Daily Archives: Ocak 22, 2021

“Işığı Karanlıkta Bulmak” (Linkedin)

Günümüzde ıstırap, kutuplaşma ve kafa karışıklığı insanların hayatlarında bolca yer almakta. Etrafımızdaki her şey kasvetli ve korkutucu göründüğünde, toplumun gitmekte olduğu ufku net bir bakış açısı ile görmek zordur, ama umutsuz bir durumda ışığı keşfetmenin de bir yolu vardır. Aslında yeni ve daha iyi bir gerçekliği mümkün kılan tam da bu zıtlıkların karşıtlığıdır.

Karanlık ve ışık arasındaki çatışma hemen hemen tüm hikâyelerimizde ve filmlerimizde tasvir edilmiştir. Her zaman iyi ve kötü karakterler vardır ve kahraman, özel niteliklerini, ihtiyacı olan herkese yardım etmek için kullanan kişidir. Ancak, kendi hikâyemize baktığımız açıya bağlı olarak, başlangıçta iyi olan karakterler kötüye dönüşür ve kötüler iyi olur. Bu, kendi yaşamlarımızdaki karanlık ve ışığın, her birimizin bireysel algısına göre değiştiği anlamına mı gelir?

Bireysel hayatta, cevap evettir. Ancak doğanın kanunları seviyesinden baktığımızda, tutarlı bir yapı fark edebiliriz; iyi, her bir parçanın diğerlerine yarar sağladığı ve tamamladığı yerde, doğanın tüm parçalarının olumlu ve faydalı bir şekilde bağlantı kurmasına yardımcı olandır ve kötü, insanlar arasında ayrılığa ve çatışmaya neden olandır.

Şayet hepimiz ışığa özlem duyuyorsak, neden dünyada karanlık var? Biz iyiyi ondan ayırabilmemiz için bu dünyada kötülük mevcuttur. Bu iki karşıt form her zaman mevcuttur. Eksi olmadan artı yoktur. Sadece zıtlıklar arasına onları etkili bir şekilde birbirine bağlayan bir şey yerleştirerek ikisinin de varlığından haz alabiliriz.

Bizler, başkalarının pahasına onlardan yararlanmaya çalışma eğilimimizin üzerinde her bir kişiye karşı olumlu bir tutum inşa etme sanatını öğrenmeye başlamalıyız ve her üyenin diğerleriyle ilgilendiği bir çevre oluşturmaya başlamalıyız.

Ancak, şu andaki dünya algımızda, birçok farklı, zıt ve hatta çatışan gruplar görüyoruz. Her biri kendi durumunu doğru, diğerlerini yanlış olarak görüyor. Aramızda böylesi bölünmeler çoğalırken insanlık nasıl ortak bir birlik koşuluna ulaşabilir?

Çözüm, onların arasında değil, farklılıkların ve ayrılıkların üzerine inşa edilmesi gereken bir birlik içinde bulunabilir. Böyle bir birlik için şöyle yazılmıştır; “Sevgi tüm günahları örter.”

Farklılıkları ve ayrılıkları kendi başlarına bırakın. Bırakın öyle kalsınlar. Onların farkında olun ve birbirimizden uzak ve zıt olduğumuzu anlayın. Farklılıklarımızın; her birimizin içinde doğup büyüdüğümüz egoist doğamızın birer parçası olduğu anlayışına ulaşmamız gerekiyor. Çünkü doğa her birimizi eşsiz görüş ve deneyimler bütününe sahip eşsiz bireyler yapmaya özen gösterdiğinden, yalnızca farklılıklarımız ve ayrılıklarımız dahilinde düşünmeye ve hareket etmeye çalışırsak, çok çeşitli toplumlar arasından her hangi bir birlikteliğin ortaya çıkmasını bekleyemeyiz.

Ancak, aynı zamanda şu da çok nettir ki; hepimizi bir seviyede birleştirmenin bir yolunu keşfedemezsek daha fazla ıstıraba katlanmaya devam edeceğiz. Öyleyse çözüm nedir?

Çözüm, anlaşmazlıklarımızın aynı seviyesinde bir birlik inşa etmek ve buna çabalamak değildir, ama onların üzerine çıkmak ve farklılıklarımızın üzerinde olumlu şekilde bağlanacağımız yeni bir tür realiteyi keşfetmektir.

Doğanın kanunları öyle bir şekilde hareket eder ki, eğer bizi ayıran şeyin üzerine çıkmaya çalışırsak, o zaman bize yardım etmesi için doğanın desteğini alırız. Böylesi bir eğilim ve çaba içinde, farklılıklarımızın üzerinde bağ kurmaya olan ortak çabamız vasıtasıyla onları harekete geçirmemizi bekleyen, doğada mevcut olan olumlu güçleri keşfederiz.

Düzenli hareketleri birlik olmak için eyleme geçirerek, herhangi bir anlaşmazlığın ve karışıklığın üstesinden gelmek için çözümü keşfedeceğiz. Bireysel, doğal karakterlerimizde farklı olsak da, farklılıklarımızın üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurma ortak eğiliminin daha büyük önem taşıyabileceğini ifşa edeceğiz ve bu bize birleşmek için güç verecektir.

O zaman, hepimizin birbirimizi desteklediği bir birlik formu yaratacağız. Başkalarına karşı olan olumsuz ve eleştirel duygularımızı kabul edebileceğiz ve onların üzerinde birleşebileceğiz. Bu, her birimizin bir beden içindeki hücreler ve organlar gibi hareket ettiği, birlikte, mutlu, kendinde emin ve güvende insanların olduğu bir topluluğun yaratımına hep birlikte dahil olduğumuz, ahenk içinde, bütün ve dengede bir dünya görmemizi sağlayacaktır.

“Kişinin Dindar Olmadan, Manevi Olarak Kabul Edilmesi Mümkün Müdür?” (Quora)

Evet, mümkündür. Din, almakla ilgili olan ve buna karşılık gelen niyetlere sahip olan bedensel alanda var olurken, maneviyat yalnızca ihsan etmeye odaklanmıştır. Ancak, insanların eylemlerine bakılırsa, bu oldukça belirsiz olabilir.

Maneviyat, yaratılışı asla farklı, karşıt ve çelişkili güçlere bölmemeyi, bunun yerine her şeyi, her şeyin arkasında konumlandırılan bir sevgi ve ihsan etme gücüne atfetmeyi gerektirir.

Manevi yükseliş, bize iyi ve kötü olarak görünen tek bir güce atfedilerek elde edilir. Başka bir deyişle, bizimle ihsan etme ve sevgi tutumu ile ilişki kuran üst güç, gelişimimizi her şeyin ardında konumlandırılmış tek bir gücün nihai keşfine yönlendirmek için, bizimle iyi ve kötü güçler aracılığıyla bir “sohbet” yürütür. Bu süreçte, bedensel gerçekliğimizde algıladığımız şeyin üzerindeki bu manevi güce yapışırız ve manevi merdivenin basamaklarını çıkarız.

Ancak manevi yolda olan insanlar, yetiştirilmeleri, eğitimleri, kültürleri ve kendi milletlerinin geleneklerinin bir sonucu olarak her türlü dini geleneği yerine getirebilirler. Dine bu şekilde davranmanın olumlu olduğunu düşünüyorum.

Yine de din, manevi ilerlemenin yerini almamalıdır çünkü ihsan etmenin ve sevginin manevi gücünün yüce edinimi, her şeyin üstünde ve ötesinde olmalıdır. Din, bizatihi kendisi bu edinime müdahale etmez. Bizi manevi edinimden alıkoyabilecek şey, yanlış bir şekilde dinin maneviyatın yerini alabileceğini düşünmektir. Başka bir deyişle, çeşitli fiziksel eylemlerde bulunmak ve belirli bir programa göre, yazılı kelimelere göre dua etmek bizi manevi edinime götürmeyecektir. Manevi gücün niteliklerini – sevgi ve ihsan etme- kendi niteliklerimiz ve ilişkilerimiz arasında, “Komşunu kendin gibi seveceksin” ilkesinde anlatıldığı gibi, uygulamayı hedefleyerek maneviyatı keşfederiz.

Başka bir deyişle, niyetler, düşünceler ve arzular son derece önemlidir ve eylemlerimiz ikincildir. Pek çok dindar insan, çocukluktan itibaren, düşünmeden bu eylemleri alışkanlıkla yürütür ve bunu yaparken manevi bir yükseliş yoktur.

Maneviyat yani sevme ve ihsan etme niyeti, bu nedenle dini eylemlerle değil, ortak bir niyetle başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurarak elde edilir. Ancak dini eylemler iptal edilmez. Onlar, manevi kökü simgeleyen bir dal gibidirler ve insanlar o kültürün içinde kalabilirler. Bu tür âdetler manevi ilerlemeye ne engel olur ne de yardımcı olur. Onlar sadece bize manevi eylemlerin var olduğunu hatırlatır ki bu da nesiller boyunca korunmalarının sebebidir.

Maneviyatın İlk Kavranışı

Pek çok grup fiziksel dünyadan manevi dünyaya geçişe yaklaştığında ve her onlu bunu kendi içinde birleştirmek ve gerçekleştirmek istediğinde, bu zaten çok büyük bir olaydır, ruhun doğuşudur.

Dünyasal yaşamdan biliyoruz ki, asıl mesele hamileliğin başlangıcıdır, korunmasıdır, böylece düşük yapılmaz ve sonrasında doğum yapılır. Bu, her türlü komplikasyonun mümkün olduğu çok karmaşık bir süreçtir. Ama bütün bunlar geçtiğinde ve bir kişi doğduğunda büyümeye başlar.

Manevi çalışmadaki en zor şey, maneviyatın ilk kavranışıdır: tüm onlu için tek olan, manevi nokta etrafında bağ kurmaktır. Eğer hepimiz onu anlarsak, gelişmeye başlarız, ondan daha fazla tatmin alırız.

Manevi gelişim süreci, inişler ve çıkışlar, alma niteliğinin dönüşümlü olarak büyümesi ve ihsan etme niteliğinden oluşur. Ne de olsa ihsan etme gücünü, onun eksikliğini hissetmeden alamayız. Ve bu yüzden önce egoizmin içine düşmeli, onun tüm kötülüklerini ve onu ihsan etme olarak ıslah etme gerekliliğini hissetmeliyiz.

Bu yüzden, atan bir nabız veya bir embriyoda meydana gelen süreçler gibi ileri geri sallanmaya devam ediyoruz. Ancak bu, ihsan etme gücünün yetkisi altında hareket etme arzumuza uygun olarak, bizim doğal alma arzumuzun üzerindeki ihsan etme gücünün çalışmasıdır.

Manevi dünyada doğumun başladığı yer burasıdır; bu, Üst güç bize karşı harekete geçsin ve istediği her şeyi bizimle yapsın diye, onluda kendini feshetme arzusuyla başlar. Yaradan gibi olmak için, kendimizi egoizmimizden tamamen ayırmaya hazırızdır.

Kişi bunu kendisi uygulamaya çalışırsa, kesinlikle düşük yapacaktır çünkü o, yalnızdır. Ama onluda, dostlarının arasında yer alırsa, o zaman bırakamayacaktır. Eğer bizler, aynı amaç için, aynı karşılıklı ihsan etme gücü ve birbirimizi desteklemek için birleşir ve çabalarsak, doğru şekilde gelişmeye başlarız.

Ve onludan ayrılır ayrılmaz, vücuttan kesilmiş bir organ gibi ölürüm ve kesinlikle bir düşük olacaktır. Sonuçta, maneviyat, bedenselliğin aksine mükemmeldir ve kısmi hiçbir şey olamaz. Birinin dışarı çıkması herkes için sorun yaratır.

Bu nedenle, aramızdaki bağı ve Yaradan’la olan bağı mümkün olan her şekilde korumak gerekir. Herkesin, diğerlerinin önünde kendini feshettiği ve herkesin Yaradan’ın önünde kendini feshettiği ölçüde, Yaradan’a, annenin rahmindeki bir damla tohumun kendisini annenin otoritesine vermesi gibi, bize bakma fırsatı veririz.