“Fiziksel Sevgi ile Manevi Sevgi Arasındaki Fark Nedir?” (Quora)

Fiziksel veya bedensel sevgi, birinden veya bir şeyden haz almaktan gelir.

Aksine, manevi sevgi ise, başkalarından nefret ve reddedilme hissettiğimiz anlamına gelir ve bu olumsuz hislerin ötesinde, sevgi dolu bir tutum inşa ederiz.

Manevi sevgi hakkında “Sevgi tüm günahları örtecek” diye yazılmıştır (Özdeyişler 10:12). Manevi sevgi, nefretin yerini almaz, ancak onun üzerinde ortaya çıkar.

Böylesi bir nefretten ıstırap duyduğumuz yani başkalarını sevmek istediğimiz ancak kendimizi, istediğimiz sevgiyle çelişen zıt duygular içinde bulduğumuz ölçüde, bu tür olumsuz hislerin üzerinde pozitif bağ kurmamız manevi sevgiyi uyandırır.

Böylece, manevi sevgi, sevmek istediğimiz kişiye olan mesafemize göre ölçülür. Bu nedenle manevi sevgiyi edinmek, aynı zamanda, tüm yaratılış için ulaşmamız gereken bir tutum olduğu anlayışıyla, büyük miktarda öğrenme ve hazırlık gerektirir.

Kabala bilgeliğine göre yaratılış, haz alma arzusudur. Gerçekte algıladığımız her şeyin arkasında, tek bir haz alma arzusu yerleştirilmiştir.

Özünde haz alma arzusu, sadece madde olduğu için sorun teşkil etmez. Haz alma arzusu, başkalarının pahasına, bireysel olarak fayda sağlanmak istendiğinde sorunlar ortaya çıkar. Bir organizmadaki hücreler arasında böyle bir eğilim, kanser olarak kabul edilir. Biz insanlar arasında, hayatta yaşadığımız her sorunun temelini başkaları pahasına bireysel olarak fayda sağlama arzusu oluşturur.

Ne kadar çok gelişirsek, haz alma arzusu da o kadar büyür ve kendimizi o kadar çok sorunun ve krizin bataklığında buluruz. Böyle bir süreç, bizi, Kabala bilgeliğinin “kötülüğün farkındalığı” olarak adlandırdığı bir duruma götürür, burada, tüm sorunların kökü olarak başkalarının pahasına kendi kendine fayda sağlamak isteyen egoist doğamızın farkına varırız. Bu noktada, içimizdeki egoist doğadan nefret ettiğimizi ortaya çıkaracağız ve sonra ona karşı sevgi dolu bir tavır sergilemeyi gerçekten özleyeceğiz.

Haz alma arzusu bizim doğamızdır. Ondan kurtulamayız, onu yok edemeyiz, buna ihtiyacımız da yok. Diğer insanlardan ve doğadan haz alma arzusu üzerine olumlu ve sevgi dolu bir tavırla inşa edilmek zorunda olduğumuz, ikinci kat ve üst katın inşa edildiği bir binada, doğamıza yalnızca zemin katı olarak bakmamız gerekir.

Böyle bir manevi sevgiye nasıl ulaşabiliriz?

Bu, daha yüksek bir dereceden isteyerek yapılır. Haz alma arzusu yaratılışın doğasıdır ve onu yaratan doğanın tam tersidir: ihsan etme, sevme ve verme arzusu. Kabala bilgeliğinde, ihsan etme ve sevme arzusunun “Yaradan”, “üst güç”, “ışık” ve ayrıca “doğa” dahil olmak üzere birkaç adı vardır. Bunlar, doğuştan gelen arzularımızdan gizlenmiş, gerçekte var olan vermenin ve sevginin niteliğini tanımlar. Başkalarını manevi olarak sevmek için samimi bir arzuya ulaştığımızda yani bu sevgiye bağlı kişisel bir fayda sağlamak istemediğimizde, o zaman Yaradan’a bu kendini dönüştürmeyi gerçekleştirmesi için gerçek bir talebe – bir duaya – ulaşırız.

Neden böyle bir duruma ulaşmak isteyelim ki?

Çünkü böyle yaparak kendimizi hayatımızın kaynağına yakınlaştırıyoruz, hayvansal varoluş derecesinden, terimin tam anlamıyla insan olmak için yükseliyoruz. İbranice’deki “İnsan” (“Adam”), “en yüksek olana benzeyen” (“Adameh le Elyon”) ifadesini ifade eder. Bu nedenle, manevi sevgiye ulaşmak, Kabala tarafından yaşamın amacı olarak tanımlanan – dünyamızda yaşarken elde edebileceğimiz en yüksek, en uyumlu ve dengeli algılama ve hissiyat hali – Yaradan’a benzerlik elde etmek anlamına gelir.

Ne yazık ki, bu ögeye yorum yapma özelliği kapatılmış.

"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed

Sonraki yazı: