Monthly Archives: Şubat 2021

Covid’in Bittiğini Gördük Mü? (Linkedin)

İsrail Devleti, ikinci Covid aşısını alanların oranında, nüfusunun yüzde ellisi sınırına hızla yaklaşıyor. Ülke, okulları, spor salonlarını, sinema salonlarını, alışveriş merkezlerini ve otelleri yeniden açıyor. Covid’in bittiğini gördük mü? İnsanların sinirlerinin gergin olduğunu ve sabırlarının tükendiğini anlıyorum, ama uzmanların söylediklerine bakarsam, sabırsızca davranış gibi görünen şey yüzünden bu kadar heyecanlandıklarını görmüyorum.

Örneğin çocuklar aşı olmadı. Eğer onları okula geri gönderirsek ne olacağını biliyoruz. Virüs bugün ilk ortaya çıktığı zamanki gibi değil. Çocukları ve hatta embriyoları etkiliyor, öyleyse çocukların kesinlikle birbirlerini enfekte edecekleri sıkışık sınıflarda toplanmasına nasıl izin verebiliriz? Ve eğer hastalanırlarsa, bu ebeveynlerini nasıl etkileyecek? Kardeşlerini nasıl etkileyecek? Bir kez daha, kararlar tıbbi önemlere göre değil, siyasi çıkarlara göre alındı ve bedelini herkes ödüyor.

İnsanların eğlenmek istediğini anlıyorum, ama bu ne zamandan beri hükümetin kararlarında bir etken oluyor? Yazın insanlar plaja gitmeyi ve suda yüzmeyi severler. Ama su kirlenmişse ve suya dalmak insanların hayatını riske atıyorsa, insanlar yine de suya girerler mi? Yetkililer kendilerini riske atmalarına ve suya girmelerine izin verirler mi? Düzenli bir ülkede yetkililer, halk için doğru olanı yapma yetkisine sahiptir; bu yüzden onlara “yetkili” denir.

Ne yazık ki, politikacıların yaklaşan seçimler nedeniyle toplumun güvenliğini hiçe sayarak kamuoyunda puan toplayan politikaları benimsemeleri, onların ilgilerinin bizim sağlığımız değil, kendi politik kariyerlerinin çıkarları olduğu gerçeğini kanıtlıyor. Seçilmiş yetkililerimizden talep ettiklerimiz konusunda daha sert olmalıyız.

Şayet Covid’in bittiğini görmek istiyorsak, iki şeye odaklanmalıyız: 1) Siyasetçilerin ve diğer ilgili organların müdahalesi olmadan, sağlık profesyonellerinin kendi aralarında çözüme ulaşmalarına izin verin ve sonra onların direktiflerini izleyin. 2) Saflarımızı birleştirin, ulus olarak dayanışmamızı güçlendirin. Çoğu farklılığımızı yok edemeyiz, ancak birliğin değerini herhangi bir kişisel görüşün üzerine yükseltebiliriz ve yükseltmemiz gerekiyor. Bunlar virüsü yenmemiz için gereken tek araçlardır. Aslında, ikinci araç, yalnızca Covid krizimizi değil, şu anda karşılaştığımız veya gelecekte karşılaşacağımız tüm krizleri çözecektir.

“Barış Nedir?” (Quora)

İbranice’de barış kelimesi, (“Şalom”) bütünlük ve mükemmellik (“Shlemut”) kelimesinden gelir. Bu, bütünlüğe ve mükemmelliğe ulaşmak istiyorsak oraya barış yoluyla varmamız gerektiği anlamına gelir.

Dolayısıyla barış, geçmişimizin ve mevcut durumumuzun yanı sıra ateşkesler ve çeşitli anlaşmalarla ilgili anlayışı içerebilir, ancak en çok emin olduğumuz şey nihai hedefimizdir: mükemmel ve bütün bir koşula doğru ilerlemek istediğimizdir.

Mükemmel ve bütün bir koşul, çeşitli zıtlıkların birbirini tamamladığı ve bütünleştirdiği bir koşuldur. Bu nedenle, barış hakkında sık sık düşünülenin aksine, savaşsız barış olması imkânsızdır ve başkalarını bizim gibi düşünmeye ikna ederek veya zorlayarak barışı sağlamaya çalışmaya odaklanmamalıyız çünkü bu olmayacaktır.

Bireysel olarak hiç kimsenin içinde birbirini tamamlama, bütünlük ve mükemmellik koşulu yoktur, fakat bu, her birimiz bireysel benliklerimizden koptuğumuzda ve egolarımızın üzerinde birbirimizle pozitif bağda yeni bir varlık yarattığımızda ortaya çıkar.

Bu nedenle barış, eğitim içeren uzun bir süreçtir, böylece her birimiz mevcut koşulumuzdan kopabilir ve birlikte olduğumuz, yukarıda inşa ettiğimiz ve kendimizden koptuğumuz yeni mükemmel ve hepimizin bir olduğu bir yerde, bütünlük koşuluna bağlı kalmamız gereken bir koşula ulaşabiliriz.

Böyle bir koşula ulaşmak için, egolarımıza karşı hareket etmemize yardımcı olacak şekilde aramızda barışı sağlamak için, doğanın pozitif gücünü birbirimizle olan tutum ve ilişkilerimize çekmemiz gerekir. Bu süreç egolarımızı bastırmadan veya silmeden gerçekleşir. Aksine, egolarımızla birlikte, doğanın pozitif gücü bizi bölücü insan egosunun üzerinde sevgi ve ihsan etme eğilimi olan varlıklara dönüştürecektir. Başka bir deyişle, doğanın pozitif gücünü, onun sevgi, ihsan etme ve bağ örtüsüyle egomuzu sarmak ve örtmek için çekeriz ve bu bize doğru davranma ve barış koşuluna ulaşma yeteneği verir.

Yaradan’a Ulaşmanın Başlangıcı

Soru: Dünyamızda tüm insanlığın, inancın ne olduğu konusunda ortak bir anlayışı vardır.  Size bir şey söylenmiştir ve onu görmemiş olsanız da, hissetmeseniz de ve ona ulaşmasanız da, ona inanıyorsunuz.  Ve bilgi, beş duyumuzda elde ettiğimiz şeydir.

Ancak Kabala, mantık ötesi inanç denen bir koşulu inceler.  Bunun anlamı nedir?

Cevap: Kabala’da her şey, bu dünyadan kesinlikle farklıdır.  Mantık ötesi inanç koşulu, kişiye oldukça sıkı bir çalışma döneminden sonra, Kabala’nın dünyamız ve manevi dünya hakkında ne dediğini anlamaya başladığında gelir.

Kişi belirli alıştırmaları yaparak, başına gelen her şeyin bir üst güç, üst akıl, üst iradeden geldiğini hissetmeye başlar ve Yaradan, Yaradan’ın arzusu, Yaradan’ın planı olarak adlandırılabilecek, belirli bir programı izler.  Ve sonra kişi, dünyamızda neredeyse tek bir eylemin kaldığını görür – tüm hislerini Yaradan ile birleştirmek.  Ve bunu yavaş yavaş yapar.

Çevresinde olup biten her şeyi, böyle yapılması yazıldığı için değil, bunda belli bir eğilim, anlam ve amaç (hayatın her durumunda kişiyi tek bir kaynağa, Yaradan’a yönlendirmek) olduğunu hissetmeye başladığı için üst güce atfeder.

Kural olarak, kişi egoizminde, gururunda ve öz-farkındalığında her türlü hoş olmayan duyguyu, tehdidi, korkuyu ve yenilgiyi deneyimlemeye başlar.  Dünyanın kendisine karşı çeşitli kaynaklardan gelen düşmanlığını hisseder.  Ve sonra, tüm bu kaynakların ardında, kişi üzerinde O’na yönelmesi için bu şekilde çalışan, “Yaradan” olarak adlandırılan güçler sistemini görmeye başlar.  Yani cansız, bitkisel ve hayvan doğasının tüm çeşitliliğinin arkasında bir tür güç, bir plan, bir program; tek bir kaynak vardır.

Ve gücün kendisi, kişiden gizlidir.  Onun yönüne bakacak şekilde, kasten kendisini kişiye gösterir.  Onun yönüne ne anlama geliyor?  Henüz net değildir.  Sadece başına gelen her şeyde, kişinin tek bir kaynağı görmeye alışmasıdır.

Bunun için çaba sarf eden kişi, sanki, dünyada, evrende olup bitenlere karşı, mantık ötesi inanç denen şeye karşı başka bir tutum seviyesine yükselir.

Mantık, diğer tüm insanlar gibi bir insanın dünyamızda beş duyusunda hissedebildiği şeydir.  Ve inanç, başına gelen her şeyi bir sonraki seviyeye, belirli bir güçle ilişkilendirme yeteneğidir ve bu şekilde onu yavaş yavaş eğitir.

Başlangıçta, bu sadece bir duygudur çünkü kişi henüz kaynağın kendisine tam olarak ulaşmamıştır.  O’nun hakkında tek bir şey dışında, hiçbir şey söyleyemez: tüm tecrübeleri ona gönderen kaynaktır.  Ve tecrübelerin ötesinde, aynı kaynak kişinin O’na dönmesine yardımcı olur.

Böylece O, kişiyi Kendisine yönlendirir:  “Dikkatinizi Bana verin.  Her şeyi Benden alıyorsunuz.  Bu dünyadaki tek hükümdar benim.  Size, tüm eylemlerinize, koşullarınıza, düşüncelerinize, duygularınıza, etrafınızdaki her şeye, tüm evrene hükmeden tek kişi benim.  Ve seni etkileyen her şey Benden geliyor.”

Bu, tam olarak kritik koşullarda daha büyük bir şeye ihtiyaç duyulduğunda ve kişi kendisine ne, neden ve nasıl olduğunu anlamadığında, meydana gelen her şeyin kaynağı olarak Yaradan’a ulaşmanın başlangıcıdır. Her şey onu boğar ve kafasını karıştırır.

Ve sonra, büyük bir içsel kargaşanın sonucu olarak, aniden bunun üst güçten geldiği hissini uyandırır.

Hiçbir Şeyin Eksikliğini Hissetmemek

Soru: Fizyologların son araştırmalarına göre, yaşamın ilk beş yılındaki aile refahı seviyesi, bir kişinin gelecekteki tüm kaderini belirleyebilir.  Örneğin, fakir ailelerde büyüyen insanların vücutlarında yüksek düzeyde kortizol bulunur, bu da kişiyi daha temkinli yapan bir stres hormonudur.

Varlıklı ailelerde büyüyen insanlar, görsel algı ve uzun süreli hafızadan sorumlu olan paryetal ve temporal bölgelerde kalınlaşmış bir kortekse sahiptir.  Bu, doğrudan kişinin yüksek başarı düzeyiyle bağlantılıdır.

İhtiyaçları iyi karşılanmış çocuklar için, özverili ve fedakar olma olasılığı daha düşüktür.  Başkalarıyla daha az istekli para paylaşırlar.  Yoksulluk içinde büyüyen çocuklar için tam tersidir ki o özgeciliğe daha yatkın, paylaşmaya, fedakarlık etmeye isteklidir.

Kişinin parayı, kazancı çekmesi veya itmesi gerçeğini ne etkiler?

Cevap: İnsan doğasından bahsediyorsak, tabi ki bu tamamen bireyseldir.  Birisi yakınlarına şefkat duyuyor mu, duymuyor mu?  O bunu ebeveynlerinde gördü mü yoksa ona öğretildi mi?  Her şey kişiye ve çevreye bağlıdır.

Ancak öte yandan belli bir çevreye girerse bu ona aşılanabilir.  Orada, empati durumunun onu düzelttiğini, onu tamamen farklı bir varlık haline getirdiğini ispatlarlar.

Soru: Yakınınızdaki kişiyi hissetmek her şeyin anahtarıdır.  Bu duygu geliştirilmeli.  Bir kişiye, her zaman eksikliği giderilmiş hissetmesi için hangi öneri verilebilir?

Cevap: Kişi toplumun bir ürünüdür.  Onu bu şekilde eğitecek belli bir toplum içinde olmalıdır.

Soru: Hiçbir şeyin eksikliğinin olmadığını hissetmeleri için, tüm insanlığa nasıl bir tavsiye verilebilir?

Cevap: Birbirinize, nasıl herkes için iyilik dilediğinize dair bir örnek gösterin.

“Çevrimiçi Yaşam Rehberi” (Linkedin)

Beğenelim ya da beğenmeyelim, çevrimiçi yaşıyoruz. Evde kalmak, pandeminin bir yıldan fazla sürmesinden sonra küresel boyutlara ulaştı. Artık birbirimize bağımlı olduğumuz, çeşitli çevrimiçi iletişim araçları ve platformları aracılığıyla birbirimizi sürekli etkilediğimiz her zamankinden daha açıktır. Bu yeni gerçeklikten en iyi şekilde nasıl faydalanabiliriz? Yeni ilişkilerimizin doğasını incelemek için doğru “gözlükler” takarak nihai faydayı elde edeceğiz.

Uzayan COVID-19 krizinin bir sonucu olarak, iş yerlerinin ve işletmelerin uzun süre kapalı kalması, şu anda sanal olarak çalışan, okuyan, iletişim kuran ve sosyalleşen dünya çapında milyonlarca Amerikalı ve insan için istihdam ve yaşam tarzını değiştirdi. Çevrimiçi yaşamın, sağlık krizi sona erdikten sonra bile yaşam tarzımızın uzun süreli bir parçası olarak kalması bekleniyor. Yakın zamanda yapılan bir Pew Research araştırması, ankete katılan kişilerin tam zamanlı olarak evde çalışanların % 71’inin, kendilerine böyle bir seçenek sunulsa bile pandemi kontrol altına alındıktan sonra bile bunu yapmaya devam etmek isteyeceğini ortaya koydu.

“Normal” hayat dediğimiz şey asla tam olarak geri dönmeyeceğinden, yeni çevrede uygun ve anlamlı bir şekilde yaşamayı öğrenmemiz iyi olur. Tüm kalpleri, tüm zihinleri, tüm arzuları, tüm düşünceleri birbirine bağlayan – her şey ve herkes arasında bağlantı kuran görünmez iplikleri hayal edin. Bu bağlantı ağının iki olası durumu vardır: ilk doğal durum ve proaktif seçim ve farkındalık yoluyla ulaşmamız gereken daha gelişmiş bir durum.

İlk durumda, ağ içindeki bireyler yalnızca kendi çıkarlarını hissederler ve arzularını yerine getirmek için başkalarını kullanmaya çalışırlar. Böylesine kendine odaklı bir yaklaşım, ağ atmosferini olumsuz ve yıkıcı bir rekabetle, kontrol, bölünme ve nefret duygusuyla doldurur. Temel olarak, hiç kimse sakin bir biçimde uyumaz; herkes şu ya da bu şekilde acı çeker.

Daha gelişmiş durumda, bireyler ortak bir hedefe sahip bir kolektifin parçası olduklarını ve tamamen birbirlerine bağımlı olduklarını hissetmeye başlarlar. Kolektifin üyeleri arasındaki ilişki karşılıklılık, tamamlama, verme ve sevgiye dayanır. İkinci senaryodaki başarının tanımı, herkesin başkaları için en iyisini yapmaya çalıştığı toplumsaldır.

Bu iki durum birbirine tamamen zıttır. Birinci durumda hissedilen dünya zor bir dünya iken, ikinci durumda hissedilen dünya güzeldir. Nerede yaşayacağımı belirleyen kim? Başkalarına karşı tavrımla, ben belirlerim!

Herkesle egoist bir kendini tatmin etme bakış açısıyla ilişki kurarsam, ilişkilerimizin her geçen gün kötüleştiği bir dünyada her zamanki gibi yaşarım. Ama kişisel egoizmimin üzerinde, ben olmayanların endişelerini de içeren bir tavır geliştirmeyi başarırsam, ters bir dünya bana açılacaktır, daha yüksek ve daha olumlu bir dünya ifşa olacaktır. Bunu şimdi hissedemememin nedeni, onu anlamak için gerekli nitelikleri henüz geliştirmemiş olmamdır. Bu, radyo yayınlarının çalışma şekline biraz benzer: hangi istasyonu dinleyeceğimi belirleyen şey, alıcımın ayarlandığı dahili frekanstır.

İçinde yaşadığımız ağ, tek ve aynıdır, herkes arasındaki bağlantılar, onları hissetsek de hissetmesek de zaten vardır. Eğer  “Komşunu kendin gibi sev” şeklinde yeni bir doğa geliştirmeyi başarırsam ve başkalarına sevgi ve düşünceli davranırsam, bu ilişkiler ağında beni iyilikle dolduran sonsuz ve eksiksiz bir güç hattı olduğunu hissetmeye başlayacağım.

Bu güç kaynağı bizi mükemmel bir şekilde yönlendirir ve hayatın hiç kimse veya hiçbir şey tarafından engellenemeyen çok yüce bir amacı olduğunu ifşa etmek için, anlayışımıza ışık tutar. Bu tutum değişikliği, insan ilişkilerimizde uygulamaya konulursa, sanal çevremizi aydınlatacaktır ve hayatımızın her anının, bir parmak dokunuşuyla tüm yaratılışı dolduran sevginin gücüyle bağ kurmak için bir fırsat haline geleceğini anlayacağız.

Kişinin İçindeki Üç Tür Arzu

Soru: Tora’nın anlatılarında, her biri kişinin içsel arzularını kişileştiren birçok karakter vardır. Kabala’daki temel koşul, egoizminizden çıkış anlamına gelen, Mısır’dan çıkıştır. İçimizdeki “Mısırlılar” kimlerdir?

Cevap: “Mısırlılar”, bizim her tür egoist niteliklerimizdir. Bu karakterlere bağlı olarak küçük veya büyük olabilirler.

Rabaş’ın makalelerinde “Mısırlılar”ın, içimde “Eylem yapın, niyet önemli değil. Bu senin için değil, henüz yeterince olgun değilsin.” diyen arzular olduğu yazar.  Yani egoist niteliklerim beni sakinleştirir ve beni niyetlerden uzaklaştırır; niyetler esas olan şey değildir, esas olan eylemlerdir.

Yorum: Birincil kaynaklarda bile, niyet olmadan eylemler için bir tür destek bulabilirsiniz.

Cevabım: Birincil kaynakları nasıl gördüğümüze bağlı. Doğrusu, Tora niyetlerden bahseder.

Yorum: Ama aynı zamanda sık sık şöyle diyorsunuz: Eğer gücünüz yoksa, asıl şey bir şeyler yapmaktır ve niyet daha sonra gelecektir.

Cevabım: Evet, ama yaparsın ve niyet daha sonra gelir.

Yorum: Ayrıca içimizde “dünyevi” denilen arzulara sahibiz. Hemen hemen tarafsızdırlar. Onlar sadece niyetten değil, birleşmek için harekete geçme gücünden bile yoksundurlar.

Cevabım: Bu tür durumlar, bir hedefe doğru ilerleyen bir kişide bile ortaya çıkar. Ve diğer insanların hiçbir eyleme veya niyete sahip değildir. Onlar sadece temel egoizmleri içindedirler.

Diyelim ki derse gitmen gerekiyor. Ancak, niyet bir yana, grup içinde bir şeyler yapmaya gidecek güç bile yoktur. Buna dünyevi arzu denir. Kişi, yalnızca doğal hareketleri, güdüleri tarafından yönlendirilen küçük bir hayvan gibi davranır.

Ve “Mısırlıların” arzuları zaten bir ideolojidir: esas olan şey, niyet hiç önemli değilken, emredileni açıkça yerine getirmektir. Buna “Mitzvot anashim melumadam ” denir yani bana bu şekilde öğretildi ve yapıyorum. Yani, eylemlerimle, doğamı değiştirmeden, niyetimi değiştirmeden Yaradan’ı ifşa edebilirim.

Mekanik eylemler yapması gereken bir makine gibiyim. Ve onlarla, yine de niyetin yerini aldığı varsayılan her türden cümleyi söylemek zorundayım: kutsamalar ve benzeri gibi.

Ayrıca insanda “büyük karışım” anlamına gelen, “Erev rav” denen bir tür arzu vardır. Bunlar, “kendi iyiliği için” niyetiyle eylemler gerçekleştiren, gruplar halinde organize olmuş kişilerdir.

Soru: Mısırlıların aksine, bir niyete sahipler mi?

Cevap: Hayır, Mısırlılar egoizmin bir sonraki seviyesidir: “Hem bu dünyada hem de sonraki dünyada ödül kazanmak için her şeyi yaparım.”

Ve  “Erev rav” ile ilgili olarak, Yaradan’dan korktukları, ancak Firavun için çalıştıkları söylenir, çünkü tüm eylemleri kendileri içindir.

Doğada Eşitlik Var Mı?

Soru: Doğada eşitlik diye bir şey var mı?

Cevap: Doğada eşitlik yoktur ve olamaz. Eğer olsaydı, tamamen tesviye edilirdi.

Aksine, doğada farklılık, eşitsizlik ve nesneler ile olaylar arasında her türlü çelişki anlamına gelen, çeşitlilik olmalıdır. Doğadaki tüm renk ve özelliklerin zenginliğini veren budur. Aksi takdirde, hiçbir şey olmazdı.

Biri, diğeriyle özdeş olsaydı, birbirleriyle nasıl bağ kurarlar, birbirlerini tamamlarlar?

Soru: Öyleyse, bazı ülkelerde denendiği gibi eşitlik, eşitleme ile aynı değil mi?

Cevap: Hayır. Bu yüzden yürümedi. Üstelik eşitliğin kendisi insan doğasına son derece aykırıdır. Bazı nedenlerden dolayı hepimiz eşit olmak istiyoruz ama bunu anlamıyoruz.

Herkes bir şeyde veya her şeyde kesinlikle aynıysa, o zaman hayat olmazdı. Değiş tokuş edemeyecek, alamayacak ve birbirimize veremeyeceğiz. Bizler  gelişemeyiz.

Tek Bir Aile Gibi

Soru: İnsan tarih boyunca gelişti ve bir noktada hayatın anlamı hakkında düşünmek için zamanı oldu. Doğanın gizli güçlerini anlama arzusu, 3.800 yıl önce eski Babil halkının içinde uyandı.

Birincil kaynaklar, daha önce tüm insanlığın tek bir aileye benzediğini söylüyor, ancak yazılanlardan hayatın on binlerce yıldır zaten var olduğunu ve insanların birbirlerini öldürdüğünü anlıyoruz. “Tek bir aile gibi” ne demek, net değil?

Cevap: Gerçek şu ki, Babilliler arasındaki dostane ilişkiler belirli bir tarihsel gelişmeden kaynaklanıyordu. O günlerde Babilliler, Dicle ve Fırat arasında, Mezopotamya’da dış koşullardan ayrıcalıklı bir yaşam sürüyordu. Su bolluğu ve nehirlerin taşması, iyi bir hasada katkıda bulunuyordu.

İnsanlar balık, sarımsak, fırınlanmış arpa ekmeği, inek ve koyun yetiştirdiler. Doğa onlara o kadar cömert davrandı ki onun meyvelerini birbirlerinden geri kazanmak zorunda değillerdi. Bu nedenle, birbirleriyle göreceli bir denge içinde yaşadılar.

Tora, “tüm dünyada tek bir dil ve tek bir lehçe olduğunu” söyler. Bu, insanların birbirlerini anladıkları anlamına gelir. Bu, dil ile ilgili değildir. Sahip olduklarından daha fazlasına ihtiyaçları yoktu.

Bir yandan doğa onlara yardım etti ve küçük bir çaba karşılığında onlara her şeyi verdi. Öte yandan, doğadan gereğinden fazlasını alacak kadar bencil de değillerdi. Doğru, güzel, doğal bir varoluştu. Kabala’da buna sıfır egoizm seviyesi denir.

Babilliler arasında normal bir ailede olduğu gibi, tam bir anlayış vardı. Sonra aniden bir egoizm artması oldu ve hemen sınıflara ayrılmak istediler: zenginler, yoksullar, güçlüler vb. Böylece aralarında her türlü alametler belirdi.

Umutsuzluğun Eşiğinde (Linkedin)

Yavaş yavaş farkındalığa varılıyor: hiçbir şey, işleri daha iyi hale getirmiyor gibi görünüyor: ne yeni yıl, ne yeni yönetim, ne de aşılar. Hızlı yaşamak artık işe yaramıyor. Geçtiğimiz yıl işe yaramıyordu, yakın bir zamanda da çalışmaya başlamayacak gibi görünüyor. Ve bizler bunu fark ettikçe, daha çok umutsuzluğa kapılıyoruz.

Dünyanın gazının neden bitiyor gibi görünmesinin iyi bir nedeni var. Çok eski zamanlardan beri, bizim yakıtımız bir sonraki zevki, kazanılacak bir sonraki şeyi veya diğerlerine göre bir sonraki avantajı aramak olmuştur. Egoyu güçlendiren bir yakıtla koşuyorduk; egonun çıkar görmediği yerde, çalışacak yakıtımız yoktu.

Geçtiğimiz yıl boyunca, egolarımız o kadar çok hayal kırıklığına uğradı ki, birçoğu egonun gerçekten hizmet etmemiz gereken kral olup olmadığından şüphe etmeye başlıyor. Belki de, onlara sahip olduktan hemen sonra istemeyi bıraktığımız nafile haz arayışı, onun kaçınılmaz anlamsızlığını ortaya çıkardı. Sonuçta, bir kere istediğinizi aldığınızda, sonrasında ondan bıkacağınızı zaten biliyorsanız, ilk etapta onu elde etmenin anlamı nedir?

Bizim zamanımız, motivasyonlarımız, medeniyetimiz, değerlerimiz ve nihayetinde insan olarak kim olduğumuz hakkındaki gerçeğin farkına varılması zamanıdır. Bu farkındalığın ortaya çıkardığı tablo hoş değildir ama çok samimidir ve samimiyet noktasından sağlıklı büyüme başlar. Bu yüzden, tüm zorluklarına rağmen bizim zamanımızın harika olduğunu düşünüyorum.

Büyük bir değişim dönemindeyiz; dünyayı bireysel olarak algılamaktan, hepimizin parçası olduğu ve içinde hepimizin bir olduğu, bütünsel bir sistem olarak algılamaya geçiyoruz. Dünyayı bireysel olarak algılamak, bizi yalnızca kendi çıkarımızı aramaya mecbur bıraktı. Ancak bu bizi doğanın gelişiminin yönü ile karşıtlığa düşürdü. Doğa, çoğalan zorluğa, birbirine bağımlılığa ve karşılıklı olmaya doğru gelişiyor. Tüm gerçekliğin tersi yönünde gitmeye çalıştığınızda, kötü şeylerin olması kaçınılmazdır. Doğanın yörüngesi ve bizim yörüngemiz arasındaki bu çatışma, özellikle 20. yüzyılın başlarında bireyselliğimizin üzerinde durmaya başladığımızdan beri, tüm talihsizliklerimizin temel nedeni olmuştur, ama yüzyılın başından bu yana bu muazzam bir hız kazanmıştır.

Doğanın yörüngesine karşı gitmeye devam ettiğimiz sürece, inşa ettiğimiz her şey çökecek. Bu yüzden bugünlerde hiçbir şey işe yaramıyor gibi görünüyor: Aşılar burada ama virüs de öyle; seçim bitti ama kimse sakin değil; ve en önemlisi, kimse gelecek hakkında güven hissetmiyor ve kimse bu konuda ne yapacağını bilmiyor.

Yine de cevap apaçık ortada: Doğaya karşı gitmeye devam edersek ve bireysel olarak düşünmeye devam edersek, bir geleceğimiz olmayacak ve hiçbir çözüm işe yaramayacak. Eğer bütünsel bir gezegenin bir parçası olan, bütünsel bir insanlık gibi düşünürsek, başarılı olacağız ve planlarımız işe yarayacak.

Aslında ben çok umutluyum. Doğanın nasıl bize, her şeyi yeniden düşünmekten başka seçenek bırakmadığını görüyorum. Birlik, bizim hareketimizin net yönüdür, çünkü burası tüm doğanın geliştiği yerdir ve biz dışında değiliz. Tek soru, bizim devam etmeden önce acı çekmeye ne kadar razı olacağımızdır. Son kesinlikle iyidir; beni endişelendiren şey oraya giden yoldur.

Eşitliğe Nerede Sahip Olmalıyız?

Hepimiz doğa tarafından farklı yaratılmışız; bu farklılıkları etkisiz hale getirmeye, silmeye veya yok etmeye veya onları kötü, gereksiz veya tamamen yararsız olarak görmeye gerek yoktur. Aksine, aramızdaki tüm farklılıkları olabildiğince vurgulamalı ve onları daha belirgin hale getirmeliyiz.

Eşitlik nerede olmalıdır? Her insanın her an, mümkün olduğu kadar çok şey yapıp tüm topluma fayda sağladığından emin olunmalıdır.

Yorum: Ama burada bile eşit değiliz. Siz daha fazlasını yapabilirsiniz, ben daha azını yapabilirim.

Benim Cevabım: Ama ben her şeyi kendi gücüm dahilinde yaparsam ve siz her şeyi kendi gücünüzle yaparsanız, o zaman eşsiz yeteneklerimize göre eşit oluruz. Siz bu şekilde yaratıldınız, ben böyle yaratıldım. Bu yüzden elimden geldiği kadarını yapıyorum ve siz de yapabildiğiniz kadarını yapıyorsunuz. Biri akıllıdır, diğeri güçlüdür.

Soru: Bunu kim belirleyebilir?

Cevap: Hiç kimse yapamaz. Bizlere doğayı doğru bir şekilde anlamamız öğretilmelidir. O zaman bir kişiyi topluma katkısına göre değil; çünkü bazıları farklı nicelik ve nitelikte daha fazlasını yapabilir ve diğerleri daha az yapabilir, ancak kendine özgü koşullara göre ve kendini ne kadar verdiğine göre değerlendireceğiz.

Yorum: Bununla birlikte, kişi eşit fırsatlara sahip olmalıdır. Yetiştirilme tarzı ile ilgili konuşuyorsunuz, ama herkes aynı değil.

Benim Cevabım: Bu başka bir meseledir. Herkese, aynı değil ama uygun bir eğitim ve yetiştirilme sağlamalıyız.

Doğa açısından bakıldığında, kişiye toplumda doğru gelişim için ihtiyaç duyduğu en uygun imkânlar sağlanmalıdır, böylece toplum, kişiden kendi yararına verebileceğini azami ölçüde alır. Fırsat eşitliği budur.

Soru: Peki toplum için neyin iyi olduğunu kim belirler?

Cevap: Toplumun kendisi ve eğitim sistemi. Her şey eğitime bağlıdır. İnsanları, toplum için elinden gelen her şeyi yapma ihtiyacını hissetmeye zorlayacak şekilde olmalıdır. İdeal olarak, toplumun tüm üyeleri böyle hissettiğinde, o zaman onların eşitliğinden söz edebiliriz.