Manevi Sevgi Bildiğimiz Sevgiden Farklı Mı? Evet İse, Onu Beslemek İçin Bir Şey Yapabilir Miyiz? (Quora)

Bildiğimiz sevgi ya da maddesel sevgi, bize haz veren her kimse ya da her neyse onu sevmeyi içerir. Aksine manevi sevgi, başkalarına karşı içsel bir uzaklık, reddetme ve karşıtlık hissetme ve bu uzaklığın üstünde sevgi inşa etme üzerine kurulmuştur.

Başka bir deyişle, bildiğimiz sevgi, bir başkasına doğal bir çekim ve yakınlık hissettiğimizde, doğuştan egomuzda ortaya çıkan sevgidir. Böyle bir sevgiyi hisseden her insan, bunu, sonunda o sevgiden sağlayacağı faydanın hesaplanmasına dayanarak yapar. Bu, diğer insanlardan ve şeylerden haz alma arzusu olan egoist doğamızın hesaplamasıdır. Bu nedenle, bizim bildiğimiz sevgiye göre – maddesel sevgi – bazen birbirimize sevgi, çekim ve yakınlık, bazen de nefret, reddetme ve uzaklık hissederiz.

Hâlbuki manevi sevgi; birbirimize karşı uzaklık, reddetme ve zıtlık hissi ile birlikte, bu hislerin üzerine inşa ettiğimiz sevgi, bağ ve çekim niteliklerini de hissetmeyi gerektirir. Şu anki gerçekliğimizde, başkalarına karşı sevgiyi ve nefreti, aynı anda hissedemeyiz, ama bu hisleri farklı zamanlarda hissederiz. Bu nedenle, manevi sevgi, başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurmak için, egonun üzerine çıkmanın manevi sürecinde büyük bir yetenek gerektirir ve bu yüce sevgi düzeyine ulaşmaya layık olmalıyız.

Bununla birlikte, gelişimimizde manevi sevgiyi deneyimlemeye giderek daha fazla hazır hale geldiğimiz bir seviyeye ulaşıyoruz. Bir yandan bildiğimiz sevginin bizi çok daha fazla soruna götürdüğünü anlarız. Egomuz büyüdükçe, kendimizi doyurmak için daha fazlasını talep ederiz ve bunun yerine getirilmesinde o kadar zorlanırız. Öte yandan, daha fazla olgunlaşmak için hazırlanırız.

Tatlı yiyecekler, bu olgunlaşma sürecinin bir örneğini görmemize yardımcı olabilir. Çocuklar genellikle sadece tatlı olan şekerli yiyecekleri severler, ancak bizler büyüdüğümüzde genellikle baharatlı, acı veya ekşi bir şeyle birlikte veya sonrasında tatlı yiyecekler yemeyi severiz. Ne kadar olgunlaşırsak, o kadar tek bir şeyden haz alamadığımızı hisseder; o şeye ve onun tam tersine gereksinim duyarız.

Ayrıca, çaba sarf etmeye ve üstesinden gelmeye ihtiyaç duymadan, sınırları ve eleştiriyi hissetmeden hayatta sadece olumlu durumları deneyimlemiş olsaydık, hayatımızda bir şeyler eksikmiş gibi hissedeceğimizi de anlamaktayız. Bizler, diğer hesaplamaları anlamak için kavrama noktalarına sahip olmayı arzulayan bir şekilde inşa edildik ve böylece tatlıyı tatmak ve tadını çıkarmak için acılık, ekşilik ve baharat ekleme ihtiyacı geliştiriyoruz. Bu eğilim, bizim (yaratılmış varlıklar) başlangıçta doğanın zıttı olarak yaratıldığımız varoluşumuzun temelinden kaynaklanmaktadır: Doğa, yalnızca haz ve memnuniyet ihsan etmek isteyen bir sevgi niteliğidir ve bizler, yalnızca haz ve memnuniyet almak isteyen zıt bir nitelikten yapıldık.

Bu nedenle, manevi sevginin “tatlılığını” tatmak için, doğuştan alıcı olan doğamızda bulunmayan sevgi ve ihsan etme niteliğini elde etmemiz ve bu nitelikleri, içimizde olan doğal reddetme ve uzaklık üzerine inşa etmemiz gerekir. Bu, ebedi ve bütün olan manevi sevginin niteliğini keşfetmek için, egonun fani ve eksik doğasının üzerine çıkmanın yollarını öğreten bir yöntemin – Kabala bilgeliği – rehberliği ile mümkündür.

Kabalistler, manevi sevgi hakkında “Sevgi tüm günahları örter” (Özdeyişler 10:12) diye yazmışlardır – burada “günahlar” egomuzda hissettiğimiz uzaklık, reddetme ve zıtlıktır. Manevi gelişimimizde böylesi bir sevgi biçimini ne kadar çok gerçekleştirirsek, nihai varoluş amacımıza varmak için doğanın bizim için ortaya koyduğu her şeye; onun mükemmelliği, bütünlüğü ve sonsuzluğu içindeki sevgi hissiyatına, o kadar çok ulaşacağız.

Ne yazık ki, bu ögeye yorum yapma özelliği kapatılmış.

"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed