Monthly Archives: Aralık 2020

Neden Hanuka’ya Mucize Denir?

Hanuka bayramı özel bir zamandır. Görüyorsunuz ki, dünyamız manevi dünyanın bir yansımasıdır ve çalışmalarımız nedeniyle çeşitli manevi yenilenme ve ıslah sembollerini içerir.

Bu nedenle, yıl boyunca, ruhu inşa etmede, parçalanmış Adam HaRişon’un ortak ruhu olan manevi kabı eski haline getirmede, ilerlememizin sembolleri olarak bu dünyada iyi zamanlar ve özel durumlar yaşıyoruz.

Bu yolda, en bozuk durumdan tamamen ıslah olmuş duruma doğru, önemli noktaları geçiyoruz: Yeni Yıl (Roş HaŞana) olarak adlandırılan ıslahın başlangıcı, ardından parçalanmanın farkına varılması: Kefaret Günü (Yom Kippur) ve saran ışıkla ıslah: Sukot. Bu yoldaki bir sonraki durak, ihsan etme aşaması olan Bina durumuna yükselmeyi simgeleyen Hanuka’dır.

Bu bayramları bu dünyada kutluyoruz, ancak elbette tüm tezahürleri manevi seviyede gerçekleşiyor. Mantık ötesi inanca tam anlamıyla ulaşırsak, buna Hanuka denir ve ihsan etmek için almaya daha da yükselirsek, bu Purimdir.

Her insan ve tüm dünya, Adem’in tek ruhunun kırılmasını ıslah ederek, ıslahlarında bu durumlardan geçmelidir, çünkü bizler o ruhun parçalarıyız.

Hanuka’ya ‘mucize’ denir çünkü yukarıdan yardım almadan, Yaradan’ın gücü olmadan birbirimizle bağ kuramayız. Bu bağ, bir mucize gibi maddesel doğanın üzerinde gerçekleşir.

Maddesel doğa,  sadece ayrılığa, mesafeye, kendi otoritesine çekilen egoizmdir, alma arzusudur. Manevi doğa, tersine, bağ kurma ve kendini iptal etme arzusundadır. Bu nedenle, Hanuka’ya, mucize, Bina’nın gücünü edinmek deniyor.

Mucizeyi, elde etmek uğruna hiçbir şey yapmamış olduğumuz bir şey olarak düşünürdük: Çalışmadım ve birden bire piyangodan bir milyon kazandım – bu bir mucize! Ve o milyonu çalışıp kazanmış olsaydım, bunun bir mucize olduğunu düşünmezdim.

Ancak, manevi çalışmada çok çaba sarf ederiz, bağ kurmaya çalışırız, birçok eylemde bulunuruz ve sonra manevi ifşa mucizesi ile ödüllendiriliriz. Buna mucize denir, çünkü bu gerçekleşene kadar neye ulaşacağımızı bilmeyiz. Sadece bu gerçekleştiğinde anlarız: “Demek bu manevi dünya; bunun böyle olduğunu düşünmemiştim! Bu hiç hayal ettiğim gibi değil! ” deriz. Bu yüzden buna mucize denir, ancak çok çalışmayı gerektirmektedir.

Virüs, Bizler Sebebin İnsan Egosu Olduğunu Anlayana Kadar Saldıracak (Newsmax)

Doğa harika bir mizah anlayışına sahiptir:  tam insanlık aşıları yaymaya başlamışken, o Koronavirüsün iki yeni türünü üretti, biri muhtemelen Birleşik Krallık’ta, diğeri Güney Afrika’da. Her iki tür de hızlı yayıcıdır ve doktorlar, aşıların onlara karşı etkili olup olmadığından henüz emin değiller.

Ama ne bekleyebiliriz ki? Bu pandeminin en başından beri, sorunun COVID-19 olmadığı konusunda uyardım; bu, kötü insan ilişkilerinden kaynaklanan çok daha derin bir sorunun belirtisidir. Siz semptomla savaşırken, patojenin size sürekli saldırması şaşırtıcı değildir. Mevcut strateji,  patlak bir boruya sahip olup, musluğu kapatmak yerine suyu kapatmaya çalışmak kadar akıllıcadır.

Zaman zaman doğa, bize vurmaya devam edecek ta ki virüslerin, volkanik patlamaların, savaşların, kan dökülmelerinin veya orman yangınlarının gerçek sorun olmadığını ama biz insanlığın, dünyanın tek sorunu olduğumuzu anlayana kadar. Kendimizden başka her şey yerine, kendimizi nasıl düzelteceğimizi sorduğumuzda, çabalarımızın olumlu sonuçlarını görmeye başlayacağız.

Tüm felaketlerimizin, travmalarımızın ve akla gelebilecek diğer rahatsızlıklarımızın ardında yatan temel neden, bizim kendi egoizmimizdir. Kendimiz dahil, yaşadığımız dünyayı yok eden şey budur. Sorunun egomuz olduğu söylendiğinde, öfkeyle reddederiz ama bu onu daha az doğru yapmaz. Bunu inkar ediyoruz çünkü egolarımız sorunun kendileri olduğu gerçeğiyle yüzleşmek istemiyorlar. Ama biz bunu yapana kadar, sorunlar daha da kötüleşecek.

Ve işte başka bir sorun geliyor: İsrail halkı yolu gösterene kadar, dünya egoizmin nasıl üstesinden geleceğini bilemeyecek. Şu anda biz Yahudiler tam tersini gösteriyoruz; kendi aramızda kavga ediyoruz ve bölünmeden başka bir şey göstermiyoruz. Yahudi karşıtları, tüm sorunlara neden olduğumuz için bizi suçladığında, yardım edemem ama onlarla aynı fikirdeyim.

“Tek kalp tek adam” olarak birleşmeyi kabul ettiğimizde, ulus haline gelen ve hemen ardından “uluslara ışık” olarak atanmış bizler, bizim yapmamız gerekenin aksine, bölünme ve ayrılığın karanlığından başka hiçbir şeyi parlatmıyoruz.

Bunun farkında olmayabilirler ama Yahudi düşmanları, onlara davranış şeklimiz yüzünden bizden nefret etmiyor,  birbirimize davranış şeklimizden dolayı bizden nefret ediyorlar. Birbirimiz için hissettiğimiz gizli düşmanlığı yansıttığımızda, o gizli düşmanlık dünyaya yayılır ve insanların birbirlerinden nefret etmesine ve birbirlerinin boğazına sarılmasına neden olur.

Rakipler nihayet Yahudilere karşı döndüklerinde, bunun nedeni günah keçisi aradıkları için değildir, günah keçisi yapmanın bununla bir ilgisi olsa da; bunu nasıl kışkırttığımızı söyleyemeseler de bu, esas olarak bizim yüzümüzden savaşta olduklarını hissettikleri içindir. Yine de sezgileri doğrudur: bölünmek yerine birleşmiş olsaydık, bölünme yerine birlik yansıtırdık ve dünyanın geri kalanı da barış içinde olurdu.

İnsanlık barış içinde olmadığında, milletler üstünlük için savaşırken, bunu başarmak için tasarruflarındaki her yolu kullanırlar. Bu süreçte insanları, doğal kaynakları sömürüyorlar, Dünya’yı kirletiyorlar ve yarın yokmuş gibi onu tüketiyorlar. Ama sonuçta bizim geleceğimizi mahvediyorlar.

Şimdi geleceğe ulaştık; insanlığın sömürüsünün, doğanın artık dayanamayacağı kadar ağır hale geldiği bir zamana geldik. Şimdi bizi geri itiyor ve biz değişene kadar durmayacak. Doğaya ne kadar çok baskı yaparsak, o kadar geri iter ve normal insanlar acısını çekecektir.

Ancak, İsrail halkı rollerinin farkına varırsa ve rotasını, küçümsemekten birleşmeye/bağlılığa doğru değiştirirse, İsrail ile birlikte tüm dünya rotasını değiştirecektir. Bu olduğunda aşılara ihtiyacımız olmayacak; kendi ilişkilerimiz bizi sadece virüslerden değil, aynı zamanda kopukluğumuzun neden olduğu diğer tüm talihsizliklerden de koruyacaktır.

İsrail’deki ve ardından insanlıktaki ayrılık seviyesinin, dünya çapında afetlerin yoğunluğunu ve sıklığını nasıl etkilediğini canlı bir şekilde görebildiğimiz bir noktaya geldik.

Şimdi geriye kalan tek şey, dünya ikna olana ve bizi ayıran ve dolayısıyla bizi öldüren egolarımıza karşı savaşmaya hazır olana kadar, bunu belirtmeye devam etmektir.

İyi Bağı Nasıl Artırabiliriz?

Soru: İyi bağı nasıl artırabiliriz?

Cevap: Sadece birbirimizle bütünleştiğimizde, birbirimize ne kadar bağımlı olduğumuzu sürekli olarak ifşa ederiz çünkü sadece doğru bağ vasıtasıyla, birbirimiz arasındaki ilişkiler aracılığıyla, üst dünyanın ve Yaradan’ın ifşası gerçekleşir. Her birimizin içinde değil, aramızda.

Manevi bir ağ, insanları ve arzularını görmediğimiz, ama arzular arasındaki bağlantıları gördüğümüz bir boyuttur. Bu iletişim bağları, genel ruhun kabıdır.

Manevi Öğretmenin Araçları

Soru: Manevi bir öğretmen, içsel niteliklerime odaklanmak ve ince ayar yapmak için hangi araçları kullanır?

Cevap: ilk olarak, sadece farklı konuları birlikte tartıştığımız ders sırasında, öğrenciler sorduğunda ve öğretmen açıkladığında gerçekleşir. Öğrenciler öğretmenle etkileşime girdiklerinde ve onu derinlemesine anlamaya çalıştıklarında, görünüşte ona girerler ve zihinsel olarak değil duygusal olarak onunla bağ kurmaya çalışırlar.

Duygusal olarak demek, onların arzularında demektir, söylendiği gibi: “arzunuzu onun arzusu gibi yapın.” Bu bağlantı çok önemlidir. Bunu yapmak için öğretmene fiziksel olarak yakın olmanıza gerek yoktur. Onunla doğrudan temas halinde olmanıza, onunla aynı binada oturmanıza da gerek yoktur.

Örneğin, ben, Santiago’daki grupla çok iyi bir bağa sahibim. Fiziksel mesafeye rağmen bana ne kadar yakın olduklarını hissediyorum.

Uzun zamandır tanıdığım gruplar var ama bu, birbirimizle bağ kurmak için içsel özleme bağlı olduğundan, o kadar yakın olarak hissetmiyorum.

Genel olarak konuşursak, öğretmenin bunu arzuladığını ve buna hazır olduğunu anlamanız gerekir, gerçi kendisi lafını esirgemeyen ve sert olabilir. Sonuçta, öğrenci ile ilgili olarak tamamen hassas bir eylemdir. Her şey sadece karşılıklı temas halinde olma ihtiyacıyla belirlenir, böylece benden manevi enerjiyi, hissiyatı, anlayışı, çalıştığımız şey ile içsel dünyamız, eylemlerimiz arasındaki bağı alacaksınız.

Komşunuza Giden Yolu Açın

Soru: Başkalarını sevmek için, önce kendimi nasıl sevdiğimi mi anlamalıyım?

Cevap: Bu, manevi yolda çalışırken fark edilir. Başkalarını sevmeye çalışırken, onlardan ne kadar nefret ettiğinizi ve kendinizi ne kadar sevdiğinizi anlayacaksınız.

Soru: Kişinin komşusunu sevmesi gerektiği söyleniyor. “Komşu” kimdir?

Cevap: Komşu kim olursa olsun, dünyadaki herkestir. Hemen hemen tüm insanlar benim parçamdır. Dünyadaki tüm insanları içeren ortak bir organizmayım. Bu nedenle hepsini sevmeliyim.

Soru: Bu sevmede, kolaydan zora gidebilir miyim?

Cevap: Elbette. Öncelikle sevdiklerinize, akrabalarınıza, arkadaşlarınıza ve diğer grup üyesi arkadaşlarınıza bu şekilde davranın ve sonra diğer herkese.

Komşunuzu istediği şeyle doldurmalı ve onu memnun etmelisiniz. Onun için en iyi olduğunu düşündüğünüz şeyle değil, onun istediği şeyle.

Soru: Ya istediği şeye sahip değilsem?

Cevap: O zaman, onun için hoş çabalamanız dışınd,a onu hiçbir şeyle dolduramazsınız.

Soru: En azından istediği şeye sahip olmasam bile, onu doldurmaya her zaman hazır olduğumu bilmeli mi?

Cevap: Evet. Bunu yaparak, siz sadece ona giden yolu açarsınız ve Yaradan zaten sizin aracılığınızla bu kişiye parlar.

Soru: Karşılığında, ondan bir tür geri hareket beklememeli miyim?

Cevap: Hayır. Komşunu sevmek dendiğinde, bu onu sevmen gerektiği anlamına gelir. Onun size karşı tutumu önemli değildir. Ondan hiçbir şey beklemezsiniz.

Birliğimizin Sonucu

Soru: Onludaki birliğin bir sonucu olarak dünyamızda etkilediğimiz bir şeyi belirtebilir misiniz?

Cevap: Söyleyemem çünkü bu dünyamızda hiç uygulanmamış eylemlerle ilgilidir. Bizler, dünyayı aşağıdan yukarıya doğru değiştirmek ve geliştirmek için bu konuda ıslahı başlatan öncüleriz.

Soru, dünyamızdaki tepkinin hangi seviyelerde ortaya çıkacağı ve cansız doğa, ekoloji, iklim veya insan toplumu düzeyinde olup olmayacağıdır. Sonuç, insanlar arasında daha fazla yakınlık ve toplumlar ve devletlerarasında daha büyük bir denge olmalıdır.

Her seviyede ortaya çıkacağına inanıyorum ama bana öyle geliyor ki toplumsal düzeyde değişimleri çok yakında ifşa edeceğiz çünkü bu en dinamik ve bize en yakın olanıdır. Ondan gelen işaretler her şeyden daha ciddi, daha güçlü ve daha keskindir.

Bu deneyde birlikte yer alacağız ve sonuçlara bakmaya ve onları ayırt etmeye başlayacağız.

“Kovid Sonrası Günlerde” (Linkedin)

Şimdi toplu aşılama kapıda, Koronavirüs, insan uygarlığını ele geçirmeden önce, herkes 2019 yaşam tarzına dönecek gibi görünüyor. Ama bence bir sürprizle karşı karşıyayız. Herkes sağlıklı olduğunda ve hepimiz seyahat edip, alışkın olduğumuz şeyleri yapabildiğimizde, sanırım önceki hayatlarımızdan uzaklaştığımızı keşfedeceğiz. Gelişimimizde yeni bir aşamaya başladık. Bazılarının yapacak olmasına rağmen, insanların ofislerde çalışmaya geri döneceğini sanmıyorum. İnsanların Covid-19’dan önce, dünyayı bir salgın gibi saran “seyahat çılgınlığına” geri döneceğini düşünmüyorum ve güvenli olsa da önceden dışarı çıktığımız kadar dışarı çıkacağımızı da düşünmüyorum.

Sanırım biraz büyüdük, daha sabitlenmiş hale geldik. İnsanların sosyal varlıklar olduğu ve çevrelerindeki insanlara ihtiyaç duyduğu söyleniyor, ama biz gerçekten öyle miyiz? İşe ihtiyacımız var çünkü bir gelire ihtiyacımız var, bu yüzden meslektaşlarımızla sosyalleşiyoruz, peki biz sosyal varlıklar mıyız? Ayrıca, sadece diğer insanlardan alabileceğimiz onaya da ihtiyacımız var, bu yüzden başkalarıyla iletişim kurmalı, onlara hükmetmeye çalışmalı, onaylarını almalı veya onları, bize tabi kılmalıyız. Fakat bunlar sosyal ihtiyaçlar değildir; tatmin isteyen bencil ihtiyaçlardır.

Bana öyle geliyor ki, Koronavirüs bizlere, daha önce yaptığımız gibi güç ve çoğu kez seçimimiz olmamasından dolayı prestij için dünyayla rekabet etmekten daha çok, kendimizle veya ailelerimizle birlikte olma konusunda yeni hazlar verdi. Açıkçası, herkes bu şekilde değişmedi, ancak değişimin hissettirilmesi, kalıcı olması ve büyümesi için yeterince insanın değiştiğinden eminim.

Gençken başkalarına bakar ve yaptıklarını taklit ederiz. Büyüdükçe daha bireysel bir kişilik geliştiririz ve içgüdüsel olarak sürüyü takip etme eğilimimiz azalır. İnsanlığın da benzer bir aşamadan geçtiğini düşünüyorum. Kendimize daha sık sormaya başlayacağız, “Ne için? Buna değer mi? Herkesin yaptığı şeyden gerçek bir fayda sağlayacak mıyım? ”

Eski zevklerimizin yerini neyin alacağını, örneğin seyahat etmek yerine neyin geleceğini hâlâ bilmiyorum. Bu, büyük ölçüde, onlar için kazançlı olduğundan dolayı,  bize kalıcı tatmin sağlamayan şeylere para harcamaya bizi ikna etmek isteyen fikir liderlerine ve tepedeki kişilere bağlıdır. Ama her iki durumda da, bana öyle geliyor ki, Covid öncesi çılgınlığımızın etkisinden kurtulduk ve şimdi daha yerleşik, sakin ya da başka bir deyişle olgun olacağız.

Yaradan Neden Bizden Gizlenir?

Şöyle yazılmıştır: “Beni sen yarattın.” Öyleyse, Yaradan evrende var olan tek güç ise bu nasıl olabilir? Bu güç, her şeyi içerir ve onun dışında hiçbir şey yoktur, hiçbir şey onun sınırlarının ötesine geçemez. Biz dahil her şey Yaradan’da hayat bulur.

Yaradan’ı nasıl yaratabiliriz? O’ndan başkası olmadığı için, bizi Yaradan yaratmadı mı? Yaradan zor bir işi göze aldı: bir yaratılış yaratmak ve onu bağımsız hale getirmek için geliştirmek. Çocuklarımızda bağımsızlığı teşvik etmek istediğimizde yaptığımız şey budur. Ancak Yaradan’ın daha zor bir görevi vardı, çünkü O’nun dışında başka bir güç yoktur.

Diyelim ki büyüdük ve Yaradan’dan başka kimsenin olmadığını ve bizi etkileyen bu gücün içinde olduğumuzu öğrendik. O zaman kendi başımıza ne yapabiliriz?

Bu nedenle, bir yandan Yaradan tüm evreni doldurur ve her şeyi kontrol eder, diğer yandan bunu görmeyiz çünkü O gizlenmiştir. Bu, bazen çocuklarımızla yaptığımız şeydir, onlara yardım etmek istemeyiz bu yüzden saklanırız, böylece kendi başlarına çalışabilir ve bir şeyi nasıl inşa edeceklerini öğrenebilirler. Görünüşe göre, Yaradan gizlidir çünkü bizi bağımsız kılmak istemiştir.

Öte yandan, dünyada Yaradan varmış gibi yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Ve eğer O ifşa olsaydı, O gizliyken şimdi yaptığımız şeyi aynen yapardık. Bu duruma tam inanç denir. her şeyden önce, ona ulaşmalıyız: mantık ötesi inanca, egoizmimizin gücünün üstünde, alma gücünün üzerinde ihsan etmeye.

Egoizmin üstesinden gelmek, ancak ondan daha büyük bir şey varsa, ihsan etme gücü varsa mümkündür. Haz alma arzusundan yaratıldık ve o sözlerden etkilenmez fakat güce boyun eğer. Egoizmim Yaradan’ın büyüklüğünü hissederse, Yaradan’ın emrettiği her şeyi yapacaktır. Ancak, egoizmim kendi büyüklüğünü hissediyorsa, egoizmin tüm emirlerini takip eder. Ya bir gücün ya da diğer gücün yönettiği açıktır: ya egoizmimizin gücü ya da Yaradan’ın ihsan etme gücü.

Bizi etkileyen kişiye göre davranırız. Egoizm içimizde açık bir şekilde aktif olsaydı, ona her şeyde itaat ederdik ve kötü, tam egoistler olarak adlandırılırdık. Aslında şu anda olan budur.

Ve eğer Yaradan ifşa olsaydı ve dünyayı doldurduğunu görmemize izin verseydi, ihsan etme arzusunun gücü ve üstünlüğü ortaya çıksaydı, hemen önünde eğilir ve her şeyde emirlerine itaat ederdik. Hatta bazen olur; birdenbire Yaradan’ın büyüklüğü biraz ifşa olur ve bu mucize ortadan kalkana kadar bir süre sevmeye ve vermeye hazırızdır.

Bu tür dürtüler bize, bunun mümkün olduğunu göstermek için gelir ve gider, ancak yalnızca egoizmimizin büyüklüğünden ziyade Yaradan’ın büyüklüğünden daha fazla etkilenirsek. Başka bir deyişle, sorun, kimin yöneteceğidir: alma arzusu mu yoksa ihsan etme arzusu mu? Doğada sadece bu iki kuvvet vardır.

Ancak bu şekilde davranırsak, ya sadece alma arzumuzu takip eden suçlular ya da ihsan etme iradesine göre hareket eden melekler olurduk. Biri veya diğer güç bizi tamamen yönetir ve içgüdülerimize göre hareket eden, ya yırtıcı ya da kutsal hayvanlar olarak kalırdık. Bu formda, Yaradan’a benzemiyoruz, insan, Adem değiliz, çünkü biz, egoistler veya azizler olmayı seçmedik.

Öyleyse, kendimizi nasıl özgür kılabiliriz ki almayı veya ihsan etmeyi, Yaradan’a zıt ya da O’nun gibi olup olmamayı seçebilelim? Yaradan, insanı özgür kılma işiyle karşı karşıya kaldı, böylece kişi tercih ettiği şeyi seçecekti: ya yaratılış gibi bir egoist olmak ya da Yaradan gibi bir özgecil olmak ve O’nun oğlu, ortağı ve Yaradan’a benzer olmak.

Yaradan düşündü ve bir çözüm buldu: Alma arzusu ile ihsan etme arzusu arasına, iki zıt güç arasına bir aracı koydu, böylece yaratılan alma arzusundan oluşabilir ancak ihsan etme uğruna niyetine doğru değişebilecektir. Yaradan, yaratılanın, Yaradan’ın büyüklüğünden, ihsan etmenin büyüklüğünden etkilenebileceği, ancak önünde eğilmemek için doğrudan üst güçten değil,ama  bu koşulu arzusu ölçüsünde çalışması için bir durum yarattı.

Bir kişi gerçekten Yaradan’ın büyüklüğünü tanımak istiyorsa, ancak O’nun kölesi olarak değil, o zaman ona grup adı verilen özel bir durum inşa etmek gerekir. Grupta, dostlarına ne kadar teslim olacağına karar verme ve bu ölçüde Yaradan’ın büyüklüğünden etkilenme fırsatına sahiptir.

Yaradan her zaman grupta mevcuttur, ancak gizli bir şekilde. Kişi grup aracılığıyla Yaradan’ın yüceliğini hissetmeyi özlediği ölçüde, O’nu hissedebilir. Ancak, Yaradan’ı ve O’nun yüceliğini doğrudan değil, dostları vasıtasıyla, onların önünde boyun eğerek hissedecektir. Bu şekilde ihsan etme gücünü edinir ve yavaş yavaş insan, Adem, Yaradan’a benzer olur, bir melek değil ve özgür bir kişi haline gelir.

Kişi dostlarıyla, onlu ile bağ kurarak, ihsan etme niteliğine dahil olma arzusunu gösterir ve onlu aracılığıyla Yaradan’dan aldığı bu niteliği kullanır, maneviyatta yavaş yavaş büyür. Kişi, ihsan etme niteliğini baskı altında değil yaratıcı bir şekilde kullanır ve kendini Yaradan’a benzer özgür bir birey olarak inşa eder.

Bu gerçek sevgi ve ihsan etme olacaktır, korkudan veya baskı altındaki bir köleninki gibi zorlama değil, özgür bir insan olarak.

“Pandemiden Sonra Yaşam” (Linkedin)

ABD, İngiltere ve diğer birçok ülkede aşı dalgası başladığından beri, halk sağlığı kurumları tarafından yapılan son anketlere göre, insanlar güvenlik kaygıları ve sorunları eşliğinde, rahatlama duygusuyla haberleri aldılar. İnsanlığın emin olabileceği bir şey var: dünya virüsten önceki haline geri dönmeyecek. Pandemiden sonra dünyanın doğasını ve konfigürasyonunu (yeniden inşa edilecek sistemleri ve hayatlarımızı nasıl etkileyeceklerini) belirlemek için henüz çok erken olsa bile hiç şüphe yok ki bundan sonra yeni bir düşünce ve davranış çizgisi hakim olacaktır.

Koronavirüs’ün sahnede görünmesinden bu yana bir yıl geçti. Aniden olgunlaşan ve çocukça oyuncaklarına küçümseyerek bakan gençler gibi ya da fazla müsamahayla geçen geç bir geceden sonra, akşamdan kalma bir şekilde uyanıp, dengesini sağlamak ve kendine gelmek isteyen gençler gibi, insanlık da benzer bir olgunlaşma ve ayılma sürecinden geçmeye mahkûmdur.

Gerçeklik değişti ve insanlar psikolojik bir değişime uğradı. Geçmişte olan şeyler,  artık olmayacak. Olanlar bizden çok daha büyük, gerçeğin karşısında bunu sindirmek zordur. Ama tahmin ediyorum ki, nüfus yeniden sağlıklı olduğunda ve her şeyin yeniden açılmaya hazır olduğunu hissettiğinde, bir yerden bir yere seyahat etmeye, kucaklaşmaya ve bizi ayıran maskeler ve mesafeler olmadan yakınlaşmaya başladığımızda, büyüdüğümüzü keşfedeceğiz.

İnsani gelişimimizde yeni bir aşamaya geçtik. Dolayısıyla içsel dünyamız dün olduğu gibi olmayacak. Koronavirüs salgınından önce olduğumuz kişi olmadığımızı, anlamsız şeylere karşı, sadece sahip olmak uğruna bir şeyler elde etmeye, köleler gibi çalışmaya, zorunlu olarak para kazanıp, harcamaya karşı hazzımızı kaybettiğimizi anlayacağız. Artık aynı oyunlardan hoşlanmadığımızı ve anlamsız göründüklerini ve tatmin edici olmadıklarını hissedeceğiz.

Çılgın tüketiciliğimiz, en çok değiştiğimiz alanlardan biridir. Sayısız alışveriş merkezine, restorana veya oyuncular ve hayranlarla dolu stadyumlara ihtiyacımız olmadığını fark ettik. Arzularımız büyük ölçüde değişti. Rutine geri dönecekler var ve artık kendilerine uygun olmadığını anlayanlar var ve evlerini hiç terk etmek istemeyenler ve evden çalışmanın kendileri için(sadece bunun genellikle rahat bir yaşam ortamı olduğunda kadınlar için değil, erkekler için de) daha iyi olduğunu düşünenler var.

Neden böyledir? Çünkü evde, ailenin kollarında yaşamak, rahat ve güzel, verimli ve huzurlu, trafik sıkışıklığından, kuyruklarda beklemeden ve gereksiz baskılardan uzak bir yaşamdır. Öyleyse neden giyinip, arabada saatler geçirip, yarım günü yüzeysel bir duruşla geçirelim? Evde pijamalarınızla oturup bahçeden telefon görüşmeleri yapmak ya da balkonda otururken dizüstü bilgisayarınızda sakince çalışmak daha iyi ve daha ucuzdur. Evden çalışmak birçok beklenmedik şekilde karşılığını verir.

Hem çalışanlar hem de onların işverenleri için çift taraflı kazanç durumudur. Ofis masraflarında büyük tasarruflar sağlamanın yanı sıra işler uzaktan çok verimli bir şekilde yürütülebilir. Geleneksel iş yerlerinde olduğundan daha az dikkat dağıtıcı olduğu için, zaman kaybetmek yerine görevlerini bitirmeye odaklanmak daha kolay olduğundan, insanlar evden çalışırken de daha verimli hale gelir.

Bu fayda toplumun tüm katmanlarına bir kez nüfuz ettiğinde, pandeminin aramızda kurduğu ilişki, bizi enfekte olmaktan alıkoyan aynı sosyal mesafe, sonunda bizim için daha iyi olacaktır. Birbirimizden uzaklaşma alışkanlığı ikinci doğa olacak ve aynı zamanda aramızda henüz kurmamış olduğumuz, yeni gelecek ilişkilerinin temelini oluşturacaktır.

Aramızdaki sosyal ilişkilerdeki ileri aşamalardan bahsetmek için henüz çok erken. Doğadan gelen yavaşlatma ve bekleyiş, hala üzerimizde büyüyor ve bizim için rahat bir hale geliyor. Yeni dönemin ruhunu belirliyorlar. Daha ileriye bakarsak bu durum bizi uzun vadede tatmin etmeyecektir. Bir tür uyuşukluk ve çaresizlik, ışıktan önce karanlık, başkalarıyla manevi bağın ifşa olması için yeni bir alan açmaya başlamalı, yeni bir tür insan ilişkisi için itici bir güç olmalıdır. Ancak o zaman, ayrılığa yol açan pandemi’nin iyileştiğini hissedebileceğiz ve tatmin edici bir yaşama ve sağlıklı bir topluma kavuşacağız.

“Çok Kültürlülük İşe Yarar Mı?” (Quora)

Çok kültürlülük belli bir insani gelişim döneminde gereklidir, ancak daha da geliştiğimizde, uzaklaşacaktır.

Herhangi bir özel ayrım yapmadan, mümkün olduğunca, sadece insan olmamız gerektiğini anladığımız bir koşula ulaşmamız gerekiyor. Gerçekten de büyük bir insan çeşitliliği olacak, ancak bu çeşitliliği kültürel olarak ilişkilendirmeyeceğiz. Biz kültürlerin içinde doğmadık. Onlar edinilir ve dolayısıyla sert/değişmez gerçekler değillerdir.

Çeşitlilik, daha ziyade, tam bir birleşme sağlanana kadar diğerleriyle olumlu bağ içinde ilerleme fırsatlarıyla ilgili olmalıdır. Doğuştan gelen çeşitliliğimiz, birbirimize olumlu bir şekilde bağ kurma fırsatlarının gerçekleştirilmesiyle elde ettiğimiz benzerlikle birleştiğinde, insan toplumunda yepyeni bir tür içsel doygunluğun verdiği mutluluğa ve uyuma yol açacaktır. Sanki hepimiz ortak bir dili paylaşıyormuşuz ve hepimiz aynı milletin ve ailenin üyeleriymişiz gibi hissedeceğiz.