla olmasa da büyük ölçüde incitme, aşağılama ve hatta başkalarını yok etme arzusuna dayanmakta. Ego bir kez yıkıma odaklanmaya başladığında, her şeyi mahveder. Bu gerçekleştiğinde, bizi başka bir dünya savaşına sürüklemeden önce, ona veda etmenin zamanı gelmiştir.

Bunu hala anlamıyoruz; hala egonun bizim arkadaşımız olduğunu düşünüyoruz, ancak tüm ebeveynlerin çocuklarına söylediği gibi, “Kötü arkadaşlıklardan uzak durun!” Ego artık kötü bir arkadaştır çünkü herkesle savaşmak ve herkesi yok etmek için, sorunlardan başka bir şey aramaz, bu yüzden ondan uzaklaşmalıyız yoksa bizi de beraberinde sürükler.

Bir alternatif var: İleriye giden yol, el ele vermek ve güçleri birleştirmektir. Ego bu şekilde tatmin olmayabilir çünkü kimseyi yok etmeyeceğiz, ancak egolarımızın aksine geleceğimizde güven, neşe ve kendimize güven kazanacağız. Günümüzde, yalnızca birleşmiş bir toplum gelişebilir. Sadece farklı geçmişlere, inançlara ve ideolojilere sahip insanlar el ele verdiklerinde, dünyadaki değişen koşullara uyum sağlayabilecek hayati ve esnek bir toplum yaratabilirler. Yalnızca tek bir ideoloji hüküm sürdüğünde, hızla katı ve kırılgan hale gelir ve çok geçmeden çöker. Nazi Almanya’sı, Faşist İtalya ve Komünist Sovyetler Birliği’nde ne olduğuna bir bakın, başarılı olmak için çeşitliliğin bir gereklilik olduğunu ve egonun hüküm sürdüğü yerde çeşitliliğin gelişemeyeceğini anlayın. Egoyu tahttan indirmenin zamanı geldi.

Sonsuz Manevi Tatminin Sırrı

Maddesel dünyada tatmin, hazzı söndürür. Acıkırsam ve yemeye başlarsam, yavaş yavaş açlığımı giderir ve iştahımı kaybederim ve iştahla birlikte haz kaybolur. Sonuç olarak, boş kalırım, tam bir sıfır olarak ve bu, diğer her şeyde de öyledir.

İlk başta alevlenen ateşli aşk, yavaş yavaş rutin hale gelir ve soğur. Alışkanlık hazzın tadını köreltir ve sonunda onu öldürür, bu da ölüme yol açar.

Ancak manevi yaşam sonsuz ve mükemmeldir çünkü manevi eylemlere girmeden önce bile onları nasıl sonsuz ve mükemmel hale getireceğimizi öğreniriz, yani arzumuz yok olmaz, sadece büyür. Arzunun ana şey olduğunu anlamalısınız ve sürekli büyümesi ve kalitesi üzerinde çalışmalısınız.

Bu nedenle, manevi ilerleme, Adam HaRishon parçalandığında, Yaradan tarafından bizim için hazırlanan her türlü özellik tonunu içeren arzumuzun ne kadar gelişmiş ve çok yönlü olduğu ile belirlenir.

Ve bizler, bu arzuyu besleriz öyle ki ondan tek bir parçacık bile kaybolmasın. Tüm arzuların var olduğundan ve birbirini desteklediğinden, birbirlerini zenginleştirdiklerinden emin oluruz ve bu sayede NRNHY’ın tam ışığına, ıslahın sonuna ulaşırız.

Maddesel dünya ile manevi dünya arasındaki fark, bedensel eylemlerde doyumun arzuyu söndürmesidir. Ve maneviyatta, haz alarak arzuyu nasıl daha fazla artırabileceğimizi öğreniriz.

Bu nedenle, arzu bizim için asıl şeydir, tatmin değil. Sonuçta, tatmin, tamamen arzunun büyümesine ve doğru konumlandırılmasına bağlıdır. Arzunun kendisinin, büyüdüğü ve güçlendiği gerçeğinin tadını çıkarmaya başlarım.

Bu tamamen farklı bir çalışmadır çünkü arzumu yerine getirmeyi umursamam. Sonuçta, üst dünyada her zaman sonsuz memnuniyet vardır ve sadece her zaman doğru arzuya sahip olmak ve onu mümkün olduğunca büyütmek konusunda endişelenmem gerekir.

Bu nedenle, Yaradan’a yaptığımız dualar, istekler ve övgüler; O’na her yakarış o kadar önemlidir ki, çünkü koşulumuzu ve memnuniyetimizi onlar belirler. Aslında, içimdeki arzudan haz alırım.

Bu yüzden ilk aşk acıları çok tatlıdır. Onlar fiziksel tatmin değil, haz verenlerdir. Tatmin gelir ve gider ve geride boşluk bırakır. Ruhu doldurabilen ve hafızada kalan bu özlemdir.

Tüm sanat eserlerinin zihinsel ıstıraptan, özlemlerden ve duadan bahsettiğini görürüz. Bu nedenle, gerçek tatminin, sevilen kişiyi özlemekten geldiğini unutmamalıyız.

Tatmin sadece arzuyu artırıyorsa, bu maneviyatta olduğumuzun bir işaretidir. Sadece kendimden vazgeçmeye çabalarken, dolumu bastırmam, aksine onun için yeri genişletirim ve arttırırım.

21’inci Yüzyıl: Sorunun Kökenine Bakmak

Soru: Yuval Noah Harari’nin “21. Yüzyıl İçin 21 Ders” adlı kitabı, insanlığın önümüzdeki yıllarda karşılaşacağı zorluklardan bahsediyor.

Ki onları kitlesel işsizlik, teknolojik, politik ve çevresel zorluklar, nükleer silahlar, değerlerin değişimi, inançsızlık çağı veya yeni-hakikat çağı, kitlesel savaşlar, eğitimde bir değişiklik ve gelecekte sürekli yönelim bozukluğu olarak tanımlıyor.

Yazar, dünyanın yakın zamana kadar üzerinde tutunduğu eski inançların çoktan çöktüğüne, ancak bunların yerini alacak hiçbir şeyin gelmediğine inanıyor. Nereye taşınacağımızı, ne yapacağımızı, hangi becerileri edineceğimizi anlamıyoruz. Bu nereye götürebilir?

Cevap: Bu zorlukları insanlık için doğrudan bir tehdit olarak görmüyorum çünkü insanlık daha ciddi bir ortak hedefle karşı karşıya: bizi sürekli yok eden doğamızın üzerine çıkmak.

20.yüzyılda her türlü teknik ve teknolojik devrimi ve iki dünya savaşını yaşadık ama bu bizi kurtarmıyor. Bilgisayarlaşma ve teknolojik atılımlara ulaştık, ancak bu bile bizim için zararlı. Egoizmimizin sadece insanlığı öldürdüğünü, yeni seçkinler yetiştirdiğini ve onların bir hidra gibi etraflarındaki her şeyi yuttuklarını görüyoruz.

Bu nedenle, sorunun kökenine bakmalıyız. Sosyal, politik, ne olursa olsun değiştirebiliriz, teknolojileri binlerce kez değiştirebiliriz ama bir tür “her derde deva” ilaç için belirli bir umuttan sonra, kendimizi yine kaybedenler olarak buluruz çünkü bir “yılan” gibi egoizmimiz her şeyi ele geçirir ve bize hiçbir şey bırakmaz.

Bu nedenle, herhangi bir alandaki tüm teknolojiler ve ilerlemeler, gelişimimizde bizi hala hayal kırıklığına uğratacaktır. İnsanlığı, gelişimimizin meyvelerine layık, mutlu edebilecekmişiz gibi görünüyordu, ama tam tersine, kendisinin daha derine düştüğünü hissettiğini, haksız bir şekilde ülkelere, uluslara ve sınıflara böldüğünü görüyoruz. Sonuç olarak, kendimizi yine büyük bir hayal kırıklığının karşısında buluyoruz.

Bu nedenle, ana hedefimizi, insanın egoist doğasını almalı ve bunu nasıl düzeltebileceğimize bakmalıyız. Bu olmadan, talihsizliklerimizin tüm kaynakları veya nedenleri hiçbir şeye yol açmayacaktır. Tam olarak köke bakmamız gerekmektedir.

“Dans Etmek Manevi Bir Şey Midir?” (Quora)

Dans etmek çok doğaldır. O, bedenin dilidir. Kendimizi ifade edecek sözün kalmadığı yerde dans ederiz.

Dans etmek ve şarkı söylemek, üst güçle, kaderimizle ve umutla bağlantı kurma arzumuzdan kaynaklanır.

Nesiller boyunca gelişen bireyselleştirilmiş dans biçimi, egoist gelişimimizin bir sonucudur; burada ne kadar egoist olursak, dans da dahil olmak üzere insan faaliyetlerimiz o kadar bireyselleşir.

Gruplar halinde ve daireler halinde dans etmek bize başkalarıyla bağlantı hissi verir, burada birlikte dans ederek, daha güçlü hale geliriz ve kendimizi daha fazla niyet ve arzu ile besleriz. Birlikte dans etmek bize bireysel olarak dans etmekten çok daha fazla güç verir çünkü birlikteliğimizde manevi bir güç bulunur ve bu da egolarımızın üstesinden gelmemize yardımcı olur. Böylece, böyle bir düzende, negatif egoist güçler, bağımızı artıran pozitif güçler haline gelir.

Kabala bilgeliğine göre, dans, iki kutup gibi bölünme ve nefret üzerine binmek zorunda olan bağ ve sevginin ifadesidir. Bu zıtlıkları birbirine bağlamak bizim işimizdir ve dans, birbirine yakınlaşıp sonra geri çekilmek ve yukarı ve aşağı zıplamak gibi zıt hareketlerin bir dengesi olarak ortaya çıkar. Bu, doğa tarafından yaratılan bireysel ve ayrı varlıklar olarak doğamıza, bu durumu nasıl aştığımıza ve bu durumun üzerine nasıl yükseldiğimize ve bir olma arzumuza işaret eder.

Yaradan’la dansa “gelin ve damadın dansı” denir. Yaradan ya da üst güç damattır ve bizler kendimizi Yaradan ile bağa getiren geliniz. Bizler o zaman Yaradan’ın bizden istediği her şeyi özveriyle yapmaya hazırızdır ve bu bizim dansımız olur.

İnsanların Bana Yönelik Eleştirileriyle Nasıl İlgilenmeliyim?

Soru: İnsanların bana yönelik eleştirileriyle nasıl ilgilenmeliyim?

Cevap: Konu olmadıkça, özellikle benimle ilgili eleştirilere cevap vermiyorum ve görüyorum ki öğretme yöntemlerimi biraz değiştirmek, ifademi biraz değiştirmek veya bazı yönlere daha fazla dikkat etmek vb. için, bu eleştirilerden yararlanmalıyım. Kabala bilgeliğinin yayılmasına pratik olarak yardımcı olabilecek her türlü eleştiriyi memnuniyetle karşılıyorum.

Hakkımda söylenen diğer her şeyi şeyi görmezden geliyorum ve insanların benim hakkımda yazdıklarını bile okumuyorum. Basında pek çok tatsız şey yazıldığını duydum, ancak hiçbirinden, hiçbir şekilde rahatsız olmadım. Bu, insanın ıslah olmadan önceki doğasıdır.

“Paradoksal Düşünme Durumu” (Linkedin)

Paradoksal düşünme, eğitim sistemleri veya çeşitli gelişmiş kuruluşlar gibi çeşitli sistemlerin teşvik etmeye çalıştığı bir sistemdir. Konular net olduğunda kendimizi rahat hissederiz, ancak çelişkili fikirleri akılda tutma becerisinin, insanların zihinlerini çok etkili bir şekilde geliştirdiği ortaya çıkmıştır. Paradoksal düşünme, insanların zihinsel sağlığına, zihinsel gelişimine katkıda bulunur ve genel olarak daha iyi bir toplum oluşturur. Peki, başarabileceğimiz en yüksek paradoksal düşünme düzeyi nedir? Şimdi bazı bilgileri inceleyelim.

Tek bir düşünme sistemiyle sınırlı olduğumuzda, çelişkiler kafamızı karıştırır ve içsel çatışmalar yaratır. Alternatif olarak, ikili bir düşünme sistemi geliştirdiğimizde, bir sistemde bir düşünceyi ve diğerinde tamamen zıt bir düşünceyi sürdürebiliriz. Bu, her düşünce farklı bir sistemde olduğu için, içimizde tamamen zıtların aynı anda var olmasına izin verir. Bu nedenle, bizim işimiz, ek bir düşünme sisteminin nasıl kurulacağını bilmektir. Kabala bilgeliğinin tamamen ilgili olduğu şey budur.

Yükseklik boyutunu kavramayan ve sadece yüzey algısına göre yaşayan minik böcekler olduğunu hayal edin. Kendi alanlarında bir yandan diğer yana hareket edebilirler, ancak yukarı veya aşağı hareket edemezler. Onlarla istinaden bizler, başka bir algı seviyesine sahibiz. Benzer şekilde, tek bir düşünce sistemi içinde yaşayan bir kişi, dünyayı iki düşünce sistemi içinde yaşayan birinden çok farklı hisseder.

Bu kavramı anlamak bir şey ama onu başarmak tamamen farklı bir konudur. Bunu yapmak için, içimizdeki sistemi geliştirecek evrimsel güçleri uyandırmalıyız. Bu güçlerin ne olduğunu gerçekten bilemeyiz ancak buna gerçekten ihtiyacımız da yok. Bizim üzerimizde daha güçlü hareket etmelerini sağlamak için, onları geliştirmeyi istemek yeterlidir. İşin püf noktası, eğer isterseniz, bu evrimsel güce nasıl yaklaşılacağını bilmek ve ona bizim içimizde o gelişmiş sistemi inşa ettirmektir.

Böylesine ikili bir sistemi inşa etmenin iyi bir örneği, İshak’ın bağlanmasının İncil’deki öyküsüdür. Tanrı, İbrahim’e İshak hakkında şöyle dedi: “Senin torunlarına İshak aracılığıyla isim verilecek” (Yaratılış 21:12), yani İshak kendi çocuklarına sahip olacak ve İbrahim’in hanedanına devam edecek. Ama öte yandan, Tanrı, İbrahim’e, İbrahim’in hanedanlığının devamını engelleyecek olan “onu yakılmış … bir sunu olarak sunması” (Yaratılış 22: 2) talimatını verdi. Kişi, bu tür çelişkili talimatlar nasıl bağdaştırabilir? Bu, üçüncü tarafın müdahale etmesi gereken zamandır. Böyle bir durumda, bizi öyle ya da böyle yönlendireceği için mantığı kullanamayız. Bunun yerine, çelişkinin geldiği, paradoksun kökeni olan daha yüksek bir aklın gelip çatışmayı uzlaştırması için “çağırmalıyız”.

Kabala bilgeliğinde, tüm çatışmaların uzlaştırıldığı yere, köke, “Yaradan” denir. Yaradan, doğadaki genel güçtür; tüm gerçekliği, evrenin kökünü ve içinde gelişen her şeyi sürdüren güçtür, hayatımızın kökenidir. Sonunda, her bir çelişki tam olarak ona, her şeyin geldiği ve her şeyin birleştiği kaynağa işaret eder.

Karşıtları mevcut aklımızla bağdaştıramadığımız için, akıllarımızı o yüksek kaynaktan aldığımız “yükseltilmiş” bir akılla değiştirmeliyiz. Paradokslar bizi bu şekilde manevi bir seviyeye yükseltir.

Dünyayı geliştirebilecek bir başka paradoks, aşırı egolarımızla olan ilişkimizdir. Bir yandan, herkesi bastırmaya yönelik egoist arzu hayatlarımızı mahvediyor. Öte yandan, egolarımızı nasıl doğru bir şekilde kullanacağımızı öğrenirsek, onları “ona karşı yapılan yardım” denen şeye dönüştürebileceğiz. Başka bir deyişle, manevi merdivende bizi bir seviyeden diğerine yükseltecek olan gelişim için, onları kaldıraçlara dönüştürebileceğiz.

Manevi arzumuz, egoyu dünyadan silmek değil, onun kalmasını ve hatta büyümesini istemek olmalıdır. Bizler, onun üzerine çıkmaya, onu başkalarına karşı iyi bir ilişkiyle örtmeye çalışırken, maneviyatta da daha yüksek derecelere yükseliriz.

Bu nedenle, paradokslarla baş etmenin anahtarı, yalnızca kendimizi düşünen bir sistemden başkaları hakkında düşündüğümüz, ihtiyaçlarını hissettiğimiz ve onları anladığımız bir sisteme geçmektir. Böylelikle içimizde, bize çelişkili görüşler sağlayacak ek bir sistem inşa ederiz. Daha sonra, bu görüşleri nasıl birleştireceğimizi öğrendiğimizde, aramızda, bugünün paradokslarını daha yüksek bir bağlantı ve tamamlama düzeyinde çözecek daha yüksek bir akıl ortaya çıkacaktır.

 

Orta Çizgi Nasıl Oluşturulur?

Soru: Orta çizgiye geçmek için sağ çizgiden isteyerek nasıl vazgeçebiliriz?

Cevap: Hiçbir şeyden vazgeçmemelisiniz. Orta çizgi, sağ çizgi ile sol çizgi arasındaki doğru kombinasyonun bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Bir yandan, orta çizgi, ikisi sayesinde var olur. Sağ çizginin,  yalnızca karşısında ona zıt olan sol çizgi olduğundan dolayı sağ çizgi olduğunu söyleyebiliriz. Aslında, iki çizginin uygulaması orta çizgide gerçekleşir. Bu, bir çizginin diğeri olmadan var olamayacağı anlamına gelir. Karşılıklı var olarak birbirlerini belirler ve tanımlarlar.

Soru: Orta çizginin herhangi bir özel, açık göstergesi var mı ve bunun gerçekten orta çizgi olduğunu nasıl idrak edebiliriz?

Cevap: Orta çizgi, denge ile edinilir. Tıpkı bir ipin üzerinde yürüyen bir insanın, bir sopa yardımıyla kendini sürekli dengelemesi gibidir. Sizin için de aynısıdır. Eğer bunu unutursanız orta çizgiye sahip olmayacaksınız çünkü o, kendi başına değil sadece iki zıt çizginin birleşimiyle var olur.

 

Ben Alan Ve Verenim

Yorum: “Yaradan’a bağlı kalın” deniyor. Hayalimiz, hissiyatımızda Yaradan’ı ifşa etmektir. Aynı zamanda, siz,  O’ndan bağımsız olacağımızı söylüyorsunuz. Bunda bir tür çelişki var.

Cevabım: Aslında, bize iki zıt çizgi veriliyor, sağ ve sol olan, üçüncüyü, her ikisinden oluşan ve aynı zamanda bunların üzerinde olan, orta çizgiyi  biz inşa ediyoruz.

Tam ihsan etme ve sevginin niteliği sağ çizgidir, egoizm ve nefretin niteliği sol çizgidir ve ben onları kullanarak, onların üzerine orta çizgiyi kurarım.

İçimde egoizm, öfke, açgözlülük ve kıskançlık vardır, her şeyi almak isterim. Ve sizin içinizde, bir ev sahibi olarak, tam tersine, ihsan ve koşulsuz sevgi var ve onları sizden alabilirim. Her şeyi vermeye tamamen hazırsınız. Ancak, egoizmimle sizi kullanırsam, o zaman size bağlı olurum.

Ayrıca benim utanmam burada ortaya çıkıyor. Bu, bugün dünyada gördüğümüz şeydir, depresyon ve diğer her şey, sözde büyük utanç niteliği olarak adlandırılan, üst niteliğin bir sonucu olarak.

Bunun üzerine çıkmak için, benim üzerimdeki etkinizi tamamen ortadan kaldırmalıyım. Bunu ancak her iki niteliği de uyguladığımda yapabilirim. Aynı zamanda egoizmimi tam olarak kullanırım, mümkün olan her şeyi sizden alırım, sizden gelen hazzı kendimden geçiririm ama size memnuniyet vermek için.

Sonuç olarak, ben bir alan haline gelmem çünkü sadece sizin iyiliğin için alırım. Ben verenim çünkü size her şeyi vermekteyim. Ve sizler bir alan haline gelirsiniz.

Ben alan ve verenim. Siz alan ve verensiniz. Bizler kesinlikle birbirimize eşit hale geliriz. O halde “yaratılan – Yaradan” derecelerinde, aramızda kesinlikle hiçbir fark yoktur. Tamamen size eşit dereceye ulaşırım.

Dahası, burada lider olduğum için, bu yeni ilişkinin yaratıcısı olduğum için, sizden bile daha yüksek oluyorum. Sonuçta, tüm süreci yönetiyorum: Onu yaratıyorum, icat ediyorum ve uyguluyorum.

Adem Yasak Meyveyi Neden Tattı?

Soru: İlk insan, Adam HaRishon olarak adlandırılan koşul ya da insan hiç var oldu mu? İyilik ve kötülüğün bilgi ağacını içinde birdenbire hissetti mi?

Cevap: Evet. Ağaç, kişinin arzu edebileceği ve büyüyebileceği koşulları temsil eder.

İyilik ve kötülüğün bilgi ağacının meyvesini tatmakla, bunun zararlı olduğunu görür, çünkü onların üzerine çıkmak yerine egoist arzuları içinde bu hayattan almaya başlar ve aynı zamanda tüm üst dünyayı tamamen kaybeder.

Bizler, aşina olmadığımız belirli bir alanda var olmaktayız. Bu alan, ancak tüm içsel potansiyelimizi, tüm arzularımızı ortaya çıkarırsak bizim tarafımızdan bütünüyle algılanabilir. O zaman o, üst dünya olarak adlandırılacak.

Bu aynı alan, bizim tarafımızdan şu anda hissettiğimiz küçük gri dünyamızda çok sınırlı bir biçimde algılanabilir.

Dünyalar arasındaki fark, yaşam ve ölüm arasındaki farktır çünkü dünyamızdaki varoluş ölüm gibidir. Her zaman bir şeyi arzuluyorum ama asla bulamıyorum. Hayatım, doğduğumdan beri yavaş ilerleyen bir ölüm.

Soru: Neden Adem, birdenbire iyilik ve kötülüğün bilgi ağacından yemeye zorlandı? Sonuçta her şey çok güzeldi.

Cevap: Yaradan onu kasıtlı olarak, içinde bulunduğu durumu anlayabileceği şekilde ayarladı. Yaratılmış varlıklar olarak, sadece başka bir şeye bağıntılı bir şeyler hissedebiliriz.

Adam HaRishon mükemmel bir koşul içindeyken, onu mükemmel olarak hissetmiyordu. Henüz analizi veya sentezi, şüpheleri, arzuları, özlemleri veya bunların yerine getirilmesi yoktu. Aralarında farklılıklar olduğunu bilmiyordu. Her şey karşılaştırma yapıldığında anlaşılır. Her şey zıttı vasıtasıyla hissedilir.

Ama O, bu zıtlığa sahip değildi. Yaradan’ın kendisi için neyi sakladığını görmek için, yavaş yavaş daha yüksek edinime, üst dünyaya yükselmek için dünyamıza düşmesi gerekiyordu.